25 Kasım 2023 Cumartesi

Hz. Osman Dönemi Dâhilî Problemler ve Sebepleri


HZ. OSMAN DÖNEMİ DÂHİLÎ PROBLEMLER VE SEBEPLERİ

Prof. Dr. Adem APAK

    Hz. Osman dönemi sadece parlak zaferlerin gerçekleştirildiği bir süreç değil, aynı zamanda İslâm toplumunu derinden sarsan hadiselerin yaşandığı bir süreci çağrıştırır. Bu nedenledir ki tarihçiler, Hz. Osman’ın hilâfet dönemini kronolojik olarak genelde iki kısma ayırmışlardır. Birincisi (H.24-29/M.644-649) yıllarını içine alan “Sükûnet Dönemi”, diğeri de (H.30-35/M.650-655) yılları arasında tekabül eden “Karışıklık Dönemi”dir.[1] Böyle bir ayrıma gidilmesinin sebebi, karışıklıkların ikinci devrede ortaya çıkmış olmasıdır.[2] Ancak ilk dönemin tamamen sükûnet içinde geçtiği, karışıklıkların sadece ikinci devrede meydana geldiği şeklindeki bir genellemeci düşünce de isabetli değildir. Esasında olayların asıl sebeplerini, meydana gelişlerinden daha öncelerde aramak gerekir. Kanaatimizce ikinci dönemdeki karışıklıklar, geçmişte meydana gelen hoşnutsuzlukların bir dışavurumu şeklinde tezahür etmiştir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, toplumsal sarsıntılar salt patlama anlarında doğmazlar; onları bir hazırlık dönemi önceler. Öyle ki, başlangıç ve gelişme aşamasındaki şikâyet, hoşnutsuzluk ve kin birikir; sonra da patlama gerçekleşir.

    Hz. Osman dönemiyle ilgili olarak ortaya çıkan hadiseleri açıklama sadedinde tarihçiler birbirinden çok farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları genel olarak halifenin icraatından ve yöneticilerinin uygulamalarından kaynaklanan problemler ile toplumda siyasî, sosyo-kültürel ve dinî alanlardaki değişimlerden kaynaklanan problemler şeklinde üç başlık altında ele almak mümkündür.

    Hz. Osman hakkında yapılan tenkitlerin en başta gelen ve en yaygın olanı devletin önemli idarî ve askerî mevkilerine yakın akrabasını getirmiş olmasıdır. Gerçekten de halîfe göreve başlamasının ilk yıllarından itibaren çeşitli nedenlerle Mısır, Kûfe, Basra gibi önemli eyâlet valilerini azlederek, onların yerine Benî Ümeyye’ye mensup şahısları tayin etmiştir. Nitekim ilk olarak Hz. Ömer'in vasiyeti gereği[3] Kûfe valiliğine atadığı Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ı görevden alıp, yerine anne bir kardeşi Velîd b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı getirmiş (H.26/M.647), Velîd’in azledilmesinden sonra eyaletin sorumluluğu yine Ümeyyeli Sa‘îd b. el-Âs’a verilmiştir. (H.30/M.650-651). Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî valilikten alınarak yerine halifenin anne tarafından akrabası olan Abdullah b. Âmir getirilmiş (H.29/M.649-650), Mısır fatihi Amr b. el-Âs bölge valiliğinden uzaklaştırıldıktan sonra onun makamına halifenin sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d tayin edilmiştir. (H.27/M.647). Hz. Ömer zamanından beri Şam valiliği görevini sürdüren Muaviye ise görevinde bırakılmıştır.[4] Vilâyetlerde yapılan bu tayinlerin yanı sıra bürokrasinin en önemli makamı olan devlet kâtipliği görevine halifenin amcasının oğlu Mervan b. Hakem getirilmiş, böylece devletin bütün mühim idarî kademeleri Ümeyyeoğulları’nın kontrolüne geçmiştir.[5]

    Hz. Osman’ın tenkit edilmesine sebep olan uygulamalarından birisi de devlet imkânlarını ailesine tahsis etmesidir. İslâm tarihi kaynaklarında Beytülmal’den halifenin amcası Hakem’e 100 bin dirhem, damadı Abdullah b. Hâlid’e 400 veya 600 bin dirhem tahsis edildiği, ayrıca Fedek arazisinin Mervan’a, Medine çarşısının gelirinin ise Mervan’ın kardeşi Hâris’e verildiği şeklinde rivayetler vardır.[6]

    Hz. Osman’ın akrabalarına sağladığı devlet imkanları konusunda en fazla spekülasyon, bedeli çok büyük meblağlara ulaşan Ifrikıye ganimetleri üzerinde yapılmıştır. Buna göre halife, Abdullah b. Sa‘d’ı Kuzey Afrika seferine gönderirken şayet fetihleri başarıyla tamamlarsa, ganimetlerin bir kısmını kendisine vereceğini vaat etmişti. Ifrikıye fetihleri sonucunda elde edilen bir buçuk milyon dinar ganimetin söz verilen miktarı valiye takdim edildi.[7] Kaynaklarda ayrıca ilk gazvelerde kazanılan ganimetlerin Abdullah’a, sonraki ganimetlerin ise halife kâtibi Mervan’a verildiği de zikredilir.[8] Abdullah, payını aldıktan sonra ganimetlerin beşte birini Medine'ye göndermiş ve yapılan müzayede sonucunda ganimetler Mervan’a satılmış[9], o da aldığı ganimetlerden kaynaklanan borcun bir miktarını ödemiş, geri kalanı ise halife tarafından bağışlanmıştır. Bu kadar yüksek meblağın hazine adına Mervan’dan tahsil edilmemesi Müslümanlar arasında rahatsızlığa sebep olmuştur.[10]

    Hz. Osman, akrabasına devlet hazinesinden yardımda bulunmasını sıla-i rahim ile izah etmiştir: "Ebû Bekir ve Ömer, ellerinde olan hakkı terk ettiler, akrabalarına mal vermediler. Ben ise malı aldım ve akrabalarım arasında taksim ettim. Onlar Beytülmal hususunda hem kendilerini hem de akrabalarını sıkıntıya sokmaktan hoşlanıyorlardı. Fakat ben sıla-i rahmi tercih ediyorum”.[11] "Ebû Bekir ve Ömer kendi nefislerine bazı konularda zulmetmişlerdi. Ancak onların yaptıkları takdire şayandı. Rasûlüllah ise akrabasına veriyordu. Ben de aynı şekilde zorluk içinde yaşayan ve geçim darlığı çeken kimselere veriyorum. Elimi ihtiyaç sahiplerine sonuna kadar açtım. Eğer bu konuda beni hatalı görüyorsanız söyleyin, ben de sizin kararınıza tabi olayım". Halifenin bu sözlerini duyanlar onun akrabaya yardımı takdir ettiklerini ancak, Abdullah b. Esîd’e ve Mervan’a çok yüksek miktarda para vermesine razı olmadıklarını söyledikleri zaman, Hz. Osman verdiklerini ilgili şahıslardan geri almıştır.[12] Gelişen olaylardan Hz. Osman’ın benimsediği sıla-i rahim düşüncesinin Emevî ailesi tarafından istismar edildiği anlaşılmaktadır. Onların bu nevi tavır ve davranışları yönetim aleyhine fikirlerin yayılmasına sebep olduğu gibi, memleket dâhilinde fitne çıkarmak isteyenlere de malzeme vermiştir.

İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Osman döneminde ortaya çıkan karışıklıkların sorumlularından biri olarak Abdullah b. Sebe gösterilir. Hatta Taberî’nin ravilerinden Seyf b. Ömer, hadiselerin tek müsebbibinin İbn Sebe olduğunu iddia eder. Ona göre, İslâm beldelerinde fitne ve karışıklıkları organize eden İbn Sebe; Hicaz, Basra, Kûfe, Mısır ve Şam coğrafyasını dolaşmak suretiyle insanları fitneye sürüklemeye çalışmış, onlara Hz. Îsâ’nın geri geleceğine inanmalarına rağmen Hz. Peygamber’in (sav) döneceğine neden inanmadıklarını sormuş, her peygamberin bir vasisi bulunduğu gibi, Hz. Peygamber’in (sav) vasisinin de Hz. Ali olduğunu iddia ederek, görevdeki halifenin idareyi haksız bir şekilde ele geçirdiği, bu nedenle azledilip yerine Hz. Ali’nin getirilmesi gerektiğini iddia etmiştir.[13] İbn Sebe bu ve benzeri propaganda faaliyetiyle Hz. Ali’nin mevkiini yükseltmek, halife Hz. Osman’ı ise yermek ve gâsıp ilân etmek suretiyle bu iki şahsı, dolayısıyla onların kabileleri olan Benî Hâşim ile Benî Ümeyye’yi birbirine düşürmek istemiştir. Hz. Ali’yi Rasûlül­lah’a (sav) vasî ve vâris kabul etmesi sebebiyle Abdullah b. Sebe, aynı zamanda Şia muhalifleri tarafından bu mezhebin kurucusu kabul edilmiştir.[14]

Seyf b. Ömer’in rivayeti sahih kabul edilip Hz. Osman dönemi ve sonrasında gerçekleşen karışıklıkların tüm sorumluluğu Abdullah b. Sebe’ye yüklenirse, bu takdirde olaylara iştirak eden bütün Müslümanları bir bozguncunun sözüne aldanarak onun peşinden koşan basiretsiz topluluklar olarak kabul etmek gerekir ki, bu ashâba yapılan bir haksızlık, hatta iftira olur. Ayrıca İbn Sebe ile ilgili bilgileri aktaran tek kaynağın Seyf b. Ömer olduğu, üstelik onun hakkında rical kitaplarında "zayıftır", "kendisinden hayır yoktur", "metruktur", "zındıklıkla itham edilmiştir", "uydurduğu hadisleri güvenilir kişilere atfederek rivayet etmektedir", "rivayetleri boştur" gibi olumsuz ifadeler kullanıldığı unutulmamalıdır.[15] Diğer taraftan İbn Sebe ile ilgili olarak verilen bilgilerin hiç biri İbn Sa‘d (230/845), Belâzürî (279/893), Minkarî (212/827) gibi ilk dönem İslâm tarihi kaynaklarında yer almamıştır. Dolayısıyla İbn Sebe ve faaliyetlerini konu alan bu tür rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerekir. Kanaatimizce Seyf b. Ömer’in, bütün sorumluluğu İbn Sebe’ye yüklemek suretiyle olaylarda rol oynayan Müslümanları hadiselerin mesuliyetinden kurtarmak niyetiyle böyle bir rivayette bulunduğu ileri sürülebilir. Daha sonraki Müslüman tarihçilerin bu rivayete gösterdikleri ilginin fazla olması da bu kanaati haklı çıkarır. Nitekim tarihçiler, sonraki dönemlerde Seyf b. Ömer’in İbn Sebe rivayetine çok iltifat etmişler, gerek Seyf’in güvenilir bir râvî olduğu hususunu, gerekse onun İbn Sebe hakkında aktardığı bilgilerin gerçekliği konusunu deliller sunmak suretiyle savunmaya çalışmışlardır.[16]

Tâhâ Hüseyn, tarihçilerin Hz. Osman döneminde meydana gelen hadiselerde ve müteakip siyasî gelişmelerde İbn Sebe’den ve Sebeîlerin faaliyetlerinden çokça bahsettiklerine, ancak aynı tarihçilerin yukarıdaki hadiselerden daha derin tesirleri olan Sıffin savaşını naklederken bu şahıs ve ekibini garip bir şekilde unuttuklarına veya ihmal ettiklerine işaret eder.[17] Ona göre Seyf b. Ömer, gerek Hz. Osman döneminde gerekse onun öldürülmesinden sonra gerçekleşen Cemel savaşında sahâbe önderlerinin isimlerinin geçmesi sebebiyle, onları olaylardaki sorumluluktan kurtarabilmek için hadiselerin tek müsebbibi olarak İbn Sebe’yi göstermek istemiştir. Daha sonra meydana gelen Sıffin savaşında ise Şam tarafı rahatlıkla suçlanabileceği için İbn Sebe ve onun gibi muhayyel sorumlulara ihtiyaç duyulmamıştır. Eğer İbn Sebe meselesi doğru ve gerçek olsaydı, bu fırkanın Sıffin’de meydana gelen savaşta, Hz. Ali ashâbının tahkim meselesindeki ihtilâfında ve nihayet Hâricî grubunun ortaya çıkışında da bir rolünün olması gerekirdi. Fakat Seyf b. Ömer dahi bu son hadiselerde İbn Sebe’yi ihmal etmiş görünmektedir.[18] Tâhâ Hüseyn ihmalin sebebini şu şekilde açıklar:

“Ben bu hususu tek bir şekilde izah edebilirim; o da İbn Sebe’nin sadece bir vehimden ibaret olmasıdır. Velev ki, böyle bir kişi bilfiil var idiyse de İbn Sebe, tarihçilerin, Hz. Osman döneminde ve Hz. Ali’nin halifeliğinin ilk yıllarında faaliyetlerini tasvir ettikleri gibi bir öneme sahip değildir. Ancak İbn Sebe, Şia muhaliflerinin -Hâricîler hakkında yapmadıkları bir şekilde- özellikle Şia fırkası için sonradan ihtiyaç halinde kullanılmak üzere uydurdukları bir kişidir”.[19]

Tâhâ Hüseyn bu kanaatini ortaya koyduktan sonra, tarihçilerin Sıffin savaşında Sebeiyye ve İbn Sebe’nin adını anmamalarından yola çıkarak, Sebeîler ve onların reisi İbn Sebe konusunun İslâm tarihinde çok zorlama bir mesele olduğunu, bu tür bilgilerin Şia ile diğer İslâmî fırkalar arasında daha sonra meydana gelen mücadeleler sırasında uydurulduğunu iddia eder. Ona göre hasımları Şia’yı daha fazla yıpratabilmek ve bu hareketin daha kuruluş aşamasında meşruiyetini zedelemek için, başlangıç sürecinde İbn Sebe’yi kullanmak suretiyle bu mezhebin aslına Yahudi bir unsur katmak istemişlerdir. Dolayısıyla İbn Sebe hakkındaki rivayetleri Hz. Osman dönemindeki hadiseleri açıklama sadedinde değil, daha sonraki dönemde ortaya çıkan siyasî-itikadî fırkaların mücadele tarihini göz önüne alarak incelenmek daha uygun olur.[20] Burada ortaya konulan bütün değerlendirmelerle birlikte, mevcudiyeti tartışmalı da olsa İbn Sebe veya onun misyonunu üstlenen bazı şahısların bu dönemde hoşnutsuzlukları fitneye dönüştürecek gizli bir takım çalışmalara giriştikleri de söylenebilir.[21] Neticede sosyal bünyedeki yaraları ve şikâyetleri gören İbn Sebe ve benzeri şahıs ve gruplar, insanları devlet ve halife aleyhine kışkırtmışlar ve onları isyana sürüklemişlerdir.[22]

Tarihçiler, Hz. Osman döneminde ortaya çıkan problemin (fitne) sebebi olarak Hz. Osman’ın ve yöneticilerinin uygulamalarını göstermeye meyillidirler. Halife’nin tenkidine temel teşkil eden konular ise yönetim kademelerine Benî Ümeyye’yi getirmesi, Müslümanların Beytülmal’inden akrabalarını zenginleştirmesi, Kur’ân nüshalarının çoğaltılması uygulamasının ardından resmî Mushaf dışında olan mushafları yaktırması, Hz. Ömer’e düzenlenen suikastın azmettiricisi olduğu iddiasıyla öldürülen Hürmüzân’ın katili Ubeydullah b. Ömer’e kısas uygulamaması, Hz. Peygamber’in (sav) yüzüğünü Erîs kuyusuna düşürmesi, Ebû Zer gibi bazı sahâbilerin nasihatlerini dinlemeyip, onları sürgüne göndermesi şeklinde sıralanmıştır.[23] Burada zikredilen sebeplerden bazıları önemli olmakla beraber, hadd-i zatında ve görünen biçimleriyle bunlar fitne hadiseleri için temel faktör olmamalıdır.[24] Dolayısıyla bu dönemde meydana gelen hadiseleri sadece zikredilenlere dayandırarak açıklamak doğru olmaz. Zira bu ve benzeri problemlerin daha derinlere ulaşan, daha girift sebeplerinin olması gerekir. Kanaatimiz odur ki, Hz. Osman dönemindeki dâhilî problemlerin asıl sebebi, o süreçte meydana gelen ictimaî, siyasî ve iktisadî değişimler ile bu değişimin gerek tek tek fertlerde gerekse toplumda meydana getirdiği farklı nitelik ve boyuttaki yansımalarıdır.[25]

Hz. Osman’ın halifeliğinin ikinci beş yılı fitne dönemi olarak isimlendirilmişti. Bu süre zarfında askerî faaliyetler tamamlanmış, devlet ulaşabileceği en uzak sınırlara dayanmış, doğuda İran’ın yüksek yaylaları, kuzeyde Anadolu, batıda ise Akdeniz devletin tabiî sınırlarını oluşturmuştur. Fetihlerin durmasıyla birlikte toplumun ilgisi içe yönelmiş, insanlar hadiseleri düşünme ve değerlendirme fırsatı bulmuşlardır. Bunun sonucunda da onlardan bir kısmı memleket meseleleri hakkında imâl-i fikirde bulunmaya, ardından da gelişen olayların peşinde koşmaya başladılar. Geriye kalan insanlar da bilerek veya bilmeden kendilerini bu hadiselerin içinde buldular.[26]

Hz. Osman döneminde Hz. Peygamber’in (sav) terbiyesi altında yetişmiş olan sahâbenin azalması ve bu eğitimden mahrum kalanların cemiyette ekseriyete sahip hale gelmeleri de ortaya çıkan karışıklıklarda belli ölçüde rol oynadı. Hâlbuki ilk iki halife zamanında ashâb neslinin çoğunlukta olması, peygamberî terbiye almış olanların sözünün geçmesi sebebiyle birlik, beraberlik, paylaşım ve fedakârlık özellikleri etkisini sürdürüyordu. Buna karşılık Hz. Osman döneminde durum değişmeye başlamış, kısacası toplumdaki insan kalitesinin düşüşü hızlanmıştır. Bu yapı değişimi ise diğer değişim faktörlerinin de tesiriyle toplumdaki sosyal ilişkileri etkileyen, hatta belirleyen bir konuma gelmiştir.[27]

Hz. Osman’ın halifeliği döneminde toplumun etnik yapısı ile yerleşim mekânlarında hızlı bir değişime şahit olunmuştur. Fetihlerin tabiî neticesi olarak pek çok yabancı belde Müslümanların hükümranlığına girmiş, buna bağlı olarak da yeni etnik kimlikler İslâm toplumuna dâhil olmuştur. Bunların başında Araplarla ilk ciddi hesaplaşmayı gerçekleştiren millet olan İranlılar gelir. Uzun yıllar Sâsânî İmparatorluğu’nun bayrağı altında yaşayan bu insanlar hem Arapların hâkimiyetini hem de İslâm dinini kolay benimseyemedikleri anlaşılmaktadır. İslâm coğrafyasının doğu kısmının hâkim kimliğini teşkil eden bu milletin sonraki süreçte sık sık ortaya çıkan isyanlarda büyük rol oynadığı görülecektir. Farslılardan başka Kıptîler, Yahudiler, Rumlar, Berberîler, Ermeniler, Türkler gibi farklı unsurlar da toplumdaki etnik çeşitliliği artırmış, böylece İslâm beldelerinde muhtelif kültürlerin katkısıyla düzensiz ve kozmopolit bir yapı oluşmuştur. İslâm toplumuna dâhil olan yeni etnik gruplar, fetihlerin gerçekleştiği ilk yıllarda güçlü komutan ve idarecilere karşı herhangi bir direnç gösterememişlerse de devam eden süreçte ortaya çıkan fitnenin ve buna bağlı olarak gelişen fikrî ayrılıkların mühim amillerden birini teşkil etmişlerdir. [28]

 

KAYNAKLAR

Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Beyrut 1975.

Ahmed Nedvî-Sa‘îd Saib Ensârî, Asr-ı Saadet (Peygamberimizin Ashâbı), (çev. Ali Genceli), I-III, İstanbul 1967.

Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, I-IV, (nşr. Mümin Çevik), İstanbul 1969.

Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991.

Ekinci, Muhammed Salih, Sahâbe Dönemi, Konya ts.

Hizmetli, Sabri, “Tarihî Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın Öldürülmesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. XXVII, Ankara 1985.

Fığlalı, E. Ruhi, İbadiyenin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983.

İbn Hacer, Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Askalânî (852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Haydarabad 1325.

İbn Hibbân, Muhammed b. Hibban b. Ahmed b. Ebî Hatim (354/965), Kitabu’s-Sikat, I-II, Haydarabad 1975.

İbn Sa‘d, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır).

İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî (262/876), Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere, (thk. Fehim Muhammed Şeltut) I-IV, ? ts.

Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, Ankara 1968.

Mes'ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964.

Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân).

Tâhâ Hüseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ I-II, (Ali ve Benûhu), ? ts.

Varol, Bahaüddin, “Raşid Halîfeler Dönemi Toplumsal Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İSTEM, y. 3, sy. 6, Konya 2005.

Vida, G. Levi Della, “Osman”, İA, IX, 482.

Ya‘Kûbî, Ahmed b. Ebî Ya‘kûb el-Abbâsî, (284/897), Tarih, I-II, Beyrut 1960.

Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, (çev. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981.

Wellhausen, J., İslâm'ın En Eski Tarihine Giriş, (çev. Fikret Işıltan), İstanbul 1960.

Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1347), Mizânü’l-İ‘tidâl fi Nakdi’r-Ricâl, I-IV, (thk. Ali Muhammed Becavî), Beyrut 1963.

 

 



[1]    Vida, D., “Osman”, İA, IX, 430.

[2]    Fığlalı E.R, İbadiyenin Doğuşu ve Görüşleri, s. 34.

[3]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 339, 360.

[4]    Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 344.

[5]    İbn Hibbân, Kitabu’s-Sikat, II, 257.

[6]    İbn Şebbe, Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere, III, 1090-1091; Taberî, IV, 348.

[7]    Ya’kûbî, Tarih, II, 166; Taberî, Tarih, IV, 253-254; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 45.

[8]    İbn Sa‘d, III, 64.

[9]    İbnü’l-Esîr, III, 146.

[10] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, III, 135-136.

[11] İbn Sa‘d, III, 64.

[12]  Taberî, IV, 345; İbnü’l-Esîr, III, 79.

[13] Taberî, IV, 340-341; İbnü’l-Esîr, III, 78.

[14] Wellhausen, Julius, İslâmın En Eski Tarihine Giriş, s. 111; Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, s. 36.

[15] Zehebî, Mîzânü'l-İ'tidâl fî Nakdi'r-Ricâl, II, 255- 256; İbn Hacer el-Âskalanî, Tehzîbü't-Tehzîb, IV, 295-296.

[16] Örnekler için bk. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, II, 155-156; Ahmed Nedvî-Sa‘îd Saib Ensârî, Asr-ı Saadet (Peygamberimizin Ashâbı), I, 283-284; Ekinci, Muhammed Salih, Sahâbe Dönemi, s. 116-122.

[17] Tâhâ Hüseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ I-II, (Ali ve Benûhu), II, 90.

[18] Tâhâ Hüseyn, II, 90.

[19] Tâhâ Hüseyn, II, 91.

[20] Tâhâ Hüseyn, II, 90.

[21] Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, s. 37 vd.

[22] Hizmetli, Sabri, Hz. Osman’ın Öldürülmesi, s. 174.

[23] Mes‘ûdî, II, 3347-348.

[24] Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslam Tarihi, s. 95.

[25] Watt. W.M., İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 14.

[26] Hizmetli, Sabri, Hz. Osman'ın Öldürülmesi, s. 173.

[27] Varol, Bahaüddin, “Râşid Halîfeler Dönemi Toplumsal Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, s. 206-207.

[28] Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Beyrut, s. 92-93.


 

1 yorum:

  1. Allah razı olsun faydalı bir yazı olmuş lakin daha detaylı bir şekilde yazılabilirdi mesela Mervan bin konusu teğet geçilmiş o dönemdeki fitnenin temel sebeplerinden biridir belki de

    YanıtlaSil

Yazarlar