Yemişim Rivâyetinizi...
Prof. Dr. Şaban
ÖZ
Daha önceki ilmin tabana yayılması çabalarını sorguladığım yazı yüzünden başıma gelenleri sanırım hepiniz biliyorsunuzdur. Eleştirdiğim bütün kesimler, hiçbir utanma duygusuna kapılmaksızın “bir ilahiyatçının itirafları” başlığını atarak ciddi ciddi ayar vermişlerdi. Hatta birçok ilahiyat hocası dahi ne dediğimi anlamaksızın bu vesileyle topa kafa uzatmışlardı...
Biliyorum yine bir sürü
“terane” işiteceğim...
Ancak...
Lakin...
Allah şahit umurumda bile
değil!
Neyse şimdi konuyu
dağıtmayalım.
Tarihin ideolojilerin emrinde
çalıştırılması, tarih ilminin neşv ü nema bulmasından itibaren tartışılan bir
konu. Aslında herkes bir şekilde bunu kabul etmiştir de ne kadarı ideolojinin
emrinde olsun onun hesabındadır.
Sık sık tekrarladığım bir
cümle vardır; “Biz tarihçiyiz, varsa abartırız, yoksa uydururuz” diye.
Sosyal bilimlerin doğasına
girmeyelim şimdi. Kanıt’ın ne olduğuna hiç girmeyelim. Hele hele mutlak
doğru’dan hiç bahsetmeyelim. Birimizin doğrusunun diğerinin mutlak yanlışlığı
vs.
Geçelim mi?
Geçelim!
Tarih, olmuş bitmiş ya olduğu
gibi ya da olması istenildiği gibi yazılmıştır. Hepsi bu kadar. Biz de
elimizdeki ya olduğu gibi anlatılan ya da olması istenildiği gibi anlatılan
metinler üzerinden konuşuruz...
Tamam... Uzattıkça tadı
kaçıyor. Toparlayayım.
Şuradan başlayalım; siyer
ilmi seküler bir ilim olamaz!
Demem o ki, Allah’a ve
Elçi’sine inanarak bakmadığınız sürece ne Resul’ün hayatını anlayabilirsiniz ne
de yazabilirsiniz.
Hatta az buçuk kavgaya davet
eder gibi, Müslümanım diyorsanız, İslâm hukukçuları gibi dinin karışmadığı
alanlar icat edemezsiniz diyorum. Daha açık yazayım; yaptığın her işin mutlaka
bir karşılığı olduğuna inanıyorum. Ya sevap ya günah!
Uzattım. Ama uzatmayınca
birileri bu yazıyı alıp “alın bundan ilim adamı mı olur” diyeceğine adım gibi
eminim. Tövbe haşa... ilmin peşinde giden...
Konu; Kudüs!
Efendim mirac!
Efendim isra!
Efendim kıble!
Efendim rivâyet!
Efendim bilmem ne...
Ben de diyorum ki...
Kudüs için ölenler!
Hadi toplayın bütün ilmi
verilerinizi terazinin bir köşesine koyun; ben de sadece babası ile şehit
edilen Muhammed’i koyacağım!
İlminizde iki yaşındaki bir
çocuğun kanından daha ağır gelen bir rivâyetiniz varsa...
İlminizde 17 yaşında bir kız
çocuğunun öldürülen cesedinden daha ağır gelen bir görüşünüz varsa...
İlminizde Yahudilerin
postallarıyla çiğnediği bir mabedden daha korunmuş bir metniniz varsa...
İlminizde Kudüs’ten daha ağır
gelen bir tespitiniz varsa...
Yok kardeşim yok!
Ben önce Müslümanım!
Allah’a karşı sorumluyum!
Sonra Resulüne!
Sonra ümmete!
Kısacası...
Yemişim sizin
rivâyetlerinizi!
Ta ki...
Özgür Filistin’e kadar!
Ta ki...
Özgür Kubbetu’s-Sahra’ya
kadar!
Ta ki...
Özgür Ömer Mescidi’ne kadar!
Ta ki...
Özgür Mescid-i Aksâ’ya kadar!
Ta ki...
Hilâl’in nazlı nazlı
dalgalandığını görünceye kadar...
İşte o zaman...
Rivâyetleri konuşuruz...
Görecek miyim?
Dedim ya; ben Müslümanım
diye!
Tabi ki göreceğim!
[İlk yayın
tarihi: 10 Aralık 2017]
0 yorum:
Yorum Gönder