Usulîler (Fıkıh) ile Ahbârîler (Ehli Hadis) Arasındaki Mücadele
İbrahim Halil ER
Caferî Şîasında iki önemli ekol bulunmaktadır. Bunlardan;
a) Ahbarîler (Ehli Hadis):
Bunlar, Sünnî dünyasının selefîlerine benzemekte olup, sadece hadisleri
itibara alırlar. Felsefe, kelam gibi ilimlere iltifat etmezler. Fıkıh kitapları
yazmamış, hadisleri fıkıh bablarına göre tasnif etmişlerdir. Bunlardan en
tanınmışı Küleynî’dir. Bu hadisçilerin yöntemi daha sonra tüm mezhep içindeki
tek geçerli yöntem haline gelmiştir. Fakat daha sonra fıkıh âlimleri de ortaya
çıkmış ve hadis ile fıkhı birbirinden ayırmışlardır (Mütemessik
bi-habli-âli'r-Rasûl isimli kitabın müellifi Hasen b. Alî b. Ebî Ukayl
el-Hazzâ). Daha sonraki dönemde kelamcıların ortaya çıktığını görmekteyiz.
Bunlardan en tanınmışı İbn Cüneyd’tir. Kelamı fıkıhta kullandığı gibi hadise de
önem vermiş ve farklı açılardan fıkıhta hadis kullanan kişi olmuştur.
Şîa’da da Ehli Sünnette olduğu gibi kelamcı – hadisçi kavgası yaşanmıştır.
Özellikle Şeyh Müfîd diye bilinen Muhammed b. Muhammed el-Bağdâdî’nin (ö.
413/1022) talebeleri ve onun oluşturduğu kelam okulu hadisçilerle büyük mücadelelere
girişmiştir. Müfîd’in öğrencisi Şeyh Sadûk da Ahbarîlere yani ehli Hadisçilere
büyük saldırılarda bulunmuş ve onları sapkın ilan etmiştir. Onun bu çalışması Ahbarîlerin
tarihten çekilmesine yol açmıştır.
Aslında bu geri çekiliş geçiciydi. Özellikle Safevîler döneminde
tekrar dirileceklerdir. el-Fevâidu'l-medeniyye kitabının müellifi
Muhammed Emîn el-Esterâbâdî sâyesinde bir kere daha dirildiler. Karşılarında
güçlü usûlcü âlimlerin olmaması onların görüşlerinin yayılmasına yol açtı. Fakat
daha sonraki yüzyıllarda yetişen Usûlcü âlim Muhammed Bâkır b. Muhammed Ekmel
Vahîd-i Behbehânî (ö. 1205/1790) Ahbârîleri hâkimiyet tahtından indirdi ve
kendi okulunu ilmî çevrelere benimsetti. Behbehânî okulunun özelliği fıkıh
usûlü ilmini yeniden canlandırması, mantıkla bütünleştirmesi ve ince bir
teknikle âdeta yeniden kurması şeklinde özetlenebilir.
Fıkhı çağın ihtiyaçlarına cevap verecek hâle getiren âlim Murtazâ
b. Muhammed Emîn el-Ensârî'dir (ö. 1281/1864). Günümüze kadar Şeyh Ensârî'nin
kitapları ve metodu fıkıh çevrelerinde hâkim olmuş, onun takipçileri, aynı
temeller ve metodoloji üzerinde yürümüş, fıkıh usûlüne ait Resâil'i ve Mekâsib
isimli eseri üzerine çeşitli çalışmalar yapmışlardır.
b) Usûlîler:
Fıkıh usulünü kuran ve geliştirenlerdir. Usulîler, daha çok Kur’an
ve mezhepçe kabul edilmiş kesin hadislere dayanarak içtihatlarda
bulunmaktadırlar. İmamlardan gelen ve senedi sağlam olmayan hadisleri kabul
etmemekte, bunun yerine Şiî müçtehitlerden gelen, ihtilafsız konuları kabul
etmektedirler.
c) Uzlaşma:
Muhammed b. el-Hasen et-Tûsî (ö. 460/1068) Şiîlerin büyük
üstadıdır. O, bu ekolleri birleştirmeye çalışmış, Usulcülerin istidlal ve içtihatlarını
almış, Ahbarîlerin de hadis ve haber-i vâhid konusundaki görüşlerini (haber-i
vâhidin) sıhhatini artıracak bazı katkılarda da bulunmuş) alarak uzlaşı yoluna
gitmiş ve bu durum Şîa fıkhının gelişmesini sağlamıştır. O, aynı zamanda Şiî ve
Sünnî fıkhını karşılaştırmalı inceleyen mukayeseli fıkıh konusunda da kitap
yazmıştır.
et-Tusi, en-Nihaye isimli eserini Şii usule dayalı sünnet
fıkhına ayırmıştır. Bu eserde hadisler arasındaki çelişkileri gidermeye
çalışmıştır. Uddetu'l-usûl isimli kitabı, usûlün bütün bahislerini
sistemli bir şekilde ele aldığı, bu arada kendi çığırını ve usûlünü açıkladığı
önemli bir usûl kitabıdır. et-Tûsî bilhassa Mebsût ve Hilâf
isimli eserlerine, Sünnî fıkıh kitaplarından önemli unsurlar aktarmış, bu
yüzden Şiî fıkhın çehresinde önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Altıncı
asrın ikinci yarısında ortaya çıkan fıkıhçılar bilhassa haber-i
vâhidin bir delil olarak kabul edilmesi konusunda Şeyh'i tenkit etmiş ve bu
konuda daha önceki usûlcülerin düşüncelerini müdafaa etmişlerdir.
Tenkitçilerin en sert olanı Muhammed b. İdrîs el-Hillî'dir (ö.
598/1202). Şehîd-i Evvel bilhassa el-Kavâ'id ve'l-fevâid isimli
eserinde, Sünnî fıkhı devreye sokmadan, alternatif Şiî fıkhını ortaya koydu.
Böylece bağımsız bir fıkıh oluşturmuş oldular.
SONUÇ
Şîa'da hadis denildiğinde sadece Peygamberimizin söz, fiili
anlaşılmaz, onlar hadis dediklerinde buna 12 imamın (İsnâaşeriyye) söz ve
fiillerini de dahil ederler ve bunu da dinde nas kabul ederler. Ehli Sünnetle
ayrıldıkları temel nokta bu olduğu gibi, Şîa bazı sahabeleri kabul etmediğinden
onlardan gelen rivayetleri de yok sayar.
Temelde Şiîler, usul açısından ehli sünneten büyük bir etkileşim
içinde oldular. Özellikle Fıkıh, Fıkıh Usulü ve Hadis Usulü konusunda Şîa ehli
sünneten büyük ölçüde yararlanmış, kavramlar ödünç almıştır. İlk dönem Şîa âlimlerinin
bu yakınlaştırma çalışmaları devam etmiş olsaydı büyük olasılıkla aralarında
büyük uçurumlar oluşmazdı. Fakat zamanla Şîa alimleri kendi mezhebi görüşleri
doğrultusunda dönüştürmüş oldular. Bugün bu iki mezhep birbirini tanıyamaz
noktaya ulaşmış oldu.
Peki Müslümanların iki büyük bloku olan Sünnî ve Şiî dünyası bir
araya gelebilir veya aralarındaki sorunları çözüp birleşebilirler mi?
Bu soruyu aslında düşündüm. Fakat iki taraf birbirlerinden ayrılmak
için o kadar büyük bir ağ örmüş ki tarafların kendi temel ilkelerinden vaz
geçmeden bir araya gelmeleri imkansızdır.
Peki bu durumda ne yapılmalı?
Yapılacak en önemli çalışma ilmî olarak birbirlerini tanımaya
çalışmalı, aralarında düşmanlığa yol açan sorunları ortadan kaldırmak için çaba
serf etmeli, siyaseten birbirleri aleyhine çalışmamalarıdır. Ama Şîa günümüz
İran'ı için milli bir din haline gelmiştir.