11 Ekim 2020 Pazar

Hazırcevap

Ebû Ömer b. Dâvud

Kültürümüzde hazırcevap olmak, birine ağır sözlerle cevap vermek ya da onu cevap veremez duruma düşürmek iftihar edilen bir durum… Bundan olacak ki sosyal medyada en fazla paylaşılan ve ilgi gören paylaşım ve yorumlar laf sokma ve şimdi gençler arasında yaygın ifadeyle söylemek gerekirse kapak sözlerdir.


Kaynaklarımızda da bu tür nakillere sıklıkla rastlanır. Bunların bir kısmı müstehcen ve ağır hakaretler içerir. Ama genellikle kişinin geçmişiyle ilgilidir.

Bu kısa yazımızda Muaviye’nin biyografilerinde anlatılan bazı laf sokmalar ve hazırcevaplardan söz edeceğiz.

Hz. Ali’nin ağabeyi Akîl b. Ebî Tâlib’in Muaviye’yle arası iyiydi. Hatta kardeşinden umduğu maddi desteği alamadığı için Muaviye’nin yanına gittiği ve ondan umduğundan fazlasını aldığı anlatılır. Onların sohbetlerinde dokundurmalara yer verilir.

Anlatıldığına göre Muaviye Akîl b. Ebî Tâlib’e, “Amcası Ebû Leheb olana merhabalar olsun” diyerek laf sokmuş. Akîl de, “Halası “Hammâletü’l-Hatab” [odun taşıyan] olana da merhabalar olsun. Ateşe girdiğin zaman ikisinin arkadaş olduklarını görürsün” dedi.[1]

Muaviye’nin Akîl’e, “Ey Ebû Yezîd, ben senin için kardeşinden daha hayırlıyım” dediği, Akîl’in, “Benim kardeşim dinini dünyasına tercih etmiştir; sen ise dünyanı dinine tercih etmişsin. Buna göre kardeşim, kendi nefsi için, senin kendi nefsine olan durumundan daha hayırlıdır. Sen de benim için ondan daha hayırlısın” diyerek mukabelede bulunduğu nakledilir.[2]

Muaviye, Haricî Abdullah b. Kevvâ el-Yeşkürî’ye, “Allah aşkına sen beni nasıl bilirsin?” dedi. O da, “Madem Allah aşkına dedin; ben seni dünyası geniş, ahireti dar; kuyusu derin, ipi kısa; nuru zulmete, zulmeti de nura çeviren bir kişi olarak bilirim” dedi.[3]

Kureyşlilerden biri Muaviye’den bir şeyler istedi; o da istediğini verdi; sonra bir şeyler daha isteyince, yine verdi; üçüncü seferde ise bir şey vermedi; ancak ısrar edince yine istediğini verdi. Bunun üzerine Kureyşli, “Ey Müminlerin Emiri, cimri dişi deve, böyle azar azar sağılır” dedi. Muaviye de, “Evet ama bazen de süt sağanı tepikleyerek onun burnunu kırar” dedi.[4]

Muaviye bir gün, birisinin giymiş olduğu abaya dikkatle bakarak onu ayıplar gibi olunca, “Ey Müminlerin Emiri, seninle konuşan aba değil, abanın içindekidir” dedi.[5]

Ebü’l-Esved ed-Düelî, Muaviye’nin huzuruna girip onunla konuştuğu sırada yellendi. Bunun üzerine, “Ey Müminlerin Emiri, sırrımı saklaman konusunda bahtına düştüm” dedi. Daha sonra Amr b. el-Âs yanına geldiğinde Muaviye durumu ona anlattı. Bu konuşma Ebü’l-Esved’e ulaşınca, Muaviye’nin yanına gelerek, “Ey Muaviye! Bende olan sende de var, senin babanda da vardır; bir yellenme konusunda kendisine güvenilemeyen kişiye, ümmetin durumu konusunda hiç mi hiç güvenilmez!” dedi.[6]

Muaviye, Hz. Hasan’ın yanında yer alıp da, kendisinin yanına gelmek istemeyen Kays b. Saʻd b. Ubâde’ye mektup yazarak, “Ey Yahudi oğlu Yahudi! Sen kölelerimizden birisisin” dedi. O da ona mektup yazarak, “Ey putperest oğlu putperest! Siz de zorla İslâm’a girdiğiniz halde, ondan kendi isteğinizle çıktınız” dedi.[7]

Muaviye Üsâme b. Zeyd’e, “Allah, Ümmü Eymen’e rahmet eylesin, onun kara deve kuşunun bacaklarına benzeyen bacakları, sanki hala gözümün önündedir” dedi. O da “Vallahi o, senin annenden daha hayırlı ve daha değerli bir kadındı” dedi. Muaviye, “Daha mı değerliydi, dedin?” deyince; Üsâme, “Evet, Allah Teâlâ, “Sizin en değerliniz, Allah katında en takvalı olanınızdır[8] buyurmaktadır” dedi.[9]

Muaviye, Abdurrahman b. Zeyd b. el-Hattâb’a “Seni Kûfe’ye vali olarak tayin etmek istedim ama öyle yaptığım takdirde senin, “Ben Bedir’e katılan ilk muhacirlerin çocuklarındanım; amcam da Müminlerin Emiri Faruk’tur. Bu nedenle Muaviye’ye göre emirliğe daha layıktım” diyeceğinden endişe ettim, Bunun üzerine Zeyd, “Evet, beni oraya tayin etseydin, öyle diyecektim; şimdi de öyle diyorum” deyince Muaviye güldü.[10]

Muaviye’nin yanında, el-Eşter en-Neha‘î’den bahsedildi; bunun üzerine, Nehalı birisi Eşter’den bahseden adama, “Sus! Onun ölümü Irak halkını, hayatı da Şam halkını küçük düşürmüştür” dedi; Muaviye ise bir şey söylemeden sükût etti.[11]

Muaviye b. Ebû Süfyân, Muaviye b. Hudeyc’e “Hangi cüretle Muhammed b. Ebû Bekr’i öldürdün?” dedi. O da “Sen, Hucr b. Adî’yi hangi cüretle öldürmüş isen ben de o cüretle onu öldürdüm. Siz bizim ağırbaşlılarımızı öldürüp, biz de beyinsizlerinizi öldürünce bizi eleştirir misiniz?” dedi.[12]

Sebt kabilesinden olan Rebîa b. Gisl adındaki bir adam, Muaviye’nin yanına giderek, “Ey Muaviye, evimin üstünü örtmek üzere, bana 12.000 direk verilmesi konusunda yardımcı olur musun?” dedi. Muaviye, “Evin kaça kaçtır?” dedi. Adam, “İkiye iki fersahtan biraz fazladır” deyince Muaviye ona, “Senin evin mi Basra’nın içindedir; yoksa Basra mı evinin içindedir?” dedi.[13]

Adî b. Hâtim, Muaviye’nin yanına geldiğinde orada hazır bulunan Abdullah b. Zübeyr Muaviye’ye, “Bu tek gözlü adam, hazır cevap birisidir; onu biraz tahrik edeyim mi?” dedi. Muaviye de, “Olur” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Zübeyr, “Ey Adî, sen bu gözünü ne zaman kaybetmiştin?” dedi. O da “Baban kaçarken öldürüldüğünde, sen de firar ederken sırtından vurulduğunda, ben hak ile beraberdim; sen ise batıl ile beraberdin” dedi.[14]

Muaviye, Ebü’l-Cehm b. Huzeyfe’ye, “İkimizden hangimiz daha yaşlıyız; ben mi, sen mi?” diye sordu. O da “Ben senin annenin, kocasına gelin geldiğini hatırlıyorum” dedi. O da “Hangi kocasına? Yemin ederim ki o, kocası için değerli bir eşti; ama ey Ebü’l- Cehm! Sen, sen ol, benden sonra hiç bir sultanın yanında böyle ileri geri konuşma! Zira sultanların işi oyuncak gibidir ama hamleleri de aslanlarınki gibidir. Senin lehine olan bir şeyin, aleyhine dönmesinden sakın!” dedi.[15]

Muaviye Sebe halkından olan bir adama dedi ki: “Senin kavmin ne kadar cahilmiş ki, başlarına bir kadını kraliçe olarak seçmişler de sonra, “Rabbimiz, yolculukta konaklama yerlerimizin arasını birbirinden uzaklaştır[16] demişler. Adam da, “Senin kavmin, benim kavmimden daha da cahildi ki, aralarında Resûlullah (sas) bulunduğu halde, “Allah’ım, eğer bu Kur’ân hak olan bir kitabın kendisi ise semadan başımıza taşlar yağdır veya başımıza elem verici bir azap getir!”[17] demişlerdi.[18]

Bu anlatılanların bir kısmı yöneticileri övme ve eleştirme amacıyla ortaya çıkmış olması ya da müdahalelere uğramış olması mümkündür. Ancak bir algıyı ve temenniyi yansıtması bakımından önemlidir.



[1] Belazüri, II, 85-86.

[2] Belazüri, II, 86.

[3] Belazüri, IV/1, 17.

[4] Belazüri, IV/1, 15.

[5] Belazüri, IV/1, 23.

[6] Belazüri, IV/1, 26.

[7] Belazüri, IV/1, 33.

[8] Hucurat, 49/13.

[9] Belazüri, IV/1, 33-34.

[10] Belazüri, IV/1, 34-35.

[11] Belazüri, IV/1, 35.

[12] Belazüri, IV/1, 40.

[13] Belazüri, IV/1, 45.

[14] Belazüri, IV/1, 50-51.

[15] Belazüri, IV/1, 55.

[16] Sebe’, 34/19.

[17] Enfâl, 8/32.

[18] Belazüri, IV/1, 62. 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar