TARİH-İ ŞİMŞİR
-BİR ABARTI TARİHİ GİRİŞİMİ-
Prof.
Dr. Cağfer KARADAŞ
Efendim! Güneşli bir sabah vakti, kahvaltı sonrası, yemyeşil bahçede çardak altında, mahallenin kafadarları buluşmuşuz. Çay demli sohbet koyu. Söz döndü dolaştı tarihe geldi. Bir baktık ki, bizim tarih meraklısı dertli mi dertli. “Vallahi bu tarih başımıza iş açacak” dedi durdu. “Yahu, onunla sen uğraşıyorsun, bizim başımıza niye iş açsın” dediğimizde, “Dalga geçmeyin, bu sefer iş çok ciddi” dedi. “Aziz kardeşim, tarih ne yapar? Geçmiş gitmiş, ya külü kalmış ya tozu, en fazla fosili… Aslında tarih tecrübedir. Ama kimse o tarafına bakmıyor.” dediysek de teselli edemedik. Belli ki dertliydi. Dert içine oturmuştu. Sonunda anlatmaya başladı.
*
“Bizim oğlana
bir haller oldu bu günlerde. Sağı solu her yanı tarih kitabı doldu. Hele o,
yumruğunu masalara vurarak konuşan biri var ya, ben dinlemeye korkuyorum,
yumrukları beynimde zonkluyor. Onun kitapları başucunda. Ne ettiysem, ikna
edemedim. “Tarih yazacağım” deyip tutturdu. “Oğlum yaşın ne başın ne? Sen nasıl
tarih yazacaksın? Hele zamanı gelsin, biraz bilgin artsın, yazarsın inşallah!”
dediysem de dinlemedi. Anlayacağınız bizimki kafaya koymuş “İlle de tarih
yazacağım” der başka bir şey demez.
“Hele anlat
bakalım, nasıl yazacaksın?” diye sordum. Bir kere sormuş bulundum. Keşke
sormasaydım. Bir anlatmaya başladı. Aman Allah’ım! Bu nasıl bir işkence, ne
zaman bitecek? Meğer bizimki, masaları yumruklayan tarih kıssacısını örnek
almamış mı?! Eyvahlar olsun! Yahu benim nasıl dikkatimden kaçmış? Sözler,
gözler, kaş oynatmalar, bıyık altından hafif sırıtmalar hepsi aynı. Azıcık da
kafayı kazıtsa, iş tamam. Hele bir de konuşurken masayı yumrukluyor ki, evden
kaç. Aman ya Rabbi! “Allah kimseyi evladıysa imtihan etmesin” diye dua ederler
ya. Meğer benim imtihanım başlamış, haberim yokmuş.
Başladık
karşılıklı konuşmaya.
-Bu işin raconu
uyduracaksın.
-Nasıl yani?
Herhalde anlatıyı, tarihi gerçeklere uyduracaksın?
-Yaaa çok
safsın babacığım! Öyle olursa kimse kanmaz. İnsanlar kanacakları uyduruk
şeylerin peşinde. Allayacaksın, pullayacaksın, biraz efsane katacaksın, asılsız
keramet edebiyatı yapacaksın. Bak gör nasıl reytingin artmış, insanlar çevrende
pervane olmuş, takipçilerin katlanmış...
-Evladım tarih
uydurulur mu?
-Babacığım,
uydurma zaten tarihte olur. Bugünü nasıl uyduracaksın? İnsanların gördüğünü,
duyduğunu, yaşadığını… Bugünü uydurman için üzerinden en azından bir gün
geçmesi lazım. Uydurmanın da kendine göre bir yolu ve yöntemi var. Azıcık
gerçek bulaşığı olacak. Hepten de, ipten kazıktan kopuk olmayacak.
-Nasıl olacak
öyle?
Ben de böyle
saf saf soruyorum. Bizim oğlan olmuş da dolmuş. Evlere uzak diyeceğim ama evin
içinde. Başladı anlatmaya.
-Bak gör işte! Adam
kırk yıllık bir organizasyonu nasıl da tersinden yazdı. Herkesi maymuna çevirdi.
Devlet aklı bile şaştı kaldı. Sonunda koca organizasyon tepe takla oldu,
raftaki yerine kondu. Şimdi hatırlayan var mı? Ama olan oldu. Atı alan
Üsküdar’ı geçip Bolu’da mola verip taaa Kars’a ulaştı.
Tam haklısın
diyecektim ki, yutkundum, içimde tuttum. Gaz yerine geçer, daha fazla uçururum
keratayı diye korkumdan bir şey demedim. Gerçekten de, bu konuda haklı. Gene de
alttan aldım.
-O kadar da
değil canım. Bir kıssacının uydurmasıyla koca organizasyon kaldırılır mı? Hem devlet
aklını bu işe karıştırma. Devletin bir bildiği vardır.
Sonra olayın
başka bir vahim yönünü göstermeye çalıştım. Belki buradan ikna edebilirim diye.
-Bak oğlum,
dikkatli ol! Bu tiplerin bazıları intihal de yapıyorlarmış”
-Yaaa
babacığım! Adam intihal yapmış. Daha ne yapsın? Size de yaranılmıyor hiç!
-Yahu oğlum!
İntihal denilen çalma çırpma işi.
-İyi ya işte!
Çalacaksın, çırpacaksın hatta biraz çarpacaksın. Ağzını ve yüzünü bir güzel
düzelteceksin, tanınmaz hale getireceksin. Kim bileceeek, kim görecek?! Şöyle
düşün istersen: Yeni yüzülmüş bir deriyle tabaklanmış bir deri arasında ne fark
var? Sana verseler hangisini alırsın? Tabi ki, tabaklanmış olanı. Çarpılmış,
çırpılmış; ilk halinden eser kalmamış, başka bir şey olmuş çıkmış. Ama neticede
kullanılmaya müsait hale gelmiş. Yani anlayacağın: Adam da almış,
çalmış-çırpmış, bir güzel benzetmiş. Artık insanlar aslını değil, çarpılmışını
tercih ediyor. Bu durumda adam intihal yapmasın da ne yapsın? Ama sizin gibi
orijinal kafalar beğenmiyor bir türlü…
-Allah aşkına! Nasıl
böyle alakasız kıyas kurabiliyorsun? Ulan ben sana bir test yaptıracağım da
gariban anacığını zan altında bırakırım diye korkuyorum. Ona kıyamam. Şu kadar
yıllık evliyiz, kıl kadar yanlışını görmedim kadının. Kendimden şüphe eder,
ondan etmem. Ama anladım. Başka değil, sen benim imtihanımsım. Allah beni
seninle imtihan ediyor.
-Yaaa baba,
nasıl konuşuyorsun öyle?
-Pe ki nasıl
anlatacaksın bütün bunları! Nasıl yüzün tutacak, böyle saçma sapan şeyleri
insanların yüzüne karşı söylemeye?
-Ben de tam onu
diyorum babacığım. İnsanların yüzlerine, alınlarının çatına doğru söylenmez böyle
şeyler. Sırtlarını sıvazlayarak, enselerini okşayarak, gözlerini bağlayarak,
kulaklarına ince ince fısıldayarak… anlayacağın yavaş yavaş alıştırarak, havaya
sokacaksın sonra vur masaya, yumrukla gücün yettiğince. Bütün gözler üzerine
kilitlenir. Artık ne söylesen gider. Girmiş havaya, ne çalsan oynar. İş bu
havayı yakaladın mı, voltajı düşürmeyeceksin asla! Ses tonunu yükseltecek,
kelimeleri en ağırından seçeceksin ki dalga boyu göğe tırmansın, dip dalgalar dipten
sıyırsın alsın.
-Nasıl olacak?
-Bir vurdu
kafire yeniçeri! Kafiri kesti, atını kesti, yeri kesti… Yeniçeri ağası koştu, “Bire
dur! Altımızdan yeri, üstümüzden göğü keseceksin!” dedi yeniçerinin elini tuttu,
büktü, kılıcını kınına bir hamlede soktu. Ne de olsa o er, bu ağa. Hemen
kendini toparladı yeniçeri, ağasının karşısında dimdik durdu, yumruğunu göğsüne
öyle bir vurdu: yer sarsıldı, deprem oldu, her şey kendini yerde buldu… Bir
sinek yeniçerinin burma bıyığının bir kılına kondu da, bütün bu sarsıntılardan
kurtuldu.
-Oğlum bu kadar
da uydurma olmaz.
-Bunlar uydurma
değil. Gerçek algı. Bak anlatayım. O her şeyi kesen eri durduran yeniçeri ağası
var ya? Bir gün atıyla saraya gidiyor. Uykudan yeni uyanmış, henüz kasları
açılmamış, bir tutukluk var üzerinde. Biraz hareket etmesi gerekiyor. Padişah
çağırmış. Eh, zamanı da yok. Huzura öyle kasılmış kaslarla çıkmak da olmaz.
Sarayın kapısında kemerler arasındaki demir kiriş dikkatini çekiyor. İki elini
demirlerden tutuyor, iki ayağıyla da atını kavrıyor, ben deyim otuz sen söyle
elli kere kendini atıyla birlikte yukarı çekip aşağı indiriyor. Şimdiler de
buna barfiks diyorlar. Ardından bir oh çekiyor. Kaslar açıldı. Üzerindeki
ağırlık kalktı. Padişahın huzuruna huzur içinde çıkıyor.
-Yahu bu olay
olurken kimsenin dikkatini çekmiyor mu?
-Yaaa babacığım
bunlar umur-ı âdiyeden şeyler o zamanlar. O insanlar, kaç yeniçeri görmüşlerdir
böyle. Hatta atını sırtına alıp şınav çeken bile var. Sen Fatih’in İstanbul’u
almak için yaptırdığı toplar sırtında şınav çeken yeniçerileri bile duymamışındır,
Allah bilir.
-Be oğlum git
işine. Beni hepten cahil yerine koydun.
-Tam da böyle
diyor insanlar dinlerken. Bilmiyorlar ya. Cahil yerine konulmaktan da
korkuyorlar. Ya da adamın dilbazlığından ve masaya vurduğu yumruklardan
ürküyorlar. Bir bildiği var ki, böyle vurgulu ve yumruklu anlatıyor deyip
kanıveriyorlar.
-Vallahi ne
deyim. Yanmaz kefeni bile bu milletin saflarına yutturanlar olunca, bu da olur
diyorum.
-Hah, yavaş
yavaş geliyorsun bu yana doğru babacığım.
-Git şuradan kerata!
Bir de babasına gaz veriyor.
-Peki, yakın
tarihten örnek vereyim: Bilirsin Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarının yamacında bir
tank vardır. Herkes onu merak eder. Acaba o tank oraya nasıl çıkmış? Yahu tank
nasıl çıkacak? Tabi ki birileri çıkartmıştır. Araştırdım sonunda işin gerçeğini
buldum. Meğer oraya, o tankı iki ermiş kişi çıkartmış.
-Yapma oğlum. O
tankın yanında kocaman açıklama var. O tank, oraya bir başka tankla patika
yoldan çıkmış. Bu tank mayına basıp bozulunca arkadaki tank yolu açmak için onu
ittirmiş, o da yamaçta kalmış. Oraya çıkaranlar geçen gelmişlerdi.
-Ermiş kişiler
mi gelmiş?
-Yok be oğlum,
mürettebat yani tankın içindeki askerler.
-Ohoo… Bu dediğine kim inanır. Basit, düz,
albenisi yok, algı yönetiminden uzak bir hikaye...
İyice tepem
atmıştı artık çıkışmaya başladım.
-Sen bu
gidişle, tılsımlı kitaplar da yazarsın. Kapağına bir tuğ kondurursun. Tuğ
bulamazsan zararı yok tuğçe de olur. Bize de bir adet verirsin artık. Parasını
da veririz korkma! Nasıl olsa tılsımlı olunca parası hesabımıza anında
yatıyormuş. Hatta kış günü kitabı okurken yanmayan petek bile ısınıveriyormuş…
Tılsımlı ya!
-Dedim ya.
Geliyorsun baba! Az kaldı, sende de ne cevherler varmış!
-Eee… kimin
babasıyım! Sana çekmişim herhalde? Yalnız sana bir tavsiyem: Tılsımlı kitap
yazdığında tanıtımında intihal resim kullan. Bu kıllı halinle kimse yüzüne
bakmaz. Şöyle biraz caziben olsun…
Ne dersen de
babacığım! Hayatın algı gerçeği bu. Adam başarılı. Ben de bu başarıyı örnek
almak istiyorum. Ne var bunda? Başarıyı örnek almak kötü mü? Yıllarca çok güzel
pazarladı. Sadece bir yerde biraz tökezledi. Onu da kusur saymıyorum. Eh o
kadarı, kadı kızında da olur zaten.
Hah. Bir kadı
kızı eksikti. Onu da karıştırdın ya, bravo sana!
İster kabul et,
ister etme! Ben tarih yazacağım. Hem de şimşirlisinden. Çünkü dedemin şimşirden
kaşığı içimde bir ukde. Onunla yemek bir tutku olmuştu bende. Adını bile
koydum: Tarih-i Şimşir”
*
Dinledik,
ağzımız açık. Ne diyeceğimizi şaşırdık. Ağır bir imtihan. Adam kendinden,
eşinden, çocuğundan bile şüphelenecek hale gelmiş. Teselli ettik. Daha doğrusu
teselliye çalıştık: “Eskiler alimden zalim, zalimden alim doğarmış derler.
Dünyanın kaderi bu. Herkesin ayrı bir imtihanı var. Baksanıza, Hz. Nuh
Peygamber bile evladıyla imtihan olmadı mı? Dua edelim de düzelir inşallah. Gün
doğmadan neler doğar! Daha her şey bitmiş değil. Bakarsın bu illetten kurtulur,
düzelir, ıslah olur…”
Dedik demesine
ama zerre değişiklik olmadı yüzünün ifadesinde. Keşke inanabilsem der gibiydi
lisan-ı hali. Zar sor yerinden kalkabildi. Belli ki, anlatırken yorulmuştu. Biz
de kalktık, uğurladık. Sessiz ve heyecansız. Fısıldar gibi ince bir sesle
“Allah’a ısmarladık” dedi. “Güle güle”
dedik ama duyuldu mu bilmem. Ayrılıp gitti. Hali hal değildi. Oğlanı bıraktık,
ona dua etmeye koyulduk.
11 Safer 1442/ 28 Eylül 2020
Kurban ölçümünü rabbim başımızdan allah dostlarını emre hocamız gibi değerli ovaları cüppeli gibi değerli hocaları başımızdan eksik etmesın
YanıtlaSil