31 Aralık 2017 Pazar

Kitap Tanıtımı: Saltanata Giden Yolda: Muâviye bin Ebi Süfyan

İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda: Muâviye bin Ebi Süfyan
      Ankara: Ankara Okulu Yayınları, 2014, 256 sayfa ISBN: 978-975-8190-26-3
Elimizdeki bu eser müellifin, 1990 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Muâviye b. Ebi Sufyan ve Devlet Politikası” adında doktora tezi olarak hazırlanmıştır. İlk olarak 1990 yılında kitap olarak yayınlanmıştır.
Muâviye, yaptığı ve ortaya koyduğu faaliyetlerle İslam tarihinde kendisinden en çok söz ettirenlerden biri olmuştur. Hilafete gelişi ve kendinden sonra oluşturmuş olduğu Hilafet sistemi çağlar boyu tartışma konusu olmuştur. Onun kurmuş olduğu söz konusu hilafet sistemiyle hilafet saltanata dönüşmüştür. Bunun neticesinde oluşturduğu mevzubahis hilafette, halifelerin Ümeyye ailesinden olmasından dolayı Emevîler olarak isimlendirilmiştir.

30 Aralık 2017 Cumartesi

Silvan’lı Zehebî

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Bu çalışmamızda Silvan’lı olup İslam Tarihinin en önemli bilginlerinden sayılan Muhammed bin Osman bin Kaymaz bin Abdullah el-Farıkî, (Mertapolis, Meyyafarikin, Silvan) ed-Dımeşkî, (Şam) et-Türkmanî, (Türkmen kökenli) ez-Zehebî’nin (babası kuyumcu) hayatı ve İslam tarihçiliğini tanıtmak istiyoruz.
Ortaçağın mühim kale-şehirlerinden biri olan Silvan, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun Sultanı Melikşah devrinde Selçuklulara intikal etmesinden önce (1085), Diyarbakır bölgesi dolaylarına Türkmen ahali yerleşimi mevcuttu.[1] Selçuklu akınlarıyla birlikte de Silvan, yoğun Türkmen göçlerine sahne olmuştu. Bu yoğun göç ile gelen Türkmen toplulukları kendilerini, o dönemde İslam dünyasına karşı batıdan gelen haçlı seferlerine karşı mücadele içinde buldular. Şunu rahatlıkla söylemek mümkündür ki; bu göçlerle gelenler Haçlıların bölgede hakim bir güç olarak kalmalarını kesin olarak engelledi. Bu dönemde haçlı güçleriyle mücadeleyi özellikle Mardin, Harput ve Hasankeyf merkezli devletler kuran Artuklular ve onların ilk liderleri olan Necmettin İlgazi, Sökmen ve Belek’in birlikte yaptıklarını görüyoruz. Özellikle Artukluların Mardin şubesinin başındaki Necmettin İlgazi, Haçlıların doğudaki emelleri üzerine esaslı darbeler vurmuştur. Daha sonra bu bayrağı Urfa Fatihi Nurettin Zengi alacaktır.

27 Aralık 2017 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Üç Emir Üç Yasak

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Her cuma günü hutbe sonunda bir âyet-i kerime okunur. Bu âyette her cuma günü müminlere Allah’ın üç emri ve üç yasağından bahsedililir.
Hutbenin sonunda okunan âyeti Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz’in tespit ve teklif edilmiştir.  Halife Kur’ân-ı Kerim’i baştan sona incelemiş ve bu âyette karar kılmıştır. Ömer b. Abdülaziz’in bu teklifi o zamanda Müslümanlar tarafından kabul görmüş ve bu adet onun uygulaması olarak günümüze kadar ulaşmıştır[1].  Bu âyette Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır:
“Muhakkak ki Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabayı yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. Tutasınız diye size öğüt verir.[2]
Ayet hakkında büyük tefsir alimi Kadı Beyzavi şöyle der: “Kur’ân-ı Kerim’de bu âyetten başka âyet olmasaydı, sadece bu âyet Kur’ân’ın herşeyi beyan ettiğine ve alemlere rahmet ve hidâyet rehberi olduğuna delil olarak yeterdi”. Gerçekten bu âyet, toplumsal hayat düzeninin temel unsurlarını vurgulamakta, toplumu tahrip eden tehlikelere de işaret etmektedir. Bu emir ve yasaklar sadece müslüman toplumlar için değil, diğer toplumlar için de dikkate alınması gereken prensiplerdir.

Necmettin İlgazi-III

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Şahsiyeti
Artuklular’ın Mardin şubesinin kurucusu olan Necmettin İlgazi, Ortadoğu İslam alemini ciddi tehlikelere maruz bırakan Haçlılar’a Musul ve Suriye Atabegi İmadüddin Zengi’den ve Zengi’nin komutanı olan Selahaddin-i Eyyübi’den önce ağır darbeler indirmiş bir şahsiyettir. Onun ölümüyle Halep, Haçlılar karşısında savunmasız kalmıştır.
İlgazi, özellikle Irak Türkmenleri üzerinde büyük bir nüfuza sahipti. Çok karışık bir dönemde imparatorluğun en önemli ve prestijli görevi olan Bağdat Şahneliği[1] görevini Bağdat’ta dört yıla yakın bir süre yapması, Haçlı saldırıları karşısında bunalmış olan Halep halkına rahat bir nefes aldırması, onun iyi bir asker olduğu kadar dirayetli bir devlet adamı olduğunu göstermektedir. Halife Müsterşid-Billah ile Irak Selçuklu Sultanı Mahmut’un kendisine sığınan Hille Emiri Dübeys b. Sadaka’nın teslim edilmesini istemelerine rağmen himayeye devam etmesi, babası Artuk’un Melikşah’a kafa tutmasına benzemektedir.
Babaları Artuk’un siyasi teşekkül kurmakta gecikmesine rağmen, oğulları üç adet Artuklu Emirliği kurmuşlardır. Bunlardan Necmettin İlgazi’nin kurduğu Mardin şubesi, üç asırlık süresiyle Selçuklu döneminin en uzun süren hanedanı olmuştur. Artuk oğulları aynı zamanda Haçlıların yanında önemli itibarları vardı ve onlar üzerinde büyük bir korku salmışlardı.[2]

24 Aralık 2017 Pazar

Necmettin İlgazi-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Mardin Artukluları
Necmettin İlgazi, Sultan Muhammet Tapar’ın Haçlılar’la mücadele için Musul ve civarına vali olarak tayin ettiği Emir Çavlı ile birlikte Habur suyu civarında I. Kılıçarslan’a karşı yapılan savaşa (1107) katıldı. Ardından müttefiki Çavlı ile arası açılınca onun elinde bulunan Nusaybin’i ele geçirdi.(1107) Ancak Musul valiliğinden azledilen Çavlı’nın sultana karşı ittifak teklifini de reddetti. Bunun üzerine kendisine Irak Selçuklu Sultanı Sultan Mahmud tarafından 1108’de Harran, 1111’de Meyyafarikin hediye edilmiştir.[1]

22 Aralık 2017 Cuma

Ebul’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Tevbe

Ebul’l-Beşer el-Ebyazi
İnsan tabii olarak hata etme ve günah işleme özelliğine sahiptir.  Onun ruhunda hayır ile şer, iyilik ile kötülük her zaman birlikte vardır. Bu nedenle insanlar hem günahsız olan meleklik, hem de günahlar içinde bocalayan şeytanlık sıfatlarını üzerlerinde taşırlar. Sadece peygamberler ismet yani günah işlememe vasfıyla korunmuşlardır. 
Allah kullarına doğruyu göstermek için hidâyet önderi olan peygamberler ve insanlara ışık olarak ilahi kitaplar göndermiş, onlara neyin iyi neyin kötü, neyin faydalı neyin zararlı olduğunu bu şekilde bildirmiş ve kurtuluşa ermeleri için ne yapmaları gerektiğini onlara duyurmuştur. Bu emirlere uyan insanlar kurtuluşa erecekler, uymayanlar ise hüsrana uğrayacaklardır.  Kullarının güzel amellerini kat kat mükafatla ödüllendiren Cenab-ı Hakk, onların günahlarını ise sadece misliyle cezalandırmakta, ayrıca onların günahlardan kurtulmaları için, yapılanlardan pişmanlık duymak anlamına gelen tevbe kapısını her zaman sonuna kadar açık tutmakta ve pek çok âyette tevbe edenleri bağışlayacağını bildirmektedir.

21 Aralık 2017 Perşembe

Hz. Fâtıma’nın (rah) Evliliği ve Aile Hayatı

Prof. Dr. Adem APAK
Mîlâdî 609 yılında Mekke’de dünyaya gelen Hz. Fâtıma (rah) Hz. Peygamber’in (sav) en küçük kızıdır. Lakabı “beyaz, parlak ve aydınlık yüzlü kadın” anlamında Zehra olmakla beraber, kendisi “iffetli ve namuslu kadın” anlamındaki Betûl ismiyle de tanınmıştır.[1]
Siyer kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın (rah) adı ilk kez müşriklerin Hz. Peygamber’e (sav) karşı gerçekleştirdikleri bir saldırı vesilesiyle geçer. Rivayete göre Kâbe’de namaz kılmakta olan Rasûl-i Ekrem’in (sav) secdeye vardığı sırada müşriklerden Ukbe b. Ebû Muayt tarafından omzuna bir deve işkembesinin atılması üzerine hadiseye şahit olan küçük yaştaki kızı Fâtıma koşarak babasının üzerindeki pislikleri temizlemiş, bu esnada bunu yapanlara kızıp söylenmiştir.[2] Hz. Peygamber’in (sav) hicretinden kısa bir müddet sonra Hz. Fâtıma (rah), yanında Hz. Ali (ra) ile onun annesi Fâtıma bint Esed (rah) olduğu halde üvey annesi Sevde (rah), kız kardeşi Ümmü Gülsüm (rah) ve Ebû Bekir’in (ra) ailesiyle birlikte Medine’ye hicret etmiştir.[3]

Mardin İlk Artuklu Emiri Necmettin İlgazi (1106-1122)

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Bu çalışmada Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da kurulan üç Artuklu devletinden en uzun ömürlüsü olan Mardin Artuklularının kurucusu Necmettin İlgazi’yi tanıtmak istiyoruz. Çalışmamızda Artuk Bey’in Kudüs Emiri olmasının ardından oğullarının değişik bölgelerde hakim olması ve nihayet Necmettin İlgazi’nin Bağdat şahneliğinden sonra Mardin’e hakim olup bölgede kurulan üç Artuklu şubesinden en uzun ömürlüsü olan Mardin Artuklu devletini kurması ve siyasi faaliyetlerinden bahsedeceğiz.

20 Aralık 2017 Çarşamba

Mescid-i Nebevî’nin İnşası ve İlk Fonksiyonları

 
Prof. Dr. Adem APAK
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللَّهِ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ وَأَقَامَ الصَّلَاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَلَمْ يَخْشَ إِلَّا اللَّهَ فَعَسَى أُولَئِكَ أَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ (18Tevbe,)
Allah'ın mescidlerini sadece, Allah'a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve ancak Allah'tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda bulunanlardan olabilirler. (Tevbe, 18).
وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللَّهِ أَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِي خَرَابِهَا أُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ أَنْ يَدْخُلُوهَا إِلَّا خَائِفِينَ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ (114)
Allah'ın mescidlerinde O'nun isminin anılmasını yasak eden ve oraların yıkılmasına çalışan kimseden daha zalim kim vardır? Onların oralara korkmadan girememeleri gerekir. Dünyada rezillik onlaradır, ahirette büyük azab da onlaradır. (Bakara, 2/114).

18 Aralık 2017 Pazartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Teslimiyet

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Teslimiyet, Allah’ın kamil iman sahiplerine bahşettiği çok önemli bir haslettir. Bu sırrı kavrayan müminler, karşılaştıkları her türlü zorluk ve sıkıntılı durumlarda bu hali yaratanın Allah olduğunun şuurunda olurlar. Dolayısıyla teslimiyet, onların azimlerini, şevk ve imanlarını ziyadeleştirir. Bu üstün ahlâkın en güzel örnekleri de şüphesiz insanların en üstünleri olan peygamberlerin hayatlarında görülür. Kur’ân-ı Kerîm buna şahitlik eder:
“Yoksa siz, Yakub'un ölüm anında, orada şahitler miydiniz? O, oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar: "Senin İlahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın İlahı olan tek bir İlaha ibadet edeceğiz; bizler O'na teslim olduk" demişlerdi. (Bakara, 2/133).

13 Aralık 2017 Çarşamba

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Kâbe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Sözlükte "dört köşeli veya küp şeklinde olmak" anlamındaki ka'b kökün­den gelen ka'be "küp şeklinde nesne" de­mektir. Kur'ân-ı Kerîm'de Kâbe adı iki defa geçmektedir:
“Ey İnananlar! İhramlı iken avı öldürmeyin. Sizden bile bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden iki adil kimsenin hükmedeceği, Kâbe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffaret ya da yaptığının ağırlığını tatmak üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekileri affetmiştir, kim tekrar yaparsa Allah ondan öç alır. Allah Güçlü'dür, Öç alıcı'dır”. (Mâide, 5/95); “Allah, hürmetli ev Kâbe'yi, hürmetli ayı, kurbanı, boynu tasmalı kurbanlıkları insanların faydası için ortaya koydu. Bu, Allah'ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi Bilen olduğunu bilmeniz içindir”. (Maide, 5/97).

Abbasilerin İlk Asrında Arap-Bizans İlişkileri

Prof. Dr. Adem APAK

GİRİŞ
Arap-Bizans münasebetlerinin geçmişi, esasında Romalılar döneminde M.Ö. IV ile M.S. 106 yılları arasında hüküm süren Nabâtî Krallığı’na kadar ulaşır. İslâmiyet’in zuhurundan sonra Hicazlı Araplar ile Bizans İmparatorluğu arasındaki resmî ilişkiler ise Hz. Peygamber’in (sav) dine davet mektuplarıyla başlatılır. Mûte savaşı, Bizans ile Müslümanların ilk önemli karşılaşması, aynı zamanda Hicaz Araplarının Yarımada dışını hedef alarak gerçekleştirdikleri ilk askerî faaliyet olmuştur. Hulefâ-i Râşidîn dönemi İslâm dininin Arap Yarımadası dışına hızla yayılmaya başladığı ve Bizans’ın uzun zamandır Sâsânîlere karşı korumak için mücadele verdiği toprakların, Müslümanların eline geçtiği dönemi temsil eder. Bizans bu süreçte meydana gelen fetih hareketlerine mukavemet gösterememiş ve kısa süre içinde Suriye ve Filistin’den çekilmek zorunda kalmıştır. Arap Bizans münasebetlerin en yoğun olduğu İslam tarihi dönemi ise Emevi asrıdır. Bizans ile yapılan savaşlarda Müslümanlar genelde taarruz eden, Bizanslılar ise savunmaya çekilen taraf konumunda olmuşlardır. Ancak bununla birlikte her iki devlet için de tam bir üstünlük gerçekleşmemiştir. Gerek Arapların gerekse Bizans’ın zaman zaman rakibine üstünlük sağladığı dönemler olmuş, ancak bu üstünlük uzun süre devam etmemiştir. Bunda her iki tarafın da kendi iç problemleri ve saltanat mücadeleleriyle baş etmek durumunda kalmalarının etkisi büyüktür. Bununla birlikte gerçekleştirilen savaşlar bir hâkimiyet mücadelesinden çok prestij sağlama ve kendi asıl bölgelerini koruma düşüncesiyle cereyan etmiştir. Bizans için öncelikli koruma alanı İstanbul, Emevîler için ise Şam toprakları olmuştur.

10 Aralık 2017 Pazar

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: İhlas ve Samimiyet

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Cemiyeti içinde çoğu zaman “iyi niyetli olamak” “kötü niyetli olmak”, “niyeti halis olmak”, “niyeti bozuk olmak” gibi deyimler duyarız. Bunlar yapılan işlerde niyetin önemini açıkça vurgulamaktadır. Niyetsiz, hedefsiz bir işin gerçekleşmesi mümkün değildir. İnsanlar iyi olsun kötü olsun her türlü işlerinde önce niyet ederler sonra da fiillerini gerçekleştirmeye girişirler. İbadetlerde de niyet gereklidir, gerek kalben gerekse dil ile olsun niyetsiz bir ibadetin yapılması mümkün değildir. Nitekim niyet namazın farzlarında biri kabul edilmiştir.
Allah da kullarından, yapmış oldukları işlerinde iyi niyeti, ihlası, içtenliği ve samimiyeti beklemekte, onlardan ibadetlerini halis niyetle yapmalarını istemektedir. Beyyine suresinde şöyle buyurulur:
“Onlar, dini Allah için halis kılarak batıl dinleri bırakıp tevhid dinine yönelmekle yalnız Allah’a ibadet etmek, namazı dürüst kılmak, zekat vermekle emrolunmuşlardır. İşte doğru din budur”. (Beyyine, 5)

5 Aralık 2017 Salı

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Hurafe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Hurafe akla ve gerçeğe aykırı dü­şen aldatıcı söz anlamına gelir. Bu nedenledir ki, masal, efsane gibi gerçek dışı olarak kabul edilen bilgi ve rivâyetlere hurafe denilmiştir. Ayrıca insanların oluşunu kavramada zorluk çektikleri sihir ve büyü ile ilgili görülen inançlar da genelde bu kelimeyle ifade edilir. Hurafe nevinden bilgi ve inanışların eskiden olduğu gibi günümüz insanları tarafından da ilgi ve alaka gördükleri bir gerçektir.
Genel olarak hurafe mantıkî ta­banı olmayan, gerçek hayatla ilişkisi bu­lunmayan inanç ve uygulamalar, iyilik ve­ya kötülük getirebileceğine inanılan, özellikle de akıl ve tecrübe yoluyla açıklanamayan durumlarda karşımıza çıkar. Bu kelimeye Kur’ân-ı Kerîm’de tesadüf edilmez. Ancak hurafe ile anlam yakınlığı bulunan uydurulmuş söz manasına gelen üstûre kelimesinin çoğulu esâtîr ifadesi bulunmaktadır. Mekke müşrikleri de, insanlar üzerinde etkili olmasını engellemek için Hz. Peygamber’i (sav) şairlik, sihirbazlık, büyücülükle nitelemişler, ona cinlerin, şeytanın musallat olduğu iftirasını atmışlar, kendilerine ulaştırılan âyetleri de büyü ve “Esâtiru’l-Evvelîn” (Eskilerin masalı) olarak vasıflandırmak suretiyle vahyin ilahi meşruiyetini şüpheli göstermeye çalışmışlardır. Kur’ân’da bu hususa şöyle işaret edilmektedir:

3 Aralık 2017 Pazar

Hulefa-yı Raşidîn Döneminin İslâm Tarihindeki Yeri ve Önemi İle İlgili Bir Giriş Denemesi

                                                             Prof. Dr. Mehmet Salih ARI

Hz. Peygamber’in vefatıyla İslâm tarihinde yeni ve önemli bir dönem başlamıştır. Müslümanlar Peygamber’den sonra ilk sınavlarını siyasî alanda vermek durumunda kalmışlardı. Müslümanların Peygamberi, Devlet başkanları ve Ordu komutanlığını şahsında toplamış olan Hz. Muhammed (s.a.s.) vefat etmiş, müslümanlar lidersiz kalmıştı. O peygamberlerin sonuncusu olduğundan yeniden bir peygamber gelmeyecekti. Ne var ki geride bıraktığı İslam toplumu, lidersiz devleti daha ileri götüremeyeceği gibi, başsız bir devletin devamı da imkânsızdı. Bunun önemini kavrayan müslümanlar Saide oğulları çardağında toplanarak yeni liderlerini seçtiler ki bundan böyle “Müslümanların devlet başkanı” anlamına gelen hilafet gündeme geldi. Hz. Ebubekir İslam devletinin başına halife, yani devlet başkanı seçildi.

30 Kasım 2017 Perşembe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Emanete Riâyet

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Emanet kelimesi çok geniş anlamlı bir kavramdır. İnsanın en önemli görevi olan Allah’a kulluk görevinden, insanların korunması için bize bıraktıkları en küçük eşyaya varıncaya kadar her şey emanet kavramıya açıklanabilmektedir. Bu durumda Allah’ın bize bahşettiği hayat nimeti ve hayatımız boyunca faydalandığımız, koruma sorumluluğunu üstlendiğimiz her şey bizim için emanet statüsündedir. 
Emanet peygamberlerde bulunması gereken sıfatlardan birisidir. Yani peygamberler güvenilir (emin) kabul edilen, kendilerine tebliğ görevi, dini yayma emaneti verilen insanlardır. Nitekim Hz. Muhammed (sav) daha peygamber olmadan önce, insanların güvenini kazanması sebebiyle Muhammedü’l-Emin lakabıyla tanınmıştır. Hz. Peygamber’e düşmanlık yapan, hatta onu öldürme girişiminde bulunan Mekke müşrikleri dahi ticaret amacıyla şehir dışına çıktıklarında ellerindeki nakit para ve malları birbirlerine emanet edemezler, Hz. Peygamber’e verirlerdi. Allah Rasûlü’nün Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında evinde Hz. Ali’ye emanet ettiği malların neredeyse tamamı Mekke müşriklerine aitti. Zira o dönemde tamamı Medine’ye hicret ettiği için Mekke’de müslüman kalmamıştı. Dolayısıyla bizler düşmanlarının bile emin olarak kabul ettiği bir peygamberin ümmetleri olma şerefini taşımaktayız.
Emaneti yüklenmek bir sorumluluktur, bu emaneti yerinde kullanmak, gereğini yerine getirmek ise bir üst derecede sorumluluktur. Buna göre herkes kendi canından başlamak üzere himayesi altında olanlardan, kendisine bahşedilen her türlü can mal ve servetten hesap vermek durumundadır.  Bu hususu Allah Rasûlü şu meşhur hadisiyle açıklar:

25 Kasım 2017 Cumartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Doğruluk

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Hz. Peygamber (sav) Mekke’den Medine’ye hicret edeceği gece evinde Hz. Ali’yi bırakmıştı. Onun görevi daha önceden Hz. Peygamber’e (sav) bırakılan emanetleri sahiplerine teslim etmekti. O dönemde Medine’ye göç etmiş olmaları sebebiyle Mekke’de müslüman kalmadığı için bu emanetler Mekke’lilere aitti. Ticaret ile hayatlarını kazanan Mekke müşrikleri şehirden uzaklaştıkları zaman yanlarındaki kıymetli mallarını kendi aile ve çocuklarına değil, bizzat Hz. Peygamber’e (sav) gelip teslim ediyorlardı. İslam’a girmeseler, hatta ona ve müslümanlara düşmanlık etseler de yine mallarını ona itimat ediyorlardı. Çünkü onun adı Muhammedü’l-Emin, güvenilir doğru Muhammed’di ve ilginçtir ona bu adı Mekkeliler vermişlerdi.

23 Kasım 2017 Perşembe

Dört Halifeyi Farklı Okumak - 2

Dört Halifeyi Farklı Okumak - 2
Hz. Ömer
Yazar Adı: Mehmet AZİMLİ
Ankara Okulu Yayınları
Ankara, 2012 (1. Baskı), 191 sayfa

Serinin ikinci kitabı olan “Hz. Ömer” bir önceki “Hz Ebu Bekir” kitabı ile aynı metotla yazıldığı ve bir biyografi kitabı olmaktan ziyade Hz. Ömer’in hayatı ve dönemi hakkındaki farklı rivayetlerin karşılaştırmalı olarak değerlendirildiği ve rivayetler arasındaki tezatlığın ortaya konduğu, Hz. Ömer’in bilinen yönlerinden çok, yanlış aktarılan yönlerinin ön plana çıkarıldığı bir çalışma ile karşılaşıyoruz.

Giriş ve altı bölümden oluşan kitabın giriş bölümünde AZİMLİ hocamız, Tarihçilerin, Müslümanlığın ortaya çıkmasıyla başlayan sürecin dünyanın en önemli olayı ve bu tarih diliminin dünya tarihinde en fazla etki bırakan dönem olduğu konusunda görüş bildirdiklerini belirterek, İslam Tarihi ve Coğrafyasının Hz. Peygamber’den  (s) sonra en fazla etki bırakan ve kendisinden bahsedilen kimsenin Hz. Ömer olduğunu aktarmaktadır.

20 Kasım 2017 Pazartesi

Kamuoyuna Duyuru

Kamuoyuna Duyuru
Kendisini Müslüman sanan birisi benim adıma sosyal medyada bir yazı paylaşmış. Adını veremeyecek kadar korkak olan bu müfteri hakkında aşağıdaki satırları kamuoyu ile paylaşmak istedim.

15 Kasım 2017 Çarşamba

İhsan Süreyya Sırma Yazdı: Metrodaki Çocuk

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
 Başını pencerenin camına dayamış, öylece uyuyordu… Öyle dalmıştı ki, pencerenin çerçevesi iz yapmıştı tombul, kırmızı yanağında. Nerede, hangi durakta binmiş, bilmiyorum. Çünkü ben metroya binip, onun karşısına oturduğumda, o çoktan uyumuş gitmişti. Çok derin bir uykuda olduğu, her hâlinden belli… Duyulmayacak kadar sessiz bir horlama, ruhunun çok uzaklarda gezmekte olduğunu gösteriyor. Pervari’de, kış gecelerinde, babaannemle paylaştığım odanın küçük sobasının arkasındaki dağ keçisi postunda yatan gri kedim de, aynı sesleri çıkarıyordu yatarken… Kediler rüya görür mü bilmem. Fakat tıpkı karşımda uyumakta olan çocuk gibi bazen gülümser, uzun bıyıklarını oynatırdı uyurken… Herhâlde, sırtında sarı-mavi, kendisinden daha ağır olduğunu zannettiğim çantasının altında ezilerek kendisini büzmüş, vagonun her sallanışında yeni bir pozisyon alan, fakat yanağı, yapıştığı pencereden ayrılmayan bu çocuk, büyük bir ihtimâlle benim kedim gibi rüya görüyor. Kim bilir, hangi harikalar dünyasında geziyor şimdi… Ya da hayalinde kurduğu gök cisimlerine binmiş cennet semâlarında uçuyor. Cennetin semâları olur mu canım! Ama bizimki rüya görüyor ya, rüyâda ne semâlar, ne okyanuslar, ne ucu bucağı olmayan ormanlar, kuş uçmaz, kervan geçmez çöller, sahralar vardır…  Belki de kendi çocuk cennetinde, kendisi gibi meleklerle oynuyor… Sahi, o yaştaki çocuklar melek değil de nedirler? O iki yüzlülükten uzak, samimi, naif, kutsal yaratıklar, neden büyüdüler mi, Firavun’laşıp piramitler altında binlerce köleyi eziyor, Sezar’laşıp insan ölülerinden dağlar yaparak üzerinde sadizmini tatmin ediyor, Yezid’leşip siyasi kaprisleri uğruna binlerce günâhsız insanı kesiyor, Hitler’leşip ırkçılığı inanç hâline getiriyor, Saddam’laşıp Halepçe’lerde binlerce cana kıyıyor, Şaron’laşıp Filistin’de çocukların kanını içen bir vampire dönüşüyor, ve nihâyet Bush’laşıp, dünyamızın her tarafını kan gölüne çeviriyor? Bilmiyorum! Mışıl mışıl uyuyan bu çocuk gibi samimi olarak tekrar ediyorum: Bilmiyorum! Fakat şunun farkındayım ki, metrodaki bütün yolcular, burunlarının ucuyla bu güzel çocuğu süzüyor… Duraklar birbirini takip ederken, çocuğun çehresi de değişiyor. Gülümseyen dudaklar, bazen titrer gibi oluyor. Yoksa Bush, ya da Şaron rüyasına girdi de kâbus mu görüyor? Belki de, bazı Müslüman ülkelerde, başları örtülüdür diye üniversite kapılarında polis tarafından coplanan kız öğrencilerin feryatlarını, onların gestapo kılığındaki rektörlerini görüyor…  Dedim ya bilmiyorum. Ve yine gülmeye başladı bizim çocuk… Belki cehennem kâbusundan kurtulup, cennet bahçelerinde buldu kendisini… Ve metro, o iğrenç cızırtıyla son durağa giriyor. İnmek için herkes ayaklandığı hâlde, bizimki hâlâ uyuyor. Uyandırıp, uyandırmamakta tereddüt etmiştim ki, yanında oturan yaşlı bayan, hafifçe dürterek uyandırdı kahramanımızı… Eminim ki çok üzülmüştü uyandığına, ve tatlı rüyalardan ayrılıp, tekrar bu gürültülü, telaşlı, stresli, kirli dünyaya döndüğüne…
* Olay Viyana metrosunda (U Bahn, 19 Ocak 2004) geçiyor.

9 Kasım 2017 Perşembe

İslâm’da Birarada Yaşamanın Temelleri

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Bir arada yaşamanın temelini teşkil eden insan hakları tabiri Batı kaynaklı bir kavram olarak kabul edilmekle birlikte, aslında Hıristiyan kaynaklı değildir. Zira insan hakları başta Katoliklik olmak üzere, Ortodoksluk ve Protestanlık tarafından pek sempatik görülmemiştir.[1] Batı dünyasının bu konuda sicili çok kötüdür. Zira jenosit, engizisyon, otuz yıl savaşları, yüz yıl savaşları Batı tarihine ait kavramlar ve hadiselerdir. Hıristiyanların geçmişiyle karşılaştırıldığında insan hakları bakımından İslâm tarihinin çok olumlu tecrübelere sahip olduğu ise açık bir gerçektir.

4 Kasım 2017 Cumartesi

Cahiliyye’nin Asabiyetinden Modern Asrın Milliyetçiliğine

Öğr. Gör. Cuma KARAN
“Asr-ı Saadet” olarak adlandırılan Hz. Peygamber dönemi, sadece belli bir zaman ve belli bir döneme ait özel bir adlandırma olmuşsa da aslında temelleri atılmış, esasları belirlenmiş, sınır ve hududu tayin edilmiş bir yaşam ve bir peygamberî kültürdür. Hz. Peygamber tarafından ümmet için model olarak teorik ve pratiği bırakılmış bir mirastır.

Toplumsal Bir Hastalık, Batı’yı Taklit

Dr. Celal Emanet
Hiç kimse Hz. Muhammed’in prensiplerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa'ya nasip olan bütün başarılara rağmen, bizim konulmuş olan bütün kanunlarımız, İslâm kültürüne göre eksiktir. Biz Avrupa milletleri medeni imkanlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki, hiç kimse bu yolda O’nu geçemeyecektir.”
Johann Wolfgang Von Goethe (1749-1832)
Müslüman, hayatının her alanında Allah’ın emirlerini, Rasûlullah (sav)’in sünnet ve ahlaklarını kendisine rehber edinendir. Bu yüzden onların ibadetleri, ahlakları, tepkileri, üslupları ve tavırları da bu ölçüye göredir. Allah’ın rızasına talip olan bir insan hangi dönemde veya hangi koşullar altında yaşarsa yaşasın, Allah'ın Hz. Âdem (a.s.)'dan bu yana insanlara emrettiği ve bildirdiği hâl üzeredir. Teknolojinin ilerlemesi, çağın değişmesi, imkanların artması ya da azalması onun bu ahlakını değiştirmez. Müslüman nerede olursa olsun akılcı, itidalli, dengeli, mülayim, sevecen, şefkatli, merhametli, vefalı, sadık, kolaylaştırıcı ve güzelleştirici insandır. Eğer bir insan ‘devir artık değişti’ diyerek, ‘Kur’an ve Sünnet’e uyarsam toplum tarafından kabul görmem, ezilirim, dışlanırım’ endişesiyle bu üstün ahlaklardan taviz veriyorsa, o kişi Kur’an’a ve Sünnet’e değil, bambaşka bir yola uymuş demektir.

30 Ekim 2017 Pazartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Ahlâk

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi


 Sözlükte huy, seciye, tabiat, mizaç, karakter gibi anlamlara gelen hulk veya huluk kelimesinin çoğuludur. İnsanın fiziki yapısı için çoğunlukla halk, manevi yapısı için ise hulk kelimesi kullanılmaktadır. Bir terim olarak ise “insanın iyi veya kötü olarak nitelendirilmesine sebep olan mânevi vasıfları, huyları ve bunların etkisiyle ortaya koyduğu iradeli davranışlarının bütününe” verilen isimdir. Ahlâk özellikleri güzel ve çirkin huylar olarak iki kısma ayrılır. İslâmî kaynaklarda da hulk ve ahlâk terimleri ge­nellikle iyi ve kötü huyları, fazilet ve reziletleri ifade etmek üzere kullanıl­mış; iyi huylar ve faziletli dav­ranışlar hüsnü'l-huluk, mehâsinü'1-ahlâk, mekârimü'l-ahlâk, el-ahlâku'l-hasene, el-ahlâku'l-hamîde, buna karşılık kötü huylar ve hareketler ise sûü'l-huluk, el-ahlâku'z-zemîme, el-ahlâku's-seyyie gibi tabirlerle karşılanmıştır. Ahlâkın yanında yeme, içme, sohbet, yolculuk gibi günlük hayatın çeşitli alanlarıyla il­gili davranış ve görgü kurallarına, terbi­yeli, kibar ve takdire değer davranış biçimlerine, bunlara dair öğüt verici kı­sa ve hikmetli sözlere ve bu sözlerin derlendiği eserlere edep veya âdâb da denilmiştir. İslâmî literatürde edep teri­mi ilk dönemlerden itibaren özel davra­nış alanları hakkında kullanılırken, ah­lâk ise daha geniş anlamda tutum ve davranışların kaynağı mahiyetindeki ruhî ve manevî meleke­leri, insanın ruhî kemalini sağlamaya yönelik bilgi ve düşünce alanını ifade etmiştir.

Ahlâkın dinle çok yakın münasebeti vardır. Hak dine bağlanan ve dayanan, bu itibarla ilahi bir mana taşıyan Ahlâk müessesesi, insanın yücelmesini sağlar. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de Peygamberimizin en güzel Ahlâk üzere bulunduğunu bildirmektedir. Ayrıca Allah Rasûlü (sav) kendisinin güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini bildirir.

26 Ekim 2017 Perşembe

Hemmâm b. Münebbih ve es-Sahîfetu’s-Sahîha

Dr. Celal EMANET
Ebû Ukbe Hemmâm b. Münebbih b. Kâmil es-San‘ânî 40/660 yılında Yemen’de doğduğu tahmin edilmektedir. Bazı kaynaklarda babası Münebbih’in, Yemenli Seyf b. Zûyezen’in Habeşliler’e karşı yardım istemesi üzerine İran Kisrâsı I. Hüsrev tarafından gönderilen askerlerle birlikte Yemen’e gidip oraya yerleştiği kaydedilmektedir.[1] Bu sebeple Hemmâm, aslen İranlı olup daha sonra Yemen’e yerleşenlerin torunları için kullanılan Ebnâvî nisbesiyle de anılır. Babası Münebbih, Hz. Peygamber (sav) zamanında Müslüman oldu.

25 Ekim 2017 Çarşamba

Sünni-Şii Mezhepleri Arası Diyalog ve Yakınlaşma Çalışmaları

İbrahim BARCA[1]
Şii ve Sünni Müslümanların hergün birbirlerini boğazladıkları ve katlettikleri, aralarındaki nefretin tarihte hiç görülmedği kadar arttığı ve yaygınlık kazandığı bu dönemde bu yazının tam zamanı olduğunu düşünerek onu siz İslam Tarihi İnfo’nun değerli okuyucuları ile paylaşmayı istedim.
İslam mezhepleri arasında genel anlamda ikili bir yapı bulunmaktadır. Birincisi Müslüman dünyanın ortodoks çoğunluğunu oluşturan Ehl-i sünnet veya Sünnilik mezhebi iken diğeri onlara göre sayıca daha az olan Şia veya Şiilik mezhebidir. İslam coğrafyasının hemen hemen her yerinde az veya çok bu iki mezhebe mensup olan Müslümanlar bulunmakta ve birçok İslam beldesinde bu iki mezhep taraftarları beraberce yaşamaktalar.

24 Ekim 2017 Salı

Kitap Tanıtımı: Emevîler

                                                                                EMEVİLER
Yazar Adı: Adnan DEMİRCAN
Beyan Yayınları
İstanbul, 2017 (3. Baskı), 208 sayfa

"www.siyerarastirmalari.com" Yayın Hayatına Başladı

Hz. Peygamber’i anlama ve anlatma yolunda Doç. Dr. Şaban Öz tarafından uzun yıllardan beri sürdürülen ve her geçen gün sayıları artan çalışma ve projelerin tek çatı altında toplanması düşüncesi ile Siyer Araştırmaları Platformu hayata geçirilmiştir. Yayın, eğitim, proje, ilmî toplantı gibi pek çok alana yayılmış olan çalışmaları bünyesine alan bu platformun yayın organı olarak www.siyerarastirmalari.com sitesi kurulmuştur. Site, Siyer Araştırmaları Platformunun tamamlanan, devam eden ve planlanan çalışma ve projelerinin tamamına dair tanıtım ve bilgilendirmelerde bulunacaktır. Ayrıca çeşitli projelere başvurular da artık site üzerinden alınacaktır.

Editörlüğünü Yard. Doç. Dr. Feyza Betül Köse'nin yürüteceği www.siyerarastirmalari.com sitesi, Prof. Dr. Adem Apak ve Prof. Dr. Adnan Demircan'ın KSÜ İlahiyat Fakültesi ziyaretleri sırasında açıldı. 

islamtarihi.info olarak yeni kurulan bu sitenin hayırlara vesile olmasını temenni ederiz.

20 Ekim 2017 Cuma

İslâm Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu

Prof. Dr. Adem Apak*  
GİRİŞ
Hz. Muhammed (sav), son peygamber olarak Arap Yarımadası’na gönderilmiştir.  Onun mensup olduğu Arap toplumumun esasını, aynı atadan gelmiş olan fertlerin oluşturduğu aileler teşkil etmektedir.  Ailelerin birleşmesinden de çöl hayatının temelini teşkil eden kabileler meydana gelir.  Fertleri aile, aileleri de kabileye bağlayan asıl unsur kabile ruhu kabul edilen asabiyettir. Her durumda akrabasının yanında olmak, bütün şartlarda yakınını desteklemek olarak bilinen asabiyeti bir arap şairi şöyle anlatır:  “Senin gerçek kardeşin seninle birlikte hareket eder.  Sen zalim olursan, o da seninle birlikte zalim olur”.  “Zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım et” sözü de Araplar arasında yaygın bir darb-ı meseldir. 

19 Ekim 2017 Perşembe

Göç Toplayan Şehirler ve Etkileri-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli

Göçün Sorun Ürettiği Şehirler 

   Kufe

  Bu şehir eskiden köydü. Hz. Ömer’in garnizon şehirler kurma projesi içinde kuruldu ve fetihlere devam eden fatihler ve fethedilen İran bölgesinden getirilen mevaliler buraya yerleştirildi.[1] Bu şehre gerek Arabistan’dan gerek İran Sasani sahasından yoğun göçler oldu. Eski İran’da Sasanilerin merkezlerinden buraya yani paranın aktığı noktaya kayışlar oldu. O kadar ki Müslüman coğrafyanın en kalabalık şehri haline geldi. Bu da sorunları meydana getirdi. 

17 Ekim 2017 Salı

Prof. Dr. Adem Apak, "Kur’an’ın Geliş Ortamında Arap Toplumu" Kitabı Çıktı

Prof. Dr. Adem Apak
İslâm öncesi Arap tarihi genel olarak Câhiliyye çağı, bu dönemin zihniyet yapısı ve hayat tarzı ise Câhiliyye kültürü olarak adlandırılır. Câhiliyye kültürü esnasında Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği ilk muhatapların inanç ve değerler dünyasını, Kur’an vahyinin eleştiriden geçirdiği zihniyet yapısını ve dünya görüşünü ifade eder.

16 Ekim 2017 Pazartesi

Göç Toplayan Şehirler ve Etkileri-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Giriş
Tarih boyunca adeta bir vakum gibi göçlerin cazibe merkezi haline gelen bazı şehir ve coğrafyaları ele alarak bu şehir ve coğrafyaların dünya ölçeğinde etkilerini tartışmak gerekir. Özellikle çok küçük bir birim iken metropol haline gelmiş Medine, Kufe, Bağdat, Kahire, Diyarbakır gibi parlak şehirler ve onların değişim hikayeleri, bu değişime sebep olan göç konusunun nedenleri ve sonuçları  önemlidir.

Prof. Dr. Adem Apak, Siyer-i Nebi (2 Cilt Takım)

Prof. Dr. Adem Apak 
Ülkemizde, gerek örgün, gerekse yaygın eğitimde Siyer-i Nebî’ye olan ilginin artması, siyere dair eserlere olan ihtiyacı en üst düzeye çıkarmıştır. Bu ihtiyaç, Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlere siyer dersi için tertip ettiği, bizlerin de zaman zaman görev aldığımız “Hizmet İçi Eğitim” seminerlerinde katılımcı öğretmenler tarafından da bizzat dile getirilmiştir. Gerek şahsî tespitlerimiz, gerekse bu konudaki talep ve beklentiler, böyle bir kitabı kaleme almamızı gerekli kılmıştır.

Kitabın ilk üç kısmı Hz. Peygamber’in (s.a.s) tarihi şahsiyeti ve tebliğ mücadelesini incelerken, son iki bölüm ise onun şahsiyetine ve evrensel davetine odaklanmıştır ki, aslında onun siyeri bütün bunların toplamı olarak kabul edilmelidir. Buna göre, dördüncü bölümde onun şahsî özellikleri, ahlâkî hususiyetleri ve örnekliği, aile hayatı ile sosyal, siyasî yönü ve çocuklar ve gençlerle geliştirdiği münasebetleri esas alınmıştır.

13 Ekim 2017 Cuma

Kur’ân’ın Takdimiyle Hz. Muhammed (Sav)

Prof. Dr. Adem Apak
Müslümanlar tarafından tarih boyunca Hz. Muhammed’in (sav) insanlığa tanıtılması gayesiyle siyer türünden farklı tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş, bu bahiste muazzam bir literatür meydana gelmiştir. Bu çeşit çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir. Zira son İlahi elçi olması hasebiyle Rasûlüllah’ın (sav) hayatına anlama ve onu örnek almaya ihtiyaç hiçbir zaman sona ermeyecektir. Zamanın ve şartların değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya görüşlerinin de farklılık arz ettiği için, bu değişimleri doğru olarak algılamak suretiyle asrımız insanına Allah Rasûlü’nü (sav) örnek sunulabilen bir anlayışla tanıtmak bilhassa bu alan üzerinde çalışan ilim adamlarının esaslı görevidir. Bu görevin en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için Hz. Peygamber’in (sav) insanlığa tanıtılmasına vesile olacak eserlerin en sağlam kaynaklara ve en doğru delillerle dayanması gerekir. Şüphesiz bu kayakların en başında da Kur’ân-ı Kerim gelir.

8 Ekim 2017 Pazar

Hz. Âişe Hakkında Yapılmış Çalışmalar Bibliyografyası

Yrd. Doç. Dr. Ömer Sabuncu* 
Hz. Peygamber’in aile hayatını öğrenmek ve eşleri hakkında bilgi sahibi olmak, aile hayatının örnekliğini anlamada insanlığa yardımcı olacaktır. Hz. Peygamber’in en genç hanımı, “Mü’minlerin annesi” Hz. Âişe hem ahlak, fazilet ve takva bakımından hem de ilmî anlamda tüm çağların hanımlarına örneklik teşkil eden bir şahsiyettir. Ayrıca Hz. Âişe İfk Hadisesi, Îlâ ve Cemel Savaşı gibi olaylar sebebiyle İslâm tarihinde önemli bir yere sahiptir. Bu sebeplerden dolayı Hz. Âişe hakkında pek çok eser kaleme alınmıştır; araştırmalar yapılmıştır. Çalışmamızda, Hz. Âişe ile olarak yapılmış araştırmaları bir arada vermek suretiyle ilgi duyanların dikkatine sunmak ve Hz. Âişe hakkında yeni çalışma başlıkları için bir fikir oluşması hedeflenmiştir.

6 Ekim 2017 Cuma

Peygamber Efendimizi (Sav) Niçin Tanımamız Gerekir?

 Prof. Dr. Âdem APAK
Yüce Allah, insanoğlunu varlıkların en mükemmeli olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya da sahip değildir. Bu sebeple Allah, insanların arasından seçtiği peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve emirlerini açıklamakla görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler, Allah'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Son peygamber Hz. Muhammed (sav) de, ümmetine Allah’ın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak aktarmıştır. Çünkü her peygamber gibi onun da iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyan (duyurma ve açıklama).
"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun".(Mâide, 5/67).

4 Ekim 2017 Çarşamba

Dinozorlar ve Maymunlar

Evrim hayatın akışıdır. Evrim kelimesi sizi rahatsız ediyorsa buna "gelişim" de diyebiliriz. Değişim ise varlığın özündeki devinimden, gelişimden kaynaklanan bu gelişime bizim verdiğimiz tepkidir.

Evrim yasasında iki kadim hayvan ön plana çıkar: Dinozorlar ve maymunlar...

Dinozor kime denir? Çok eski olan, değişmeyi kabullenmeyen, köhne anlayıştaki ve inatçı kişiye dinozor denir. O zaman şöyle demek mümkün. Dinozorlar yeniliği değişimi ve evrimi kabullenemedikleri için yok oldular. Çünkü tabiatın yaşamın özünde bir değişim ve devinim sürekliliği vardır. Kendilerini yenileyemeyen anlayışlar zaman içinde köhneleşir ve hükmen yok olur.

Ancak maymun bu konuda dinozorun tam tersidir. Maymun iştahlılık, her değişimin her yeniliğin üzerine atlamak demektir. Değişimin ve evrimin, değişenin bünyesi ve yapısı ile uyumlu olması gerekir. Uyumlu ve gerekli olmayan her değişim bir bozulma ve yozlaşmadır. Bu yüzden maymun, bozukluğu ve yozlaşmışlığı temsil eder.

Dini, sosyal ve kültürel yaşamda da hayatın akışına göre bir evrim vardır.

Bir tarafta hurafeci bir gelenekçilik her türlü değişimi reddediyor. Manayı kaybetmiş, sembolleri manaların yerine ikame etmiştir. Kadim putperestlik de tam olarak böyledir. Öteki tarafta ise ilkesiz bir yenilikçilik tüm temel değerlerde savrulacak düzeyde bir yozlaşma yaşıyor.

Ancak dengede durabilen insandır. İnsan olmak dinozorun köhneliğinden ve maymunun yozlaşmacılığından uzak durmayı, dengeyi sağlamayı gerektirir.



3 Ekim 2017 Salı

Kerbelâ Hadisesi’nin İslâm Tarihindeki Yeri ve Neticeleri Üzerine Mülahazalar

Prof. Dr. Adem APAK*
Özet:
Kerbelâ hadisesi sadece siyasî neticeler doğurmamış, politik nitelikli başlayan Şia hareketi ideolojisini belirleyen en önemli âmil olarak kabul edilmiştir. Şiilik bundan sonra sadece Ali taraftarı olma boyutunu aşmış, ona bağlı olanları, Müslümanları yönetmeyi Hz. Ali evladının devredilmez hakkı olduğu inancını bir dini hüküm olarak kabul eden bir grup haline getirmiştir. Şiiler, Emevîlerin veraset yoluyla iktidarın devri anlayışına tepki olarak, hilâfetin sadece Hz. Ali soyundan gelenlerin hakkı olduğu tezini savunmaya, hatta bunu bir akîde olarak benimsemeye başlamışlardır. Nitekim daha sonraki süreçte Ehl-i Beyt adına atılan bütün siyasî adımların ve fikrî temellendirmelerin referans noktası Kerbelâ hadisesi olmuştur. Sonuçta Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi Şia mezhebinin siyasî hayat kaynağı, adeta doğum tarihi olarak telakki edilmiştir. Nitekim Şiiliğin temel şahsiyeti ve hareket noktası resmiyette Hz. Ali olmakla birlikte, bu olay sebebiyle Hz. Hüseyin’in adı daha öne çıkmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kerbela, Ali, Kûfe, Şiilik, Hüseyin, Ubeydullah b. Ziyad

Yazarlar