Prof. Dr. Adem
Apak
Müslümanlar tarafından tarih boyunca Hz.
Muhammed’in (sav) insanlığa tanıtılması gayesiyle siyer türünden farklı
tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş, bu bahiste muazzam bir literatür meydana
gelmiştir. Bu çeşit çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir. Zira son
İlahi elçi olması hasebiyle Rasûlüllah’ın (sav) hayatına anlama ve onu örnek
almaya ihtiyaç hiçbir zaman sona ermeyecektir. Zamanın ve şartların
değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya görüşlerinin de farklılık
arz ettiği için, bu değişimleri doğru olarak algılamak suretiyle asrımız
insanına Allah Rasûlü’nü (sav) örnek sunulabilen bir anlayışla tanıtmak
bilhassa bu alan üzerinde çalışan ilim adamlarının esaslı görevidir. Bu görevin
en iyi şekilde gerçekleştirilebilmesi için Hz. Peygamber’in (sav) insanlığa
tanıtılmasına vesile olacak eserlerin en sağlam kaynaklara ve en doğru
delillerle dayanması gerekir. Şüphesiz bu kayakların en başında da Kur’ân-ı
Kerim gelir.
İnsanlığa son ilahi mesaj olan Kur'ân-ı Kerim esas itibariyle, bütün
İslâmî ilimlerin temel kaynağını teşkil eder. Başka bir ifadeyle İslâmî ilimler, İslâm dininin kaynağı olması bakımından Kur'ân'a dayanırlar. Sadece kıraat ve tefsir gibi doğrudan Kur'ân
ilgili ilimleri değil, hadîs, fıkıh,
kelâm, tasavvuf ve İslâm felsefesi gibi ilimlerin esas kaynağı da Kur'ân'dır.
Zira Kur'ân bütün bu ilimlerin konularıyla ilgili temel, bilgiler, ilkeler ve
hükümler vaz’etmektedir.
Kur'ân, İslâm
diniyle irtibatlı olan bütün ilimlerde olduğu gibi ihtiva ettiği haberler, geçmişle ilgili bilgiler, tarihî olaylar ve olgularla ilgili yorumlar itibariyle Hz.
Peygamber’in (sav) hayatının da en mühim kaynağıdır.
Kur'ân'ın haber
hükümleri arasında Hz. Peygamber'in (sav) çağrısını yayma yolunda
yaptığı mücadeleler, yapılan savaşlar ve antlaşmalar; Mekke ve Medine halkının
ona ve davetine karşı tavır ve tutumları, diğer taraftan da ashabın faziletleri, onların İslâm'a hizmetleri
bulunmaktadır. İslâm Peygamberi'nin (sav) ve Müslümanların
karşılaştıkları hâdiselerden söz eden âyetler ise, bir yandan tarih şuuru ve
bilgisi kazandırmakta, diğer yandan Müslümanların Siyer ve Megâzî bilgileri
sunmaktadır. Görüldüğü gibi, Siyer söz konusu olduğunda en mühim ve ilk
müracaat kaynağı şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’dir. Zira gerçekliklerinde şüpheye
mahal olmayan türden olan Kur’ânî veriler yardımıyla Hz. Muhammed (sav)
hakkında, onun nasıl bir kişilik olduğu ve hasımlarıyla nasıl mücadele ettiği
hakkında doğrudan fikir sahibi olmamız mümkündür. Ayrıca unutmamak gerekir ki,
Hz. Peygamber’i (sav) en iyi öğrenebileceğimiz kaynak, onu peygamber olarak
seçen ilâhî kaynaktır. Zira bir kişiyi bir göreve atayan makam, o kişinin
şahsiyetini, meziyetlerini, varsa zaaflarını daha iyi bilir ve görev alanını,
yükümlülüklerini, yetkilerini ancak o makam belirler. Bu makam ilâhî makam,
görev peygamberlik, atayan Allah, atanan da peygamber ise, bunun böyle
olmasından daha tabii ne olabilir? Ayrıca unutmamak gerekir ki, Hz. Peygamber'i
(sav) insanlığa tanıtan en objektif, en orijinal ve en sahih kaynak Kur'ân’dır.
Objektiftir, çünkü beşerin hissî ve indî yaklaşımları ondan uzaktır.
Orijinaldir, çünkü Hz. Peygamber’le (sav) Kur'ân arasına bir mesafe
girmemiştir. Sahihtir, çünkü Kur'ân, bir bilgi kaynağı olarak her mümin için
içerisinde hiçbir kuşku barındırmayan tek kaynaktır. Nasıl ki bize Kur'ân'ı Hz.
Peygamber (sav) öğretmişse, Hz. Peygamber'i (sav) de Kur'ân öğretmektedir. Bu
sebeple Hz. Muhammed'le (sav) ilgili tasavvurda ana çerçeveyi belirleyecek
olan bu kitap olmalıdır. Çünkü Allah Rasûlü (sav) Kur’ân'a rağmen veya onun
emri dışında hareket etmemiştir. Kur'ân'ı Hz. Peygamber'in (sav) aracılığına
başvurmadan anlamaya çalışmak nasıl Kur’ân'ı yanlış anlamaya yol açıyorsa, Hz.
Peygamber'i (sav) Kur’ân'ın kılavuzluk ve aracılığına başvurmadan anlamaya
çalışmak Hz. Peygamber'i (sav) yanlış anlamaya yol açar. İşte bu nedenlerle
Kur’ân, tanıttığı Peygamber, peygamberlik kurumu ve Hz. Peygamber’le (sav)
ilgili tüm tasavvur ve yaklaşımların kendisine vurulması gereken mihenk taşı
olmalıdır. Allah Rasûlü (sav) ile ilgili yaklaşımların bir yanlış anlamadan
kaynaklanıp kaynaklanmadığı, bir anlama problemi taşıyıp taşımadığı, ancak o
yaklaşımın Kur’ân'ın tanıttığı peygamberle kıyaslanması sonucu anlaşılabilir.
(İslâmoğlu, Mustafa, Üç Muhammed, İstanbul 2008, s. 249-250).
Siyerin, yani
Hz. Peygamber’in (sav) hayatının ve mesajının en doğru şekilde ancak Kur’ân’dan
elde edileceğini ifade ettikten sonra genel hatlarıyla Kur’ân’ın bize takdim
ettiği Hz. Muhammed’in temel özelliklerini ayetler ışığında şu şekilde ortaya
koymak mümkün olur:
Hz. Peygamber’in Allah nazarındaki değeri en
üst derecededir.
“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamberi
överler: Ey inananlar! Siz de onu övün, ona salat ve selam getirin”. (Ahzâb,
33/56).
Hz. Peygamber’den (sav) başka Allah ve
meleklerinin salatta bulunduğu ve bize de ona salâtın emredildiği başka bir
peygamber yoktur. Allah’ın peygamberimize salâtını, ona teveccühü ve verdiği
değer olarak anlamak gerekir.
O, bütün Alemler için rahmet olarak
gönderilmiştir.
Biz seni ancak alemlere rahmet olarak
gönderdik. (Enbiyâ, 21/107).
Hz. Peygamber (sav) sadece yaşadığı dönemi,
yaşadığı coğrafyaya ve yaşadığı topluma değil, o an için yaşayan ve daha sonra
yaşayacak bütün insanlık için rahmet vesilesi olarak gönderilmiştir. Hatta alem
ifadesinden dünyadan başka alemlerin olduğunu ve Allah Rasûlü’nün (sav) rahmet
olarak gönderilmesinin onları da kapsadığını söylemek mümkündür. Bu âyet her
şeyden önce Allah Rasûlü’nün (sav) davetinin ve misyonunun evrenselliğine
işaret eder.
Onu sevmek ve itaat etmek, Allah’ı sevmek ve
itaatle birdir.
De ki:
"Allah'ı seviyorsanız bana uyun. Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah affeder ve merhamet eder". (Âl-i İmrân, 3/31). “De ki:
"Ey insanlar, biliniz ki, ben sizin hepinize Allah'ın gönderdiği
peygamberiyim. O Allah ki bütün göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O'ndan başka
tanrı yoktur. Hem diriltir, hem de öldürür. Onun için gelin Allah'a ve
peygamberine iman edin. Allah'a ve Allah'ın bütün kelamlarına inanan o okuyup
yazması olmayan peygambere de. Uyun ona ki, kurtuluşa erebilesiniz”. (Araf,
7/158).
Sevgi yukarıdan aşağıya, büyükten küçüğe,
güçlüden zayıfa doğru gerçekleşirse merhamet olarak tecelli eder. Bu durumda
Allah’ın kullarını, Rasulüllah’ın (sav) ümmetlerini sevmesi demek onlara merhamet
etmeleri acımaları anlamına gelir. Aynı şekilde anne ve babalar da yavrularına
karşı merhamet ederler. Sevginin aşağıdan yukarıya, küçükten büyüğe ve zayıftan
güçlüye doğru tezahürü ise itaat olarak kendini gösterir. Bu durumda insan
Allah’ı ve rasulünü sevdiğini iddia ediyorsa, bu iddiasına ancak onlara itaat
etmekle gerçekleştirebilir. Bu durumda Allah’ın sevmenin yolu Rasûlüllah’ı
(sav) sevmektir. Yani Allah’a itaat etmek isteyen Rasûlüllah’a itaat etmeli,
bunun için de Rasûlüllah’ın (sav) gösterdiği istikamette hayatını sürdürmeye
çalışmalıdır ki, Allah da onu sevsin, yani ona merhamet etsin. Bu hususta Kur’anda
şöyle buyrulur.
“De ki: "Allah'a ve Peygambere itaat
edin". Yüz çevirirlerse bilsinler ki, Allah inkar edenleri sevmez. (Âl-i
İmrân,3/32); “Ey inananlar! Allah'a ve Peygamberine itaat edin, Kuran'ı
dinleyip dururken yüz çevirmeyin, dinlemedikleri halde "dinledik" diyenler
gibi olmayın”.(Enfâl, 8/20-21); “Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat
verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah'ın kişi ile kalbi arasına
girdiğini ve sonunda O'nun katında toplanacağınızı bilin”. (Enfal, 8/24). Ey
inananlar! Allah'a ve Peygambere karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere
bile bile hıyanet etmiş olursunuz. (Enfâl, 8/27).
O da bizim gibi beşerdir, ancak kendisine
vahiy indirilmektedir.
“De ki:
"Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak bana tanrınızın tek bir Tanrı
olduğu vahyolunuyor. Rabbine kavuşmayı uman kimse yararlı iş işleşin ve Rabbine
kullukta hiç ortak koşmasın." (Kehf, 18/110); “Muhammed,
sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın Resûlü ve
nebîlerin sonuncusudur. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab,
33/40); “Ey Muhammed! De ki: "Ben Peygamberlerin ilki değilim. Bana ve
size ne yapılacağını da bilmem. Ben ancak bana vahyedilene tabi oluyorum. Ben
ancak apaçık bir uyarıcıyım” (Ahkâf, 46/94).
Kelime-i tevhide de belirtildiği gibi, O önce
bir kul, sonra rasuldür. Onun kul olması temel, rasul olması ise bir sıfat ve
görevdir. O, bir kul olmasaydı, diğer insanlara örnek olması veya diğer
insanların onu örnek alması hiç mümkün olmazdı. Ancak o, sıradan bir kul değil,
Allah’ın seçtiği, Allah’ın eğittiği, Allah’ın güzel ahlakla donattığı, aynı
zamanda ilahi mesajı insanlığa iletmekle görevlendirdiği, alemler rahmet olarak
gönderdiği bir kuldu.
O şahit, müjdeleyen ve uyarıcı olarak
görevlendirilmiştir.
“Biz seni
şahit, müjdeci, uyarıcı; Allah'ın izniyle O'na çağıran, nurlandıran bir ışık
olarak göndermişizdir” (Ahzâb, 33/45-46); “Biz o gün, her ümmet içinde,
kendilerinden kendi üzerlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine
şahit getireceğiz. Bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara doğruyu
gösteren bir rehber, bir rahmet kaynağı ve bir müjdeleyici olarak indirdik”.
(Nahl, 16/89); “Biz sana Kitab (Kur'ân)ı
hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde
hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!”. (Nisâ, 4/105); “De ki:
"Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O tek ve kahredici olan
Allah'tan başka tanrı da yoktur." (Sad, 38/65); “Şüphesiz biz seni, şâhit,
müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Ki, Allah'a ve Resulüne iman edesiniz,
ve bunu takviye edip, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih
edesiniz”. (Fetih, 48/8-9).
Peygamberin şahit olarak gönderilmesi demek,
her şeyden önce Allah’ın, kullarına hidayet yolunu gösterdiğine şahitlik
etmesi, aynı zamanda insanlara neyin doğru, neyin de yanlış olduğunu bildirmesi
demektir. İnsanlar onu görecekler, elçi olduğunu bilecekler, daha sonra da onun
yaptıklarına bakarak doğruyu ve yanlışı öğrenecekler, bunların sonucunda da
Allah tarafından sorumlu tutulacaklardır.
O, müminlerine karşı son derece
merhametlidir.
“Muhammed Allah'ın elçisidir. Onun
beraberinde bulunanlar, inkarcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler”.
(Fetih, 48/29)
Allah Rasûlü
(sav) kendisine inananların memnuniyetini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu
kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının üzülmemesi ve zarar
görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususa
açık işaret bulunmaktadır. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki
sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere
karşı pek şefkatli ve merhametlidir”. ( Tevbe,
9/128-129). Bu
âyet, Peygamber Efendimiz’in (sav) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için
nasıl endişelendiğini, kendisini inananların sıkıntılarına tahammül
edemediğini, bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve
merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.
O, en güzel
örnektir.
“Ey inananlar! And olsun ki, sizin için,
Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Rasulullah
(Allah'ın Elçisi) en güzel örnektir” (Ahzâb, 33/21).
Allah, peygamberini en güzel sıfatlarla
muttasıf olarak yaratmış, onu en güzel şekilde terbiye etmiştir. Onun ilahi
vahyi insanlara aktarmanın yanı sıra bu vahiy doğrultusunda yaşama ve örnek
olma görevi de vardır. Allah onu insanlık için en ideal örnek olarak yaratmış,
her iki alemde de güzelliklere kavuşmak isteyenlere örnek sunmuştur.
Müslümanlar gerek din, gerekse dünya işlerinde onu kendilerine örnek almakla
mükelleftirler.
Onun bedeni değil, ancak misyonu bakî
olacaktır.
“Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce
de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye
(eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah'a hiçbir
zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır.” (Al-i İmran,
3/144)
Sonuç olarak
ifade etmek gerekir ki, Hz. Peygamber’in (sav) takdiminde Kur’ân’ın
kaynaklığını esas almak demek, bu hususta Kur’ân'dan başka bir belge ve bilgi
kaynağına müracaat edilmeyeceği anlamına gelmez. Çünkü Kur’ân'ın Hz. Peygamber
(sav) için ortaya koyduğu her niteliğin ya da yükümlülüğün Hz. Peygamber'in
(sav) hayatında nasıl bir karşılık bulduğunu öğrenmek ancak, Kur’ân’ın yanında
sünnet, hadis ve siyer kaynaklarına başvurulmak suretiyle mümkün olur. Bu
sebeple Kur’ân'ın verdiği siyer malumatıyla birlikte sünnet, hadis, siyer,
megâzî ve tarih kaynaklarına da başvurmak zaruridir. Ancak, zikredilen
kaynaklardan istifade edilirken senet ve metin kritiği yapılmalı, sünnet,
hadis, haberler mutlaka Kur’ân’ın hakemliğine götürülmeli, ikinci derecedeki kaynakların
muhtevası Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin ışığında ele alınmalı, kısacası Hz.
Peygamber (sav) konusunda yapılacak herhangi bir değerlendirmenin nihaî ölçüsü
Kur’ân olmalıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder