Yrd. Doç. Dr. İbrahim Barca
İslâm kültür ve medeniyetinin temel yazılı kaynakları, kuşkusuz Kur’ân-ı
Kerîm ve Hz. Peygamber’in hadisleridir. Müslüman âlimler hicri I. yüzyıldan
başlayarak değişik alanlardaki ihtiyaç, etkileşim, gelişim ve değişimlerin de
etkisi ile birçok eser telif etmişlerdir. Bu telif harekâtı, Abbasiler
döneminde zirve noktasını yaşadıktan sonra İslam âleminde her alanda meydana
gelen durağanlaşmaya paralel durağanlaşmış ve takriben Batının Rönesansını
yaşamaya başladığı dönemde yerini daha çok cem, şerh ve haşiye eserlere
bırakmıştır. Bugün yaşayan bizler için -zamansal ve dönemsel sınırlandırma yapılmamışsa
eğer- zikri geçen ilk dönem telifleri de onlardan birkaçının cemedilmiş halleri
de veya onlar üzerine yapılan şerh ve haşiyeler de yazılı klasik kaynak eser
kategorisinde sayılabilir.
İslam âleminde telif harekâtının yanında hatta öncesinde tercüme
faaliyetleriyle karşılaşılmaktadır. Zira Hz. Peygamber’in Arap olmayan komşu
devletlerle yazışmaları ve onların elçileri ile sözlü diyalogları sözlü ve
yazılı tercüme pratiklerinin ilk örneklerinin verilmesi sonucunu doğurmuştur.
Örneğin İbranice ibadet eden Yahudiler, Arap Yarımadasına komşu olan Sasanî
Devletinin Farsça konuşan devlet adamları, Suriye’de Yunanca-Rumca konuşan
Bizans devlet yöneticileri bu kapsamda düşünülebilir. Yine Hz. Peygamber, Zeyd
b. Sâbit’ten İbraniceyi öğrenmesini istemiştir. Rivayet edildiğine göre Zeyd b.
Sâbit, Hz. Peygamber’in Farsça, Habeşçe, İbranice ve Süryanice mütercimi ve tercümanıymış.
Emevî Devleti hükümdarlarından I. Mervân (v. 65/685) ve Emevî prensi Halid b.
Yezid (v. 85/704 [?]) dönemlerinde ilk kitap tercümesine rastlanmaktadır. Yazılı
tercüme faaliyetleri Abbasî Devleti halifelerinden Cafer el-Mansur (v. 158/775)
döneminden başlamak üzere Halife el-Memûn (v. 218/833) döneminde -kurucusu
olduğu Beytü’l-Hikme kurumunda- sistematik bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. Fâtımî
hükümdarı el-Muʻtez billâh (v. 359/970) döneminde Kahire’de kurulan Dârü’l-Hikme
de tercüme faaliyetlerinin sistematik yapıldığı bir kurumdu.
Osmanlı döneminde Sultan III. Ahmed (hükümdarlık yılları 1703-1730)
döneminin sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa (v. 1730/1143) Lale devrinde meydana
getirdiği heyetlerle bazı değişik konulu eserleri tercüme ettirtmiştir. Mısır’da
Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın (v. 2 Ağustos 1849) teşvikiyle 1835 yılında açılan
Medresetü’l-Elsun, Sultan Abdülmecid döneminde kurulan Encümen-i Dâniş
(1851-1862), Encümen-i Daniş’in kapanmasından sonra 1865’de açılan Tercüme
Cemiyeti, Abdülhamid döneminde 1879’da açılan Telif ve Tercüme Dairesi ile 1881’de
kurulan Encümen-i Teftiş ve Muayene Heyeti devlet eliyle tercüme
faaliyetlerinin yapıldığı bazı önemli kurumlardandı.[1] Osmanlı
döneminde sözlü tercüme yani tercümanlık alanında Divan-ı Hümayun Tercümanlığı
kurulmuştur. Fatih Sultan Mehmet zamanında tesis edildiği söylenen bu kurum yazılı
tercümeler de yapmıştır. Yine 1821 yılında kurulan Osmanlı Bab-ı Ali Tercüme Odası
1871 yılında Hariciye Nezareti’nin içinde bulunan bir büro haline gelerek
varlığını devam etmiştir. Bu oda, sözlü tercüme faaliyetinin yapıldığı bir
kurum olmakla beraber diplomatik yazılı tercüme faaliyetlerini de yerine
getirmiştir.[2]
Osmanlı dönemi içinde zikredilen heyetler ve kurumlar eliyle İslam geleneğine
ait birçok klasik eser tercüme edilmiş olduğu gibi Batı’ya ait yazılı kaynaklar
da tercüme edilmiştir. Ancak sözü geçen tercüme heyet ve kurumların yanında Osmanlıda
birçok klasik kaynak eser de bireyler tarafından tercüme edilmiştir.
Tabir yerindeyse İslam rönesansının gerçekleştiği Abbasiler’in ilk
dönemlerinde yazılı tercüme faaliyetleri genel manadaki ilmi faaliyetlerin çok
önemli bir unsurunu teşkil ediyordu. Fakat bu dönemde tercüme, tercüme olduğu
için yapılmıyordu. Öyle ki, o dönemde bazen beğenilmediğinden veya kusurlu
görüldüğünden bir eser -bazen aynı mütercim tarafından- birkaç kez tercüme
edilmiştir. Ayrıca tercüme hareketi nispeten bir eşgüdümlülüğe sahipti. Bunun
bir sebebi ise bireysel yazılı tercüme faaliyetinin yerine merkezi yazılı
tercüme faaliyetlerine yoğunlaşılmış olmasıdır. Bu durum, ehil olmayanların
-iyi niyetli de olsa- tercümeye girişmesinin önünü de almıştır. Yine bu dönemde
hem Yunancadan hem de Sanksikritçeden Arapçaya tercüme edilen eserlerden
gerçekten istifade edilmiştir. O dönemde ortaya konan maddi ve manevi bilimsel
ve ilmi ürünler buna en büyük şahittir. Osmanlı döneminde özellikle Lale
devrinden itibaren Cumhuriyet dönemine kadar farklı dildeki birçok eser Osmanlı
Türkçesine tercüme edilmiştir. Ancak bununla beraber bu dönemde Abbasiler
döneminde olduğu gibi telif eserler verilememiş, içinde yaşanılan dünyadaki
ilmi gelişmeler gereği gibi anlaşılamamış ve takip edilememiştir. Hattı bazı dönemlerde
yazılı tercümeler ilmi amaçlar dışında -örneğin halife ve/veya sultandan atiye
ve hediye almak gibi- ve aceleye getirilerek yazılmıştır. Bunun yanı sıra
tercümenin kendisine, mütercimliğe ve tercümelerin tenkidine dair pek bir
çalışma yapılmadığı görülmektedir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Maarif Nazırlığı bünyesinde 1921 yılı
başlarında Telif ve Tercüme Encümeni kurulmuştur. 1926 yılında ise Telif ve
Tercüme Encümeni kapatılarak Dil Heyeti kurulmuştur. 1940 yılında Tercüme
İşleri Encümeni ve onun bünyesinde Tercüme Bürosu kurulmuştur. Tercüme Dergisi ise
19 Mayıs 1940’tan Temmuz-Eylül 1966’ya kadar Tercüme Bürosu’nun yayın organı
olarak varlığını sürdürmüştür. Cumhuriyet’in sözü edilen bu dönemlerinde daha
çok Yunan, Latin ve Batılı klasik eserler, ders kitapları ve diğer ihtiyaç duyulan
eserler tercüme edilmiştir.[3]
Bugün Türkiye’de birçok üniversite bünyesindeki Fen Edebiyat Fakültelerinde
4 yıllık İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça, Çince ve Rusça Mütercim-Tercümanlık
bölümleri bulunmaktadır. Bunun yanında ticari, akademik, hukuki, tıbbi ve
teknik mütercim/çevirmenlik mesleği sahipleri, birçok özel ve kamu dairelerinde
eleman olarak istihdam edilmektedirler. Bu meslek erbabından birçokları da
kendilerine ait özel bürolarda topluma hizmet sunmaktadırlar. Türkiye’de
mütercim/çevirmenlik mesleği ile ilgili 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu, 6100 Sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1512 Sayılı Noterlik Kanunu, 4. Noterlik Kanunu
Yönetmeliği gibi yasal düzenlemeler bile mevcuttur.[4]
Ülkemizde, akademik yazılı tercüme kategorisinde
değerlendirilebilecek İslâm kaynak eserlerinin tercümelerinde bugün için sayıca
memnun edici bir artış gözlemlenmektedir. Bunda Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan
İlahiyat Fakültelerine ve sivil yayınevlerinden, dernek ve vakıflara hatta iyi
niyetli bireylere kadar birçok tüzel ve özel kişiliğin katkısı mevcuttur. Ancak
İslam kaynak eserlerinin tercümelerinde -çok nitelikli tercüme eserler yazılmış
olsa da- nitelik söz konusu olunca henüz istenilen düzeye ulaşılamadığı
görülmektedir. Tercüme eserlerdeki nitelikten kastedilen gerektiği ve imkân el
verdiği kadar anlaşılır, akıcı, doğru olmasıdır. Buna tercümenin sanatsal,
ahlaki ve ilmi yönden eksik, yeterli olgunlukta olamaması hali de denilebilir. Zira
bu noktalardaki eksiklikler, okuyucuların İslâm kaynak eserlerini anlayamamasına
ve dolayısıyla onlardan uzaklaşmasına neden olduğu gibi asıl eserlerin de bir
süre sonra yeniden tercüme edilmelerine yani zaman ve emek israfına da neden olabilmektedir.
Kaynak eserlerin tercümelerindeki bu nitelik eksikliğinin en önemli
nedenlerinden birisi genelde kaynak eser mütercimlerinin ve onları
eleştirenlerin her iki eser -asıl ve hedef metinlere ait- dilleri bilmenin
yanında ne klasik ne de çağdaş tercüme ilmi ve tercüme eleştiriciliğine dair
literatüre ve tercüme ilmi tarihi birikime pek hâkim olamamalarıdır. Hâlbuki
Türkiye’de çeviribilim alanında Batıdaki kadar olmasa da önemli gelişmeler
yaşanmaktadır ve azımsanmayacak bir birikim oluşmuştur. Bu gelişme ve birikimden
eşgüdümlü çalışılarak istifade edilebilir. Zira kaynak eser mütercimliği,
Türkçe okuma yazması olan ve bir şekilde Arapça öğrenmiş herkesin üstesinden
geleceği ve hakkını vereceği bir iş değildir. Tercüme eleştiriciliği de bir
tercüme esere bakılarak şu kelime yanlıştır, şu doğrudur, bu cümlede dilbilgisi
hatası yapılmıştır, şu paragrafta da anlatım bozukluğu vardır türünden
hataların avcılığını yapmaktan, önyargılı ve keyfi hareket etmekten ibaret
olmasa gerektir.
Türkiye’deki kaynak eser tercümelerinin daha doğru, anlaşılır ve
akıcı olmasına katkı sunmak adına kendimkiler dâhil olmak üzere son yıllardaki
kaynak eser tercümelerinden bazılarını inceledikten sonra niteliğin artırılması
için tercüme ve tercüme eleştiriciliği bağlamında şu hususlara mutlaka dikkat
edilmesi gerektiği sonucuna ulaştım:
Evvela kaynak eseri tercüme etmeye girişmeden önce gerekli ve
ulaşılabilir ilgili kurum ve bireylerle eşgüdüm sağlanmaya ve kolektif
çalışmaya uğraşılmalıdır. Zira bu her türlü israfın önüne geçer. Bunun dışında
tercüme faaliyeti bir tercüme nazariyesi esas alınarak yapılmalıdır. Ve mümkünse
eğer, asıl eser sahip veya sahiplerinden tercüme için izin alınmalıdır. Kaynak eser
değişik ilimlere ait metinleri içeriyorsa eğer, mütercimlerin o alandaki
uzmanlardan seçilmesi gerekebilir. Yani tercüme için heyet oluşturulabilir. Tercüme
esnasında asıl metnin yazma ve basılmış nüshalarıyla beraber çalışılmalıdır. Mütercimler
tercüme öncesinde planlama yapmalı ve daha ilk başta yöntemlerini
belirlemelidirler. Asıl metnin alıntı yaptığı kaynakların, tercüme aşamasında
hazır bulundurulması da gerekmektedir. Ayrıca tercüme esnasında normal
sözlüklerin yanında asıl eserdeki mevcut ilimlere ait terim sözlükleriyle
çalışılmalıdır. Mütercimlerin her iki eserin diline bütün yönleriyle hâkim olması
mütercimlerde bulunması zorunlu şartlardandır. Son olarak da tercüme eser, basılmadan
önce mutlaka bir tercüme eleştirisi kuramına göre eleştirilip, eserin ait
olduğu ilim erbabının onayından geçmesi gerekmektedir.
Tercüme eleştirisine yönelik ulaştığımız sonuçlar ise şunlardır: Kaynak
eser tercümelerinin eleştirisinde sanatsallık, bilimsellik ve ahlâkilik beraberce
esas ele alınmalıdır. Eleştiri, bu üçlüsünü de barındıran bir tercüme
eleştirisi nazariyesine göre yapılmalıdır. Ayrıca eleştirilerde örnek düzeyinde
de olsa sadece hatalar veya eksikliklere yer verilmeyip örnek alınabilecek
uygulamalarına da değinilmeli ve bunlardan örnekler verilmelidir. Son olarak
eleştiriye okur ve mütercim de ortak kılınmalıdır.
KAYNAKLAR
Kayaoğlu, Taceddin,
“Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Tercüme Müesseseleri”,
https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=352700, 04/02/2017; saat. 12:00.
Barca, İbrahim,
“Çeviri Eleştiriciliğine Uygulamalı Bir Örnek Olarak eş-Şâmî’nin “Sübülü’l-hüdâ
ve’r-reşâd fî sîretı Hayri’l-ʻibâd” Adlı Eserinin Türkçe Çevirisinin
Eleştirisi”, Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32.
Akyıldız, Ali,
“Tercüme Odası”, DİA, Ankara, 2013, c. 40, s. 505.
Küçükyağcı, Nazmi,
Burcu Avcı, “Türkiye’de Çevirmenlik Mesleği Raporu”, T.C. Başbakanlık
İdareyi Geliştirme Başkanlığı, Ekim 2011, S. 7-25.
[1]
Taceddin Kayaoğlu, “Osmanlı dönemi tercüne faaliyetleri için geniş bilgi için
bkz. Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Tercüme Müesseseleri”, https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=352700,
04/02/2017; saat. 12:00.
[2]
Sezai Balcı, “Osmanlı Devleti’nde Tercümanlık ve Bab-ı Ali
Tercüme Odası”, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Ankara, 2006, s. 43, 71, 82; Ali Akyıldız,
“Tercüme Odası”, DİA, Ankara, 2013, c. 40, s. 505.
[3]
Cumhuriyet dönemi tercüme faaliyetleri konusunda geniş bilgi için bkz. Taceddin
Kayaoğlu, agm, s.
[4]
Nazmi Küçükyağcı, Burcu Avcı, Türkiye’de Çevirmenlik Mesleği, T.C.
Başbakanlık İdareyi Geliştirme Başkanlığı, Ekim 2011, S. 7-25.
İstifade edeceğim faydalı bir yazı. Teşekkür ederim,emeğinize sağlık.
YanıtlaSilYazımın siz değerli okuyucu arkadaşlara faydalı olduğunu görmek beni sevindirdi.
YanıtlaSilTeşekkürler.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKaleminize sağlık sayın hocam çok müstefid olduk
YanıtlaSilTeşekkürler
YanıtlaSil