25 Ekim 2017 Çarşamba

Sünni-Şii Mezhepleri Arası Diyalog ve Yakınlaşma Çalışmaları

İbrahim BARCA[1]
Şii ve Sünni Müslümanların hergün birbirlerini boğazladıkları ve katlettikleri, aralarındaki nefretin tarihte hiç görülmedği kadar arttığı ve yaygınlık kazandığı bu dönemde bu yazının tam zamanı olduğunu düşünerek onu siz İslam Tarihi İnfo’nun değerli okuyucuları ile paylaşmayı istedim.
İslam mezhepleri arasında genel anlamda ikili bir yapı bulunmaktadır. Birincisi Müslüman dünyanın ortodoks çoğunluğunu oluşturan Ehl-i sünnet veya Sünnilik mezhebi iken diğeri onlara göre sayıca daha az olan Şia veya Şiilik mezhebidir. İslam coğrafyasının hemen hemen her yerinde az veya çok bu iki mezhebe mensup olan Müslümanlar bulunmakta ve birçok İslam beldesinde bu iki mezhep taraftarları beraberce yaşamaktalar.

İslam tarihi boyunca Şiilik ve Sünnilik arasındaki tafih ihtilaflar üzerinden Müslümanları birbirlerine kırdırtan art niyetli insanlar ve onların yıkıcı faaliyetler var olmuşsa da buna karşılık her dönemde bu mezhepler arasında birlik ve beraberlik sağlamak için de gayretler gösterilmiştir. İtikadi ve ameli ihtilafların daha çok siyasi figürler tarafından çatışmaya ve ayrılığa dönüştürüldüğü Şii ve Sünni Müslümanlar arasındaki önyargılar ve güvensizlik her dönemde aşılması gereken önemli bir eşiktir. Zira hala birçok Şii Sünnileri birçok Şii de Sünnileri bidat işlemekle veya tam bir mümin olmamakla ittiham edebilmektedir.  Mezhep taassubu konusunda aşırı giden bazıları ise diğer mezhepteki kardeşlerini ayrı bir dindeymiş gibi görmektedirler. Bu yüzden her iki mezhepten birçokları bugün bile mezhepler arası yakınlaşma ve diyalog çalışmalarını küçümsemekte ve faydalı olduğuna inanmamaktadır. Takrib çalışmalarının istenilen ve kendinden beklenilen amacına ulaşması için bu önemli meselesinin birebir herhangi bir devletle veya bir devletin salt milli çıkarları ile ilişkilendirilmemesi ve bunun böyle algılanması gerekmektedir. Ayrıca bu türden çalışmalar sadece bir mezhebin kendi lehine diğerinin aleyhine kullanacağı bir araç olamayacağı gibi böylemiş gibi lanse de edilmemelidir.  Zira bu sorun gerçekte bir bütün olarak tüm İslam âleminin en önemli sorunu olduğu gibi İslam aleminin var olup olmaması ile direkt ilişkilidir. Bu yüzden bu sorun, devletlerin veya mezheplerin çıkar ve milli menfaatlerinin üstünde olmalı, böyle anlaşılmalı ve herkes tarafından böyle algılanması sağlanmalıdır. Kanımca bu şekilde hareket edilirse ve meseleye böyle yaklaşılırsa bu çalışmalar amaçlarına daha çok hizmet edebilirler.
Şimdi kısaca Şii ve Sünni mezheplerinin ortaya çıkışları ve her iki mezhep arasında yakınlaşma ve diyalog için çaba sarfetmiş bazı önemli insanlara ve değerli çabalarına değinilecektir.
İlk dönem Siyer/Meğazi ve diğer İslam tarih eserleri incelendiğinde Hz. Ali’nin henüz Hz. Peygamber hayatta iken bir kısım sahabelerle bazı sorunlar yaşadığı ve ona diğerlerinden daha çok bağlı olan ve onu diğer sahabelerden daha çok seven yakın bir arkadaş gurubunun ortaya çıkmış olduğu kaydedilmiştir.Hz. Peygamber’in vefatı ile ortaya çıkan halifelik meselesi ve bu mesele bağlamında ortaya çıkan sorun ve tartışmalar yukarıda bahsi geçen durumu daha da netleştirmiştir. İslam tarihinde Hz. Osman’ın bir iç isyan sonucu evinin kuşatılarak öldürülmesi Hz. Ali bağlıları ile karşıtlarını artık geri dönülmez bir yola sevketmiştir. Hz. Ali’nin halife olması akabinde meydana gelen ilk iç savaşlar Cemel, Sıffın ve Nehrevan ile Hz. Ali’nin yine bir Müslüman tarafından suikaste kurban gitmesi Müslümanlar arasında bugüne kadar gelen ayrışma, bölünme ve kutuplaşmanın alt zeminini oluşmuştur. Bu olayların yaşandığı Dört halife dönemi gerçekte siyasi bir karakter arz eden birçok olay ve tartışmaların dini bir vecheye bürünmesinin ilk adımlarının da atıldığı bir dönem olma özelliğini taşımaktadır.
Emeviler dönemi ile Hz. Ali şiasının/taraftarlarının onun çocukları ve torunları etrafında kendisini değişik şekillerde yaşattığı ve birçok tazyikata ve işkenceye maruz kaldıkları bir dönemdir. Emeviler dönemi boyunca Halife Ömer b. Abdülaziz gibi istisnalar hariç diğer yöneticiler tarafından Hz. Ali’nin nesline karşılık genel anlamda iyi muamele edilmemesi, onlara devamlı şüphe ile bakılması ve Ehl-i beyt taraftarlarının kendi içindeki ayrışma ve kavgaları konumuz bağlamında bu dönemde yaşanan ve hatırlanması gereken bazı önemli olaylardır. Bu dönemde siyasi kaynaklı belli gruplaşmalar vaki olsa da akide ve amel bazında Şiilik ve Sünnilik ayrımı henüz tam olarak kesinleşmemiştir. Bu dönemi siyasi olayların dini olarak temellendirilmesi çalışması izlemiştir.
Emevilerin son yıllarında onlara karşı oluşan muhalefetin başat unsuru bazı Arap ve mevalilerin meydana getirdiği Ehl-i beyt taraftarları idi. Ancak Abbasoğulları, ileride başarıya ulaşacak karşı devrimin liderliğini ele geçirip kendi devletlerini kurdular. “Mevali olan olmayan herkese adalet”, “Alioğullarının hakkının verilmesi” vb. sloganlarla hareketlerini ve sonrasında da yönetimlerini meşrulaştırmaya çalışan Abbasiler, Moğol İmparatoru Hülagü’nun 656/1258 yılında Bağdat’ı işgaline kadar hüküm sürdüler. Abbasilerin hakim oldukları yıllarda genel anlamda Ehl-i beyt müntesipleri yine tam bir emniyet içinde olmadılar. Cafer-i Sadık gibi 12 imamın bazıları bu dönemde baskıya maruz kaldı ve İmam Rıza gibi bazıları da öldürüldü.
Abbasi halifesi el-Mutasım ile önemli oranda İranlı ve Türk mevali yönetimde ve orduda görev almaya başlamıştır. Hz. Ali’nin torunlarından bazı kimselere de valilik veya emirlik gibi görevler verilmişse de Şiiler için henüz müstakil bir yönetimden bahsetmek mümkün değildir.  Ancak Şiilik bu dönemde Arap olmayanlar arasında hızlıca yayıldı. Şam diyarında yaşayan ve küçük emirlikler kurmuş İmamiyye Şiileri ile Sünni olan yöneticiler ve/veya Sünni halk arasında Haçlılara karşı bir ortaklıktan ve beraberce sorunsuz yaşamaktan bahsedilebilir. Abbasilerin düşüş ve gerileme yılları olan ikinci dönemlerinde Bağdat’ta yaklaşık 100 yıl (932-1062) hüküm sürecek olan İran menşeli Şii Büveyhi hanedan devleti kuruldu. Aynı dönemde Kuzey Afrika, Mısır, Filistin ve Suriye topraklarında 910-1171 yılları arasında hüküm sürmüş Şii Fatımiler devleti kuruldu. Hem Büveyhiler hem Fatımiler Şiiliği benimsemiş ve Şiilik bağlamında akidevi, ameli, pratik ve teorik manada birçok yenilik ihdas etmiştir.
Şii-Sünni ilişkileri, Şah İsmail’in Mayıs 1502’de İran şahı olup Safevi Devleti’ni kurması ile farklı bir evreye girmiştir. Safevi iktidarı Şiiliği resmi mezhep olarak kabul ederek batısındaki Sünni Osmanlı Devleti’yle, doğusundaki Sünni Moğol İmparatorluğu’ndan kendisini tamamen ayrıştırmıştır. Bununla birlikte özellikle Irak gibi devlet otoritesinin pek hissedilmediği bölgelerde Şii ve Sünnilerin birbirlerine yardım ettikleri dönemler de olmuştur. Maalesef bu dönemde Şiilik, Safeviler için Sünnilik de Osmanlı için önemli bir siyasi araç olarak görülmüş ve kullanılmıştır.
Afşar Hanedanlığının kurucusu Nadir Şah’ın talebi üzerine, Bağdat valisi Vezir Ahmet Paşa, Şii ulema ile Sünni-Şii görüş ayrılıklarını görüşmek, tartışmalar yapmak amacıyla Abdullah Efendi b. Hüseyin es-Süveydî’yi görevlendirir. es-Süveydî, katılmış olduğu tartışmaları en-Nefehâtü’l-miskiyye fi’r-rıhleti’l-Mekkiyye ismiyle kaleme aldığı eserinde genişçe anlatmıştır. Eserin Sünni-Şii ittifak arayışları ile ilgili kısmı, el-Hucecü’l-katʻiyye li’t-tifâkı’l-fıraki’l-İslâmiyye adıyla 1323 yılında Mısır’da basılmıştır. Nitekim Osmanlı vezirlerinden Koca Ragıp Paşa (1698-1763) da yok yere Müslüman kanı dökülmemesi için, Caferiliğin beşinci mezhep olarak kabul edilebileceği doğrultusunda görüş beyan etmekten çekinmemiştir.
Şia ve Ehl-i sünnet mezhepleri arasında yakınlaşmanın ve diyalogun oluşması, yapay ihtilaflardan dolayı İslam ümmeti mabeynindeki bölünmüşlüğün giderilmesi için XX. yüzyılda büyük gayretler gösterilmiştir. 6 Şaban 1350/10 Aralık 1931 tarihinde Kudüs’te düzenlenen İslam Genel Kongresinde (The General Islamic Congress) mezhep ayrımı gözetilmeksizin İslam kardeşliğini geliştirmek ve Müslümanların menfaatlerini birlikte savunmak için İslam ülkelerinin temsilcilerinin kendi iradeleriyle bir araya gelmelerini sağlamak gibi ümmetin vahdeti bakımından çok büyük önem arz eden konular üzerinde konuşulmuştur. Ayetüllah Kâşifü’l-Ğitâ Muhammed Hüseyin b. Alî b. Rızâ en-Necefî birlikteliğinin nişanesi olarak Kudüs’te on bin kişiye Cuma namazı kıldırmıştır.
Şeyh Mahmud Şaltȗt, Şeyh Muhammed Medenî, Seyyid Abdulhüseyin Şerefüddîn, Ayetüllah Seyyid Hüseyin Burucerdî, Ayetüllah Muhammed Taki Kumî ve Allâme Tabatabaî gibi İranlı, Iraklı ve Lübnanlı âlimlerin desteği ile Kahire’de 1945 yılında Darü’t-Takrîb Beyne’l-Mezâhib el-İslâmiye (İslami Mezhepleri Yakınlaştırma Cemiyeti) kurulmuştur. İhvânü’l-Müslümîn cemiyetinin kurucusu Şehid İmam Hasen el-Benna, bu cemiyetin çalışmalarına katılarak Şii ve Sünnilerin müşterek akaid ve ilkeler etrafında toplanıp imanın bir şartı veya dinin bir rüknü olmayan ve dinin tartışma götürmez herhangi bir hükmünü inkâr sayılmayan konularda birbirlerini mazur görmeleri fikrini amel sahnesine getirmek için çalıştı. Şeyh Mahmud Şeltût’un 1378/1959 yılındaki Caferiliğin hak mezhep olduğu yönündeki fetvası dönemin çok önemli gelişmelerden birisidir.
Türkiye’de mezhepler arası diyalog ve yakınlaşma konusunda zikredilecek önemli kişilerin başında Merhum Prof. Dr. Erbakan Hoca gelmektedir.  Zira o, gerçekleştirdikleri veya gerçekleştirmeye çalıştıkları ile hep bu konuda ne denli duyarlı olduğunu ve duyarlı olunması gerektiğini göstermiştir. Örneğin o, bugün için pasih halde olan D/8 projesi ile Müslüman alemini hem siyasi hem de mezhebi olarak yan yana getirmeyi amaçlamıştır.
Ayetüllah Humeyni,  eserlerinde, konuşmalarında, toplantılarında, hutbelerinde ve söyleşilerinde sık sık Şii ve Sünni mezhepleri arasında yakınlaşmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Onun Şiilere yönelik olarak Sünni bir imamın arkasında namaz kılmanın caiz olduğu yönündeki fetvası Şii dünyası için az önce zikri geçen Şaltut’un fetvasının Sünni dünyası için olduğu kadar önemlidir. Ayetüllah Humeyni, her Ramazan ayının son Cuma gününün “Dünya Kudüs Günü” olarak kutlanmasını salık vermiştir. Ayrıca o, her yılın Rebiülevvel ayının 12-17 haftasını “Vahdet Haftası” olarak ilan etmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nın (Kânûn-ı Esâsî-yi Cumhûri-yi İslâmî-yi İrân)  Genel Esaslar Bölümündeki 12. Esasında “Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbelî ve Zeydi gibi diğer İslam mezheplerine kâmil manada saygı duyulduğu ve bu mezhep bağlılarının mezheplerine ait merasimlerini kendi mezheplerine göre gerçekleştirmede özgür oldukları…” kaydedilmiştir.
1990 yılında Ayetüllah Ali Hamaney’in direktifleri doğrultusunda Tahran’da Mecmau’l-Âlemî li’t-Takrîb beyne’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, Uluslararası İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi, Mecme-u Cihânî-yi Takrîb-i Mezâhib-i İslâmî adlı bir kurum kurulmuştur. Bu konseyin nihai hedefi, tek bir İslam ümmeti idealinin tahakkuku amacıyla İslam mezhepleri mensupları arasında uyum ve koordinenin derinleştirilmesi ve bilinç seviyesinin artırılması, karşılıklı saygının takviyesi, her hangi bir mezhebi ayrım ve farklılık gözetilmeksizin Müslümanlar arasında İslami kardeşlik bağlarının sağlamlaştırılmasından ibarettir. Bu konseyin stratejisini beyan eden programın mezheplar arası yakınlaşmanın esaslarının anlatıldığı ikinci faslında “İslam vahdetinin gerçekleştirilmesinin diğer tüm hükümlere oranla en önemli hüküm olduğu” vurgulanmıştır.
Bu konsey önderliğinde Mekke, Ankara, Halep, Londra, Tanzanya, Beyrut, Pakistan, Dımaşk, Nairobi, İstanbul, Moskova, Hindistan gibi değişik birçok ülke ve şehirde takrib bağlamında onlarca toplantı, konferans, sempozyum ve panel düzenlenmiştir. Konsey çalışmaları kapsamında her yıl İran’dan birçok İslam ülkesine ziyaretler düzenlenmektedir. Birçok İslam ülkesinden de davetçiler çağırılıp İran’da misafir edilmekte ve takrib bağlamında fikir alışverişinde bulunulmaktadır. Bu konsey, İslam ülkelerindeki kurum ve kuruluşlarla işbirliği içinde olduğu gibi İran’daki diğer ilmi ve kültürel kurumlarla da işbirliği içindedir. Bu konseyin “İlmi Araştırmalar Merkezi” adında bir alt kurumu vardır. Bu merkez tarafından takrib bağlamında birçok kitap yayımlanmıştır. Ayrıca kütüphane hizmeti de veren bu merkez, her yıl vahdet haftası takrib konusunda yılın kitabını seçmekte ve bu konuda doktora yapanlara mali yardımda bulunmaktadır. Ayetüllah Ali Hamaney’in emri doğrultusunda bu konsey çatısı altında her yıl Vahdet haftasında “Uluslararası İslam Birliği Konferansı” adı ile Tahran’da sempozyum düzenlenmektedir. 2016 yılı itibarı ile bu sempozyumların sayısı 30’u bulmuştur. Takrib bağlamında 1413/1992 yılında Ayetüllah Ali Hamaney’in direktifi ile konseye bağlı “İslam Mezhebleri Üniversitesi” (Câmiatü’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye/Dânişgâh-i Mezâhib-i İslâmî) kurulmuştur. Bu üniversitede Ehl-i sünnet mezhebine mensup olan öğrenciler de okuyabilmektedir.
 Dünya Talebeleri Birliği” 80’li yıllarda İslam ülkelerine saldırılması sonucu Ayetullah Humeyni’nin İslam birliği oluşturma ve Müslümanlar arasında yakınlaşmanın sağlanması doğrultusundaki sözleri üzerine kurulmuştur. Şimdi 27 İslam ülkesinden 35 öğrenci kuruluşu ile çalışmalarını yürütmektedir. Bu birliğin başlıca amaçlarından birisi Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve bir arada olabilmenin gerçekleştirilmesidir.
30 Nisan 2015’te Türkiye’de bulunan Eskişehir Osmangazi Üniversitesi bünyesinde Ortadoğu Araştırma Uygulama Merkezi, İlahiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi tarafından ortaklaşa “Ortadoğu'da Güncel Meseleler ve Mezheplerarası Diyalog” başlıklı uluslarası bir konferans düzenlenmiştir.
Türkiye’deki Caferilere ait “Caferider” de, Kutlu Doğum ve Vahdet Haftası nedeniyle İstanbul’da 14-15 Nisan 2007 tarihlerinde “Fikirde Uzlaşı Eylemde Birlik Sempozyumu” adlı bir uluslararası bir sempozyum gerçekleştirdi. Bu sempozyuma Türkiye, İran ve Irak’tan takrib yanlısı bir çok alim katılmıştır.
Malezya’da “Islamic Renaissance Front” (IRF), “International Institute of Advanced Islamic Studies” (IAIS) ve “Malaysia Islamic Book Trust” (IBT) kuluşları atrafından Şii- Sünni birliğinin oluşturulması için 10 Mart 2013 tarihinde “International Seminar on Islam Without Sectarianism” adlı bir konferans düzenlendi.
12/09/2016 tarihinde Lahor’da Pakistan’daki Şii ve Sünni bazı alimler 5 saat süren bir toplantının ardından 5 maddelik bir bildiri yayınladılar. Bu bildiride Şii ve Sünniler’in birbirlerine saygı duymaları ve birbirlerini tekfir etmemeleri gerektiği gibi maddeler yer almıştır.
İnternetin ortaya çıkması ve Müslümanların kendilerine ait internet siteleri kurmaları ile beraber mezhepler arası yakınlaşma ve diyalog için daha geniş bir alan açılmış oldu. İran İslam Cumhuriyeti başta olmak üzere önceden bu yönde gayret sahibi olan örgüt, kurum ve özel bireyler önceden bu alanda yapmış oldukları ve/veya yapıyor oldukları çalışmaları ve etkinlikleri artık internete taşımışlardır. Mezhepler arası yakınlaşma ve takrib bugünün Müslüman dünyasında artık her zamankinden daha çok bilinmektedir. Ancak takrib bağlamında hizmet veren internet sitelerinin algı, içerik, objektiflik, nitelik ve nicelik konusunda hala bazı eksik yanları bulunmaktadır. Aşağıda bu konuda duyarlı olan bazı önemli internet siterleri ile ilgili tesbitlere yerverilmiştir. 
“Uluslararası İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi”, 2001’de kendi adı ile bir internet sitesi kurmuştur. Bu site, şuan 4200 megabaytlık bir malumata sahiptir. Site ana ve alt menülerde kendisi ve ona tabi olan kurumlar hakkında bilgiler ve haberler sunmaktadır. Sitedeki bilgi ve haberler de devamlı surette güncellenmektedir. Sitede süreli yayımlardan et-Takrib Net dergisinin 3, Risâletü’l-İslâm dergisinin 60, Risâletü’t-Takrîb dergisinin 72 ve Sekâfetü’t-Takrîb dergisinin 63 sayısına birden ulaşmak mümkündür. Siteyi bugüne kadar 25 174 690 kişi ziyaret etmiştir.
“Uluslararası İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi”ne bağlı “http://www.taghribnews.com/” sitesi öncelikle konsey ve takrib ile ilgili haberleri internet üzerinden kullanıcılarına ulaştırmaktadır. Bu haber sitesi İngilizce, Farsça, Orduca, Fransızca ve Arapça gibi dillerde hizmet verirken büyük oranda Sünni olan insanların konuştukları Türkçe ve Kürtçe dillerinde hizmet vermemektedir.
“İran İslam İnkılâbı Yüksek Kültür Şurasına” bağlı Ehl-i Sünnet İlim Medreselerinin Programları Genel Sekreterliği”  takrib çalışmalarına yer vermektedir. İnternet sitesinde takrib ile ilgili makaleler ve güncel gelişmelere yer verilmektedir.
 Dünya Müslüman Kadınlar Birliği”ne ait sitede a Arapça, İngilizce ve Farsça dillerinde hizmet sunulmaktadır. Bu sitede birçok Sünni ve Şii Müslümanın konuştukları Türkçe, Kürtçe, Orduca vb. dillere yer verilmemiştir. Sitede aktif etkileşim sağlanması için soru cevap, anket ve konuşma odaları gibi bölümler de mevcuttur. Bu birliğin tanıtım yazısında, birliğin Müslüman veya Müslüman olmayan ülkelerde ikamet eden Sünni ve Şii takrib yanlısı tüm Müslüman kadınların bu birliğe üye olması için çalıştığı belirtilmiştir.
Merkezi Kum’da bulunan “İslam Mezhepleri Eğitim ve Araştırma Merkezi”ne ait sitede Arapça, İngilizce ve Farsça dillerinde hizmet sunulmaktayken Türkçe, Kürtçe, Orduca vb. dillere yer verilmemiştir. Sitede mezhepler arası takrib ve diyaloga hizmet edebilecek Ehl-i Sünnet mezheplerinim itikadi ve ameli fıkhı ile ilgi birçok malumat vardır. Sitede soru cevap faslı olsa da kullanıcıların pasif olduğundan tek yönlü bir etkileşim gerçekleşmektedir. Site, mezhepler arası takrib ve diyalog bağlamında telif edilen eserleri, eserlerin müelliflerini tanıtmakta ve bu türden eserlerin nerede ve nasıl temin edilmesi sadedinde iletişim bilgileri bile vermektedir.
Türkiyedeki Şii Müslümanlara ait olan Türkçe haber sitesi “http://welayet.com/fecr-i-sad-k/sayi-1.html” sitesinde takrib veya diyalog ile ilgili bir başlık veya bölüm bulunmamaktadır.
 “Uluslararası İslam Mezheplerini Yakınlaştırma Konseyi”yi tarafından gerçekleştirilen toplantı ve sempozyumlara katılan veya bazı yıllarda bu tür etkinliklere ev sahipliği yapan Diyanet kurumun internet sitesi, İngilizce, Arapça, İspanyolca, Almanca, Rusça vb. dillerde hizmet verirken çoğunluğu Şii olan Müslümanların dili Farsça’ya ve yine Ortadoğuda birçok Şii ve Sünni’nin konuştuğu Kürtçe’ye yer vermemiştir.
Merkezi Türkiye’de bulunan Caferilik mezhebini tanıtma, araştırma ve eğitim derneği “Caferîder”, 2012 yılında internet sitesini kurmuştur. Türkiye deki Caferilerin en büyük internet sitesi olan “http://www.caferider.com.tr/index.php” adlı sitede haberler, köşe yazıları ve bazen de takrib çalışmaları ile ilgili haber ve yazılar da yer almaktadır. Ancak bu sitede özel olarak takrib ve diyalog çalışmalarına ait bir başlık bulunmamaktadır.
2014 yılında yayın hayatına başlayan Türkiye Caferilerinin çatı kurumunun internet sitesi “http://www.zeynebiye.com/” 7 dilde dünyadan ve İslam ülkelerinden haberleri paylaşmaktadır. Mezhepler arası takrib, diyalog ve benzeri konularla ilgili zaman zaman haberlere ve yazılara yer veriliyor olsa da bir üst veya alt menü olarak takrib ve diyaloga yer verilmemiştir.
Türkiye’de sadece takribi konu edinen bir dergi ve gazeteye rastlanılmamıştır.
Dünya Müslümanlarından haberlerin verildiği “Ruhama” adlı internet sitesinde “Vahdet-i İslami” başlığı altında takrib çalışmaları ile ilgili haberler ve İslam mezhepleri ile ilgili bilgiler mevcuttur.
Google’de Türkçe olarak “Mezhepler Arası Yakınlaşma” tamlaması yazıldığında 38 900, “Takrîb beyne’l-Mezâhib” tamlaması arandığında sadece 369 arama sonucu ile karşılaşılmaktadır. Google’de Arapça “تقريب بين المذاهب” tamlaması arandığında 352 000, “التقريب بين السنة والشيعة” 70 500, “التقريب بين المذاهب” 166 000 arama sonucu elde edilmektedir. Google’de Farsça “تقریب بین مذاهب” tamlaması arandığında 1 760 000 arama sonucunu ulaşılmaktadır. Google’de İngilizce “Taqrib al-Madhahib”  arandığında 2 670 sonuç çıkmaktadır. Bing adlı arama motorunda “Mezhepler Arası Yakınlaşma” tamlaması arandığında 21 700, “Takrîb beyne’l-Mezâhib” tamlaması arandığında sadece 53, “تقريب بين المذاهب” tamlaması arandığında 1.440.000, التقريب بين السنة والشيعة” tamlaması arandığında 482 000, “التقريب بين المذاهب” tamlaması arandığında 1 300 000, تقریب بین مذاهب tamlaması arandığında 1 600 000 ve “Taqrib al-Madhahib” tamlaması arandığında 3 760 arama sonucu ulaşılmıştır.
Mezhepler arası diyalog ve yakınlaşma çalışmalarının kadın, çocuk ve gençliği de içine alacak araçlarla yapılması önem arz etmektedir. Örneğin internet ortamında çocuk, kadın ve gençlerin en rağbet ettikleri ve saatlerinin çoğunu geçirdikleri sosyal iletişim ağları Facebbook ve Twitter takrib ve diyalog bağlamında yeterince kullanılamamaktadır.  Alim ve akademisyenlerin dışında diğer Müslüman kitlelerin de bu konuya ilgisini çekmek faydalı olabilir. Bunun için de dünya çapında üne sahip olan İran sinemasından yararlanılabilir. Bugün İran sineması tarafından üretilen birçok dini film tüm dünyadaki Müslümanların beğenisini kazanmıştır ve ilgisini çekmiştir. Sinema, çizgi film ve belgesellerle takrib ve diyalog çalışmaları hem daha etkili olabilir ve hem de daha büyük kitlelere ulaşabilir.

Kaynak: İbrahim Barca, “Geçmişin Hakikat Âleminden İnternetin Sanal Âlemine Şii-Sünni Diyalog ve Yakınlaşma Çalışmaları”, I. Uluslararası Sanal Alemin Din Eğitimini Geliştirmede Kapasitesi ve Etkisi Sempozyumu Özetler Kitabı, Kum, el- Mustafa Tercüme ve Yayıncılık Merkezi, 2017, s. 71.



[1] Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Öğretim Üyesi, bureyha2008@gmail.com.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar