26 Ocak 2023 Perşembe

İmâmiye Şîası'nda Usulîler (Fıkıh) ile Ahbârîler (Ehli Hadis) Arasındaki Mücadele


İMÂMİYE ŞÎASI'NDA

Usulîler (Fıkıh) ile Ahbârîler (Ehli Hadis) Arasındaki Mücadele

İbrahim Halil ER

Caferî Şîasında iki önemli ekol bulunmaktadır. Bunlardan;

a) Ahbarîler (Ehli Hadis):

Bunlar, Sünnî dünyasının selefîlerine benzemekte olup, sadece hadisleri itibara alırlar. Felsefe, kelam gibi ilimlere iltifat etmezler. Fıkıh kitapları yazmamış, hadisleri fıkıh bablarına göre tasnif etmişlerdir. Bunlardan en tanınmışı Küleynî’dir. Bu hadisçilerin yöntemi daha sonra tüm mezhep içindeki tek geçerli yöntem haline gelmiştir. Fakat daha sonra fıkıh âlimleri de ortaya çıkmış ve hadis ile fıkhı birbirinden ayırmışlardır (Mütemessik bi-habli-âli'r-Rasûl isimli kitabın müellifi Hasen b. Alî b. Ebî Ukayl el-Hazzâ). Daha sonraki dönemde kelamcıların ortaya çıktığını görmekteyiz. Bunlardan en tanınmışı İbn Cüneyd’tir. Kelamı fıkıhta kullandığı gibi hadise de önem vermiş ve farklı açılardan fıkıhta hadis kullanan kişi olmuştur.

Şîa’da da Ehli Sünnette olduğu gibi kelamcı – hadisçi kavgası yaşanmıştır. Özellikle Şeyh Müfîd diye bilinen Muhammed b. Muhammed el-Bağdâdî’nin (ö. 413/1022) talebeleri ve onun oluşturduğu kelam okulu hadisçilerle büyük mücadelelere girişmiştir. Müfîd’in öğrencisi Şeyh Sadûk da Ahbarîlere yani ehli Hadisçilere büyük saldırılarda bulunmuş ve onları sapkın ilan etmiştir. Onun bu çalışması Ahbarîlerin tarihten çekilmesine yol açmıştır.

Aslında bu geri çekiliş geçiciydi. Özellikle Safevîler döneminde tekrar dirileceklerdir. el-Fevâidu'l-medeniyye kitabının müellifi Muhammed Emîn el-Esterâbâdî sâyesinde bir kere daha dirildiler. Karşılarında güçlü usûlcü âlimlerin olmaması onların görüşlerinin yayılmasına yol açtı. Fakat daha sonraki yüzyıllarda yetişen Usûlcü âlim Muhammed Bâkır b. Muhammed Ekmel Vahîd-i Behbehânî (ö. 1205/1790) Ahbârîleri hâkimiyet tahtından indirdi ve kendi okulunu ilmî çevrelere benimsetti. Behbehânî okulunun özelliği fıkıh usûlü ilmini yeniden canlandırması, mantıkla bütünleştirmesi ve ince bir teknikle âdeta yeniden kurması şeklinde özetlenebilir.

Fıkhı çağın ihtiyaçlarına cevap verecek hâle getiren âlim Murtazâ b. Muhammed Emîn el-Ensârî'dir (ö. 1281/1864). Günümüze kadar Şeyh Ensârî'nin kitapları ve metodu fıkıh çevrelerinde hâkim olmuş, onun takipçileri, aynı temeller ve metodoloji üzerinde yürümüş, fıkıh usûlüne ait Resâil'i ve Mekâsib isimli eseri üzerine çeşitli çalışmalar yapmışlardır.

b) Usûlîler:

Fıkıh usulünü kuran ve geliştirenlerdir. Usulîler, daha çok Kur’an ve mezhepçe kabul edilmiş kesin hadislere dayanarak içtihatlarda bulunmaktadırlar. İmamlardan gelen ve senedi sağlam olmayan hadisleri kabul etmemekte, bunun yerine Şiî müçtehitlerden gelen, ihtilafsız konuları kabul etmektedirler.

c) Uzlaşma:

Muhammed b. el-Hasen et-Tûsî (ö. 460/1068) Şiîlerin büyük üstadıdır. O, bu ekolleri birleştirmeye çalışmış, Usulcülerin istidlal ve içtihatlarını almış, Ahbarîlerin de hadis ve haber-i vâhid konusundaki görüşlerini (haber-i vâhidin) sıhhatini artıracak bazı katkılarda da bulunmuş) alarak uzlaşı yoluna gitmiş ve bu durum Şîa fıkhının gelişmesini sağlamıştır. O, aynı zamanda Şiî ve Sünnî fıkhını karşılaştırmalı inceleyen mukayeseli fıkıh konusunda da kitap yazmıştır.

et-Tusi, en-Nihaye isimli eserini Şii usule dayalı sünnet fıkhına ayırmıştır. Bu eserde hadisler arasındaki çelişkileri gidermeye çalışmıştır. Uddetu'l-usûl isimli kitabı, usûlün bütün bahislerini sistemli bir şekilde ele aldığı, bu arada kendi çığırını ve usûlünü açıkladığı önemli bir usûl kitabıdır. et-Tûsî bilhassa Mebsût ve Hilâf isimli eserlerine, Sünnî fıkıh kitaplarından önemli unsurlar aktarmış, bu yüzden Şiî fıkhın çehresinde önemli bir değişiklik meydana gelmiştir. Altıncı asrın ikinci yarısında ortaya çıkan fıkıhçılar bilhassa haber-i vâhidin bir delil olarak kabul edilmesi konusunda Şeyh'i tenkit etmiş ve bu konuda daha önceki usûlcülerin düşüncelerini müdafaa etmişlerdir.

Tenkitçilerin en sert olanı Muhammed b. İdrîs el-Hillî'dir (ö. 598/1202). Şehîd-i Evvel bilhassa el-Kavâ'id ve'l-fevâid isimli eserinde, Sünnî fıkhı devreye sokmadan, alternatif Şiî fıkhını ortaya koydu. Böylece bağımsız bir fıkıh oluşturmuş oldular.

SONUÇ

Şîa'da hadis denildiğinde sadece Peygamberimizin söz, fiili anlaşılmaz, onlar hadis dediklerinde buna 12 imamın (İsnâaşeriyye) söz ve fiillerini de dahil ederler ve bunu da dinde nas kabul ederler. Ehli Sünnetle ayrıldıkları temel nokta bu olduğu gibi, Şîa bazı sahabeleri kabul etmediğinden onlardan gelen rivayetleri de yok sayar.

Temelde Şiîler, usul açısından ehli sünneten büyük bir etkileşim içinde oldular. Özellikle Fıkıh, Fıkıh Usulü ve Hadis Usulü konusunda Şîa ehli sünneten büyük ölçüde yararlanmış, kavramlar ödünç almıştır. İlk dönem Şîa âlimlerinin bu yakınlaştırma çalışmaları devam etmiş olsaydı büyük olasılıkla aralarında büyük uçurumlar oluşmazdı. Fakat zamanla Şîa alimleri kendi mezhebi görüşleri doğrultusunda dönüştürmüş oldular. Bugün bu iki mezhep birbirini tanıyamaz noktaya ulaşmış oldu.

Peki Müslümanların iki büyük bloku olan Sünnî ve Şiî dünyası bir araya gelebilir veya aralarındaki sorunları çözüp birleşebilirler mi?

Bu soruyu aslında düşündüm. Fakat iki taraf birbirlerinden ayrılmak için o kadar büyük bir ağ örmüş ki tarafların kendi temel ilkelerinden vaz geçmeden bir araya gelmeleri imkansızdır.

Peki bu durumda ne yapılmalı?

Yapılacak en önemli çalışma ilmî olarak birbirlerini tanımaya çalışmalı, aralarında düşmanlığa yol açan sorunları ortadan kaldırmak için çaba serf etmeli, siyaseten birbirleri aleyhine çalışmamalarıdır. Ama Şîa günümüz İran'ı için milli bir din haline gelmiştir.

 

 


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar