TEVHİD HAKİKATİ
Cağfer KARADAŞ
Tevhid Yüce Allah’ın birliğinin ve yegâneliğinin ifadesidir. Bunun anlamı O’ndan başka ezelî ve ebedî bir varlık yoktur, yegâne yaratan ve hükmeden O’dur. Kelam düşüncesinde bu iki vasıf, “kadîm ve hâlık” olarak Yüce Allah’ın en özel sıfatı kabul edilmiştir. Bunun anlamı Yüce Allah yegâne tek, ezelî, ebedî, kendi kendine var olandır, kendisi dışındaki bütün varlıkları ilmi, iradesi ve kudretiyle yaratan ve yönetendir. Cennet ve cehennem de ebedîdir ama bu, kendiliğinden ve özünden değil, Yüce Allah’ın va’di gereği sürekli yaratmasıyla gerçekleşecek olan bir ebediliktir. “Allah’ın dışında başka bir tanrıya dua etme. Zira O’ndan başka tanrı yoktur. O’nun zatı dışında her varlık yok olma özelliğine sahiptir. Hüküm yalnızca O’nundur ve siz O’nun huzuruna getirileceksiniz” (Kasas 28/88).
Tarih boyunca tevhid hakikatiyle uyuşmakta
zorlanan iki anlayış söz konusu olmuştur: Birincisi kökenci, ırkçı ve dışlayıcı
üstünlük iddiası; ikincisi ise evrene ve unsurlarına parçacı yaklaşım. Zira
üstünlük iddiası Firavun’da olduğu gibi tanrılık iddiasına kadar gitmekte;
parçacı yaklaşım ise Mecûsîler’de olduğu gibi ikili tanrı anlayışına yol
açmaktadır. Nitekim üstünlükten yola çıkarak putperestler göğün yerden üstün
olduğunu; gökteki gezegen, yıldız ve burçların yeryüzüne ve insanın karakterine
etki eden, ebedî tanrısal varlıklar oldukları inancına kapılmışlardır. Nitekim
bu tür putperestlerden bir gruba karşı Hz. İbrahim, hem göklerin ve yerin
mülkünün Yüce Allah’a ait olduğunu göstermek hem de yıldız, ay ve güneşten
tanrı olmayacağını akla ve duyulara hitap ederek anlatmak üzere
görevlendirilmiştir. Ama onlar ne göğe yönelik batıl inançlarından ne Hz.
İbrahim’in müdahalesi karşısında kendilerini dahi korumayan putlarından
vazgeçmişlerdir. (En’âm 6774-81; Enbiyâ 21/51-71) Kur’an’ın birçok yerinde
geçen ifadeyle onlar, “gözlerini ve kulaklarını hakikate kapatanlar, akıllarını
kullanmayanlardır.” (Bakara 2/18,171; A’raf 7/179; Enfâl 8/22; Hac 22/46).
Hz. Peygamber (sav) zamanındaki müşriklerde de
benzer tavrı görmek mümkündür. Onların temel inancı atalarının dininin üstün
olduğu şeklindeydi. Onlar her ne kadar gökleri ve yeri yaratanın Allah olduğunu
kabul etseler de kendi yaptıkları taştan, tunçtan veya ağaçtan putların O’nun
yanında güç ve iktidar sahipleri olduklarına inanıyorlardı. Bu iddia ve
inançlarını da akılla ispat edemedikleri için sürekli hakikati inkâr ve
yalanlama yoluyla ayakta tutmaya çalışıyorlardı. Buna karşılık ataları olan Hz.
İbrahim gibi peygamberler örnek gösterilerek yanlışlıkları açıkça ortaya
konmuş; ahireti inkârlarına karşın da ilk yaratılışa işaret edilmiş ve baharla
birlikte tabiatta gerçekleşen muazzam dirilişe dikkat çekilmiştir.
Putperestlerin göğe yönelik bu batıl
inançları, bir kısım felsefecinin elinde felsefi izaha dönüşmüş, temelsiz bir
biçimde evreni “fizik ve metafizik” kısımlara ayırmışlardır. Bu ayrıma göre
gökyüzü ulvî, ruhanî, nuranî, ebedî ve tanrısal alan olarak tanımlanmış ve
fizik yolla göğe ulaşmanın imkânsızlığı iddia edilmiştir. Yeryüzü ise süflî ve
yap-boz alanı olarak görülmüştür.
Şeytanın ateşten kökenine bakarak kendisini
üstün sayması ve topraktan yaratılan Hz. Âdem’i hakir görmesiyle bu anlayış
arasında ciddi paralellik söz konusudur. Çünkü bu anlayışa göre toprak olan
yeryüzü ve içindekiler süflîdir yani değersizdir; nuranî olduğunu iddia
ettikleri gökyüzü ve orada bulunanlar ulvîdir yani yüce varlıklardır.
Zamanla bu parçacı yaklaşım Batınîlerce
Kur’an’dan yanlış bir yorumla aldıkları kelimelerle “âlem-i emir ve âlem-i halk”
şeklinde isimlendirilmiş; böylece dinî bir kisveye büründürülmüş ve meşruiyet
kazandırılmaya çalışılmıştır. Ne yazık ki, bazı kesimler bu yaklaşımdan
etkilenmişler, bunun bir gerçeklik olduğu düşüncesine kapılmışlar; buradan yola
çıkarak ay ve ayın üstünün nur olduğu, oraya
ulaşılamayacağı, hatta Hz. Peygamber’in cisminin değil, sadece ruhunun Miraca
çıktığı iddiasında bulunmuşlardır. Çünkü Batınîlerin iddiasına göre melek, cin
ve ruh gibi duyulur olmayan varlıklar gökseldir ve nuranîdir; ahiretteki hayat
ruhanî olacaktır. Hâlbuki başta İmam Mâtürîdî olmak üzere kelamcıların neredeyse
tamamı meleklerin de ruhun da diğer varlıklar gibi yaratılmış, cismanî ve
görünmeyen varlıklar olduklarını açıkça dile getirmişlerdir. Kur’an ve Sünnette
belirtildiği gibi Allah’ın yarattığı âlem bir bütündür her noktasında Allah’ın
kanunları aynı şekilde geçerlidir. Gökte ayrı kanun, yerde ayrı kanun yoktur;
hepsi Allah’ın mülkü kapsamındadır, bu yüzden âleme yönelik metafizik ya da
fizik, ulvî ya da süflî, emir ya da halk şeklinde parçacı yaklaşım temelsiz ve
geçersizdir. (Bk. Cağfer Karadaş, Kelam Düşüncesinde Allah ve Alem
Anlayışları, Ankara: Anadolu Ay Yayınları 2022, s. 107-108).
Sonuç olarak Yüce Allah tek olduğu gibi
yarattığı evren de tektir. Çünkü evren Yüce Allah’ın yarattığı varlıkların
toplamından ibarettir. Bunu İslam âlimleri “alem, Yüce Allah’ın dışındaki her
şeydir” (العالم ما سوى الله تعالي)
şeklinde ifade etmişlerdir.
24 Cemaziyelahir 1444 / 16 Ocak 2023
0 yorum:
Yorum Gönder