Giriş
Tarih boyunca adeta bir vakum gibi göçlerin cazibe merkezi haline gelen
bazı şehir ve coğrafyaları ele alarak bu şehir ve coğrafyaların dünya ölçeğinde
etkilerini tartışmak gerekir. Özellikle çok küçük bir birim iken metropol
haline gelmiş Medine, Kufe, Bağdat, Kahire, Diyarbakır gibi parlak şehirler ve onların
değişim hikayeleri, bu değişime sebep olan göç konusunun nedenleri ve sonuçları
önemlidir.
Göçün Değer Kattığı
Şehirler
Medine
Konumuza öncelikle Orta Arabistan’da tam bir cazibe merkeziyken bu
özelliğini Medine’ye kaptıran Mekke’den bahsederek başlayacağız. Bu göçün dünya
tarihine olumlu olumsuz etkileri çok büyük önem arzetmektedir.
Mekke İslam gelmesinin arefesinde o zamana kadarki en parlak günlerini
yaşıyordu.[1] Hz.
İbrahim’in neslinin hakim olduğu bu şehir Hz. Peygamber dedelerinden Kusay’ın
başa geçmesiyle kurumlaşma yolunda adım atmış bir site devleti görünümüne
bürünmüştü.[2]
Kusay’ın torunu Haşim ise Mekke ile sınırlı bu yapıyı uluslararası platforma
taşıyarak ikinci atılım dönemini sağladı. Artık Mekkelilerin kervanları güvenle
yolculuk yapıyor, Mekke civarında kurulan pazarlarla tam bir cazibe merkezi
haline geliyordu. İşte bu noktada Mekke’ye saldıran Ebrehe’nin ordusunun
başarısız hareketi Mekkeliler için tam bir ekonomik patlamaya sebep olmuştu.
Artık bu olayla bütün Arabistan’ın cazibe merkezi olmuşlardı.[3]
Bu esnada Hz. Peygamber’in
gelişi ve Mekke’de 13 yıl boyunca verdiği mücadele sonrası Medine’ye hicret
etmesi bu başarı hikayesini tersine çevirdi. O zamana kadar beş ayrı grubun
elinde savaşlardan yorulmuş, hiç bir cazibe ve güvenliği olmayan Medine bir
anda Arabistan’da yükselen değer oldu. Hz. Peygamber de buraya göçe teşviklerde
bulunuyordu. Hz. Peygamber’in son yıllarından itibaren başlayan bu yükseliş
Dört halife döneminde de devam etti ve
bütün dünyayı kasıp kavuran Müslüman fütühatı burayı merkez edinerek
Çin’den İspanya’ya, Hazarlardan, Afrika içlerine ulaştı. Arap bedevilerinin
Medine’yi adeta bir atlama taşı olarak kullanarak dünyanın değişik
coğrafyalarına fütühata yönelmeleri buradan olmuştu. Arap-İslam Fütühatının
dünya ölçeğindeki etkisini burada anlatabilmek mümkün değildir. Tarihçiler
halen Medine’den başlayan bu hızlı ve kalıcı fütühatın sebeplerini araştırmakla
meşguller. Bunun en önemli muharrik gücü ise Medine’ye yönelik oluşmuş olan
göçlerdir(hicret).
Bağdat
Kufe’nin Hz. Ali’nin taraftarlarının merkezi olması Abbasileri yeni
arayışlara sürükledi. Bağdat bu gaye ile kuruldu.[4]
O gün bu gündür dünyanın en önemli metropollerinden biri olan bu şehir 5 asır
Abbasilere başkentlik yaptı. İlmin merkezi oldu. Müthiş bir nufüs çekti. 4/10
asır olarak ifade edilen İslam medeniyetinin zirve yaptığı asrın beşiği oldu.
Bu bile onun için çok önemli bir not olarak kaydedilse yeterlidir.
Dünya tarihinden Bağdat çıkarılsa bu günkü geldiğimiz ilerlemeye
ulaşmamız mümkün olmayacaktır.[5]
Beytulhikme ile başlayan sürecin getirdiği ilmi, felsefi birikim günümüze hala
ışık tutmaktadır. Bağdat’ta toplanan ilim ve hikmet burada yoğrulduktan sonra
yeni bir özellik kazanmış Müslümanlığa malolmuş bir şekilde diğer coğrafyalara
ihraç edilmiştir.[6] Bu
tarihten sonra parlayan İslam şehirlerine burada üretilen ilim ve hikmetin güç
kazandırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu bağlamda dünya tarihine en önemli
ivme ve ilerleme kazandıran şehirlerinin başında gelmesi gayet doğaldır.
Burada dikkat çeken en önemli husus ise bu ivmeyi sağlayan birikimin
Müslüman olmayan tebanın Bağdat’a göçü ile destek bulmasıdır. Zira sonradan
müslüman olmuş kitleler geçmiş birikimlerini de yeni dinlerine taşımakta ve
yeni bir bakış açısı geliştirmekte sakınca bulmamışlardır. Bu sebeple de gerek
felsefenin gerekse diğer ilimlerin müslümanlar arasında aktif olarak
kullanılmaya başlanmasıyla İslami düşüncenin sadece nakli değil bu ilimlerin
farklı delil argümanlarını da kullanmasıyla gücüne güç kattığı ve hızlı
ilerlediği söylenebilir. Cundişapur[7],
Harran[8] gibi
merkezlerdeki bilimsel birikim dini yönüne bakılmaksızın Bağdat’a çekilmiş ve
burada yoğrularak dünyaya hediye edilmiştir.
Kahire
Bir çadır kent
etrafında kurulan yani göçmenlerin oluşturduğu Füstad’ın[9]
devamında kurulan Kahire tarihin en önemli şehirler kervanına Fatımilerle
katıldı ve bir daha bu özelliğini yitirmedi. Baharat yolu üzerinden gelen
zenginliği iyi kullandı. Kızıldeniz ile Hindistan’dan gelen ürünleri Avrupa’ya
iletti. Nil’in getirdiği tarımsal bolluğu ise her zaman kullandı. Böylece tam
bir merkez oldu. Gerek Nil üzerinden gelen göçler, gerekse Baharat yoluyla
gelen göçlerle büyük bir nüfusa sahip oldu.
Fatımiler, Eyyübiler, Memlüklüler gibi önemli devletlerin başkenti
olmakla birlikte Osmanlı’nın en önemli eyalet merkeziydi. İslam dünyasının
ortasında her tarafa eşit uzaklıkta olup etkisini her zaman hissettirdi.
Sicilya ve Endülüs’ü bilimsel transferlerle besledi.[10]
Doğudan batıya göçün üzerinde yer alıp bundan azami ölçüde faydalandı. Yeni
medeniyetlere beşiklik etti. Doğuya her zaman önder oldu. İslam dünyasının en
kadim kurumlarıyla (Ezher gibi) hala bu özelliğini devam ettirmektedir.
[1] Bkz. Yaşar
Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara 2013.
[2] Bkz. Şemsettin
Günaltay, İslam Öncesi Arap Tarihi, Ankara 2006.
[4]
Abdülaziz ed-Duri, “Bağdat”, DİA.
[5] Mustafa
Hizmetli, Tarihte Şehir ve Pazar, Ankara 2012.
[6] Mustafa
Demirci, Beytü’l-Hikme, İstanbul 1996.
[8] Ramazan
Şeşen, Harran Tarihi, Ankara 1993.
[9] Eymen
Fuad es-Seyyid, “Kahire”, DİA.
0 yorum:
Yorum Gönder