16 Ekim 2017 Pazartesi

Göç Toplayan Şehirler ve Etkileri-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Giriş
Tarih boyunca adeta bir vakum gibi göçlerin cazibe merkezi haline gelen bazı şehir ve coğrafyaları ele alarak bu şehir ve coğrafyaların dünya ölçeğinde etkilerini tartışmak gerekir. Özellikle çok küçük bir birim iken metropol haline gelmiş Medine, Kufe, Bağdat, Kahire, Diyarbakır gibi parlak şehirler ve onların değişim hikayeleri, bu değişime sebep olan göç konusunun nedenleri ve sonuçları  önemlidir.

Göçün Değer Kattığı Şehirler
Medine
Konumuza öncelikle Orta Arabistan’da tam bir cazibe merkeziyken bu özelliğini Medine’ye kaptıran Mekke’den bahsederek başlayacağız. Bu göçün dünya tarihine olumlu olumsuz etkileri çok büyük önem arzetmektedir.
Mekke İslam gelmesinin arefesinde o zamana kadarki en parlak günlerini yaşıyordu.[1] Hz. İbrahim’in neslinin hakim olduğu bu şehir Hz. Peygamber dedelerinden Kusay’ın başa geçmesiyle kurumlaşma yolunda adım atmış bir site devleti görünümüne bürünmüştü.[2] Kusay’ın torunu Haşim ise Mekke ile sınırlı bu yapıyı uluslararası platforma taşıyarak ikinci atılım dönemini sağladı. Artık Mekkelilerin kervanları güvenle yolculuk yapıyor, Mekke civarında kurulan pazarlarla tam bir cazibe merkezi haline geliyordu. İşte bu noktada Mekke’ye saldıran Ebrehe’nin ordusunun başarısız hareketi Mekkeliler için tam bir ekonomik patlamaya sebep olmuştu. Artık bu olayla bütün Arabistan’ın cazibe merkezi olmuşlardı.[3]
Bu esnada Hz. Peygamber’in gelişi ve Mekke’de 13 yıl boyunca verdiği mücadele sonrası Medine’ye hicret etmesi bu başarı hikayesini tersine çevirdi. O zamana kadar beş ayrı grubun elinde savaşlardan yorulmuş, hiç bir cazibe ve güvenliği olmayan Medine bir anda Arabistan’da yükselen değer oldu. Hz. Peygamber de buraya göçe teşviklerde bulunuyordu. Hz. Peygamber’in son yıllarından itibaren başlayan bu yükseliş Dört halife döneminde de devam etti ve  bütün dünyayı kasıp kavuran Müslüman fütühatı burayı merkez edinerek Çin’den İspanya’ya, Hazarlardan, Afrika içlerine ulaştı. Arap bedevilerinin Medine’yi adeta bir atlama taşı olarak kullanarak dünyanın değişik coğrafyalarına fütühata yönelmeleri buradan olmuştu. Arap-İslam Fütühatının dünya ölçeğindeki etkisini burada anlatabilmek mümkün değildir. Tarihçiler halen Medine’den başlayan bu hızlı ve kalıcı fütühatın sebeplerini araştırmakla meşguller. Bunun en önemli muharrik gücü ise Medine’ye yönelik oluşmuş olan göçlerdir(hicret).
Bağdat
Kufe’nin Hz. Ali’nin taraftarlarının merkezi olması Abbasileri yeni arayışlara sürükledi. Bağdat bu gaye ile kuruldu.[4] O gün bu gündür dünyanın en önemli metropollerinden biri olan bu şehir 5 asır Abbasilere başkentlik yaptı. İlmin merkezi oldu. Müthiş bir nufüs çekti. 4/10 asır olarak ifade edilen İslam medeniyetinin zirve yaptığı asrın beşiği oldu. Bu bile onun için çok önemli bir not olarak kaydedilse yeterlidir.
Dünya tarihinden Bağdat çıkarılsa bu günkü geldiğimiz ilerlemeye ulaşmamız mümkün olmayacaktır.[5] Beytulhikme ile başlayan sürecin getirdiği ilmi, felsefi birikim günümüze hala ışık tutmaktadır. Bağdat’ta toplanan ilim ve hikmet burada yoğrulduktan sonra yeni bir özellik kazanmış Müslümanlığa malolmuş bir şekilde diğer coğrafyalara ihraç edilmiştir.[6] Bu tarihten sonra parlayan İslam şehirlerine burada üretilen ilim ve hikmetin güç kazandırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda dünya tarihine en önemli ivme ve ilerleme kazandıran şehirlerinin başında gelmesi gayet doğaldır.
Burada dikkat çeken en önemli husus ise bu ivmeyi sağlayan birikimin Müslüman olmayan tebanın Bağdat’a göçü ile destek bulmasıdır. Zira sonradan müslüman olmuş kitleler geçmiş birikimlerini de yeni dinlerine taşımakta ve yeni bir bakış açısı geliştirmekte sakınca bulmamışlardır. Bu sebeple de gerek felsefenin gerekse diğer ilimlerin müslümanlar arasında aktif olarak kullanılmaya başlanmasıyla İslami düşüncenin sadece nakli değil bu ilimlerin farklı delil argümanlarını da kullanmasıyla gücüne güç kattığı ve hızlı ilerlediği söylenebilir. Cundişapur[7], Harran[8] gibi merkezlerdeki bilimsel birikim dini yönüne bakılmaksızın Bağdat’a çekilmiş ve burada yoğrularak dünyaya hediye edilmiştir.
Kahire
Bir çadır kent etrafında kurulan yani göçmenlerin oluşturduğu Füstad’ın[9] devamında kurulan Kahire tarihin en önemli şehirler kervanına Fatımilerle katıldı ve bir daha bu özelliğini yitirmedi. Baharat yolu üzerinden gelen zenginliği iyi kullandı. Kızıldeniz ile Hindistan’dan gelen ürünleri Avrupa’ya iletti. Nil’in getirdiği tarımsal bolluğu ise her zaman kullandı. Böylece tam bir merkez oldu. Gerek Nil üzerinden gelen göçler, gerekse Baharat yoluyla gelen göçlerle büyük bir nüfusa sahip oldu.
Fatımiler, Eyyübiler, Memlüklüler gibi önemli devletlerin başkenti olmakla birlikte Osmanlı’nın en önemli eyalet merkeziydi. İslam dünyasının ortasında her tarafa eşit uzaklıkta olup etkisini her zaman hissettirdi. Sicilya ve Endülüs’ü bilimsel transferlerle besledi.[10] Doğudan batıya göçün üzerinde yer alıp bundan azami ölçüde faydalandı. Yeni medeniyetlere beşiklik etti. Doğuya her zaman önder oldu. İslam dünyasının en kadim kurumlarıyla (Ezher gibi) hala bu özelliğini devam ettirmektedir.



[1] Bkz. Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara 2013.
[2] Bkz. Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, Ankara 2006.
[3] Bkz. Mehmet Azimli, Cahiliyye’yi Farklı Okumak, Ankara, 2015.
[4] Abdülaziz ed-Duri, “Bağdat”, DİA.
[5] Mustafa Hizmetli, Tarihte Şehir ve Pazar, Ankara 2012.
[6] Mustafa Demirci, Beytü’l-Hikme, İstanbul 1996.
[7] Mahfuz Söylemez,  Kûfe,  Ankara,  2001.
[8] Ramazan Şeşen, Harran Tarihi, Ankara 1993.
[9] Eymen Fuad es-Seyyid, “Kahire”, DİA.
[10] Mehmet Azimli, Tarih Okumaları, Ankara 2013.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar