HZ. OSMAN DÖNEMİ DÂHİLÎ PROBLEMLER VE SEBEPLERİ
Prof. Dr. Adem APAK
Hz. Osman dönemi sadece parlak zaferlerin gerçekleştirildiği bir süreç değil, aynı zamanda İslâm toplumunu derinden sarsan hadiselerin yaşandığı bir süreci çağrıştırır. Bu nedenledir ki tarihçiler, Hz. Osman’ın hilâfet dönemini kronolojik olarak genelde iki kısma ayırmışlardır. Birincisi (H.24-29/M.644-649) yıllarını içine alan “Sükûnet Dönemi”, diğeri de (H.30-35/M.650-655) yılları arasında tekabül eden “Karışıklık Dönemi”dir.[1] Böyle bir ayrıma gidilmesinin sebebi, karışıklıkların ikinci devrede ortaya çıkmış olmasıdır.[2] Ancak ilk dönemin tamamen sükûnet içinde geçtiği, karışıklıkların sadece ikinci devrede meydana geldiği şeklindeki bir genellemeci düşünce de isabetli değildir. Esasında olayların asıl sebeplerini, meydana gelişlerinden daha öncelerde aramak gerekir. Kanaatimizce ikinci dönemdeki karışıklıklar, geçmişte meydana gelen hoşnutsuzlukların bir dışavurumu şeklinde tezahür etmiştir. Ayrıca unutulmamalıdır ki, toplumsal sarsıntılar salt patlama anlarında doğmazlar; onları bir hazırlık dönemi önceler. Öyle ki, başlangıç ve gelişme aşamasındaki şikâyet, hoşnutsuzluk ve kin birikir; sonra da patlama gerçekleşir.
Hz. Osman dönemiyle ilgili olarak ortaya çıkan
hadiseleri açıklama sadedinde tarihçiler birbirinden çok farklı görüşler ileri
sürmüşlerdir. Bunları genel olarak halifenin icraatından ve yöneticilerinin
uygulamalarından kaynaklanan problemler ile toplumda siyasî, sosyo-kültürel ve
dinî alanlardaki değişimlerden kaynaklanan problemler şeklinde üç başlık
altında ele almak mümkündür.
Hz. Osman hakkında yapılan tenkitlerin en başta gelen ve
en yaygın olanı devletin önemli idarî ve askerî mevkilerine yakın akrabasını
getirmiş olmasıdır. Gerçekten de halîfe göreve başlamasının ilk yıllarından
itibaren çeşitli nedenlerle Mısır, Kûfe, Basra gibi önemli eyâlet
valilerini azlederek, onların yerine Benî Ümeyye’ye
mensup şahısları tayin etmiştir. Nitekim ilk olarak Hz. Ömer'in
vasiyeti gereği[3]
Kûfe valiliğine atadığı Sa‘d b.
Ebû Vakkâs’ı görevden alıp, yerine anne bir kardeşi Velîd b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı getirmiş (H.26/M.647), Velîd’in
azledilmesinden sonra eyaletin sorumluluğu yine Ümeyyeli Sa‘îd b. el-Âs’a
verilmiştir. (H.30/M.650-651). Basra valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî valilikten alınarak yerine halifenin
anne tarafından akrabası olan Abdullah b. Âmir getirilmiş (H.29/M.649-650), Mısır fatihi Amr b. el-Âs bölge valiliğinden uzaklaştırıldıktan sonra
onun makamına halifenin sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d tayin edilmiştir. (H.27/M.647). Hz. Ömer zamanından beri Şam valiliği görevini sürdüren
Muaviye ise görevinde bırakılmıştır.[4]
Vilâyetlerde yapılan bu tayinlerin yanı sıra bürokrasinin en önemli makamı olan
devlet kâtipliği görevine halifenin amcasının oğlu Mervan b. Hakem getirilmiş, böylece devletin bütün mühim idarî
kademeleri Ümeyyeoğulları’nın kontrolüne geçmiştir.[5]
Hz. Osman’ın
tenkit edilmesine sebep olan uygulamalarından birisi de devlet imkânlarını
ailesine tahsis etmesidir. İslâm tarihi kaynaklarında Beytülmal’den halifenin amcası Hakem’e 100 bin dirhem, damadı Abdullah b.
Hâlid’e 400 veya 600 bin dirhem tahsis edildiği, ayrıca Fedek arazisinin
Mervan’a, Medine çarşısının gelirinin ise Mervan’ın kardeşi Hâris’e verildiği
şeklinde rivayetler vardır.[6]
Hz. Osman’ın
akrabalarına sağladığı devlet imkanları konusunda en fazla spekülasyon, bedeli
çok büyük meblağlara ulaşan Ifrikıye ganimetleri üzerinde
yapılmıştır. Buna göre halife, Abdullah b. Sa‘d’ı
Kuzey Afrika seferine gönderirken şayet fetihleri başarıyla tamamlarsa,
ganimetlerin bir kısmını kendisine vereceğini vaat etmişti. Ifrikıye fetihleri
sonucunda elde edilen bir buçuk milyon dinar ganimetin söz verilen miktarı
valiye takdim edildi.[7]
Kaynaklarda ayrıca ilk gazvelerde kazanılan ganimetlerin Abdullah’a, sonraki
ganimetlerin ise halife kâtibi Mervan’a
verildiği de zikredilir.[8]
Abdullah, payını aldıktan sonra ganimetlerin beşte birini Medine'ye
göndermiş ve yapılan müzayede sonucunda ganimetler Mervan’a
satılmış[9],
o da aldığı ganimetlerden kaynaklanan borcun bir miktarını ödemiş, geri kalanı
ise halife tarafından bağışlanmıştır. Bu kadar yüksek meblağın hazine adına
Mervan’dan tahsil edilmemesi Müslümanlar arasında rahatsızlığa sebep olmuştur.[10]
Hz. Osman,
akrabasına devlet hazinesinden yardımda bulunmasını sıla-i rahim ile izah
etmiştir: "Ebû Bekir ve Ömer, ellerinde olan hakkı terk ettiler,
akrabalarına mal vermediler. Ben ise malı aldım ve akrabalarım arasında taksim
ettim. Onlar Beytülmal hususunda hem kendilerini hem de akrabalarını sıkıntıya
sokmaktan hoşlanıyorlardı. Fakat ben sıla-i rahmi tercih ediyorum”.[11]
"Ebû Bekir ve Ömer kendi nefislerine bazı konularda zulmetmişlerdi. Ancak
onların yaptıkları takdire şayandı. Rasûlüllah ise akrabasına veriyordu. Ben de
aynı şekilde zorluk içinde yaşayan ve geçim darlığı çeken kimselere veriyorum.
Elimi ihtiyaç sahiplerine sonuna kadar açtım. Eğer bu konuda beni hatalı
görüyorsanız söyleyin, ben de sizin kararınıza tabi olayım". Halifenin bu
sözlerini duyanlar onun akrabaya yardımı takdir ettiklerini ancak, Abdullah b.
Esîd’e ve Mervan’a çok yüksek miktarda para vermesine razı olmadıklarını
söyledikleri zaman, Hz. Osman verdiklerini ilgili şahıslardan geri almıştır.[12]
Gelişen olaylardan Hz. Osman’ın
benimsediği sıla-i rahim düşüncesinin Emevî ailesi tarafından istismar
edildiği anlaşılmaktadır. Onların bu nevi tavır ve davranışları yönetim
aleyhine fikirlerin yayılmasına sebep olduğu gibi, memleket dâhilinde fitne
çıkarmak isteyenlere de malzeme vermiştir.
İslâm tarihi kaynaklarında Hz. Osman döneminde ortaya çıkan karışıklıkların
sorumlularından biri olarak Abdullah b. Sebe gösterilir. Hatta Taberî’nin
ravilerinden Seyf b. Ömer, hadiselerin tek müsebbibinin İbn Sebe olduğunu iddia eder. Ona göre, İslâm
beldelerinde fitne ve karışıklıkları organize eden İbn Sebe; Hicaz, Basra, Kûfe, Mısır ve Şam coğrafyasını dolaşmak suretiyle insanları fitneye sürüklemeye çalışmış, onlara
Hz. Îsâ’nın geri geleceğine inanmalarına rağmen Hz. Peygamber’in (sav)
döneceğine neden inanmadıklarını sormuş, her peygamberin bir vasisi bulunduğu
gibi, Hz. Peygamber’in (sav) vasisinin de Hz. Ali olduğunu iddia ederek, görevdeki halifenin
idareyi haksız bir şekilde ele geçirdiği, bu nedenle azledilip yerine Hz.
Ali’nin getirilmesi gerektiğini iddia etmiştir.[13] İbn
Sebe bu ve benzeri propaganda
faaliyetiyle Hz. Ali’nin mevkiini yükseltmek, halife Hz. Osman’ı ise yermek ve
gâsıp ilân etmek suretiyle bu iki şahsı, dolayısıyla onların kabileleri olan
Benî Hâşim ile Benî Ümeyye’yi
birbirine düşürmek istemiştir. Hz. Ali’yi Rasûlüllah’a (sav) vasî ve vâris
kabul etmesi sebebiyle Abdullah b. Sebe,
aynı zamanda Şia muhalifleri tarafından bu mezhebin kurucusu kabul edilmiştir.[14]
Seyf b. Ömer’in
rivayeti sahih kabul edilip Hz. Osman dönemi ve sonrasında gerçekleşen
karışıklıkların tüm sorumluluğu Abdullah b. Sebe’ye
yüklenirse, bu takdirde olaylara iştirak eden bütün Müslümanları bir
bozguncunun sözüne aldanarak onun peşinden koşan basiretsiz topluluklar olarak
kabul etmek gerekir ki, bu ashâba yapılan bir haksızlık, hatta iftira olur.
Ayrıca İbn Sebe ile ilgili bilgileri aktaran tek kaynağın Seyf b. Ömer olduğu, üstelik onun hakkında rical
kitaplarında "zayıftır", "kendisinden hayır
yoktur", "metruktur", "zındıklıkla itham
edilmiştir", "uydurduğu hadisleri güvenilir kişilere atfederek
rivayet etmektedir", "rivayetleri boştur" gibi
olumsuz ifadeler kullanıldığı unutulmamalıdır.[15] Diğer
taraftan İbn Sebe ile ilgili olarak verilen bilgilerin hiç biri İbn Sa‘d (230/845), Belâzürî (279/893), Minkarî (212/827) gibi ilk dönem
İslâm tarihi kaynaklarında yer almamıştır. Dolayısıyla İbn Sebe ve
faaliyetlerini konu alan bu tür rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerekir.
Kanaatimizce Seyf b. Ömer’in, bütün sorumluluğu İbn Sebe’ye
yüklemek suretiyle olaylarda rol oynayan Müslümanları hadiselerin
mesuliyetinden kurtarmak niyetiyle böyle bir rivayette bulunduğu ileri
sürülebilir. Daha sonraki Müslüman tarihçilerin bu rivayete gösterdikleri
ilginin fazla olması da bu kanaati haklı çıkarır. Nitekim tarihçiler, sonraki
dönemlerde Seyf b. Ömer’in İbn Sebe rivayetine çok iltifat
etmişler, gerek Seyf’in güvenilir bir râvî olduğu hususunu, gerekse onun İbn
Sebe hakkında aktardığı bilgilerin gerçekliği konusunu deliller sunmak
suretiyle savunmaya çalışmışlardır.[16]
Tâhâ Hüseyn,
tarihçilerin Hz. Osman döneminde meydana gelen
hadiselerde ve müteakip siyasî gelişmelerde İbn Sebe’den
ve Sebeîlerin faaliyetlerinden çokça bahsettiklerine, ancak aynı tarihçilerin
yukarıdaki hadiselerden daha derin tesirleri olan Sıffin savaşını naklederken bu şahıs ve ekibini garip
bir şekilde unuttuklarına veya ihmal ettiklerine işaret eder.[17] Ona
göre Seyf b. Ömer, gerek Hz. Osman döneminde gerekse onun öldürülmesinden sonra
gerçekleşen Cemel savaşında sahâbe
önderlerinin isimlerinin geçmesi sebebiyle, onları olaylardaki sorumluluktan
kurtarabilmek için hadiselerin tek müsebbibi olarak İbn Sebe’yi göstermek
istemiştir. Daha sonra meydana gelen Sıffin savaşında ise Şam tarafı rahatlıkla
suçlanabileceği için İbn Sebe ve onun gibi muhayyel sorumlulara ihtiyaç
duyulmamıştır. Eğer İbn Sebe meselesi doğru ve gerçek olsaydı, bu fırkanın
Sıffin’de meydana gelen savaşta, Hz. Ali ashâbının tahkim meselesindeki ihtilâfında ve
nihayet Hâricî grubunun ortaya çıkışında da bir rolünün olması gerekirdi. Fakat
Seyf b. Ömer dahi bu son hadiselerde İbn
Sebe’yi ihmal etmiş görünmektedir.[18] Tâhâ
Hüseyn ihmalin sebebini şu şekilde açıklar:
“Ben bu hususu tek bir şekilde izah
edebilirim; o da İbn Sebe’nin sadece bir vehimden ibaret olmasıdır. Velev ki,
böyle bir kişi bilfiil var idiyse de İbn Sebe, tarihçilerin, Hz. Osman
döneminde ve Hz. Ali’nin halifeliğinin ilk yıllarında faaliyetlerini tasvir
ettikleri gibi bir öneme sahip değildir. Ancak İbn Sebe,
Şia muhaliflerinin -Hâricîler
hakkında yapmadıkları bir şekilde- özellikle Şia fırkası için sonradan ihtiyaç
halinde kullanılmak üzere uydurdukları bir kişidir”.[19]
Tâhâ Hüseyn bu kanaatini ortaya
koyduktan sonra, tarihçilerin Sıffin savaşında Sebeiyye ve İbn Sebe’nin
adını anmamalarından yola çıkarak, Sebeîler ve onların reisi İbn Sebe konusunun İslâm tarihinde çok zorlama
bir mesele olduğunu, bu tür bilgilerin Şia ile diğer İslâmî fırkalar arasında
daha sonra meydana gelen mücadeleler sırasında uydurulduğunu iddia eder. Ona
göre hasımları Şia’yı daha fazla yıpratabilmek ve bu hareketin daha kuruluş
aşamasında meşruiyetini zedelemek için, başlangıç sürecinde İbn Sebe’yi
kullanmak suretiyle bu mezhebin aslına Yahudi bir unsur katmak istemişlerdir.
Dolayısıyla İbn Sebe hakkındaki rivayetleri Hz.
Osman dönemindeki hadiseleri
açıklama sadedinde değil, daha sonraki dönemde ortaya çıkan siyasî-itikadî
fırkaların mücadele tarihini göz önüne alarak incelenmek daha uygun olur.[20] Burada
ortaya konulan bütün değerlendirmelerle birlikte, mevcudiyeti tartışmalı da
olsa İbn Sebe veya onun misyonunu üstlenen
bazı şahısların bu dönemde hoşnutsuzlukları fitneye dönüştürecek gizli bir
takım çalışmalara giriştikleri de söylenebilir.[21]
Neticede sosyal bünyedeki yaraları ve şikâyetleri gören İbn Sebe ve benzeri şahıs ve gruplar, insanları devlet
ve halife aleyhine kışkırtmışlar ve onları isyana sürüklemişlerdir.[22]
Tarihçiler, Hz. Osman döneminde ortaya çıkan problemin (fitne)
sebebi olarak Hz. Osman’ın ve yöneticilerinin uygulamalarını göstermeye
meyillidirler. Halife’nin tenkidine temel teşkil eden konular ise yönetim
kademelerine Benî Ümeyye’yi getirmesi, Müslümanların
Beytülmal’inden akrabalarını
zenginleştirmesi, Kur’ân nüshalarının çoğaltılması uygulamasının ardından resmî
Mushaf dışında olan mushafları yaktırması, Hz. Ömer’e düzenlenen suikastın
azmettiricisi olduğu iddiasıyla öldürülen Hürmüzân’ın katili Ubeydullah b. Ömer’e
kısas uygulamaması, Hz. Peygamber’in (sav) yüzüğünü Erîs
kuyusuna düşürmesi, Ebû Zer gibi bazı sahâbilerin nasihatlerini
dinlemeyip, onları sürgüne göndermesi şeklinde sıralanmıştır.[23]
Burada zikredilen sebeplerden bazıları önemli olmakla beraber, hadd-i zatında
ve görünen biçimleriyle bunlar fitne hadiseleri için temel faktör olmamalıdır.[24]
Dolayısıyla bu dönemde meydana gelen hadiseleri sadece zikredilenlere
dayandırarak açıklamak doğru olmaz. Zira bu ve benzeri problemlerin daha
derinlere ulaşan, daha girift sebeplerinin olması gerekir. Kanaatimiz odur ki,
Hz. Osman dönemindeki dâhilî problemlerin asıl sebebi, o
süreçte meydana gelen ictimaî, siyasî ve iktisadî değişimler ile bu değişimin
gerek tek tek fertlerde gerekse toplumda meydana getirdiği farklı nitelik ve
boyuttaki yansımalarıdır.[25]
Hz. Osman’ın halifeliğinin ikinci beş
yılı fitne dönemi olarak isimlendirilmişti. Bu süre zarfında askerî faaliyetler
tamamlanmış, devlet ulaşabileceği en uzak sınırlara dayanmış, doğuda İran’ın
yüksek yaylaları, kuzeyde Anadolu, batıda ise Akdeniz devletin tabiî sınırlarını oluşturmuştur.
Fetihlerin durmasıyla birlikte toplumun ilgisi içe yönelmiş, insanlar
hadiseleri düşünme ve değerlendirme fırsatı bulmuşlardır. Bunun sonucunda da
onlardan bir kısmı memleket meseleleri hakkında imâl-i fikirde bulunmaya,
ardından da gelişen olayların peşinde koşmaya başladılar. Geriye kalan insanlar
da bilerek veya bilmeden kendilerini bu hadiselerin içinde buldular.[26]
Hz. Osman döneminde Hz. Peygamber’in (sav) terbiyesi
altında yetişmiş olan sahâbenin azalması ve bu eğitimden mahrum kalanların
cemiyette ekseriyete sahip hale gelmeleri de ortaya çıkan karışıklıklarda belli
ölçüde rol oynadı. Hâlbuki ilk iki halife zamanında ashâb neslinin çoğunlukta
olması, peygamberî terbiye almış olanların sözünün geçmesi sebebiyle birlik,
beraberlik, paylaşım ve fedakârlık özellikleri etkisini sürdürüyordu. Buna
karşılık Hz. Osman döneminde durum değişmeye
başlamış, kısacası toplumdaki insan kalitesinin düşüşü hızlanmıştır. Bu yapı
değişimi ise diğer değişim faktörlerinin de tesiriyle toplumdaki sosyal
ilişkileri etkileyen, hatta belirleyen bir konuma gelmiştir.[27]
Hz. Osman’ın halifeliği döneminde
toplumun etnik yapısı ile yerleşim mekânlarında hızlı bir değişime şahit
olunmuştur. Fetihlerin tabiî neticesi olarak pek çok yabancı belde
Müslümanların hükümranlığına girmiş, buna bağlı olarak da yeni etnik kimlikler
İslâm toplumuna dâhil olmuştur. Bunların başında Araplarla ilk ciddi
hesaplaşmayı gerçekleştiren millet olan İranlılar gelir. Uzun yıllar Sâsânî
İmparatorluğu’nun bayrağı altında yaşayan bu insanlar hem Arapların hâkimiyetini
hem de İslâm dinini kolay benimseyemedikleri anlaşılmaktadır. İslâm
coğrafyasının doğu kısmının hâkim kimliğini teşkil eden bu milletin sonraki
süreçte sık sık ortaya çıkan isyanlarda büyük rol oynadığı görülecektir.
Farslılardan başka Kıptîler, Yahudiler, Rumlar, Berberîler, Ermeniler, Türkler gibi farklı unsurlar da toplumdaki etnik
çeşitliliği artırmış, böylece İslâm beldelerinde muhtelif kültürlerin
katkısıyla düzensiz ve kozmopolit bir yapı oluşmuştur. İslâm toplumuna dâhil
olan yeni etnik gruplar, fetihlerin gerçekleştiği ilk yıllarda güçlü komutan ve
idarecilere karşı herhangi bir direnç gösterememişlerse de devam eden süreçte
ortaya çıkan fitnenin ve buna bağlı olarak gelişen fikrî ayrılıkların mühim
amillerden birini teşkil etmişlerdir. [28]
KAYNAKLAR
Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Beyrut 1975.
Ahmed Nedvî-Sa‘îd Saib Ensârî, Asr-ı Saadet
(Peygamberimizin Ashâbı), (çev. Ali Genceli), I-III, İstanbul 1967.
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, I-IV,
(nşr. Mümin Çevik), İstanbul 1969.
Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (çev.
Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991.
Ekinci, Muhammed Salih, Sahâbe Dönemi, Konya
ts.
Hizmetli, Sabri, “Tarihî Rivayetlere Göre Hz. Osman'ın
Öldürülmesi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. XXVII,
Ankara 1985.
Fığlalı, E. Ruhi, İbadiyenin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983.
İbn Hacer, Şihabuddin Ahmed b. Ali el-Askalânî
(852/1448), Tehzîbü’t-Tehzîb, I-XII, Haydarabad 1325.
İbn Hibbân, Muhammed b. Hibban b. Ahmed b. Ebî Hatim
(354/965), Kitabu’s-Sikat, I-II, Haydarabad 1975.
İbn Sa‘d, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim
(230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır).
İbn Şebbe, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî (262/876), Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere,
(thk. Fehim Muhammed Şeltut) I-IV, ? ts.
Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm
Mezhepleri, Ankara 1968.
Mes'ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb,
I-IV, (thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964.
Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk,
(thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân).
Tâhâ Hüseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ I-II, (Ali ve
Benûhu), ? ts.
Varol, Bahaüddin, “Raşid Halîfeler Dönemi Toplumsal
Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İSTEM, y. 3, sy. 6, Konya 2005.
Vida, G. Levi Della, “Osman”, İA, IX, 482.
Ya‘Kûbî, Ahmed b. Ebî Ya‘kûb el-Abbâsî, (284/897), Tarih,
I-II, Beyrut 1960.
Watt, W. Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, (çev. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981.
Wellhausen, J., İslâm'ın En Eski Tarihine Giriş,
(çev. Fikret Işıltan), İstanbul 1960.
Zehebî, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1347), Mizânü’l-İ‘tidâl
fi Nakdi’r-Ricâl, I-IV, (thk. Ali Muhammed Becavî), Beyrut 1963.
[1] Vida, D., “Osman”, İA, IX, 430.
[2] Fığlalı E.R, İbadiyenin Doğuşu ve Görüşleri, s. 34.
[3] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 339, 360.
[4] Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 344.
[5] İbn Hibbân, Kitabu’s-Sikat, II, 257.
[6] İbn Şebbe, Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere,
III, 1090-1091; Taberî, IV, 348.
[7] Ya’kûbî,
Tarih, II, 166; Taberî, Tarih, IV, 253-254; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 45.
[8] İbn Sa‘d, III, 64.
[9] İbnü’l-Esîr, III, 146.
[10] Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, III, 135-136.
[11] İbn Sa‘d, III, 64.
[12] Taberî, IV, 345; İbnü’l-Esîr, III, 79.
[13] Taberî, IV,
340-341; İbnü’l-Esîr, III, 78.
[14] Wellhausen, Julius, İslâmın En Eski Tarihine Giriş, s. 111; Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri,
s. 36.
[15] Zehebî,
Mîzânü'l-İ'tidâl fî Nakdi'r-Ricâl, II, 255- 256; İbn Hacer el-Âskalanî, Tehzîbü't-Tehzîb, IV, 295-296.
[16] Örnekler için bk. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas-ı
Enbiyâ, II, 155-156; Ahmed Nedvî-Sa‘îd Saib Ensârî, Asr-ı Saadet
(Peygamberimizin Ashâbı), I, 283-284; Ekinci, Muhammed Salih, Sahâbe
Dönemi, s. 116-122.
[17] Tâhâ Hüseyn, el-Fitnetü’l-Kübrâ I-II, (Ali
ve Benûhu), II, 90.
[18] Tâhâ Hüseyn, II, 90.
[19] Tâhâ Hüseyn, II, 91.
[20] Tâhâ Hüseyn, II, 90.
[21] Kutluay, Yaşar, Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, s. 37 vd.
[22] Hizmetli, Sabri, Hz. Osman’ın Öldürülmesi, s. 174.
[23] Mes‘ûdî, II, 3347-348.
[24] Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslam Tarihi,
s. 95.
[25] Watt. W.M., İslâm
Düşüncesinin Teşekkül Devri, s. 14.
[26] Hizmetli, Sabri, Hz. Osman'ın Öldürülmesi, s. 173.
[27] Varol, Bahaüddin, “Râşid Halîfeler Dönemi
Toplumsal Değişme Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, s. 206-207.
[28] Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Beyrut, s.
92-93.
Allah razı olsun faydalı bir yazı olmuş lakin daha detaylı bir şekilde yazılabilirdi mesela Mervan bin konusu teğet geçilmiş o dönemdeki fitnenin temel sebeplerinden biridir belki de
YanıtlaSil