31 Aralık 2020 Perşembe

Bizim Evden Haberler


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

GENEL MANZARA

Acayip bir yıl geçirdik. Ne varsa gördük: Koronası-çekirgesi, salgını-savaşı, ambargosu-savunması, cinayeti-tacizi, arsızı-hırsızı; pisliğini örteni, gözünü yumanı, kulağını tıkayanı, aklımızla alay edeni; insanlık düşmanı ırkçıları, İslam korkusu üreten zorbaları, yersiz yurtsuz masumları…  Hepsini bu geçtiğimiz yıl içinde gördük vallahi! Bunlar hem bizim evde hem dışarıda. Anlayacağınız her yanda. Eskilerin dediği gibi umum-i belvâ. Herkesin başına bela, herkes bir şekilde müptela. Genci-yaşlısı, kadını-erkeği, amiri-memuru, köylüsü-kentlisi, işçisi-patronu… Hiç fark etmiyor, yakalıyor, yakasını bırakmıyor, ya biri ya öteki. Bir boşluğun, sarhoşluğun, gafletin, açığın veya açlığın olmaya görsün! Hele bir de varsa hırsın ve hevesin, gemlenmez arzuların, görünme ve gösterme tutkuların; peşindeysen hazların, baştan çıkaran havaların, uçuran gazların, süründüren tozların, esrarlı ortamların, saçma tılsımların, kötü alışkınlıkların, akla ziyan taşkınlıkların…

15 Aralık 2020 Salı

İlahiyat ve İslami İlimler Fakültelerinin 120. Yılı: -III- İlahiyat Programları Kaygılar Sorunlar ve Tepkisellikler

 


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

PROGRAMLARIN HAZIRLANMASINDAKİ KAYGILAR

Kuruluşundan itibaren ilahiyat programları dönemsel kaygılar doğrultusunda hazırlandığından her dönemin rengini almış ve yine her dönemde tartışma konusu olmuştur.  Öte yandan Yüksek İslam Enstitüleriyle başlayan İslam medeniyet ögelerinin tamamını kapsayacak program kaygısı, ders maddelerinin çoğalmasını, ders yoğunluğunun artmasını beraberinde getirmiştir. Böylesi geniş çerçeve içinde akademik derinliği yakalamak ve mesleki yeterliliği elde etmek oldukça zorlaşmıştır. Bu şekilde dönemsel kaygılarla hazırlanan programların olumlu ve olumsuz yönlerini şöylece sıralamak mümkündür:

3 Aralık 2020 Perşembe

İlahiyat Fakültelerinin 120. Yılı: -II- İlahiyat Fakültelerine Yüklenen Görev

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu 1949’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi açılması oturumunda şunları söylüyordu:

Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu (Kırşehir) – … Bir İlahiyat Fakültesi kurulmasından maksat medreseyi diriltmek değildir. Çünkü Fakülte ile medreseyi ayıran çok temelli bir karakter vardır. O da şudur: Medresenin çalışması nassi, apriyori, kablettecrübîdir. Fakülteler ilim evleri olduğundan, bunlar mukayeseye, müşahedeye ve en sonunda da mümkün olursa, izaha çalışmaktadır. Yani birincisi sübjektif olduğu kadar, ikincisi objektiftir. O halde hükümetin şayan-ı dikkat olan isteği şudur: Bütün manasıyla ilim haysiyeti ve ilim karakteri taşıyan bir fakülte meydana getirmek. Öylesine bir fakülte ki, diğer fakültelerden hiç bir surette ayrılığı olmayacaktır.

Bizim istediğimiz İslâm İlâhiyatı Fakültesidir. Ama medrese değil, ilmi karakter taşıyan İslâm İlâhiyat Fakültesi. İslâm dinini; İslâm mezheplerini … ilmî surette tedkik edecek bir ilmî fakülte.

İlâhiyat Fakültesini açmayı büyük bir olay olarak kabul ediyorum kendi hesabıma. Bunun feyizlerini ve nimetlerini daha sonra göreceğiz.

Şimdi benim nazar-ı dikkati celbetmek istediğim nokta şudur: Kısaca tebarüz ettireyim. İlahiyat Fakültesi İslâmiyeti bütün olarak tetkik etmekle beraber metotlarında, meselelerinde müspet ilimlere dayanmalıdır. Bu budur, efkâr-ı umumiyece bu vuzuh faydalıdır.

Bu İlâhiyat Fakültesi Atatürk inkılâbından sonra ikinci defa Türkiye’de açılıyor. İlk defa Atatürk İnkılâbından sonra İstanbul Üniversitesi içinde kurulmuştu. O İlâhiyat Fakültesinde benim de mesuliyetim vardı. Bir nevi sosyoloji fakültesi yaptık. Fakat burada yani Fakültede İslami bilimler esas, sosyolojik bilgiler yardımcı olacaktır.

*



İslam dünyası XIX. yüzyıldan itibaren batıdaki iki gelişmeden oldukça etkilendi. Birincisi yukarıdaki konuşmada da ifade edildiği gibi pozitivist (müspet ilimlere dayanan) anlayışla ortaya konulan başta sosyoloji olmak üzere sosyal bilimleri adeta kutsama ve bunları dini bilimlerin yerine ikame etme. Hatta pozitivist yaklaşımla dinî bilimlere ayar çekme. İkincisi ise batıdaki Kitab-ı Mukaddes çalışmalarını Kur’an ve Hadislere uygulama. Bu iki çaba bizim köklü ilim geleneğimizin ihmal edilmesini ve ilimler sınıflamasının tersyüz edilmesini beraberinde getirdi.

29 Kasım 2020 Pazar

Teşekkür

 

Değerli kardeşlerim, meslektaşlarım, öğrencilerim ve dostlarım,


Covid 19 bulaşması teşhisi sebebiyle hastanede tedavim devam etmektedir. Şükürler olsun tedavi süreci başarılı bir şekilde ilerliyor. Bu süreçte dualarıyla, telefonla arayarak, mesaj göndererek ve çeşitli platformlarda duygularını ve dualarını esirgemeyen herkese teşekkür ederim.

Arayan kardeşlerimden dönüş yapamadıklarımın mazur görmelerini istirham ederim. Bilvesile insani ve İslami görevimiz gereği hem Allah’ın emaneti olan canımızı korumak hem de bizim açımızdan canımız gibi değerli ve korumamız gereken başkalarının hayat haklarına zarar vermemek için alanın uzmanlarının ve yetkililerin talep ettikleri tedbirleri alma hususunda hassasiyet gösterilmesini istirham eder, dualarınızı beklerim.

İhsan Süreyye Sırma

18 Kasım 2020 Çarşamba

Russell'in Çaydanlığı Saçmalığı

 Maruf Çetin

Bertrand Russell ateist bilim filozofu idi. Dinlerin kanıtlanamazlığını savlamak için meşhur Çaydanlık örneğini verir. Şöyle der:

"Eğer ben Dünya ve Mars arasında eliptik bir yörüngede Güneş'in etrafında dönen porselen bir çaydanlık olduğunu öne sürseydim ve bu çaydanlığın en güçlü teleskoplarımızla bile tespit edilemeyecek kadar küçük olduğunu ekleyecek kadar da dikkatli olsaydım, kimse bu görüşümün tersini kanıtlayamazdı. Ama devam edip de bu savımın yanlışlanamaz nitelikte oluşundan dolayı insan aklının ondan kuşku duymasının kabul edilemez bir küstahlık olacağını söyleseydim, herkes haklı olarak saçmaladığımı düşünürdü. Ancak, eğer böyle bir çaydanlığın varlığı eski kitaplarca onaylansaydı, her pazar günü kilisede kutsal gerçeklik olarak öğretilseydi ve okullarda çocukların beynine kazınsaydı, onun varlığından kuşku duymak bir gariplik belirtisi olarak görülür ve o kuşkuyu duyan kişi, yakınçağda bir ruh doktoruyla, daha önceki çağlardaysa bir Engizisyon yargıcıyla görüştürülürdü."


Şimdi eğer Dünya ile Mars arasında bir "meteor taşı" olduğunu söyleseydi kimse buna itiraz edemez ve çürütemezdi. Ancak bir şeyi iyi biliyoruz. Çaydınlık BİR İNSAN MAMÜLÜDÜR.

Modern Arkeolojinin tanımı şöyledir: Arkeoloji, eski kültür ve uygarlıkları, bu uygarlıklarda yaşamış insanların elinden çıkan, insan düşüncesinin ürünü olan eserleri, alet ve malzeme ile ev eşyalarını, sanat yapıtlarını, bunların yer ve zamanını saptayarak inceleyen bir bilimdir.

Arkeolojide buluntular arasında "insan mamulü olan"lar ile "insan mamülü olmayanlar" ayrıştırılır. Mesela heykeli andıran doğal bir taş bulunursa, bunun heykel şeklinde olmasının bir önemi yok. Ama yontulmuş şekil verilmiş bir taştan yada bir kerpiçten bir heykel bulunursa bunun insanlar tarafından yapıldığı/üretildiği ve arkeolojik bir değeri olduğu kabul edilir.

Eğer arkeolojik bir kazıda 2 milyon yıl öncesine tarihlenen bir Çaydanlık bulunursa bunun 2 milyon yıl önce insan (veya diğer türevleri; neandartal filan) tarafından yapıldığı kabul edilecektir. ÇÜNKÜ ÇAYDANLAR TAŞ TOPRAK ASTROİD, METEOR VS. GİBİ KENDİ KENDİNE OLUŞAN BİR MALZEME DEĞİLDİR.

Şimdi Russell'in çaydanlığına dönecek olursak: Dünya ve Mars arasında bir çaydanlığın varlığını iddia ediyorsa oraya hangi insanın o çaydanlığı nasıl götürdüğünü açıklaması gerekir. Çünkü arkeolojiye göre "bir insan ürünü olan çaydanlık" evrim yoluyla ve kendi kendine varolamayacağı gibi herhangi bir yere de kendi kendine gitmiş olamaz.

Böylece Russell'in dinlerin kanıtlanamazlığı için verdiği örnek ve mantık zaten bilimsel olarak geçerli değildir.

Bilimler açısından dinler bilinemez ve inkar da edilemez. Çünkü bilimler yaşama ve ölüme dair gizemi çözmekten çok uzaktır. Bilimler doğadaki olayları ve fiziksel dünyayı açıklayabilir ama bunun ötesini açıklayamaz. Bertrand Russell nereden gelmiştir? O bilinci, yaşam enerjisini, kendisini var eden şeyi nereden almıştır, onun bilinci ve yaşam enerjisi ölümden sonra ne olmuştur? Bunları açıklayabilecek bir bilim henüz yoktur. Tam da dinin alanı budur.

İkinci mesele de şudur: Kadim kitapları alelade basitleştirip muhtemelen hurafeye eşdeğer sayıyor. Kadim kitaplar da insanlığın bilgi mirasıdır. Onlar olmasaydı bugünkü bilgilerimiz de olmazdı. Bazı bilgilerin zaman içinde değişmesi, hükmünü yitirmesi bu gerçeği değiştirmez. Günümüzde de kabul edilen bazı bilimsel yasalar, zaman içinde değişecek ve hükmünü yitirecektir. Daha iyisini yapana kadar mevcut olana tutunuruz, daha iyisini yapınca da önceden varolanı değersizleştirmek akıllı bir insanın yapacağı bir şey değildir.

Fıkra gibi:

Bertrand Russell'in maymun ataları o zamanlar gezegenler arası dolaşabiliyormuş. Dünya ile Mars arasında bir çay ve mangal partisi yapmaya gitmişler, çaydanlığı o zaman unutmuşlar? Bu bilgi aile içinde nesilden nesile Bertrand'a kadar gelmiş, yoksa orada çaydanlık olduğunu nereden biliyordu? Bu olamaz mı?

İlahiyat Fakültesi 120. Yılı: -1- Yüksek Dinî Eğitimin Kısa Tarihi

 İLAHİYAT FAKÜLTESİ 120. YILI

1

YÜKSEK DİNÎ EĞİTİMİN KISA TARİHİ

 

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ


İslam eğitim tarihini, 1400 yıl önce Hz. Peygamber’in Mekke’de ilk toplantı yeri kabul edilen Daru’l-Erkam’la başlatılabilir. Burası mütevazı sayıdaki ilk Müslümanların vahiy bilgisini aldığı, dini terbiyeden geçtiği ve Müşriklerin eziyetlerine karşı dayanma bilinci ve iradesinin kazanıldığı ilk ve tek okuldu. 

14 Kasım 2020 Cumartesi

Palandöken Dağı’nın Eteklerindeki Muhacirleri Hatırlamak Göç göç oldi… Göçler yola dizildi…


 Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Nuru Osmaniye camisinin Cağaloğlu’na bakan bahçe kapısından yeni çıkmıştı ki,  soldaki dükkânların birinin TV’sinden şu haber geçiyordu:

“Yine deniz, yine göçmen faciası! Müslüman ülkelerden, gayrimüslim ülkelere göç etmek üzere Akdeniz’de yol alan “şişme bot” patladı ve onlarca göçmen denize döküldü… Alınan haberlere göre yaşlı ve çocukların çoğu boğuldu; geri kalanları da yüzerek kurtulmaya çalışıyorlar… Bu zavallı mültecileri kurtarmaya giden ekipler, ancak beş kişiyi kurtarabildiler. Donmak üzere olan mültecilerden genç bir kadın, “Bebeğim! Bebeğim!” diye çığlık atıyordu. Çocuğunu kurtaramamış; Akdeniz’in sularında kaybetmişti yavrucağını…..”

4 Kasım 2020 Çarşamba

Ölçü


 Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Efendim! Ölçü her daim hayatımızda. Ama her nedense ya mağdur olunca ya zarar görünce ya bir şeyler eksilince ya da işler ters gidince gündemimize giriyor. Bu da ölçü bilincimizle alakalı olsa gerek. Yoksa ölçüyü herkes bilir hatta ölçülü olmanın gerektiğini de. Ama bilinç hususunda bir ölçü eksikliğimiz kesin. Kesin de, bu eksiklik nasıl giderilir? Bildiğim tek yol, hatırlatmak. Hatırlatmak, hatırlamayı; hatırlamak da bilinci getirir belki.

28 Ekim 2020 Çarşamba

Felsefenin Serencamına Dair Bir Genelleme -Halkın ve Hayatın İçinden Bir Kelamcının Cevabı-


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Efendim! Niyazi Bey oturmuş bol keseden bir çuval genelleme döktürmüş. Anlaşılan ortada dolaşan beylik laflardan çok etkilenmiş. Belki de birkaç yapısökümcü esnafının gazına gelmiş.  Bin yılların köklü tarihine sahip Kelam ilmi hakkında almış, vermiş. “dinsel düşünüşün bitişini” ilan etmiş ve “Deizmin artışının” sebebini şıppadanak bulmuş. Yetmemiş, insanlık tarihinde muazzam bir düşünce çığırı açmış bulunan Büyük İmam Matüridî’ye de dil uzatmış. Neler dememiş ki. Buyurun okuyun cümlelerini:

25 Ekim 2020 Pazar

Hikâyeler Her Zaman Daha Çok İlgi Çeker

 

Ebû Ömer b. Dâvud

Geçenlerde Mardin’in Ömerli ilçesine bağlı Kocakuyu Köyü’ne gitmiştik. Burasının eski adı Berté… Mardin’deki köylerin neredeyse tamamının adı değiştirilmiş geçmişte… Mardin Büyükşehir olduğu için köyler de mahalle oldu haliyle… Köy için seçilen isimden de anlaşılacağı zere burada bir kuyu var.

Kocakuyu Köyündeki kuyunun son hali (Kaynak: https://www.facebook.com/kocakuyubiyerte/)

22 Ekim 2020 Perşembe

Tarihin Hakikati veya Hakikatin Tarihi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi

İnsanın yeryüzündeki hayat macerası bir anlamda onun hakikati arama serüveninin toplamından ibarettir. İnsan öncelikli olarak yaşadığı zamanın hakikatini bulmaya çalışır. Bu çabası ister istemez onu yaşadığı zamanı doğuran geçmişin/tarihin hakikatini öğrenmeye yöneltir. Ancak bu durumda yeni bir sorunla karşı karşıya gelir; onu geçmişin hakikatine götürmesini istediği tarih acaba ne kadar hakikidir? Ayrıca tarihin ona aktardıklarının hakikatle irtibatı ne boyuttadır? İşte bütün bu iç içe geçmiş sorular insanı öncelikli olarak tarihin mahiyeti (neliğini) anlamaya, oradan da tarihten hakikat devşirme arayışına zorlar. Bu durumda ilk cevaplanması gereken soru akla gelir:

17 Ekim 2020 Cumartesi

Modern Zamanlarda Tarihi Geri Döndürme İddiasında Bir Hareket Selefilik


Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Selef, kavram olarak öncekiler anlamına gelmekte olup İslam düşünce tarihinde yaygın olarak bu isim, Hz. Peygamber’den sonraki ilk üç nesil için kullanılır. Bu üç nesil sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîndir. Hz. Peygamber şu hadîsinde bu üç nesli övmüştür: “En hayırlınız benim asrımda yaşamış olanlar, sonra onları takip edenler, sonra onları takip edenlerdir.” (Buharî, “Şehâdât”, 9; Müslim, “Fedâilu’s-sahâbe”, 212)

11 Ekim 2020 Pazar

Yaşayanın Fatiha’sını Okumak

 

Adnan Demircan

İnsanlığın bugüne kadar biriktirdiği ciltler dolusu bilginin nasıl oluştuğu ve hangi yollarla nakledildiği ilginç bir hikâye… Aslında bu hikâyeyi esaslı bir şekilde eğitim sistemimizde verilmeli. Yani eğitimciler gerçek bir bilim tarihi öğretmeyi dert etmeli kendilerine…


Hazırcevap

Ebû Ömer b. Dâvud

Kültürümüzde hazırcevap olmak, birine ağır sözlerle cevap vermek ya da onu cevap veremez duruma düşürmek iftihar edilen bir durum… Bundan olacak ki sosyal medyada en fazla paylaşılan ve ilgi gören paylaşım ve yorumlar laf sokma ve şimdi gençler arasında yaygın ifadeyle söylemek gerekirse kapak sözlerdir.


10 Ekim 2020 Cumartesi

Hz. Peygamber’in Soyu Kimden Devam Etti?

 

Adnan Demircan

Başlıktaki soruyu okuyan birçok insanın “Tabii ki Hz. Hasan ve Hüseyin’den” dediklerini duyar gibiyim. Kuşkusuz bunun gibi bize öğretilen basmakalıp bilgileri tekrar tekrar sorgulamalıyız ki doğruya ulaşabilelim.


9 Ekim 2020 Cuma

Ömerli’de Çocuk Olmak

 

Adnan Demircan

Bir süredir ara verdiğim Ömerli yazılarına aradan geçen uzun zamana rağmen Ömerli’de çocuğun dünyasıyla ilgili hatırladıklarımla devam etmek istiyorum.


8 Ekim 2020 Perşembe

Macron, “Fransa’nın yüzkarası”

 


Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Senelerce önceydi… Memleketimde okula gittiğimde, ülkelerin tarihini ve özellikle de zalimlere, tiranlara, imparatorlara karşı yapılan devrimlerin tarihini okumayı çok severdim… Bunun içindir ki Fransız Devrimi üzerine de çok okudum. Bilhassa Fransız düşünür ve filozoflarının, Victor Hugo’nun, “Sefiller”inde anlattığı gibi, Luxemburg Bahçesi’nin kumları üzerinde Fransız Kralı’nı, Tiranı’nı devirme planlarını nasıl çizdiklerini merak ve heyecanla okumayı çok severdim.


7 Ekim 2020 Çarşamba

İslam Tarihinin İlk Dönemlerindeki Evliliklerle İlgili Çağdaş Tartışmalara Dair (5)

 


Adnan Demircan

Geçen yazımızda Hz. Aişe’nin evlilik yaşıyla ilgili farklı yaklaşımları ele alan araştırmacı ve yazarların çalışmalarına işaret etmiş ve bunlarla ilgili genel bir değerlendirme yapmıştık. Bugün de rivayetleri kritik ederek yolumuza devam edelim. Ancak her şeyden önce şunu vurgulamalıyız ki Hz. Aişe’nin evlilik yaşını ele alırken genel bir durumdan bahsetmemiz gerekir: Genel olarak ele aldığımız dönemde evlilik yaşı hem erkekler hem de kızlar için düşüktü. Dolayısıyla Hz. Aişe’yle ilgili rivayetleri kritik ederken rivayetleri ait oldukları dünyadan bağımsız düşünmemek gerekir. Diyelim ki, rivayetlere takla attırarak Hz. Aişe’nin yaşını büyüttünüz. Diğer insanlarla ilgili rivayetleri ne yapacaksınız? Bence mızrağı çuvala sığdırmak mümkün değil.


Beni Asla Bırakma (Film Tanıtımı)

 Maruf Çetin

Distopya filmler katalogundan rastgele seçip izlediğim bir film: Never Let Me Go (Beni Asla Bırakma). 2010 tarihinde İngiliz yapımı alternatif tarih ve romantik konulu distopik bir filmdir. Kazuo Ishiguro'nun aynı isimli bir romanından uyarlanmıştır. Filmin yönetmeni Mark Romanek, oyunculuğunu ise Carey Mulligan, Andrew Garfield, Keira Knightley üstlenmiştir. Hem oyunuculuk hem de film konusu ve işlenişi açısından oldukça başarılı bir filmdi.

Distopya filmlerinin rahatsız edici bir özelliği bulunduğunu unutmamak gerekir. Filmi izlerken boğazınıza bir yumru kalacağı ve insanlık adına kendinizi kötü hissedeceğiniz muhakkak...

Dikkat bu yazı spoiler içerir.

Filmin (ve aynı zamanda romanın) konusu DNA'nın yapısının çözüldüğü tarihe atıfla başlıyor. Filmin açılışında belirtildiğine göre 1952'de Tıp Devrimi gerçekleşmiş ve DNA yapısı çözülmüştü. Bu tarihten sonra amansız hastalıkların büyük çoğunluğu tedavi edilebilmeye başlanmış. 1967'de insanın ortalama yaş süresi 100 yılın üzerine çıkmış. Filmde organ üretimi için insan kopyalandığına gönderme yaparak burada kopyalama (modelleme) yoluyla üretilen çocukların yaşamlarına mercek tutuluyor.

Hailsham, tarihi bir binada kimsesiz çocukların yetiştirildiği bir yatılı okuldur. Aslında bu çocuklar başka gerçek insanların DNA'sından modellenerek klonlanmış yani kopyalanmışlardır. Yetişkin yaşa geldiklerinde organları alınmak üzere "zorunlu bağışçı" olarak yetiştirilmektedirler.

Zorunlu bağışçılar, henüz çocuk yaşta iken bu sistemden bir çıkış olmadığına dair şartlandırılmışlar. Yeni gelen öğretmenleri çitin arkasına kaçan topu neden almadıklarını sormuş. Hailsham'ın sınırları çit ile belirlenmiştir, onun dışına çıkmak çok tehliklidir diye cevaplamışlardır. Çitlerin dışına çıkanlar vahşi bir şekilde öldürülür ve okuldaki herkes de bunu bilir. Vücutlarında bir de çip vardır, bütün giriş çıkışlarda bu çip okutulur. Kaçmaları teknik olarak mümkün değildir ve kaçanların çok şiddetli bir şekilde cezalandırılıp öldürüldüğünü bilirler. Bu yüzden sistemden bir çıkış ve bir kaçış yoktur. Bu durumda isyan etmeleri de mümkün değildir.

Hailsham bir organ ve donör üretim fabrikasıdır. Bunun gibi başka bir sürü okul vardır. Yine de diğer okullar içinde Hailsham en şanslı olanıdır. Hailsham yöneticileri burada yetiştirilen bağışçıların insan olduğunu düşünmemektedir. Bununla birlikte çocuklara kötü bir muamele yapılamamakta aksine iyi davranılmaktadır.

Burada yetiştirilen çocuklar diğer insanlara göre daha az zeki ve daha az yaratıcıdırlar. Oldukça da itaatkardırlar. Nadiren sinirlenenler çıksa da isyana hiçbir zaman dönüşememektedir. Yönetim, çocukların bir ruhunun olup olmadığını anlamak için onlara sık sık resim gibi sanatsal aktiviteler yaptırmakta ve beğenilen eserleri "galeri" adını verdikleri bir yerde sergilemektedirler.

Yalnızlık, sahipsizlik, değersizlik duygusu hakimdir. Zengin ve varlıklı kişilerden modellenmediklerini (kopyalanma) bilirler. Yine de beyhude bir çabayla modellendikleri kişileri bulmaya ait oldukları kökenlerine ulaşmaya çalışırlar.

Çocuklar birbirine tutunmakta ve birbirine aşık olabilmektedirler. Hailsham'da anlatılan bir söylenceye göre, birbirine aşık olan ve bunu yaptıkları sanatsal eserlerle kanıtlayabilen kişilere aşklarını birlikte yaşayabilmeleri için bir kaç yıl erteleme hakkı verilmektedir. Bu yönüyle film; yaralayıcı, tırmalayıcı bir aşk hikayesini de içeriyor.

Film ne anlatmaya çalışıyor?

Varlıklı ve önemli kişiler 100 küsür yıl yaşabilsin diye bazı insanların kopyaları üretilerek erişkin yaşa geldiklerinde organları alınıp hayatlarına son verilmektedir. 90 yaşındaki organları iflas etmiş birinin bir kaç yıl daha yaşaması için 20 yaşındaki bir gencin vücudu parçalanarak organları alınmaktadır.

Filmde DNA ve Tıp devrimi ile ilgili aktarılan bilgi doğru bir bilgidir. 1952'de Rosalind Franklin ve Raymond Gosling tarafından bugünkü bilinen yapısı ile DNA tamamen çözülmüştü. Resmi olarak bir canlının Dolly adını verdikleri bir koyunun kopyalanması ilk defa 1996 yılında İskoçya'da meydana geldi. İnsan kopyalama çalışmaları ile igili etik tartışması yapıldığından bu konu genellikle ifşa edilmiyor. Keza bir takım haberlerde organ üretimi için insan kopyalanabileceği şeklinde açıklama yapanlar oluyor. Her ne kadar bu konu etik bulunmasa da, Avrupa'nın birçok ülkesinde yasaklanmış olsa da insan kopyalama çalışmalarına BM düzeyinde bir yasak getirilebilmiş değil.

Filmin konusu distopya olarak görünse de tamamen gerçek de olabilir. İnsan klonlama ile ilgili bir çok roman yazıldı, film yapıldı ve hikayeler anlatıldı. Ayrıca teknik olarak bunun yapılabildiği de biliniyor. Etik bakımdan tartışmalar olsa da, organ üretimi için bunu gerekli gören bir kesim de var. Belki de Hailsham benzeri yerlerde veya özel fabrikalarda bu amaçla insan klonlanıyordur. Kim bilir?

Klonların insan olmadığı söylense de aslında klonları üretenler, buna sponsor olanlar, bundan sağlık ve yaşam beklentisi içinde olanlar klonlardan daha az insan, hatta onlar birer canavardır.


4 Ekim 2020 Pazar

Hz. Ömer'in Hz. Ali'den İstediği Ümmü Külsum’la Görüşmesinde Olanlar

 

Adnan Demircan

Prof. Dr. Zeki Bayraktar Hocama...

Tarih kitaplarında yer alan rivayetlerde genellikle bir olayın bütünü değil, bir kesiti anlatılıyor ki bu da zaman zaman rivayetlerin yanlış anlaşılmasına ve buna göre değerlendirme yapılmasına sebep olabiliyor. Son zamanlarda bu tip rivayetleri inkâr etme, bir çıkış yolu olarak görülüyor. Çünkü bazı rivayetler üzerinden oluşturulan algı ile insanların kabulleri arasında çatışmalar ortaya çıkıyor. Eleştiri konusu yapılan rivayetlerden biri, Hz. Ömer’in Hz. Ali’nin kızı Ümmü Külsum’la görüşmesinde eteğini kaldırdığına dairdir.


3 Ekim 2020 Cumartesi

Macron, “la honte de la France”


Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Il y a d’ici des années… Lorsque J’allais à l’école dans mon pays, j’aimais bien lire l’histoire des pays ; et surtout l’histoire des révolutions contre les empereurs et les tyrans… C’est pourquoi j’ai beaucoup lu sur la Révolution Française aussi. Surtout comment les savants et les philosophes Français faisaient leurs plans sur les sables du jardin Luxembourg pour renverser le Tyran Français, comme le raconte Victor Hugo dans ses “Les Misérables”…

İslam Tarihinin İlk Dönemlerindeki Evliliklerle İlgili Çağdaş Tartışmalara Dair (4)

Adnan Demircan

İslam tarihinin ilk dönemlerdeki evlilik yaşı meselesini ele alırken ilk akla gelen Hz. Aişe’nin evlilik yaşı. Bu konuda farklı görüş ve iddialar var. Ancak bu konudaki tartışma esas itibariyle bu asra ait… Yani çağdaş zihnin ürettiği sorular ve cevapları etrafında oluşuyor.


1 Ekim 2020 Perşembe

Tarih-i Şimşir -Bir Abartı Tarihi Girişimi-

TARİH-İ ŞİMŞİR

-BİR ABARTI TARİHİ GİRİŞİMİ-

 

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Efendim! Güneşli bir sabah vakti, kahvaltı sonrası, yemyeşil bahçede çardak altında, mahallenin kafadarları buluşmuşuz. Çay demli sohbet koyu. Söz döndü dolaştı tarihe geldi. Bir baktık ki, bizim tarih meraklısı dertli mi dertli. “Vallahi bu tarih başımıza iş açacak” dedi durdu. “Yahu, onunla sen uğraşıyorsun, bizim başımıza niye iş açsın” dediğimizde, “Dalga geçmeyin, bu sefer iş çok ciddi” dedi. “Aziz kardeşim, tarih ne yapar? Geçmiş gitmiş, ya külü kalmış ya tozu, en fazla fosili… Aslında tarih tecrübedir. Ama kimse o tarafına bakmıyor.” dediysek de teselli edemedik. Belli ki dertliydi. Dert içine oturmuştu. Sonunda anlatmaya başladı.

26 Eylül 2020 Cumartesi

İslam Tarihinin İlk Dönemlerindeki Evliliklerle İlgili Çağdaş Tartışmalara Dair (3)

 

Adnan Demircan

Merhum Taberi, önemli bir tarihçi… Aynı zamanda tefsir ve fıkıh alanında söz sahibi âlimlerden… İçtihatları sebebiyle mezhep sahibi kabul edilmiş. Ancak Ceririye denen bu mezhebin tabileri kalmadığı için zamanla kaybolmuş. H. 310 (m. 923) yılında vefat etmiş. Yani ilk dönem âlimlerinden biri…


24 Eylül 2020 Perşembe

Din/İnanç Ticareti Üzerine... Azdan Çok, Çoktan Az...


 Prof. Dr. Mustafa Ertürk

Bu sefer biraz tersten beyin jimnastiği yapmak geldi içimden. Şöyle bir kural vardır; Her şey zıddı ile kâimdir, yani bir şeyin varlığı onun yokluğuyla ayakta durur. Dolayısıyla zıtlık bir şeyin varlığının olmazsa olmazıdır. Unutmamak gerekir ki bir konuda "Bu yapılmalı!" deniliyorsa o yerde/zamanda/durumda "o şey yapılmıyor" demektir. Yapılmamalı deniliyorsa yapıldığının göstergesidir. Hayata şöyle bakalım, hep bu minvalde akıııp gider... 

23 Eylül 2020 Çarşamba

İslam Tarihinin İlk Dönemlerindeki Evliliklerle İlgili Çağdaş Tartışmalara Dair (2)

 

Adnan Demircan

Daha önceki yazımızda geçmişte yapılan evliliklerle ilgili tarihsel olguyu ve bunun nasıl okunması gerektiğini arz etmeye çalışacağımızı söylemiştik. Bu yazımızda dönemin ele alacağımız boyutuyla okunmasına dair nerede durduğumuzu göstermek üzere ilkesel bir çerçeve çizmeye çalışalım.


22 Eylül 2020 Salı

Mışrēḳe

 

Adnan Demircan

Elimdeki bazı çalışmalar sebebiyle Ömerli’nin sosyal tarihiyle ilgili yazılara biraz ara verdim. Planladığımı uygulayabilirsem inşallah Ömerli’yle ilgili yazılar aralıklı olarak devam edecek.


21 Eylül 2020 Pazartesi

Ceyhun Nehri Kenarında Bakkal Seyfulislâm’la…


Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Tarihçi, senelerdir Orta Asya’daki Türk illerini merak ediyor, bir türlü fırsat bulup oralara gidemiyordu. Onun bu merakı, çağının çılgın bir tutkusu olan gökdelenleri, zevk ve estetikten yoksun olan çarpık çarpık binaları, lüks otelleri; zaman zaman yirmi üç kişinin bir araya gelip, meşin bir yuvarlağın peşinde koşuşturmaları ve nihayet bu yirmi beş kişiyi seyredip çılgın naralar atanları, küfredenleri seyretmek değil, “tarihin tanıkları” olan dağları, mağaraları, nehirleri, vadileri, ovaları gezmek, onlarla tarih sohbetleri yapmak, bağırlarında yetişmiş olan müstesna ulemanın yetiştikleri ortamı görmek, onları yetiştirmiş olan hocaların nasıl hocalar olduklarını öğrenmekti… 

İman Yorumlatır

 

Ebû Ömer b. Dâvud

 

Dünyada binlerce din ve inanç var. Bunların bir kısmı o inanca bağlı olmayanlara anlaşılmaz ve kabul edilemez geliyor. İman kişinin inancının yegâne hakikat olduğu kabulünü barındırıyor. Bir inanan, içinden böyle inanmasa da böyle bir görüntü vermek zorunda, yoksa imanla elde ettiği pozisyonunu kaybeder.


20 Eylül 2020 Pazar

Geçmişte İlmin Merkezi Olan, Şimdilerde Cehaletin Yüceltildiği Mekân

 

Adnan Demircan

Bir süre önce Cuma namazı kıldığım bir camide hoca hutbe okurken hadisin bitiminden sonra, -hadislerin vahiy gibi kesin olmadığını ifade sadedinde okunan- “Allah Elçisi söylediği sözde ya da benzer sözde doğru söylemiştir” “Sadaḳa Resûlullah fî-mâ ḳâl ev kemâ ḳâl” ibaresini “Sadaḳa Resûlullah ev kemâ ḳâl fî-mâ ḳâl” şeklinde okudu. İlk gittiğimde bunun dil sürçmesi olduğunu düşündüm, ama sonraki haftalarda da ibareyi bu şekilde okumaya devam etti. Anladığım kadarıyla ibareyi yanlış ezberlemiş veya aklında yanlış kalmıştı. Namazdan sonra cami için yardım toplayan görevlinin yanına gittim. “Hoca için bir not bırakmak istiyorum” dedim. “Bana söyleyin, ben Hoca’nın oğluyum” dedi. Ben de ona durumu izah ettim. Cemaatin çoğunun Arap olduğunu ibarenin bu şekilde okunmasının onları rahatsız edeceğini ifade ettim. Hoca, sağ olsun sonraki haftalarda ibareyi hutbeden tamamen kaldırdı. Ya oğlu anlattıklarımı tam aktaramadı ya da hocanın dili yeni ve doğru olan forma alışamadı. Neyse önemli değil, ama sorun kalmadı.


19 Eylül 2020 Cumartesi

Potomac Nehri’nin kenarında “ellem ğullem”leri duymak…


 

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Yaşlı Tarihçi seyahati çok sevdiği için, zamanla sıkıntılarına katlanmayı da öğrenmişti. Daha doğrusu katlanmak zorundaydı. “Gülü seven, dikenine katlanır” derler ya, tarihçininki de o misal. Ya seyahati sevmeyeceksin, ya da seyahatler sırasındaki sıkıntılara, “ah! vah!” deyip sızlanmayacaksın! Ama nihayetinde Tarihçi de bir insandı ve zaman zaman karşılaştığı sıkıntılar karşısında kendi kendine, “yahu senin bu çöllerde, dağlarda, kayalıklarda, nehir çağlayanlarında ne işin var? Pervari bahçeleri, dereleri, patikaları, uçurumları,  seni tabiata doyurmadı mı? ” deyip kızdığı da olmuyor değildi…

18 Eylül 2020 Cuma

FÂTİHA SÛRESİ -Çoklu Meal Denemesi-



بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمـَنِ الرَّحِيمِ

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ {1}  الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ {2}  مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ {3}  إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ {4}

اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ{5}  صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ {6} غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ {7}

 

Prof. Dr. Cağfer Karadaş

 

GENEL BİLGİ

Mushaf’ın ilk sûresinin adı. O yüzden Fâtiha denilmiş. Güçlü görüş, onun Mekke’de indiği. Medine’de indiği de söylenmekte. Hem Mekke’de hem de Medine’de indiğine dair de görüşler var. Yedi ayetten oluşmakta. Kitabın başlangıcı ve esası. Ayrıca namazların her rekâtında ve her daim tekrar tekrar okunması dolayısıyla es-Seb’ul-mesânî olduğu söylenmiş. Kur’an’ın bütün bir anlamını içeriğinde ifade eden bir sûre. Bu yüzden birçok tefsirde kitap çapında yorumlar yapılmış. Müstakil tefsir çalışmaları da oldukça fazla.

17 Eylül 2020 Perşembe

İslam Tarihinin İlk Dönemlerindeki Evliliklerle İlgili Çağdaş Tartışmalara Dair (1)

 

Prof. Dr. Adnan Demircan

İnsanlık tarihinin en eski ve önemli kurumlarından biri olan aile, çağdaş sorular ve sorunlar çerçevesinde dini değerler ve tarihi pratikler açısından tartışma konu yapılmaktadır. Bu tartışmaların çoğu bugüne aittir. Elbette geçmişte de bazı tartışmalar olmuştur, ancak bugün tartıştığımız bağlamdan ve gündemden farklı olarak…


13 Eylül 2020 Pazar

Gelenek


                                                                                            Dr. Halil ORTAKCI

Hz. Peygamber (s), hayattayken Müslümanlar arasında meydana gelen her türlü ihtilâfa müdahil olur ve onların problemlerini çözerdi. Eşleriyle sorun yaşayan karı-kocalar, çocuğu yemek yemeyen anneler… O, itikat ve ibadet hakkında ortaya çıkan müşkilleri de hallederdi. Ağzından hak sözden başka bir şey çıkmaması sebebiyle de verdiği bilginin doğruluğu tartışılmazdı. Vefatından sonra bilginin sağlaması için isnâd sistemi oluşturulmuşsa da mutlak doğrunun tespiti hususunda Müslümanlar arasında ihtilafların yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Bu ihtilafların başında Kur’an’ın cem’i ve çoğaltılması meseleleri gelmektedir. Ashâbın bir kısmı Hz. Peygamber’in (s) bu konuda bir icraatı olmaması hasebiyle mütereddid davranmışlardır. Yani bir manada asr-ı saadete yönelik muhafazakar duygular içerisinde geleceğe dair bir endişe taşımışlardır. Ancak kurrâ sahabîlerin vefatları sebebiyle Kur’an’a dair mevcut düzenin bozulmasından endişe edilerek cem’i sağlanmıştır. Yine aynı şekilde Hz. Ömer döneminde fetihler zirveye ulaşmış ve bunun neticesi olarak Hz. Osman zamanında eyaletlerde kıraat farklılıkları sebebiyle kargaşalar ortaya çıkınca Kur’an’ın çoğaltılması kararı alınmıştır. Böylece geçmişe duyulan özleme rağmen, mevcut dinî istikrarın bozulmasından korkulması sebebiyle gelene eklemelerde bulunulmuş ve bir gelenek oluşturulmuştur. İslam’ın ilk döneminde geleneğin oluşmasında nüzûl sürecini iyi bilen ashâb başat rol oynamıştır. Sonraki dönemlerdeyse durum biraz karışmıştır. Dinî hükümleri verme işi bazen en iyilere bazen de en kötülere kalmıştır. Doğru dinî bilgiyi tespit edebilenler de edemeyenler de ekolleşmişlerdir. Bu mezhepleşmeler içerisinde sadece kendisi gibi düşünenlerin cennete gireceğine inananlar bir hayli fazla olmuştur. Mihne hadisesinde olduğu gibi gücü eline geçirenler, karşıdakine yaşama fırsatı vermemiştir. Fakat burada da birey olarak değil ehl-i hadis temelli geleneğin parçası olarak Ahmed b. Hanbel gibi âlimler, totaliter uygulamalara karşı durmuşlardır. Tabi bu reform içerikli baskıcı tutum, devletin yönetiminin mevâlinin eline geçiş sürecini de hızlandırmıştır. Onlar, ilmin yanında idareye de hakim olmaya başlamışlardır. Durumun bu hali almasında Emevî politikalarının da etkisi büyüktür. Ümeyyeoğullarının, gayr-i Arap unsurlara yönetim vazifesi vermemeleri sebebiyle mevâlî, enerjisini ilmî sahada harcamıştır. Abbasîler zamanında ilmin yanında idare de onların kontrolüne geçince gelenekte mevâlî etkisi artmıştır. Özellikle sünnî bünyede yer alan Türkler ve Farslılar, bir mevâlî olan Ebû Hanîfe’nin mezhebini takip etmişlerdir. Böylece ehl-i rey görüşünü benimsemişlerdir. Arap kökenli Müslümanlar ise ekseriyetle kurucuları birer Arap olan diğer üç fıkhî mezhebi takip etmişlerdir. Her bir ekol, zaman içerisinde gelene ayrı eklemelerde bulunmuş ve bunun sonucunda İslam dünyası bilgi ve uygulamaların birikimselliğiyle ilerlemiştir. Yazılan eserlerde belli bir doygunluğa ulaşıldığında şerh ve hâşiyeler dönemi başlatılmıştır. Bu durum, yeni eklemelerle asırlarca devam etmiştir. Yüz yıl önce ise geleneğin bilek damarları kesilmiştir. Bu sürece tanzimatı da dahil edersek durum daha da vahim bir hal almaktadır. Geçen zamanda ise belki beş yüz yıllık baş döndürücü hızlı gelişmeler meydana gelmiştir. Hayat ilerlemiş ve fakat gelenek yerinde saymıştır. Aradaki devasa farkın kapatılması ise mümkün olmamıştır. Durum böyle olunca Müslümanların bir kısmı 1400 yıllık tecrübeyi ve yaşanmışlığı bir kenara atıp, asr-ı saadete yeniden dönerek sıfırdan başlamayı düşünmüşlerdir. Bir kısmı ise yüz yıl önce kesilerek yaralanan geleneği tedavi etmeden mutlaklaştırmışlardır. Kanaatimce her iki yaklaşım da eksiktir. Yapmamız gereken bizden öncekilerin yaptığı gibi Kur’an ve Sünnet ışığında geleneği geliştirerek günümüzle barıştırmaktır. Çünkü gelenek yerinde saymış, sosyoloji değişmiştir.

11 Eylül 2020 Cuma

Hz. Ömer Hz. Ali’nin Kızıyla Evlendi mi?

 

Adnan Demircan

İnançlarımız ve geçmişe ilişkin sahip olduğumuz kanaatler genellikle geçmişe ilişkin değerlendirmelerimizi belirliyor. Eğer anlatılanlar bizim kanaatimize uymuyorsa inkâr etmek, kendimizi rahatlatmanın yollarından biri… Bu sebeple birçok rivayeti hatta olayı inkâr sıklıkla karşılaştığımız bir durum… Peki, olanı mı anlatmalıyız, yoksa olması gerekeni mi kurgulamalıyız? Bu soruya samimi bir cevap vermek durumundayız.


10 Eylül 2020 Perşembe

Yes Şeyh!



Prof. Dr. Şaban Öz

Sanırım öncelikle yazının adının mülhem kaynağını anlatmam gerekiyor. Akademik camia ve bizim mahalle ilimle, kitapla çok hemhâl olduğu ve dahası magazin izlemediği için çoğunuzun haberi yoktur, bir kanalda “Masterchef Türkiye” isimli bir yemek yarışması var. Programda genç aşçılar şeflerle konuşurken ikide bir “yes şef” diyorlar, sanki mutfak dili İngilizceymiş gibi şefin her sorusuna “yes şef” diye cevap veriyorlar. Şeflerin uyarısına rağmen ısrarla “yes şef”ler devam ederken programdaki İtalyan şef, kendisiyle İngilizce konuşmaya çalışan yarışmacıya “Benimle niye İngilizce konuşuyorsun?” deyip tarihi ayarı çekti! En sonunda sert şef, “En nefret ettiğimiz ‘yes şef’tir” deyip konuyu kapattı… Hah işte oradaki yes şefi; son dönemlerde işi yemek yarışması boyutunda sürdüren değerli şeyhlerimize uyarlamış oldum! Haliyle ne alaka sorusu geliyor; yarışmada “blend edip fresh bir tat katarsınız” türü cümleleri o şeften duymamış olsam aslında bir alakası da yoktu. Hayaller gerçekler… Söylemler eylemler… 

Aşureyi İlk Defa Emeviler mi Pişirip Dağıttı?

 

Prof. Dr. Adnan Demircan

Son dönemlerde moda bir akım var. İslam dünyasında insanların hoşlanmadıkları her şeyi Emevilere nispet ederek onları suçlamak… Namazı mı beğenmiyorsunuz? Bu namaz Emevilerin icadıdır deyin. Akide mi hoşunuza gitmedi? Sorumlusu Emevilerdir. İslam dünyası geri mi kaldı. Tabii ki Emeviler yüzünden…


9 Eylül 2020 Çarşamba

Zeynelabidin Ali b. Hüseyin’in Annesi Son İran Kisrası’nın Kızı mıdır?

  

Prof. Dr. Adnan Demircan

 Zaman zaman Farisilerin Şia’ya meyletmesiyle Hz. Hüseyin’in soyunda olduğu iddia edilen Farisi kan arasında bağ kurulmaktadır. Buna göre Hz. Hüseyin’in evlendiği Şâhzenân ya da Şehrbânu adlı kadının son Sasani Kisrası Yezdicerd’in kızı olduğu ileri sürülmektedir. Ali b. Hüseyin’in bu kadının oğlu olduğu, dolayısıyla imamların asil Farisi kanı taşıdıkları iddiası gerçek midir, yoksa kendi vasatında mı ortaya çıkmıştır, bunu bu kısa makale çerçevesinde ele almaya çalışacağız.


8 Eylül 2020 Salı

İhtiyât

Dr. Halil ORTAKCI

İnsan, bilgi-birikim olarak yeterli donanıma sahip değilse çözemediği herhangi bir mesele karşısında ihtiyâtlı bir tutum sergilemelidir. Özellikle mesele din olduğunda daha da dikkatli davranmalıdır. Mümkünse bir bilene sormalıdır. Görüş bildirecekse de prensip olarak nassları takdis ve tasdik ettiğini ifade etmesi elzemdir. Ama asl olan aczini itiraf edip susarak meseleyi bir bilene havale etmektir. Çünkü müktesebatı olmayan kişinin akıl yürütmesi yüzme bilmeyen kişinin suya dalmasına benzer. Ancak bazen dinî meselelerin, yetkin olmayan kişinin zihnini ve kalbini kemirdiği de vâkidir. Kişi böyle durumlarda İslam’ın ibadet ve ahlak boyutunu öncelemeli, normal hayatında yaptığı mesleğinde daha iyi olmak için gayret sarf etmelidir. Böylece dikkat ve ilgisini başka bir tarafa çekebilir.

5 Eylül 2020 Cumartesi

Dünya Dincisi

 

                                                                            Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Ha bire gözlerini ovuşturuyor, arada bir esniyordu. Pek esneme de denmezdi buna. Kıpırdanıp duruyordu. Diyeceği bir şeyi olup da bir türlü diyemeyen çocuk halleriydi üzerindeki. Daha fazla dayanamadı ve söze girdi. 

Yazarlar