Adnan Demircan
Bir süredir ara verdiğim Ömerli yazılarına aradan geçen uzun zamana rağmen Ömerli’de çocuğun dünyasıyla ilgili hatırladıklarımla devam etmek istiyorum.
Fabrikasyon oyuncaklar
hayatımıza hâkim olmadan ve oyuncakçılık önemli bir sektör haline gelmeden önce
de dünyada çocuklar yaşıyordu ve temiz dünyalarında oyuncaklara ve oyunlara yer
vardı. Bir çocuk her yerde ve koşulda bir dünya inşa edebilir.
Belki önce çocuktan ve
toplumdaki yerinden kısaca bahsetmek gerekir. Bahsettiğim dönemde Ömerli’de
aileler kalabalıktı ve çocuklar bu kalabalık aile içinde gözlerini açarlar
dünyaya… Bencillik yapamazlar ve işten kaçamazlar, nazlarıyla ailelerini bıktıramazlar.
Tabii naz söz konusu olunca erkek çocukların kızlara göre bir üstünlüğü olduğu
muhakkak. Açıkça adı konmasa da erkek çocuk her zaman el üstünde tutulandır. Bu
sebeple biraz da şımartılandır. Ancak bu, aileye karşı sorumluluklarını yerine
getirmeyebileceği anlamına gelmez.
Sorumluluktan bahsettim, ama
bunun da çocuğun hayata katılması anlamında doğal olduğunu ifade etmeliyim. Çocuk
dünyaya gözlerini açtığında ve etrafını tanımaya başladığında herkesin işin ve
çalışmanın bir parçası olduğunu görür. Çok sürmez, birkaç yıl sonra kuzuları
otlatmaya götürür. Çünkü önce onları idare edebilecektir. İlerleyen yıllarda
bağda ya da tarladan yüklenen bir yükü istenen yere götürmek, koyun ve keçileri
otlatmak, yavaş yavaş ekin biçilirken ḳafléleri (demetleri) toplamak, megzûnun
(orak) ucuna tutuşturulan otları çevirerek ḥaşîşin (otun) kuruması için urgan benzer
ıftil haline getirilmesi işine megzûnu çevirerek katkıda bulunmak işleri
arasındadır. Kız ise kardeşine bakacak, altını temizleyecek, annesinin
hazırladığı mamayı yedirecektir. Gerektiğinde yemek yapacaktır. Bir bakıma
hayata hazırlanmadır bu…
Çocuk elbette oyun da
oynayacak, oyuncakları da olacak. Dünyasını bunlarla kuracaktır. Önce oyuncaklardan
söz edelim. Elbette hepsi doğal ve aynı zamanda yeteneğini geliştirici
oyuncaklara sahip olabilir çocuk…
Mesela mekkîne… Makina
kelimesinin mahalli telaffuzu… Ama araba anlamında kullanılıyor. Araba denince
akla gelebilecek, tel arabalardır. Ama onların da basit olanları ve göz alıcı
olanları vardı. Basit olanı çocuk, ele geçirdiği telden yapmaya başlar, bu
araba hayaline göre bir kamyon ya da bir otomobil olabilir. İlla da direksiyonu
olacak ve ön tekerleğe bağlı olan direksiyonla bu arabayı sürecek.
Her dönemde insanın yaptığı
işe değer kattığı çalışmaları vardır. Çocukluğumda sahip olduğum bir kamyon böyleydi.
Bunu biri epey emek vererek yapmıştı. Sanatkârını hatırlamıyorum, ama yakınlarımdan
biri olmadığını biliyorum. Kamyonun telleri çok düzenli hazırlanmış, ayrıca
renkli ince kablolarla her tarafı ayrıca sarılmıştı ki rengârenk bir sanat
eseri çıkmıştı ortaya. Benden sonra kardeşlerim de bu kamyonla epey oynadılar, toprak
taşıyarak oynadılar.
Erkek çocukları için önemli
bir oyun aracı da rığâyât idi. Çocukluğumuzda gülle diye Türkçesini
öğrendiğimiz, şimdilerde ise misket denen oyuncak. Hakikaten şimdiki cam misketlere
göre bizim oyuncağımız gülle adını hak ediyordu. Cam misketler hayatımıza yeni
giriyordu. Biz misketlerin değil, güllelerin çocuklarıydık. Gülle, mıruv denen çakmaktaşına
benzer sert bir taştan yapılırdı. Önce damarlı, renkli ve güzel görüntüsü
olabilecek bir taş bu işe özgü bir çekiçle küçük vuruşlarla yuvarlatılır. Büyüklüğüne
uygun kamyonculardan elde edilen somuna girecek boyuta gelince de iki somun
arasında binlerce kez çevrilerek düzeltilir, ardından bir bezin içine sadeyağa
yatırılır. Birkaç gün yağın içinde kalan gülle silindiğinde harika bir
görüntüyle karşılaşırdınız. Gülleler boyut olarak biraz büyüktü. Bu sebeple
yere konularak şehadet parmağının büyük parmağın üzerine getirilmesi suretiyle fırlatılırdı.
Gülle fırlatmada mahir olanlar vardı.
Çocukların bir oyuncağı da maṭoyé
idi. Maṭoyé, sapan dediğimiz oyuncaktı. Sapanın çatallarını meşe ağacından
yapardık. Lastikleri ise bu iş için elverişli olan muhtemelen arabaların iç
lastiklerinden elde edilen elastiki bir malzemeden yapılırdı. Taşın konulduğu
kısmı deriden yapmak gerekiyordu.
Çekku dıms dediğimiz, kısa
mızrağa benzer sopa haline getirilmiş meşe dallarıyla oynanan bir oyunumuz
vardı ki bu oyunda kullandığımız sopalar da önemliydi ve ucunun güzel bir
şekilde sivriltilmesi gerekiyordu.
Ha bir de sakızlarda çıkan
artist fotoğraflarını toplardık ki, mükerrer olanlarını değiştirirdik. Çocukluğumuzun
son dönemlerinde Tipitip diye bir sakız çıkmıştı. Şimdi de üretiliyor bildiğim
kadarıyla… Onun karikatürlerini de toplardık.
Kızların en önemli oyuncağı
ise bebeklerdi. İki küçük dalın haça benzer şekilde üst üste getirilip iple bağlanması,
bebeğin iskeletinin en önemli kısmıydı. Artık iş çocuğun ilgisine göre bu
bebeğe bir elbise dikmeye kalıyordu ki bu konuda yetenekli nineler kimseye iş
bırakmazlardı.
Çocukluğumuzda oyun hamuruyla
tanışmamıştık, ama çamurumuz vardı bizim. İstediğimiz kıvama getirir,
dilediğimiz kadar çamurla istediğimizi yapardık. Renklendirmelerini ise hayal
dünyamızda yapardık.
Oyunlara gelince, konu epey
uzayacak. Bu sebeple bahsettiğim oyuncaklarla nasıl oynadığımızı ve
oyunlarımızı sonraki yazıya bırakalım.
0 yorum:
Yorum Gönder