25 Kasım 2023 Cumartesi

Hz. Osman Dönemi Dâhilî Problemler ve Sebepleri


HZ. OSMAN DÖNEMİ DÂHİLÎ PROBLEMLER VE SEBEPLERİ

Prof. Dr. Adem APAK

    Hz. Osman dönemi sadece parlak zaferlerin gerçekleştirildiği bir süreç değil, aynı zamanda İslâm toplumunu derinden sarsan hadiselerin yaşandığı bir süreci çağrıştırır. Bu nedenledir ki tarihçiler, Hz. Osman’ın hilâfet dönemini kronolojik olarak genelde iki kısma ayırmışlardır. Birincisi (H.24-29/M.644-649) yıllarını içine alan “Sükûnet Dönemi”, diğeri de (H.30-35/M.650-655) yılları arasında tekabül eden “Karışıklık Dönemi”dir.[1] Böyle bir ayrıma gidilmesinin sebebi, karışıklıkların ikinci devrede ortaya çıkmış olmasıdır.[2] Ancak ilk dönemin tamamen sükûnet içinde geçtiği, karışıklıkların sadece ikinci devrede meydana geldiği şeklindeki bir genellemeci düşünce de isabetli değildir. Esasında olayların asıl sebeplerini, meydana gelişlerinden daha öncelerde aramak gerekir. Kanaatimizce ikinci dönemdeki karışıklıklar, geçmişte meydana gelen hoşnutsuzlukların bir dışavurumu şeklinde tezahür etmiştir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, toplumsal sarsıntılar salt patlama anlarında doğmazlar; onları bir hazırlık dönemi önceler. Öyle ki, başlangıç ve gelişme aşamasındaki şikâyet, hoşnutsuzluk ve kin birikir; sonra da patlama gerçekleşir.

23 Kasım 2023 Perşembe

Mekke Fethi’nin Arkaplanı


MEKKE FETHİ’NİN ARKAPLANI

Prof. Dr. Adem APAK

Mekke‘den Medine‘ye yapılan hicreti Müslümanlar için bir kaçış ve sığınma olarak değerlendirmemek gerekir. Esasında buraya göç Müslümanlar adına nihaî hedef değil, daha yakın ve uzak hedefler için bir başlangıç teşkil eder. Bu anlamıyla Medine’ye gerçekleştirilen hicret, daha önce yapılan Habeşistan hicretinden hem sebepleri hem gerçekleşme şekli hem de sonuçları itibariyle tamamen farklıdır. Habeşistan göçü, Mekke’de can güvenliği endişesi duyan bazı Müslümanların hayatlarını koruma amacıyla gerçekleştirdiği geçici bir çözümdü. Gidenlerin burayı yurt edinme gibi bir hedefleri de bulunmuyordu. Nitekim onlardan bir kısmı gitmelerinden kısa süre sonra dönmüş, geri kalanlar da şartlar uygun hale geldiğinde Yarımada’ya geri gelmişlerdir. Bütün bunlara karşılık Medine’ye göçte Müslümanlar için can güvenliği ve sığınma ihtiyacı tâlî derecede bir etkiye sahiptir. Buraya hicretteki esas gaye ise Müslümanlar için huzur ve güven ortamını tesis etmek, davete uygun yeni bir merkez sağlamaktır. Daha açıkçası Medine yeni bir millet (ümmet) ve yeni bir devletin kuruluş merkezi olarak seçilmiştir. İşte bütün bunlar sebebiyle gerek Hz. Peygamber’in (s.a.s), gerekse diğer Müslümanların Medine’ye hicretini Mekke’den bir kaçış, Medine’ye sığınma değil, daha koordineli dinî ve siyasî projenin başlangıcı olarak görmek daha doğru olur.

19 Kasım 2023 Pazar

Balkanların Fethinde ve İslamlaşmasında Hizmetleri Bulunan Bursalı Vezir Kara Timurtaş Paşa


BALKANLARIN FETHİNDE VE İSLÂMLAŞMASINDA HİZMETLERİ BULUNAN BURSALI VEZİR KARA TİMURTAŞ PAŞA 

Prof. Dr. Adem APAK

  Bursa’nın Osmanlı Devleti’nin gerçek anlamda ilk başkenti olması sebebiyle, kuruluş döneminde devlet idaresinde görev yapanların çoğu Bursa merkezli ailelere mensupturlar.  Bunların önde gelenleri Akça Koca, Bayezid Paşa, Çandarlı, Şeyh Edebalı, Gazi Evranos, Hacı İvaz Paşa, Hacı İlbeği, Köse Mihail Bey, Lala Şahin Paşa, Turhan Bey ve Timurtaş Paşa aileleridir.[1] Osmanlı ilk dönem asker, devlet ve ilim adamları genelde bu ailelerden, ya da onların himaye ettikleri şahıslardan çıkmıştır. Bu nedenle -Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecinin iyi tespit edilebilmesi için- zikredilen ailelere mensup devlet adamları ve onların faaliyetlerinin araştırılması gerekmektedir.

17 Kasım 2023 Cuma

Siyer İlminin Öncüleri: Vehb b. Münebbih


SİYER İLMİNİN ÖNCÜLERİ: VEHB B. MÜNEBBİH

Prof. Dr. Adem APAK

GİRİŞ

İlk siyer çalışmaları esas olarak sahâbe nesliyle başlar. Fakat onlar bu konuda müstakil kitap yazmamışlar, sadece ulaştıkları bilgileri bir taraftan düzensiz bir şekilde kaydederken diğer taraftan da kendilerinde bulunanı sonraki kuşağa şifahi olarak nakletmişlerdir. Bu sebeple siyer ve meğâzîye ait ilk eserleri yazmak Müslümanların ikinci nesli olan Tâbiûna nasip olmuştur. Nitekim onlar da Hz. Peygamber (sav) zamanına ait bazı yazılı vesikalar yanında ashâbdan kendilerine sözlü gelenekle intikal eden haberleri hem nakletmeye hem de kronolojik esasa göre yazmaya başlamışlardır. Bu tür telif faaliyeti hicretin birinci asrında süratli bir gelişme göstermiş, bilhassa Emevîlerin sonu ile Abbâsîlerin başında ilk büyük siyer eserleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Siyer alanında zikri geçen dönemin en mühim simaları ise Ebân b. Osman, Urve b. Zübeyr, Şurahbil b. Sa’d ile Vehb b. Münenbbih’tir. Vehb aynı zamanda İslâm öncesi haberlerin rivayetiyle meşgul olanlar arasında da yer alır ki bu konuda kendisiyle birlikte öne çıkanlar ise Ubeyd b. Şeriyye, Muhammed b. Sâib el-Kelbî, Ka’bu’l-Ahbâr’dır. Adı geçen âlimler eski hikâyeleri ve hurafeleri rivayet etmekle birlikte Yahûdî efsanelerini de nakletmişlerdir. Dolayısıyla onlar İslâm’daki İsrâiliyâtın da kaynakları kabul edilirler.[1]

16 Kasım 2023 Perşembe

Sen Öleceksin De Onlar Kalacak Mı?


SEN ÖLECEKSİN DE ONLAR KALACAK MI?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

اعوذ بالله...

اَفَا۬ئِنْ مِتَّ فَهُمُ الْخَالِدُونَ

“Şimdi sen öleceksin de onlar ebedî mi kalacaklar?”

(Enbiya 21/34)

12 Kasım 2023 Pazar

Siyerin Öncüleri: Mûsâ b. Ukbe (ö. 141/758)


SİYERİN ÖNCÜLERİ: MÛSÂ B. UKBE (ö. 141/758)

Prof. Dr. Adem Apak

    GİRİŞ

    İslâm tarihçiliğinin ilk örneklerini meğâzî ve siyer kitapları teşkil eder. Başka bir ifadeyle İslâm tarihinin hadis disiplininden bağımsızlığını kazanmaya başlamasının ilk sonuçları meğâzî ve siyer eserleridir, denilebilir. Kaynaklarda meğâzî kelimesi “arzu, istek, savaşmak, savaş yeri” manalarına gelen “meğzâ” kelimesinin cem’i olup, bundan türeyen “gazve” ise “savaş” karşılığında kullanılmaktadır. Meğâzî “gâzîlerin savaş menkıbeleri” anlamında olduğu gibi, gazveler manasındaki “meğzât” kelimesinin çoğulu şeklinde de kullanılmıştır. Teknik anlamıyla meğâzî “Hz. Peygamber’in (sav) her türlü askerî faaliyetleri” veya “bu faaliyetleri konu edinen kitaplar” demektir.[1] Siyer ise kelime anlamıyla “sîre”nin çoğulu olup “yönelmek, seyahat etmek” anlamlarına gelir. Istılahî olarak ise siyer “Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını ele alan hâl tercemesi” demektir.[2] Tarifinde de ifade edildiği gibi siyerin alanı meğâzîye göre daha şümullüdür. Buna göre siyer, meğâzîyi de içine almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını konu alan rivayetleri bir araya toplayan risâle ve kitaplara siyer veya sîre adı verilmiştir.

10 Kasım 2023 Cuma

Yemişim Rivâyetinizi...


Yemişim Rivâyetinizi...

Prof. Dr. Şaban ÖZ

Daha önceki ilmin tabana yayılması çabalarını sorguladığım yazı yüzünden başıma gelenleri sanırım hepiniz biliyorsunuzdur. Eleştirdiğim bütün kesimler, hiçbir utanma duygusuna kapılmaksızın “bir ilahiyatçının itirafları” başlığını atarak ciddi ciddi ayar vermişlerdi. Hatta birçok ilahiyat hocası dahi ne dediğimi anlamaksızın bu vesileyle topa kafa uzatmışlardı...

Siyerin Öncüleri: İbn Hişâm (ö. 218/833)


SİYERİN ÖNCÜLERİ: İBN HİŞÂM (ö. 218/833)

Prof. Dr. Adem APAK


GİRİŞ

İslâm tarihçiliğinin ilk örneklerini meğâzî ve siyer kitapları teşkil eder. Binaenaleyh İslâm tarihinin daha köklü bir ilim dalı kabul edilen hadis ilmi disiplininden bağımsızlığını kazanmaya başlamasının ilk ürünleri meğâzî ve siyer eserlerini görmek mümkündür. Sözlüklerde meğâzî kelimesi “arzu, istek, savaşmak, savaş yeri” manalarına gelen “meğzâ” kelimesinin çoğulu olup, bundan türeyen “gazve” ise “savaş” karşılığında kullanılır. Diğer taraftan Meğâzî “gâzîlerin savaş menkıbeleri” anlamında olduğu gibi, gazveler manasındaki “meğzât” kelimesinin çoğulu şeklinde de kabul edilmiştir. Bu durumda meğâzî terimi “Hz. Peygamber’in (sav) her türlü askerî faaliyetleri” veya “bu faaliyetleri konu edinen kitaplar” demektir.[1] Siyer ise kelime anlamıyla “sîre”nin çoğulu olup “yönelmek, seyahat etmek” anlamlarına gelir. Istılahî olarak siyer “Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını ele alan hâl tercemesi” demektir.[2] Tarifinde de ifade edildiği gibi siyerin alanı meğâzîye göre daha kapsamlıdır. Bu durumda siyer, meğâzîyi de içine almaktadır. Ezcümle Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını konu alan rivayetleri bir arada toplayan risâle ve kitaplara siyer veya sîre adı verilmiştir.

8 Kasım 2023 Çarşamba

İsrail’in Son Teoterörist Katliamları


İSRAİL’İN SON TEOTERÖRİST KATLİAMLARI

Doç. Dr. İbrahim BARCA

Bu yazı, Dünya’nın en vahşi, kibirli ve kendini beğenmiş topluluğu olan Siyonist İsrailliler tarafından katledilen, bedenleri paramparça edilen Filistinli çocuk, kadın ve erkek kardeşlerime ithaf edilmiştir.

6 Kasım 2023 Pazartesi

Müminlerin Kardeşliği


MÜMİNLERİN KARDEŞLİĞİ

Prof. Dr. Âdem APAK

GİRİŞ

Hz. Peygamber’in (s.a.s) risâleti boyunca temsil ve tebliğ ettiği evrensel davetinin temel unsurları Vedâ hutbelerinde açık olarak son defa insanlığa ilân edilmiştir. Hutbelerde İslâm’ın bütün insanlığa hitap eden prensip ve esaslar dile getirilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s), Âdem peygamberin (as) soyundan gelen bütün insanların eşit olduğunu ifade etmiş, Allah’a iman, insan haklarına saygı, özellikle kadın haklarının gözetilmesi gibi hususlara dikkat çekmiş, Allah’ın affetmeyeceği iki günahtan biri olan kul hakkına önemle işarette bulunmuştur. Aynı şekilde câhiliye adetlerinden olan faiz ve kan davalarının kaldırıldığı bu hutbe vesilesiyle bir kez daha hatırlatılmış, suçun şahsîliği esasına atıfta bulunulmuş, ayrıca eşlerin birbirleri üzerindeki hak ve sorumlulukları, Müslümanların kardeşliği, emânetlerin sahiplerine iade edilmesinin önemi üzerinde durulmuş; inanç bağlarının güçlendirilerek Kur’ân’a ve Sünnet’e sarılmanın önemi gibi dinin temel, insanlığın evrensel konuları vurgulanmıştır. Veda hutbelerinde dile getirilen temel hususlardan birisi de İslâm dinin en önemli hedeflerinde birisi olan ve tebliğ süreci boyunca Allah Rasûlü’nün (s.a.s) inşa etmeye çalıştığı din kardeşliği anlayışının korunması ve sürdürülmesidir. Zira Müslümanlar arasında inanç merkezli olarak kurulan ümmet bilincinin devamı ancak müminler arasındaki din kardeşliğinin tesisi ve güçlendirilmesiyle mümkün olacaktır.

1 Kasım 2023 Çarşamba

Firavun kim? Yahudiler Nereye Düştü? Mazlum Gazze Bir Musa mı Bekliyor?


FİRAVUN KİM?

YAHUDİLER NEREYE DÜŞTÜ?

MAZLUM GAZZE BİR MUSA MI BEKLİYOR?

Cağfer KARADAŞ

 

فَاَتْبَعُوهُمْ مُشْرِقٖينَ

فَلَمَّا تَـرَٓاءَ الْجَمْعَانِ قَالَ اَصْحَابُ مُوسٰٓى اِنَّا لَمُدْرَكُونَۚ

قَالَ كَلَّاۚ اِنَّ مَعِيَ رَبّٖي سَيَهْدٖينِ 

Nihayet Firavun ve askerleri onlara yaklaştılar. Her iki topluluk birbirini gördüğünde Mûsâ’nın yanındaki mazlumlar, “Eyvah bize yetiştiler!” diye çaresizce feryat ettiler. Mûsâ, “Hayır! Eminim ki rabbim benimledir, bana bir çıkış yolu gösterecektir” dedi. (Şuara 26/60-62) 

ZALİM FİRAVUN, MAZLUM YAHUDİLER VE MUSA

Firavun yıllarca baskı kurduğu Yahudilerin, yetmiyormuş gibi, erkeklerini katletmiş, kadınlarını köle edinmişti. Daha da yetmemiş gibi yeni doğan çocuklarını katletmeye başlamıştı. İşte Musa bu katliamdan kurtulan yegâne çocuktu. Annenin kalbine indirilen ilahî ilham ile çocuk bir beşik içinde nehre bırakılmış, Firavunun sarayına ulaşmıştı.

Firavun böylece iktidarını bitirecek, zulmüne son verecek ve mazlum Yahudileri elinden kurtaracak Musa’yı kucağında ve sarayında beslemiş ve büyütmüştü.

Musa büyüdü, aklı erdi, gücü yerine geldi, zulmü fark etti, haksızlığa başkaldırdı, Firavun tarafından takip edildi, oradan uzaklaştı, gurbette pişti, evlendi ve aile kurdu… Hâsılı insan olmanın bütün aşamalarını gördü ve yaşadı. Bir gün Rabbin’den emir geldi: “Git, Firavuna emrimi bildir, zulmettiği kullarımı bıraksın!” Emir büyük yerdendi. Kardeşini yanına aldı ve gitti.

Firavun onun nazikçe ikazlarını dinlemek yerine, baskılarını daha da artırdı. Kibri gurunu besledi ve haykırdı: “En büyük rab benim!”

Azgın Firavunun zulmünün, eziyetinin ve işkencesinin sınırı aştığı gün Yüce Allah’ın mazlum kullarını bu zalimin elinden kurtarması emri geldi. Hep birlikte yola koyuldular.

Firavun durur mu? Derhal askerlerini topladı, peşlerine düştü ve denizin kenarında onları kıstırdı.

Yahudiler korktular, feryad u figanı ettiler. Nasıl etmesinler ki, önlerinde engin deniz, arkalarında azgın ve zalim Firavun ve ordusu. Ya kılıç darbesi ya da denizde boğulma.

Hz. Musa sakin, sabırlı ama kararlı. Çünkü kendisine vaatte bulunanın rahmet, kudret ve adalet sahibi Yüce Allah olduğu bilgisi ve bilincinde. “Hayır!” diye haykırdı. “Rabbim benimledir ve o bize bir çıkış yolu gösterecektir.”

Öyle de oldu. Yüce Allah’ın izni ve emriyle deniz açıldı, Hz. Musa ve mazlumlar geçti, ardından deniz kapandı, azgın Firavun ve askerleri boğuldular, helak olup gittiler. Aslında onların insanlıkları içlerinde biriktirdikleri kin ve nefret denizinde zaten boğulmuştu. Şimdi ise her sabah ve akşam hak ettikleri ve kendi elleriyle hazırladıkları çetin azaba uğrayıp duracaklardı.

ZALİM NETANYAHU, YANINDA YAHUDİLER, ARKALARINDA EMPERYALİSTLER VE DENİZİN KIYISINDA KISTIRILMIŞ YALNIZ VE MAZLUM GAZZELİLER

Şimdilerde Gazze, denizin kenarında. İki buçuk milyon mazlum onun bağrında. Önlerinde engin deniz, arkalarında zalim ve azgın Netenyahu, Yahudiler ve destekçileri…

Ne kadar garip değil mi? Şimdi söyleyin, Firavun kim ve Yahudiler nereye düştü?

Bu çağdaş Firavun ve askerleri çocuk, kadın, yaşlı, sivil demeden deniz kenarında kıstırdıkları mazlumların üzerlerine ateş yağdırıyorlar, öldürmeye adeta ant içmişler, gözlerini kan bürümüş, insanlıklarını yitirmişler, vahşilikte dibe vurmuşlar... 

Gazze ise adeta ashâbü’l-uhdûd kuyusu. Bu sefer ateş altlarında değil, üzerlerine yağdırılıyor.

Ne diyor baş zalim çağdaş Firavun: “Yeşeya’nın kehanetini gerçekleştireceğim!”

Firavun ne demişti: “En büyük rab benim!”

Birisi kendisini zalim rab ilan etmiş, öteki rabbini zalim ilan ediyor.

Bu sahnede bir tek Musa eksik?

Musa da o topraklardan çıkacak belki. Çağdaş Firavunun öldüremediği çocuklardan biri ya da hepsi olarak.

Kim bilir?

Belki de çıktı.

17 Rebiulahir 1445 / 1 Kasım 2023


 

Yazarlar