İbrahim BARCA[1]
Şii ve Sünni Müslümanların
hergün birbirlerini boğazladıkları ve katlettikleri, aralarındaki nefretin
tarihte hiç görülmedği kadar arttığı ve yaygınlık kazandığı bu dönemde bu
yazının tam zamanı olduğunu düşünerek onu siz İslam Tarihi İnfo’nun değerli okuyucuları
ile paylaşmayı istedim.
İslam mezhepleri arasında genel
anlamda ikili bir yapı bulunmaktadır. Birincisi Müslüman dünyanın ortodoks
çoğunluğunu oluşturan Ehl-i sünnet veya Sünnilik mezhebi iken diğeri onlara
göre sayıca daha az olan Şia veya Şiilik mezhebidir. İslam coğrafyasının hemen
hemen her yerinde az veya çok bu iki mezhebe mensup olan Müslümanlar bulunmakta
ve birçok İslam beldesinde bu iki mezhep taraftarları beraberce yaşamaktalar.
İslam tarihi boyunca Şiilik ve
Sünnilik arasındaki tafih ihtilaflar üzerinden Müslümanları birbirlerine
kırdırtan art niyetli insanlar ve onların yıkıcı faaliyetler var olmuşsa da
buna karşılık her dönemde bu mezhepler arasında birlik ve beraberlik sağlamak
için de gayretler gösterilmiştir. İtikadi ve ameli ihtilafların daha çok siyasi
figürler tarafından çatışmaya ve ayrılığa dönüştürüldüğü Şii ve Sünni
Müslümanlar arasındaki önyargılar ve güvensizlik her dönemde aşılması gereken
önemli bir eşiktir. Zira hala birçok Şii Sünnileri birçok Şii de Sünnileri bidat
işlemekle veya tam bir mümin olmamakla ittiham edebilmektedir. Mezhep taassubu konusunda aşırı giden
bazıları ise diğer mezhepteki kardeşlerini ayrı bir dindeymiş gibi
görmektedirler. Bu yüzden her iki mezhepten birçokları bugün bile mezhepler
arası yakınlaşma ve diyalog çalışmalarını küçümsemekte ve faydalı olduğuna
inanmamaktadır. Takrib çalışmalarının istenilen ve kendinden beklenilen amacına
ulaşması için bu önemli meselesinin birebir herhangi bir devletle veya bir
devletin salt milli çıkarları ile ilişkilendirilmemesi ve bunun böyle
algılanması gerekmektedir. Ayrıca bu türden çalışmalar sadece bir mezhebin
kendi lehine diğerinin aleyhine kullanacağı bir araç olamayacağı gibi böylemiş
gibi lanse de edilmemelidir. Zira bu
sorun gerçekte bir bütün olarak tüm İslam âleminin en önemli sorunu olduğu gibi
İslam aleminin var olup olmaması ile direkt ilişkilidir. Bu yüzden bu sorun,
devletlerin veya mezheplerin çıkar ve milli menfaatlerinin üstünde olmalı,
böyle anlaşılmalı ve herkes tarafından böyle algılanması sağlanmalıdır. Kanımca
bu şekilde hareket edilirse ve meseleye böyle yaklaşılırsa bu çalışmalar
amaçlarına daha çok hizmet edebilirler.
Şimdi kısaca Şii ve Sünni
mezheplerinin ortaya çıkışları ve her iki mezhep arasında yakınlaşma ve diyalog
için çaba sarfetmiş bazı önemli insanlara ve değerli çabalarına değinilecektir.
İlk dönem Siyer/Meğazi ve diğer
İslam tarih eserleri incelendiğinde Hz. Ali’nin henüz Hz. Peygamber hayatta
iken bir kısım sahabelerle bazı sorunlar yaşadığı ve ona diğerlerinden daha çok
bağlı olan ve onu diğer sahabelerden daha çok seven yakın bir arkadaş gurubunun
ortaya çıkmış olduğu kaydedilmiştir.Hz. Peygamber’in vefatı ile ortaya çıkan
halifelik meselesi ve bu mesele bağlamında ortaya çıkan sorun ve tartışmalar
yukarıda bahsi geçen durumu daha da netleştirmiştir. İslam tarihinde Hz.
Osman’ın bir iç isyan sonucu evinin kuşatılarak öldürülmesi Hz. Ali bağlıları
ile karşıtlarını artık geri dönülmez bir yola sevketmiştir. Hz. Ali’nin halife
olması akabinde meydana gelen ilk iç savaşlar Cemel, Sıffın ve Nehrevan ile Hz.
Ali’nin yine bir Müslüman tarafından suikaste kurban gitmesi Müslümanlar
arasında bugüne kadar gelen ayrışma, bölünme ve kutuplaşmanın alt zeminini oluşmuştur.
Bu olayların yaşandığı Dört halife dönemi gerçekte siyasi bir karakter arz eden
birçok olay ve tartışmaların dini bir vecheye bürünmesinin ilk adımlarının da
atıldığı bir dönem olma özelliğini taşımaktadır.
Emeviler dönemi ile Hz. Ali
şiasının/taraftarlarının onun çocukları ve torunları etrafında kendisini
değişik şekillerde yaşattığı ve birçok tazyikata ve işkenceye maruz kaldıkları bir
dönemdir. Emeviler dönemi boyunca Halife Ömer b. Abdülaziz gibi istisnalar
hariç diğer yöneticiler tarafından Hz. Ali’nin nesline karşılık genel anlamda iyi
muamele edilmemesi, onlara devamlı şüphe ile bakılması ve Ehl-i beyt taraftarlarının
kendi içindeki ayrışma ve kavgaları konumuz bağlamında bu dönemde yaşanan ve
hatırlanması gereken bazı önemli olaylardır. Bu dönemde siyasi kaynaklı belli gruplaşmalar
vaki olsa da akide ve amel bazında Şiilik ve Sünnilik ayrımı henüz tam olarak
kesinleşmemiştir. Bu dönemi siyasi olayların dini olarak temellendirilmesi
çalışması izlemiştir.
Emevilerin son yıllarında onlara
karşı oluşan muhalefetin başat unsuru bazı Arap ve mevalilerin meydana
getirdiği Ehl-i beyt taraftarları idi. Ancak Abbasoğulları, ileride başarıya
ulaşacak karşı devrimin liderliğini ele geçirip kendi devletlerini kurdular. “Mevali
olan olmayan herkese adalet”, “Alioğullarının hakkının verilmesi” vb.
sloganlarla hareketlerini ve sonrasında da yönetimlerini meşrulaştırmaya
çalışan Abbasiler, Moğol İmparatoru Hülagü’nun 656/1258 yılında Bağdat’ı
işgaline kadar hüküm sürdüler. Abbasilerin hakim oldukları yıllarda genel
anlamda Ehl-i beyt müntesipleri yine tam bir emniyet içinde olmadılar. Cafer-i
Sadık gibi 12 imamın bazıları bu dönemde baskıya maruz kaldı ve İmam Rıza gibi bazıları
da öldürüldü.
Abbasi halifesi el-Mutasım ile önemli
oranda İranlı ve Türk mevali yönetimde ve orduda görev almaya başlamıştır. Hz. Ali’nin
torunlarından bazı kimselere de valilik veya emirlik gibi görevler verilmişse
de Şiiler için henüz müstakil bir yönetimden bahsetmek mümkün değildir. Ancak Şiilik bu dönemde Arap olmayanlar
arasında hızlıca yayıldı. Şam diyarında yaşayan ve küçük emirlikler kurmuş İmamiyye
Şiileri ile Sünni olan yöneticiler ve/veya Sünni halk arasında Haçlılara karşı
bir ortaklıktan ve beraberce sorunsuz yaşamaktan bahsedilebilir. Abbasilerin düşüş
ve gerileme yılları olan ikinci dönemlerinde Bağdat’ta yaklaşık 100 yıl
(932-1062) hüküm sürecek olan İran menşeli Şii Büveyhi hanedan devleti kuruldu.
Aynı dönemde Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye topraklarında 910-1171
yılları arasında hüküm sürmüş Şii Fatımiler devleti kuruldu. Hem Büveyhiler hem
Fatımiler Şiiliği benimsemiş ve Şiilik bağlamında akidevi, ameli, pratik ve teorik
manada birçok yenilik ihdas etmiştir.
Şii-Sünni ilişkileri, Şah İsmail’in
Mayıs 1502’de İran şahı olup Safevi Devleti’ni kurması ile farklı bir evreye
girmiştir. Safevi iktidarı Şiiliği resmi mezhep olarak kabul ederek batısındaki
Sünni Osmanlı Devleti’yle, doğusundaki Sünni Moğol İmparatorluğu’ndan kendisini
tamamen ayrıştırmıştır. Bununla birlikte özellikle Irak gibi devlet
otoritesinin pek hissedilmediği bölgelerde Şii ve Sünnilerin birbirlerine yardım
ettikleri dönemler de olmuştur. Maalesef bu dönemde Şiilik, Safeviler için
Sünnilik de Osmanlı için önemli bir siyasi araç olarak görülmüş ve
kullanılmıştır.
Afşar Hanedanlığının kurucusu Nadir
Şah’ın talebi üzerine, Bağdat valisi Vezir Ahmet Paşa, Şii ulema ile Sünni-Şii
görüş ayrılıklarını görüşmek, tartışmalar yapmak amacıyla Abdullah Efendi b.
Hüseyin es-Süveydî’yi görevlendirir. es-Süveydî, katılmış olduğu tartışmaları en-Nefehâtü’l-miskiyye
fi’r-rıhleti’l-Mekkiyye ismiyle kaleme aldığı eserinde genişçe anlatmıştır.
Eserin Sünni-Şii ittifak arayışları ile ilgili kısmı, el-Hucecü’l-katʻiyye
li’t-tifâkı’l-fıraki’l-İslâmiyye adıyla 1323 yılında Mısır’da basılmıştır. Nitekim
Osmanlı vezirlerinden Koca Ragıp Paşa (1698-1763) da yok yere Müslüman kanı
dökülmemesi için, Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabul edilebileceği
doğrultusunda görüş beyan etmekten çekinmemiştir.
Şia ve Ehl-i sünnet mezhepleri
arasında yakınlaşmanın ve diyalogun oluşması, yapay ihtilaflardan dolayı İslam
ümmeti mabeynindeki bölünmüşlüğün giderilmesi için XX. yüzyılda büyük gayretler
gösterilmiştir. 6 Şaban 1350/10 Aralık 1931 tarihinde Kudüs’te düzenlenen İslam
Genel Kongresinde (The General Islamic Congress) mezhep ayrımı gözetilmeksizin
İslam kardeşliğini geliştirmek ve Müslümanların menfaatlerini birlikte savunmak
için İslam ülkelerinin temsilcilerinin kendi iradeleriyle bir araya gelmelerini
sağlamak gibi ümmetin vahdeti bakımından çok büyük önem arz eden konular üzerinde
konuşulmuştur. Ayetüllah Kâşifü’l-Ğitâ Muhammed Hüseyin b. Alî b. Rızâ
en-Necefî birlikteliğinin nişanesi olarak Kudüs’te on bin kişiye Cuma namazı
kıldırmıştır.
Şeyh Mahmud Şaltȗt, Şeyh
Muhammed Medenî, Seyyid Abdulhüseyin Şerefüddîn, Ayetüllah Seyyid Hüseyin
Burucerdî, Ayetüllah Muhammed Taki Kumî ve Allâme Tabatabaî gibi İranlı, Iraklı
ve Lübnanlı âlimlerin desteği ile Kahire’de 1945 yılında Darü’t-Takrîb Beyne’l-Mezâhib
el-İslâmiye (İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Cemiyeti) kurulmuştur. İhvânü’l-Müslümîn
cemiyetinin kurucusu Şehid İmam Hasen el-Benna, bu cemiyetin çalışmalarına
katılarak Şii ve Sünnilerin müşterek akaid ve ilkeler etrafında toplanıp imanın
bir şartı veya dinin bir rüknü olmayan ve dinin tartışma götürmez herhangi bir
hükmünü inkâr sayılmayan konularda birbirlerini mazur görmeleri fikrini amel
sahnesine getirmek için çalıştı. Şeyh Mahmud Şeltût’un 1378/1959 yılındaki Caferiliğin
hak mezhep olduğu yönündeki fetvası dönemin çok önemli gelişmelerden birisidir.
Türkiye’de mezhepler arası
diyalog ve yakınlaşma konusunda zikredilecek önemli kişilerin başında Merhum
Prof. Dr. Erbakan Hoca gelmektedir. Zira
o, gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirmeye çalıştıkları ile hep bu konuda ne
denli duyarlı olduğunu ve duyarlı olunması gerektiğini göstermiştir. Örneğin o,
bugün için pasih halde olan D/8 projesi ile Müslüman alemini hem siyasi hem de
mezhebi olarak yan yana getirmeyi amaçlamıştır.
Ayetüllah Humeyni, eserlerinde, konuşmalarında, toplantılarında,
hutbelerinde ve söyleşilerinde sık sık Şii ve Sünni mezhepleri arasında yakınlaşmasının
gerekliliğini vurgulamıştır. Onun Şiilere yönelik olarak Sünni bir imamın
arkasında namaz kılmanın caiz olduğu yönündeki fetvası Şii dünyası için az önce
zikri geçen Şaltut’un fetvasının Sünni dünyası için olduğu kadar önemlidir. Ayetüllah
Humeyni, her Ramazan ayının son Cuma gününün “Dünya Kudüs Günü” olarak
kutlanmasını salık vermiştir. Ayrıca o, her yılın Rebiülevvel ayının 12-17
haftasını “Vahdet Haftası” olarak ilan etmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti
Anayasası’nın (Kânûn-ı Esâsî-yi Cumhûri-yi İslâmî-yi İrân) Genel Esaslar Bölümündeki 12. Esasında “Hanefi,
Şafii, Maliki, Hanbelî ve Zeydi gibi diğer İslam mezheplerine kâmil manada
saygı duyulduğu ve bu mezhep bağlılarının mezheplerine ait merasimlerini kendi
mezheplerine göre gerçekleştirmede özgür oldukları…” kaydedilmiştir.
1990 yılında Ayetüllah Ali
Hamaney’in direktifleri doğrultusunda Tahran’da Mecmau’l-Âlemî li’t-Takrîb
beyne’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, Uluslararası İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi,
Mecme-u Cihânî-yi Takrîb-i Mezâhib-i İslâmî adlı bir kurum kurulmuştur. Bu konseyin
nihai hedefi, tek bir İslam ümmeti idealinin tahakkuku amacıyla İslam
mezhepleri mensupları arasında uyum ve koordinenin derinleştirilmesi ve bilinç
seviyesinin artırılması, karşılıklı saygının takviyesi, her hangi bir mezhebi
ayrım ve farklılık gözetilmeksizin Müslümanlar arasında İslami kardeşlik
bağlarının sağlamlaştırılmasından ibarettir. Bu konseyin stratejisini beyan
eden programın mezheplar arası yakınlaşmanın esaslarının anlatıldığı ikinci
faslında “İslam vahdetinin gerçekleştirilmesinin diğer tüm hükümlere oranla en
önemli hüküm olduğu” vurgulanmıştır.
Bu konsey önderliğinde Mekke,
Ankara, Halep, Londra, Tanzanya, Beyrut, Pakistan, Dımaşk, Nairobi, İstanbul,
Moskova, Hindistan gibi değişik birçok ülke ve şehirde takrib bağlamında onlarca
toplantı, konferans, sempozyum ve panel düzenlenmiştir. Konsey çalışmaları
kapsamında her yıl İran’dan birçok İslam ülkesine ziyaretler düzenlenmektedir.
Birçok İslam ülkesinden de davetçiler çağırılıp İran’da misafir edilmekte ve
takrib bağlamında fikir alışverişinde bulunulmaktadır. Bu konsey, İslam
ülkelerindeki kurum ve kuruluşlarla işbirliği içinde olduğu gibi İran’daki
diğer ilmi ve kültürel kurumlarla da işbirliği içindedir. Bu konseyin “İlmi
Araştırmalar Merkezi” adında bir alt kurumu vardır. Bu merkez tarafından takrib
bağlamında birçok kitap yayımlanmıştır. Ayrıca kütüphane hizmeti de veren bu
merkez, her yıl vahdet haftası takrib konusunda yılın kitabını seçmekte ve bu konuda
doktora yapanlara mali yardımda bulunmaktadır. Ayetüllah Ali Hamaney’in emri doğrultusunda
bu konsey çatısı altında her yıl Vahdet haftasında “Uluslararası İslam Birliği
Konferansı” adı ile Tahran’da sempozyum düzenlenmektedir. 2016 yılı itibarı ile
bu sempozyumların sayısı 30’u bulmuştur. Takrib bağlamında 1413/1992 yılında
Ayetüllah Ali Hamaney’in direktifi ile konseye bağlı “İslam Mezhebleri
Üniversitesi” (Câmiatü’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye/Dânişgâh-i Mezâhib-i İslâmî)
kurulmuştur. Bu üniversitede Ehl-i sünnet mezhebine mensup olan öğrenciler de
okuyabilmektedir.
“Dünya Talebeleri Birliği” 80’li
yıllarda İslam ülkelerine saldırılması sonucu Ayetullah Humeyni’nin İslam
birliği oluşturma ve Müslümanlar arasında yakınlaşmanın sağlanması
doğrultusundaki sözleri üzerine kurulmuştur. Şimdi 27 İslam ülkesinden 35
öğrenci kuruluşu ile çalışmalarını yürütmektedir. Bu birliğin başlıca
amaçlarından birisi Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve
bir arada olabilmenin gerçekleştirilmesidir.
30 Nisan 2015’te Türkiye’de
bulunan Eskişehir Osmangazi Üniversitesi bünyesinde Ortadoğu Araştırma Uygulama
Merkezi, İlahiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi tarafından ortaklaşa
“Ortadoğu'da Güncel Meseleler ve Mezheplerarası Diyalog” başlıklı uluslarası bir
konferans düzenlenmiştir.
Türkiye’deki Caferilere ait
“Caferider” de, Kutlu Doğum ve Vahdet Haftası nedeniyle İstanbul’da 14-15 Nisan
2007 tarihlerinde “Fikirde Uzlaşı Eylemde Birlik Sempozyumu” adlı bir uluslararası
bir sempozyum gerçekleştirdi. Bu sempozyuma Türkiye, İran ve Irak’tan takrib
yanlısı bir çok alim katılmıştır.
Malezya’da “Islamic Renaissance
Front” (IRF), “International Institute of Advanced Islamic Studies” (IAIS) ve
“Malaysia Islamic Book Trust” (IBT) kuluşları atrafından Şii- Sünni birliğinin
oluşturulması için 10 Mart 2013 tarihinde “International Seminar on Islam
Without Sectarianism” adlı bir konferans düzenlendi.
12/09/2016 tarihinde Lahor’da Pakistan’daki Şii ve Sünni bazı alimler 5
saat süren bir toplantının ardından 5 maddelik bir bildiri yayınladılar. Bu
bildiride Şii ve Sünniler’in birbirlerine saygı duymaları ve birbirlerini
tekfir etmemeleri gerektiği gibi maddeler yer almıştır.
İnternetin ortaya çıkması ve
Müslümanların kendilerine ait internet siteleri kurmaları ile beraber mezhepler
arası yakınlaşma ve diyalog için daha geniş bir alan açılmış oldu. İran İslam
Cumhuriyeti başta olmak üzere önceden bu yönde gayret sahibi olan örgüt, kurum
ve özel bireyler önceden bu alanda yapmış oldukları ve/veya yapıyor oldukları
çalışmaları ve etkinlikleri artık internete taşımışlardır. Mezhepler arası
yakınlaşma ve takrib bugünün Müslüman dünyasında artık her zamankinden daha çok
bilinmektedir. Ancak takrib bağlamında hizmet veren internet sitelerinin algı,
içerik, objektiflik, nitelik ve nicelik konusunda hala bazı eksik yanları
bulunmaktadır. Aşağıda bu konuda duyarlı olan bazı önemli internet siterleri
ile ilgili tesbitlere yerverilmiştir.
“Uluslararası İslam
Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi”, 2001’de kendi adı ile bir internet sitesi
kurmuştur. Bu site, şuan 4200 megabaytlık bir malumata sahiptir.
Site ana ve alt menülerde kendisi ve ona tabi olan kurumlar hakkında bilgiler
ve haberler sunmaktadır. Sitedeki bilgi ve haberler de devamlı surette
güncellenmektedir. Sitede süreli yayımlardan et-Takrib Net dergisinin 3,
Risâletü’l-İslâm dergisinin 60, Risâletü’t-Takrîb dergisinin 72 ve
Sekâfetü’t-Takrîb dergisinin 63 sayısına birden ulaşmak mümkündür. Siteyi
bugüne kadar 25 174 690 kişi ziyaret etmiştir.
“Uluslararası İslam
Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi”ne bağlı “http://www.taghribnews.com/” sitesi
öncelikle konsey ve takrib ile ilgili haberleri internet üzerinden kullanıcılarına
ulaştırmaktadır. Bu haber sitesi İngilizce, Farsça, Orduca, Fransızca ve Arapça
gibi dillerde hizmet verirken büyük oranda Sünni olan insanların konuştukları Türkçe
ve Kürtçe dillerinde hizmet vermemektedir.
“İran İslam İnkılâbı
Yüksek Kültür Şurasına” bağlı Ehl-i Sünnet İlim Medreselerinin
Programları Genel Sekreterliği” takrib
çalışmalarına yer vermektedir. İnternet sitesinde takrib ile ilgili makaleler
ve güncel gelişmelere yer verilmektedir.
“Dünya Müslüman Kadınlar Birliği”ne ait
sitede a Arapça, İngilizce ve Farsça dillerinde hizmet sunulmaktadır. Bu sitede
birçok Sünni ve Şii Müslümanın konuştukları Türkçe, Kürtçe, Orduca vb. dillere
yer verilmemiştir. Sitede aktif etkileşim sağlanması için soru cevap, anket ve
konuşma odaları gibi bölümler de mevcuttur. Bu birliğin tanıtım yazısında, birliğin
Müslüman veya Müslüman olmayan ülkelerde ikamet eden Sünni ve Şii takrib
yanlısı tüm Müslüman kadınların bu birliğe üye olması için çalıştığı
belirtilmiştir.
Merkezi Kum’da bulunan “İslam
Mezhepleri Eğitim ve Araştırma Merkezi”ne ait sitede Arapça, İngilizce ve
Farsça dillerinde hizmet sunulmaktayken Türkçe, Kürtçe, Orduca vb. dillere yer
verilmemiştir. Sitede mezhepler arası takrib ve diyaloga hizmet edebilecek Ehl-i
Sünnet mezheplerinim itikadi ve ameli fıkhı ile ilgi birçok malumat vardır. Sitede
soru cevap faslı olsa da kullanıcıların pasif olduğundan tek yönlü bir
etkileşim gerçekleşmektedir. Site, mezhepler arası takrib ve diyalog bağlamında
telif edilen eserleri, eserlerin müelliflerini tanıtmakta ve bu türden
eserlerin nerede ve nasıl temin edilmesi sadedinde iletişim bilgileri bile
vermektedir.
Türkiyedeki Şii Müslümanlara
ait olan Türkçe haber sitesi “http://welayet.com/fecr-i-sad-k/sayi-1.html”
sitesinde takrib veya diyalog ile ilgili bir başlık veya bölüm bulunmamaktadır.
“Uluslararası İslam Mezheplerini Yakınlaştırma
Konseyi”yi tarafından gerçekleştirilen toplantı ve sempozyumlara katılan veya
bazı yıllarda bu tür etkinliklere ev sahipliği yapan Diyanet kurumun internet
sitesi, İngilizce, Arapça, İspanyolca, Almanca, Rusça vb. dillerde hizmet
verirken çoğunluğu Şii olan Müslümanların dili Farsça’ya ve yine Ortadoğuda
birçok Şii ve Sünni’nin konuştuğu Kürtçe’ye yer vermemiştir.
Merkezi Türkiye’de bulunan Caferilik
mezhebini tanıtma, araştırma ve eğitim derneği “Caferîder”, 2012 yılında internet
sitesini kurmuştur. Türkiye deki Caferilerin en büyük internet sitesi olan “http://www.caferider.com.tr/index.php”
adlı sitede haberler, köşe yazıları ve bazen de takrib çalışmaları ile ilgili
haber ve yazılar da yer almaktadır. Ancak bu sitede özel olarak takrib ve
diyalog çalışmalarına ait bir başlık bulunmamaktadır.
2014 yılında yayın hayatına
başlayan Türkiye Caferilerinin çatı kurumunun internet sitesi “http://www.zeynebiye.com/”
7 dilde dünyadan ve İslam ülkelerinden haberleri paylaşmaktadır. Mezhepler
arası takrib, diyalog ve benzeri konularla ilgili zaman zaman haberlere ve
yazılara yer veriliyor olsa da bir üst veya alt menü olarak takrib ve diyaloga
yer verilmemiştir.
Türkiye’de sadece takribi konu
edinen bir dergi ve gazeteye rastlanılmamıştır.
Dünya Müslümanlarından
haberlerin verildiği “Ruhama” adlı internet sitesinde “Vahdet-i İslami” başlığı
altında takrib çalışmaları ile ilgili haberler ve İslam mezhepleri ile ilgili
bilgiler mevcuttur.
Google’de Türkçe olarak “Mezhepler
Arası Yakınlaşma” tamlaması yazıldığında 38 900, “Takrîb beyne’l-Mezâhib” tamlaması
arandığında sadece 369 arama sonucu ile karşılaşılmaktadır. Google’de Arapça “تقريب بين المذاهب” tamlaması arandığında 352 000, “التقريب بين السنة والشيعة” 70 500, “التقريب بين المذاهب” 166 000 arama sonucu
elde edilmektedir. Google’de Farsça “تقریب بین مذاهب”
tamlaması arandığında 1 760 000 arama sonucunu ulaşılmaktadır. Google’de
İngilizce “Taqrib al-Madhahib” arandığında
2 670 sonuç çıkmaktadır. Bing adlı arama motorunda “Mezhepler Arası Yakınlaşma”
tamlaması arandığında 21 700, “Takrîb beyne’l-Mezâhib” tamlaması arandığında
sadece 53, “تقريب بين المذاهب” tamlaması
arandığında 1.440.000, التقريب بين السنة والشيعة”
tamlaması arandığında 482 000, “التقريب بين المذاهب”
tamlaması arandığında 1 300 000, تقریب بین مذاهب tamlaması arandığında 1 600 000 ve “Taqrib al-Madhahib”
tamlaması arandığında 3 760 arama sonucu ulaşılmıştır.
Mezhepler arası diyalog ve
yakınlaşma çalışmalarının kadın, çocuk ve gençliği de içine alacak araçlarla
yapılması önem arz etmektedir. Örneğin internet ortamında çocuk, kadın ve
gençlerin en rağbet ettikleri ve saatlerinin çoğunu geçirdikleri sosyal
iletişim ağları Facebbook ve Twitter takrib ve diyalog bağlamında yeterince
kullanılamamaktadır. Alim ve akademisyenlerin
dışında diğer Müslüman kitlelerin de bu konuya ilgisini çekmek faydalı
olabilir. Bunun için de dünya çapında üne sahip olan İran sinemasından
yararlanılabilir. Bugün İran sineması tarafından üretilen birçok dini film tüm
dünyadaki Müslümanların beğenisini kazanmıştır ve ilgisini çekmiştir. Sinema,
çizgi film ve belgesellerle takrib ve diyalog çalışmaları hem daha etkili olabilir
ve hem de daha büyük kitlelere ulaşabilir.
Kaynak: İbrahim Barca,
“Geçmişin Hakikat Âleminden İnternetin Sanal Âlemine Şii-Sünni Diyalog ve
Yakınlaşma Çalışmaları”, I. Uluslararası Sanal Alemin Din Eğitimini
Geliştirmede Kapasitesi ve Etkisi Sempozyumu Özetler Kitabı, Kum, el- Mustafa
Tercüme ve Yayıncılık Merkezi, 2017, s. 71.
[1] Siirt
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Öğretim Üyesi,
bureyha2008@gmail.com.
0 yorum:
Yorum Gönder