Doç. Dr. Yunus Emre Gördük
Şüphesiz ki gelişen teknolojinin ortaya
çıkardığı bir kısım araçlar/ürünler nimet olduğu kadar külfet de oluyor bizim
için. Ekseriyetle de bunların iyiye ve hayra kullanılmadığından hep şikayet
edildiğini görür, duyarız. Seksenli yıllarda hayatımıza tek kanallı ve
siyah-beyaz giren, daha sonra artan kanallar, renkli ve kesintisiz yayınla bizleri
bir şekilde esir alan televizyon en tipik örneklerden biri. Genellikle hayra
kullanılmadığı için hep şikayet edilen televizyondan kimsenin kolay kolay vazgeçemediği
görülür. Oysa her evin başköşesinde duran bu büyüleyici ekran ilme, dine, eğitime,
kültüre, sanata, edebiyata, ahlak ve fazilete hizmetkâr olarak kullanılamaz mıydı?
Elbette ki kullanılabilirdi. Nisbeten de kullanıldığını söylemezsek haksızlık
etmiş oluruz. Ne var ki televizyon denen nimet süreç içerisinde ve yine kendi
ellerimizde, zamanımızdan, sağlığımızdan ve ahlâkımızdan çalan bir canavara
dönüşüverdi. Nitekim başıboş/sorumsuz ve denetimsiz televizyon kanalları ile meraklı
fakat bilinçsiz kullanıcıların bir araya gelişinden de ancak böyle bir
neticenin çıkması beklenirdi.
Son yıllarda internetin yaygınlaşması,
bilgisayar ve akıllı telefonların her eve, her cebe girmesiyle adeta yeni bir evreye
ulaşılmış oldu ve sosyal medya uygulamaları hayatımızın bir parçası haline
geldi. Televizyondan kurtardığımızı sandığımız yakamızı bu sefer internet
marifetiyle sosyal medyaya kaptırmış olduk. Özellikle facebook, twitter,
instagram gibi yaygın uygulamaları (-en azından birini-) kullanmayan kimse
neredeyse kalmadı gibi. Belli bir yaşın üzerindeki insanları hariç tutmak kaydıyla,
ev hanımları dâhil toplumun her kesiminin bir şekilde bu uygulamaları
kullandığını, kullanabildiğini, en azından kullanmak istediğini gözlemliyoruz.
Tabiî ki hayırda kullanmayı başarabilirsek teknolojinin bize sunduğu birer
nimete dönüştürebileceğimiz bu uygulamaların öyle pek de masum niyetlerle ortaya
çıkmadıklarını idrâk etmek hiç zor değil.
Genel merkezleri Batılı ülkeler, özellikle de
ABD olan ve eğlence/arkadaşlık-tanışma/tartışma gibi sosyal faaliyetler için üretildiği
iddia edilen bu uygulamaların bir tür haber ve bilgi toplama işine hizmet
ettikleri anlaşılıyor. Örneğin facebook, kullanıcıların sevdiği futbol
takımından, okuduğu yazara; beğendiği siyasetçiden, marketten aldığı bisküvi
markasına kadar her şeyi bir şekilde soruşturup öğrenmeye çalışıyor. Kullanıcının
doğum yerini, tarihini, hangi kullanıcılarla akraba olduğunu, evli mi bekar mı
olduğunu, nerede çalıştığını hatta hangi tarihte nerelerde görev yapıp hangi
faaliyetler içinde bulunduğunu ve buna benzer yığınla bilgiyi kaydediyor. Bunu yaparken
de “sayfanı düzenle”, “bu sayfa sana ait” ambalajıyla tabiri yerindeyse
“çaktırmadan” yapıyor. Arkadaş listesi itibariyle kişinin hangi eğilimde
olduğunu tespit ediyor. Uygulama, açılır açılmaz “Ne düşünüyorsun?” şeklindeki
soruyla kullanıcıyı bir şeyler yazmaya teşvik ediyor. Nihayet kullanıcıların
“kendi şahsi sayfam” diyerek gönüllerince yazdıkları her şey de kayıt altına
alınmış oluyor. Şahsa özel zannettiğimiz bilgiler, belgeler, fotoğraflar ve dokümanların
hatta önce yazılıp daha sonra silinen (daha doğrusu silindiği sanılan)
düşüncelerin bile kayda geçirildiği anlaşılıyor. Neticede milyarlı rakamlarla
ifade edilecek kadar çok insanın, hem kendileri hem de birbirleriyle olan
ilişki ağları hakkında, fark etmeyerek vermiş oldukları muazzam bir bilgi
yığını adeta bir istihbarat merkezi olan uygulama sunucusunda toplanıyor. Her
geçen gün büyüyen bu bilgi kaynağını da hangi istihbarat örgütlerinin ve gizli
servislerin kullandığını tahmin etmek zor değil.
Sözü uzatmadan asıl üzerinde durmak istediğim
meseleye geleyim. Sosyal medya uygulamalarının tehdidi altında olan birçok
değerimiz var. Bunlardan biri de maalesef “mahremiyet” diye bildiğimiz şey. Kısaca
her şeyi herkesle paylaşmamanın gerekli olduğunu ifade eder bu kavram. Örneğin
karı-koca arasında kalması gereken, yakın akrabalara bile duyurulması uygun
olmayan konular “aile mahremiyeti” alanına girer. Söz konusu uygulamalar ise sürekli
bir şeyler paylaşmaya -fotoğraf ve video seçenekleri de dahil olmak üzere-
teşvik ediyor. Paylaşılan şeyler beğeniliyor, yorumlar yapılıyor. Masa başında
ve kapalı ortamda, esasen kafesteki kuş gibi olan ama “sosyalleştiğini”
zanneden kullanıcılar ise giderek artan bir “beğenilme”, “iletişime geçme”
dürtüsüyle paylaşımlara pür şevk devam ediyor. Zamanla belki farkına da pek
varılamayarak; “evlilik yıldönümünde kocişimin aldığı hediye”, “oğluşumun ilk
yaş günü”, “üstümdeki elbiseyi bugün aldım, yakışmış mı?”, “merdivenden düştüm
dizim kanadı”, “pazara gittim maydanozlar çok yeşildi” hatta ve hatta “paylaşacak
bir şey bulamadım ben de bir resmimi paylaşayım dedim” türünden tuhaflıklarla herkes
her şeyini başkalarıyla paylaşmaya başlıyor. Bir diğerinden gören, bunun normal
olduğunu, sosyal medyanın gereğinin bu olduğunu sanıyor. Hep beraber giderek
anormalleri normal görmeye başlıyoruz. Bu da her gün azar azar şırınga edilen
zehir gibi farkına varmadığımız bir hasara ve yozlaşmaya neden oluyor.
Evet, sosyal medya böylece mahremiyetin katili
oluyor… Fakat onu katil haline getiren de şüphesiz ki kullanıcıların
bilinçsizliği ve aymazlığı oluyor. Bugünlerde rastladığım bir örnek üzerinden
içine düştüğümüz durumun vehâmetini ifade etmeye çalışayım: Henüz nişanlı veya
sözlü bir kızımız, “aşkımın doğum günü” temalı, kendisini ve “aşkı”nı yakın
plandan gözlere sokan fotoğrafın altına, bin bir türlü tuhaf (kendince güzel)
sözle, sözüm ona ilan-ı aşk edip bunu da sosyal medya organlarıyla bütün âleme
neşrediyor... Peki acaba bunu neden yapıyor? Bu kızımız kendisini sosyal
medyadan izleyen âleme ne demek istiyor? Gelin beraberce fikir yürütelim:
-Bakın nişanlım ne kadar yakışıklı ve ben ne
kadar güzelim!
-Bakın birbirimize ne kadar yakışıyoruz!
-“Bu sümüklüyü kimse almaz” diyen akrabalarım!
Neredesiniz?
-Hey kızlar! Siz daha nişanlanmadınız mı?
-Gördünüz mü hepinizden önce ben
nişanlanırmışım!
-Ey âlem! Bakın ben ne kadar özgür ve cesurum!
-Görün işte, beni kimse kısıtlayamaz...
Bunlar mıdır acaba? Daha bunun gibi bir yığın başka
şey midir? Nedir böyle bir paylaşımın verdiği mesaj? Nedir bunun faydası ve
gerekçesi?! Şayet arkadaşlarla, dostlarla bir haberleşme, ilan etme gayesi
varsa ve çok isteniyorsa, nişan zamanı usulünce bir resim paylaşılır -ki bence
resim paylaşmak çok gereksiz ve sakıncalıdır- kısaca “Biz nişanlandık,
büyüklerimizden, arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan hayır dualarını bekleriz.”
türünden bir mesaj/haber verilebilir. Bunun ötesinde, “aşkımla bugün de filan
yerde filan münasebetle buluştuk” şeklindeki cıvık paylaşımların gayesi ve
faydası nedir çok merak ediyorum!?
Örnekteki kızımıza şu sözlerle seslensek acaba
haksızlık mı yapmış oluruz?:
Evet her kızımız fotoğrafınızda arz-ı endâm
ettiğiniz üzre zât-ı âliyyeniz kadar “güzel” olmayabilir. Her kızımızın
nişanlısı da sizinki kadar “yakışıklı” da olmayabilir. Hatta arkadaşlarınızın
çoğu nişanlı da değildir muhtemelen. Belki kısmetleri çıkmamış, henüz
isteyenleri olmamıştır. Şimdilik sizin gibi fotoğraf paylaşacakları bir “aşk”ları
da yoktur fakirlerin!? Bunu sosyal medya marifeti ve görmemişliğiyle bütün
cihanın gözüne sokmanız mı lazım? Herkesi muhakkak kıskandırmanız, rencide
etmeniz mi gerekiyor? Ayrıca nazar diye bir şey yok mu? Gıpta damarını tahrik etmek
diye bir şey yok mu? Haset diye sakınılması gereken bir duygu yok mu? Üstelik henüz
sözlü veya nişanlı olduğunuzu belirttiğiniz “aşkınızla” doğal olarak evli
olmadığınız anlaşılıyor. Peki bu samimiyete kim izin veriyor? Bu salahiyeti
nereden aldınız? Hele ki başörtünüz ve ilahiyat diplomanız da varsa, hakikaten
tadınızdan yenmez bir kıvamda olduğunuzun bu çirkin ilânatı da nedir? Evet başa
döndük galiba; “kendi amelimden ben sorumluyum” diyebilirsin, eyvallah ama ne
diye her özelini ve mahremini bütün cihana ağzını yayarak ilan etme gereği
duyuyorsun? En önemlisi de şu: Aşk bu değil... Böyle boy boy fotoğrafla, sosyal
medya cıvıklığıyla dile gelmez aşk. O dile gelen ve “aşk” diye ifade ettiğiniz
şey başka bir şey hiç kusura bakılmasın. Başka nasıl ifade edilir bilemiyorum,
sayfalar dolusu yazmak gerek belki, ama üç kelimeyle iktifa ediyorum: Aşk bu
değil.
Evet sevgili dostlar maalesef sosyal medya
penceresinden gördüğüm vahim tablo bu. Giderek daha kötüye gideceğe benziyor.
Sesimiz çıktığınca, gücümüz yettiğince evvela nefsimizi sonra bizi duyan
herkesi uyarmak vazifesiyle mükellef olduğumuzu düşünüyorum. Ben şahsen sosyal
medyadan çok istifade ediyorum. Bazen zaman israfına sebep olduğunu inkar
edemeyiz ama sayfalarını bir dergi, bir kitap gibi okuduğum, ilm-u
irfanlarından kendime bir şeyler katmaya çalıştığım çok değerli hocalarım,
dostlarım var. İnşaallah faydalı kısmı zararlı kısmının keffareti olur diye
düşünüyorum. Ayrıca dostların acı ve tatlı günlerinden, önemli toplantılardan,
yeni çıkan kitaplardan ve bunlar gibi birçok şeyden haberdar oluyoruz. Öğretim
üyeleri ve öğretmenler için öğrencileriyle iletişim kurma/haberleşme işi
açısından da sosyal medyanın çok faydalı olduğunu gözlemliyorum. Ne var ki
gerek ölçüsüz bayan-erkek ilişkilerine vasıta gerekse mahremiyetin dolaylı
katili olduğunu da görüyorum.
“Ey Rabbim! Bize merhamet eyle. İffetimizi,
hayamızı, aklımızı ve insanlığımızı ziyade eyle” diye yalvaralım... Şayet bu
tempoyla giderse, bu gidiş iyi bir menzile doğru değil dostlar...
(Not: Bu yazı, çok değerli hocalarımın İslam
tarihiyle ilgili değerli yazıları arasında belki biraz alakasız duracaktır ancak
hem kendilerinden hem de okuyuculardan nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ve
farklı bir çeşni olarak kabul etmelerini istirham eylerim.)
Elinize, yüreğinize sağlık.
YanıtlaSilGelecek nesillere güzel bir tarih bırakmak istiyorsak bu söyledikleriniz hayati önem arzediyor hocam Teşekkürler
YanıtlaSilGelecek nesillere güzel bir tarih bırakmak istiyorsak bu söyledikleriniz hayati önem arzediyor hocam Teşekkürler
YanıtlaSil