6 Ekim 2017 Cuma

Peygamber Efendimizi (Sav) Niçin Tanımamız Gerekir?

 Prof. Dr. Âdem APAK
Yüce Allah, insanoğlunu varlıkların en mükemmeli olarak yaratmıştır. Fakat bu mükemmelliğine rağmen insan, ilahî hitaba doğrudan muhatap olacak yapıya da sahip değildir. Bu sebeple Allah, insanların arasından seçtiği peygamberleri kendisiyle kulları arasındaki irtibatı kurmak ve emirlerini açıklamakla görevlendirmiştir.
Bütün peygamberler, Allah'ın emir ve nehiylerini O'nun kullarına ulaştırmak ve onlara doğru yolu göstermekle görevlendirilmiş hidayet elçileridir. Son peygamber Hz. Muhammed (sav) de, ümmetine Allah’ın istediği şekilde yaşamaları için gerekli bilgileri uygulamalı olarak aktarmıştır. Çünkü her peygamber gibi onun da iki temel görevi vardı: Tebliğ ve beyan (duyurma ve açıklama).
"Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun".(Mâide, 5/67).

"İnsanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın diye sana da Kur’ân'ı indirdik". (Nahl, 16/44).
Âyetlerde de belirtildiği gibi Peygamber Efendimiz (sav) vahiy yoluyla Allah'tan aldığı emirleri insanlara sadece ulaştırmakla kalmamış, aynı zamanda açıklamıştır da. Bu anlamda sünnet, Kur’ân'ın evrensel planda Hz. Peygamber (sav) tarafından yorumlanması demektir.
Sünnet, Hz. Peygamber’den (sav) Kur’ân-ı Kerîm dışında sadır olmuş her türlü söz, fiil ve takrirlerden oluşmaktadır. Şer'î delillerin ikincisi olan sünnetin tarifinde "peygamberlik",  vazgeçilmez unsurdur. Rasûl-i Ekrem’in (sav) peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur’ân dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil, kısacası onun yaşadığı hayatın her anı (sîret, siyer) sünnet kavramı içinde yer alır.
Kur’ân-ı Kerîm'in eksiksiz, yeterli olmasına ve dinimizin de ikmal edilmiş bulunmasına rağmen, sünnetin ifade ettiği bir yorum ve anlatıma ihtiyaç duyulduğu muhakkaktır. Yüce kitabımızın yeterli, açık ve açıklayıcı oluşu elbette bir hakikattir. Ancak onun bu niteliklerine rağmen, muhatapları olan insanların anlayış seviyeleri farklı olduğu için, onu tek tek doğru olarak anlayıp kavramaları mümkün değildir. Diğer taraftan, sorumluluk için duymak değil, anlamak gerekmektedir. Çünkü insanlar, anlamadıkları şeylerden sorumlu tutulamazlar. Bu sebeple kim, neyi anlamak ihtiyacında ise, ona onu anlatmak lazımdır. En iyi, en güzel, en doğru açıklamayı da elbette Kur'ân ayetlerini tebliğ eden Peygamber yapacaktır.
Müslümanları geçmiş din mensuplarından ayıran en önemli özelliklerinden biri, kendilerine gönderilen kitapla birlikte, bu kitabı hayatında tatbik eden Peygamber'in (sav) yaşantısını sahih biçimde muhafaza etmeyi başarmış olmalarıdır. Kendilerine kitap verilen önceki ümmetler bunu başaramadıkları için onların kitapları, dolayısıyla da dinleri tahrif olmuştur. Nitekim Tevrat ve İncil'in gereği gibi muhafaza edilemeyişinin en önemli sebebi, bu kitapların indirildiği Mûsâ (as) ve Îsâ (as) peygamberlerin hayatlarının, yani dinin pratiğinin sağlıklı bir şekilde aktarılamayışıdır. Hz. Muhammed (sav) bu gerçeğin farkında olarak vasiyet kabilinden ashâbını şu sözleriyle uyarmıştır: "Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Kur'ân ve Sünnet" (Malik b. Enes, Muvattaa, Kader, 3). Kur’ân-ı Kerîm’de bu hususu defaatle dile getirmiştir:
“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyici ve bağışlayıcıdır. “De ki, Allah’a ve Peygamber’e itaat edin! Eğer aksine giderlerse, şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” ( Âl-i İmrân, 3/31-32 ).
“Allah’a ve elçisine itaat edin ki, merhamet olunasınız .’’ (Âl-i İmrân, 3/132).
“Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.’’ ( Nisâ, 4/80).
 “ Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat verecek şeylere davet ettiği zaman, Allah’a ve Resul’e icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O’nun huzurunda toplanacaksınız.” ( Enfâl, 8/24).
“De ki: Allah’a itaat edin; Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamberin sorumluluğu kendine yüklenen, sizin sorumluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece açık açık duyurmaktır.” ( Nûr, 24/54)
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahibine de itaat edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlü’ne arz edin. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nur, 24/59).
"Kim Rasul'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur, kim de yüz çevirirse seni onlara bekçi ol diye göndermiş değiliz" (Nisa, 4/80). Bir başka âyette de "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah'a karşı gelmekten sakının." (Haşr 59/7).
Yine Kur'ân’da Hz. Peygamber’e (sav) itaatin yanı sıra, onun emrine razı olmak da bir iman meselesi haline getirilmiştir:
"Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar" (Nisâ, 4/65).
“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mu’min bir erkek ve mu’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne isyan ederse, artık gerçekten o apaçık bir sapıklığa düşmüştür.” ( Ahzâb, 33/36).
Kur’ân’da da işaret edildiği gibi Yüce Allah ile birlikte kendisine itaat edilmesi şeref ve mertebesi Hz. Muhammed’den (sav) başka dünyada başka hiçbir kişiye verilmiş değildir. Hz. Peygamber'i (sav) bu üstün mertebeye yücelten unsur ise, O'nun Allah’dan aldığı yetki ile hayatı boyunca Kur'ân'ın canlı bir örneği olarak ortaya koyduğu sünnetidir. O'nun sünneti, müminler için en güzel örnektir: "Andolsun, Allah'ın Rasûlü’nde, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı uman, Allah'ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır" (Ahzâb 33/21).
Hz. Peygamber'in (sav) sünneti sıradan bir insanın din yorumu değil, vahye doğrudan muhatap olan bir yüce şahsiyetin her daim Allah’ın kontrolünde olmak kaydıyla ortaya koyduğu prensipler manzumesidir. Bu sebeple sünnet, dinî deliller hiyerarşisinde Kur'ân-ı Kerîm'le birlikte yer alır. Başka bir ifadeyle Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet, bütün dinî delillerin esas dayanağı olan iki asıl, yani kaynaktır. Bu hususu vurgulama sadedinde Allah Rasûlü (sav) şöyle buyurmuştur: "Dikkat ediniz! Bana Kitap ve onunla birlikte bir benzeri verildi." (Ebû Dâvûd, Sünne, 6; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, IV, 131). İslâm âlimleri Hz. Peygamber'in (sav), "bana Kur'ân ve bir benzeri verildi" sözüyle kastettiğinin sünnet olduğu hususunda hemfikirdirler. Hz. Peygamber'in (sav) sünnetinin de bir nevi vahiy ürünü olduğu hususu başka bir rivâyette ise şöyle ifade edilmektedir: "Cibril, Hz. Peygamber'e Kur’ân'ı indirdiği gibi Sünnet'i de indirirdi." (Dârimî, Mukaddime, 49). Bu sebeple, Sünnet'in Kur'ân ile ortak yönü olarak, her ikisinin de vahiy ürünü oluşu gösterilir. Sünnetin şer'î bir delil oluşu, yani dini hükümler için bir kaynak oluşunda hiçbir şüphe yoktur. Nitekim Allah Rasûlü (sav), Sünnet'i göz ardı etmek isteyen yahut onun delil oluşunu kabul etmeyenleri de şiddetle uyarmaktadır: "İçinizden hiçbirinizi benim bir emrim veya yasağımı duyduğu vakit ‘biz anlamayız, bize Kur'ân'daki helâl ve haramlar yeter' derken görmeyeyim!" (Ebû Dâvûd, Sünne, 5).
Hz. Peygamber’in (sav) Sünneti, bütün İslam tarihi boyunca âlimler tarafından daima dinin en önemli iki kaynağından biri olarak kabul edilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de anlaşılamayan bir âyetle karşılaşılması durumunda, ilk olarak Hz. Peygamber'in (sav) bu konuda bir açıklamasının olup olmadığı araştırılmıştır. Dolayısıyla Kur'ân'ın ilk müfessiri Allah Rasûlü’dür. O'nun bu görevine, Kur'ân-ı Kerîm’de de işaret edilmektedir: "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’ân'ı indirdik." (Nahl 16/44).
Sünnetin Kur'ân-ı Kerîm'i açıklamak dışındaki ikinci bir vazifesi, dinin Kur'ân'da yer almayan emir ve yasaklarını bildirmesidir. Sünnetin bu yönü, diğer birçok özelliğine nazaran çok daha belirgindir. Çünkü dinin özünü oluşturan ibadetler ve diğer konularla ilgili birçok meselenin hükmü bizzat Allah Rasûlü (sav) tarafından belirlenmiştir. Öyle ki, Müslümanların gündelik hayatlarında karşı karşıya oldukları birçok meselenin hükmünün yer aldığı fıkıh kitapları, en önemli referanslarını Hz. Peygamber'in (sav) sünnetini teşkil eden hadislerden almaktadır. Öyle ki, klâsik yahut modern hiçbir fıkıh âlimi, herhangi bir mesele hakkında hüküm vermede Hz. Peygamber'in (sav) sünnetinden bigane kalamaz. Aslında sadece bu gerçek bile tek başına Sünnet'in dindeki yeri ve ehemmiyetini açıklamaya kâfîdir. Eğer Hz. Peygamber’in (sav) sünnetinin dinde yeri olmasa ve din sadece Kur'ân-ı Kerîm'den ibaret bulunsaydı, İslâm dini son derece kısır, çok dar bir alanı kapsayan, dolayısıyla hayatın bütün alanlarına hitap etmekten uzak, netice olarak da kısa zaman içinde yok olmaya mahkum biçimde ortaya çıkmış olurdu. Oysa dine hayatın her alanına hitap etme imkanını ve iddiasını kazandıran şey, bizzat bu hayatın içinde yer alan, dini hayatın içinde yaşayan ve karşılaşılan muhtelif problemlere çözüm üreten Hz. Peygamber'in tüm yaşamının bir hülasası olan Sünnettir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Kur'ân-ı Kerîm'le birlikte Hz. Peygamber’in (sav) sünneti, sünnetinin görünür şeklini teşkil eden hayatı yani sîreti İslam toplumunun bin dört yüz yıldır ayakta duran zihin dünyasının omurgasını oluşturmaktadır. Bu ikisinden birisinin eksik olması halinde bu bünyenin hayatiyetini sürdürmesi mümkün değildir. Bu yüzden Müslümanlar tarihin her döneminde Kur'ân'a atfettikleri değeri Hz. Peygamber’in (sav) sîretine ve onun sünnetine de atfetmişler, ikisini bir bütünün ayrılmaz parçaları olarak görmüşlerdir. Öyle ki, Modern dönemde İslam dünyasının karşılaştığı ve yüzleştiği çok ciddi problemlere rağmen Sünnet, Müslümanları ayakta tutan en önemli iki birleştirici unsurdan biri olmaya devam etmektedir.






1 yorum:

  1. Takdir'e şâyan bir yazı" Mekânet'ûs Sünne ve Hüccetûhu"

    YanıtlaSil

Yazarlar