Prof. Dr. Adem APAK
Rahmân ve Rahîm sıfatlarıyla muttasıf olan Allah, rahmet ve
merhamet duygusunu bütün canlılarda olduğu gibi, özellikle yarattıklarının en
üstün ve mükemmeli olan insanın fıtratına da koymuştur. Bu duygunun en üst
düzeyde bulunduğu insanlar ise, şüphesiz Allah’ın hidayet rehberi olarak
görevlendirdiği peygamberlerdir. Allah'ın kalplerine yerleştirdiği yüksek
merhamet hissiyle peygamberler, bütün gayretlerini ümmetlerin ve insanlığın
kurtuluşu yolunda sarf etmişlerdir. Risâlet elçileri içerisinde ümmetine şefkat
ve merhamet konusunda en fazla öne çıkan ise, son peygamber, sadece kendi
kavmine ve yaşadığı zamanın insanlarına değil, âlemlere rahmet olarak
gönderilen Hz. Muhammed (sav)’dir. Gerçekten hayatın her anında, güzel haslet
ve ahlâkta olduğu gibi, Allah Râsûlü (sav) şefkat ve merhamette de bütün
insanlık için zirve şahsiyet, örnek kişiliktir.
Hz. Peygamber’e göre
(sav), şefkat ve merhamet her insanın en tabiî hislerindendir. Ancak insanlar
zamanla fıtratlarında olan bu duyguyu kötülük işlemek suretiyle kaybedip
merhametsiz canlılar, hatta neslini yok etmeyi kendisine misyon biçen
canavarlar haline dönüşebilirler. Allah Rasûlü (sav) çok sevdiği bir yakının
ardından dökülen bir iki damla göz yaşını, Allah'ın kullarının kalbine yerleştirdiği merhametin bir işareti
olarak kabul ederek, Allah’ın, sadece
merhametli kullarına merhamet edeceğini bildirmiştir. (Buhârî, Cenâiz 32).
Bu sebeple Allah Rasûlü (sav) hem kendisi merhamet
örnekliği göstermiş, hem de Allah’a, kullarına merhamet etmesi için dua ve
niyazda bulunmuştur. Sahâbeden Üsâme b. Zeyd (ra) Rasûlüllah’ın (sav) kendisini ve torunu Hasan'ı (ra)
dizlerine alıp oturttuğunu ve “Ey Allah'ım! Onlara merhamet etmeni niyaz ediyorum,
çünkü ben onlara merhamet ediyorum” diye dua ettiğini zikreder. (Buhârî, Menâkıb
27; Müslim, Fedâil 17).
İnsanlar içinde şefkat ve merhamete en muhtaç ve layık olanlar,
sahipsiz kalan güçsüzler, yoksullar ve özellikle anne babalarının koruma ve
gözetimine ihtiyaç duyan çocuklardır. Allah Rasûlü’nün (sav) bilhassa masum
çocuklara karşı şefkat ve merhametini gösteren çok güzel örneklere sahibiz. Enes b. Mâlik (ra) şöyle rivayet ediyor:
“İbrahim'in vefatında Rasûlüllah’ın (sav) gözlerinden yaşlar süzülmeye
başladı. Abdurrahman b. Avf (ra) O'na
‘Sen de mi ya Rasûlüllah?’ diye sordu. Hz. Peygamber (sav), ‘İbn Avf, bu merhamettendir' dedi ve daha çok
gözyaşı döktü ve “Göz ağlar, kalp üzülür, fakat biz sadece Allah'ın hoşnut
olacağı sözü söyleriz. Senden ayrıldığımıza üzülürüz ya İbrahim!” dedi.
(Buhârî, Cenâiz 43). Bu hususta Allah Rasûlü (sav) başka bir hadisinde
şöyle buyurur: “Ben yüksek sesle ağlamayı ve ölünün aşırı övülmesini yasakladım.
Sizin bende gördüğünüz ise ancak sevgi eseridir ve kalpteki merhamettir;
merhamet etmeyene merhamet edilmez. Çocuğumuz için üzülüyoruz, gözler yaşla
doluyor ve kalp içe doğru kabarmaktadır, yine de Rabbimizi üzecek hiçbir şey
söylemeyiz. İbrahim, eğer bu, herkes tarafından takip edilecek yol olmasaydı ve
en sonuncumuz ilk gidenimize kavuşacak olmasaydı, senin için bundan daha fazla
üzülürdüm”. (Buhârî, Cenâiz 32).
Allah Rasûlü (sav) çocuklara karşı
şefkat ve merhametle muamele edilmesini, üstelik bu hususta da onlar arasında adaletli
davranılmasını, herhangi birine diğerleri aleyhine bir ayrıcalık tanınmamasını
da özellikle hatırlatmış, anne babanın
çocuklarına eşit muamele yapmasının, onların görevi ve çocukların da doğal
hakkı olduğunu bildirmiş (Buhârî, Hibe 12-13; Müslim, Hibât 9-19),
“Çocukların senin üzerindeki haklarından birisi de, onlara eşit davranmandır”
buyurmuştur. (İbn Mâce, Ticaret 67).
Adaletle muamele konusunda çocukların kız-erkek, büyük-küçük, öz
veya üvey olması arasında fark yoktur. Dolayısıyla ana-babanın hibe, hediye,
miras gibi maddî konularda olduğu gibi, sevgi, ilgi ve şefkat gibi manevî
hususlarda da çocukları arasında adaletli davranmaya gayret etmesi gerekir.
Allah Rasûlü (sav) çocuklara mal bağışlanmasında âdil davranılmamasını zulüm
olarak değerlendirmiş, özellikle erkek çocukların üstün tutulup kızların
aşağılandığı bir kültür ortamında, bu durumu tersine çevirerek kadın cinsiyle
ilgili kalıplaşmış tutumları ortadan kaldırmayı amaç edinmiştir. O, öncelikle
kız çocuğuna karşı kötü duygular beslenmesini men etmiştir. (İbn Hanbel Müsned,
IV, 151). Gerçekten de erkek cinsine göre kız daha nazik, korumasız ve
zayıftır. Bu durumda kızlara daha fazla ilgi gösterip, onların yetişmesine
destek olmak, adalete en uygun olanıdır. Rasûl-i Ekrem (sav) bu hususta “Bağış ve ihsanlarda çocuklarınızın
arasını eşit tutun. Eğer ben birini üstün
tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım” buyurur. (Buhârî, Hibe 12). Günümüzde buna kız çocuklar adına pozitif
ayrımcılık denilmektedir. Peygamber olarak görevlendirildiği toplumda kız
çocuklarının ikinci sınıf muamele gördüğü ve horlandığı bir ortamda bu sözler
ezber bozan ve çok anlamlı sözlerdir. Allah Rasûlü’nün (sav) her konuda
kızlara öncelik vermeyi teşvik eden ve kız çocuğu yetiştirmenin büyük ecir ve
sevabını dile getiren söz ve uygulamalarını da (İbn Mâce, Edeb 3; Tirmizî,
Birr 33) bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Rivayete göre bir adam
Peygamberimizin (sav) yanında oturuyordu. Bu sırada adamın erkek çocuğu
yanlarına çıkageldi. Adam, çocuğu öpüp, dizlerine oturttu. Daha sonra kız
çocuğu geldi. Adam onu ise yanına oturttu. Peygamber Efendimiz (sav) bu tavır
üzerine muhatabını “Niçin ikisini bir tutmadın?”diye kınadı. (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid,
VIII, 156).
Örneklerde de görüldüğü gibi hediye, hibe, miras gibi maddî
konularda ana-babanın tasarrufları, kardeşler arasında herhangi bir ayrıcalığa
yer vermeyecek şekilde olmalıdır. “Allah'tan korkun ve çocuklarınız arasında
adaleti gözetin” (Buhârî, Hibe 12-13; Müslim Hibât 13) anlamındaki
sözleriyle Hz. Peygamber (sav) Müslümanların bu konuda dikkatini çekmiştir. Ana-baba
maddî konularda olduğu kadar, çocuklarının her birine karşı gösterdiği sevgi
ve ilgide de adaleti gözetmek durumundadır. Aksi takdirde kardeşler arasında
kıskançlık ve düşmanlık duygulanılın uyanmasına yol açabilirler, bu da neticede
aile içindeki huzuru tehdit eder.
İslâm öncesi dönem Araplarından bir kısmı çocuklarını, özellikle
kızları geçim sıkıntısı, namus endişesi gibi sebeplerle öldürürlerdi. (En’âm,
6/137, 140, 151; İsrâ, 17/31; Tekvîr, 81/6-9). Kur’ân her ne sebeple olursa
olsun çocukların öldürülmesini tamamen reddetmiş ve kötülemiştir. (Nahl,
16/58-59). Hz. Peygamber (sav) çocuklara, rengi ve cinsiyeti ne olursa olsun
eşit davranılması gerektiğini öğretmiştir. İslâm öncesi Arap toplumunda uzun süredir yerleşmiş bulunan tavırları değiştirmek
için kız çocuklarına özel ilgi göstermiştir. Bu hususta “kim ki iki kız çocuğu erginlik çağına vardıktan sonra yanında
kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı sürece onlara iyi davranıp
ihsanda bulunursa kızları onu cennet'e dâhil ederler (yâni o kimse kızlarına
ettiği iyilik sayesinde cennetlik olur)” buyurmuştur. (İbn Mâce, Edeb
3). Bu hususta Hz. Âişe’den
(rah) şöyle bir rivayet gelmiştir: Rasûlüllah (sav) buyurdu ki: “Eğer bir
kimse kızlara değer verdiğinden dolayı eziyet görürse ve onlara iyi davranırsa,
onlar Cehennem'e karşı perde olurlar”. (Buhârî Edeb 18). Rasûl-i
Ekrem’in (sav) bunlardan başka kız çocuklarını güzelce ve özenle
yetiştirenlere Allah'ın büyük mükâfat vereceğini belirten pek çok hadisi
bulunmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) İslâm'la müşerref olan kadınlardan biat
alırken, biatın bir şartının da “çocuklarını öldürmeyecekleri” nin olduğu
bilinmektedir. (Mümtehine, 60/12).
Çocuklar
arasında şefkat ve merhamete en fazla muhtaç olanlar ise, anne-babalarını veya
bunlardan herhangi birini kaybetmiş olan, öksüz ve yetimlerdir. Hz. Peygamber (sav) tarafından insanlığa sunulmuş olan İslâm
mesajının en karakteristik özelliklerinden birisi, çocuk, yetim, kadın, köle,
fakir gibi toplumun en zayıf, savunmasız, ezilme ve istismara müsait
mensuplarının haklarına sahip çıkarak, onları insanca bir ortamda ve güven
içerisinde yaşatmak projesidir. Toplumsal çürümenin yaşandığı İslâm öncesi
Arap toplumunda bu güçsüz unsurların nasıl ezildiği ve yaşama hakkına varıncaya
kadar en tabiî temel haklarının bile hiçe sayıldığı bilinen bir gerçektir. İşte
böyle bir toplumsal ortamda Hz. Peygamber (sav), çocuk haklarından söz etmiş ve
bunların ısrarlı takipçisi olmuştur. Bu hususta en çarpıcı örnek İslâm dininin
yetim çocuklar ve onların hakları ile ilgili emridir:
“Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa)
erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin.
Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye
getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin.
Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin
karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da
yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter”. Miras taksiminde
(kendilerine pay düşmeyen) akrabalar, yetimler
ve fakirler hazır bulunurlarsa, onlara da maldan bir şeyler verin ve onlara
(gönüllerini alacak) güzel sözler söyleyin. Kendileri, geriye zayıf çocuklar
bıraktıkları takdirde, onlar hakkında endişeye kapılanlar, (yetimler hakkında da) ürperip korksunlar. Allah’a karşı
gelmekten sakınsınlar ve doğru söz söylesinler. Yetimlerin mallarını
haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar
ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir”. (Nisâ, 4/6-10).
Çocukların bakımı, beslenmesi, tedavisi ve her tür zarurî
ihtiyaçları ana-baba tarafından karşılanmalı, eğer yoksa bütün bu
sorumlulukları devlet üstlenmelidir. İslâm anlayışına göre çocuğun himayesiz
ve sahipsiz bırakılması söz konusu olamaz. Nitekim Allah’ın Rasûlü (sav)
“Velisi olmayanın velisi benim” (Tirmizî, Cihad 21) sözleriyle,
toplumdaki kimsesizlere sahip çıkmış, rahmet kanatlarıyla onların üzerine
eğilmiştir.
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Hz. Muhammed (sav), Cenab-ı
Hakk’ın engin rahmetinin yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla, bütün hayatı
boyunca her şeyden önce bütün insanların İlahi rahmetlerin en üstünü olan
hidayetten istifade etmesi için olağanüstü, çok büyük harcamıştır.O, Dünya ve
âhiret saadetine götüren, Allah’ın engin rahmetinden istifade etme yollarını
gösteren mesajına bîgâne kalan, hatta inkâr edenlerin dahi hidayete ulaşmaları
için çabalamıştır. Hz. Muhammed (sav) diğer
taraftan, bütün hayatı boyunca kendisine inananların güvenini temin etmek,
onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının
üzülmemesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Bu da onun “rahmet
ve merhamet” özelliğinin en güzel işaretidir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de bu
husus açıkça belirtilir. “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki
sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere
karşı pek şefkatli ve merhametlidir”. (Tevbe, 9/128-129). Bu âyet, Peygamber
Efendimiz’in (sav) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl
endişelendiğini, kendisini inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini,
bunların kendisine çok ağır geldiğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini
çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir. Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekir
ki, müminlere karşı rahmet ve şefkatle muamele etmek, müminlerin de hassasiyet
göstermesi gereken bir misyon ve görevdir. Hucurât sûresinde müminlerden
bahsedilirken “Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber olanlar
(müminler), inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı ise merhametlidirler” buyrulur.
(Hucurât, 49/29).
0 yorum:
Yorum Gönder