Prof. Dr. Mehmet Azimli
İslam dünyasına göz attığımızda
Sünnicilik(Ehl-Sünnet değil) adına Kadizadeler,[1]
Seleficilik(Selef değil) adına katliam makinalarına dönüşmüş teröristler,
Şiicilik(Hz. Ali'nin taraftarı değil) adına sünni avına çıkmış beyni yıkanmış
robotlar görmekteyiz.
Tam bir şeytan üçgeni içindeyiz.
Şeytana pabucu ters giydirecek bu tipler, Allah adına ahkam kesip Müslüman
katletmekteler. Batılılar ise bu işe benzin dökmekte ve memnun bir şekilde
izlemektedirler.
Bu duygular arasında Şiilik,
Sünnilik, Selefilik ve Haricilik gibi mezheplere ve bunlar üzerinden yapılan yorumlamalara
değinmek istiyorum. Bu yorumların bir kısmında isabet edilse de bir kısmında
ise bazı yanlışlık bulunmaktadır. Gözlem ve kanaatlerimi dört ana başlık
etrafında sunmak istiyorum.
Haricilik, Selefilik Değildir.
Günümüzde sık sık Selefi örgütler
olarak nitelendirilen IŞID, Taliban ve benzeri yapılar Hariciler’e benzetilmektedir.
Ben burada büyük bir yanlışlık görüyorum. Belki tarihte anlatılan katliam türü
bazı uygulamalarda benzerlik gibi görünse de Haricilik ontolojik olarak
Selefilik ile ilgisi olmayan bir yapılanmadır. Doğuş sebebi ve ilkeleri
açısından çok farklıdır.
Ancak nedense Hariciler, İslam
tarihinin daimi suçluları olarak anlatılmaktan kurtulamazlar. Nerede yanlış bir
iş varsa onlara mal edilir. Örneğin bu grubun Hz. Osman’ın katledilme sürecinde
Medine’yi basan ve halifeyi katledenler oldukları yaygın bir kanaattir. Halbuki
Medine’yi basan grubun içinde Eşter gibi Hz. Ali’nin taraftarı ve Adiy b. Hatem
gibi Hz. Ali’nin yanında Haricilere karşı savaşan önemli kişiler vardır. Belki
bu grubun içinde bir kısmının daha sonra Haricilere katıldığı söylenebilir.
Ancak Medine’yi basan isyancıların Harici olarak nitelendirilmesini
gerektirmez.
Esasen Hariciler, Hz. Ali döneminde
ortaya çıkmış olup fikirlerini tam olarak ortaya koyamamış, kendini
anlatamamış, sürekli olarak taşkınlıklarıyla gündeme gelen, bu sebeple marjinal
olarak yaşamak zorunda kalan bir gruptur. Dindardırlar, Kur’an’ı her konuda
öncelerler ve samimi bir bedevi imanı vardır.
Onlar samimiyetle Müslüman olmuşlar
ancak Cemel ve Sıffin’de “gelin Müslüman öldürelim!” denilince
şaşırmışlardı. Samimiyetle Hz. Ali’ye şunu soruyorlardı: “Cemel’de savaşıp
Müslüman öldürmek caiz de, esir almak neden haram oluyor?” Doğrusu bu
soruya cevap verilememiştir. Yine Sıffin’de savaşa girişmişler sonra anlaşma
yapılmasına anlam verememişlerdi. “Şimdiye kadar niye bu kadar insanı
öldürttünüz? Ölülerimiz nerde?(yani şehit olup cennete mi gitti? yoksa değil
mi) Bize öğrettiğiniz İslam gereği Fitne kalmayıncaya kadar savaşmak gerekirken
neden Muaviye ile anlaşma yolunu seçtiniz?” Diyorlardı. Doğrusu onlarınki yaşananlar karşısında bir
hayalkırıklığı tepkisiydi.
Ancak onlar kimseye kendilerini ifade
edememişler ve anlatamamışlardır. Dahası Sünni algı tarafından sürekli olarak
yanlış bir anlatımla Hz. Ali'yi Tahkim’e zorlayan grup olarak anlatılırlar. Bu
doğru değildir ve sünnilerin bir iftirasıdır. Tam tersine onlar Hz. Ali'nin
Tahkim’i kabul etmesine itiraz ile ayrılmışlardır.
İşte ilk İslam cemaatinin bütün bu
ilkesizlikleri, Haricilerde savrulmalar meydana getirdi, bir daha da Müslüman
dünya ile entegre olamadılar ve aralarındaki makas gittikçe açıldı. Sonuçta
Haricileri ilk baştan itibaren gayet tutarlı, söylediklerinin arkasında duran,
ilkeli bir grup olarak görmekteyiz. Onlar, Cemel Savaşı’nda savaşı
başlatmamışlar, Tahkim’de de baştan itibaren sürekli Hz. Ali’ye savaşa devam
etmesini telkin etmişlerdir. Dolayısıyla çıkış ve ilke olarak Selefi bir
söylemle yanyana durmaları sözkonusu değildir ve böyle bir benzetme doğru
değildir.[2]
[1]
Kadızadeler ya da fakılar, Osmanlı Devleti'nde 1630-1680 yıllarında etkili olan
vaiz sınıfıdır. 17. yüzyılda politik ve ideolojik farklılıklar oluşturarak din adına
kendi yorumlarını dayatarak ayaklanmalar çıkarıp bir çok kişiye
saldırmışlardır.
[2]
Bkz. Mehmet Azimli, Dört Halifeyi Farklı Okumak-4, Hz.
Ali, Ankara 2014, 143-154.
0 yorum:
Yorum Gönder