SİYERİN
ÖNCÜLERİ: MÛSÂ B. UKBE (ö. 141/758)
Prof. Dr. Adem Apak
GİRİŞ
İslâm tarihçiliğinin ilk örneklerini meğâzî ve siyer kitapları teşkil eder. Başka bir ifadeyle İslâm tarihinin hadis disiplininden bağımsızlığını kazanmaya başlamasının ilk sonuçları meğâzî ve siyer eserleridir, denilebilir. Kaynaklarda meğâzî kelimesi “arzu, istek, savaşmak, savaş yeri” manalarına gelen “meğzâ” kelimesinin cem’i olup, bundan türeyen “gazve” ise “savaş” karşılığında kullanılmaktadır. Meğâzî “gâzîlerin savaş menkıbeleri” anlamında olduğu gibi, gazveler manasındaki “meğzât” kelimesinin çoğulu şeklinde de kullanılmıştır. Teknik anlamıyla meğâzî “Hz. Peygamber’in (sav) her türlü askerî faaliyetleri” veya “bu faaliyetleri konu edinen kitaplar” demektir.[1] Siyer ise kelime anlamıyla “sîre”nin çoğulu olup “yönelmek, seyahat etmek” anlamlarına gelir. Istılahî olarak ise siyer “Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını ele alan hâl tercemesi” demektir.[2] Tarifinde de ifade edildiği gibi siyerin alanı meğâzîye göre daha şümullüdür. Buna göre siyer, meğâzîyi de içine almaktadır. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in (sav) bütün hayatını konu alan rivayetleri bir araya toplayan risâle ve kitaplara siyer veya sîre adı verilmiştir.
İlk siyer ve meğâzî çalışmaları esas olarak sahâbe
nesliyle başlar. Fakat onlar bu konuda müstakil kitap yazmamışlar, sadece
ulaştıkları bilgileri bir taraftan düzensiz bir şekilde kaydederken diğer
taraftan da kendilerinde olanı sonraki kuşağa şifahî olarak nakletmişlerdir. Bu
sebeple siyer ve meğâzîye ait ilk eserleri yazmak Müslümanların ikinci nesli
olan Tâbiûna nasip olmuştur.[3]
Nitekim onlar da Hz. Peygamber (sav) dönemine ait bazı yazılı vesikalar yanında
ashâbdan kendilerine sözlü gelenekle intikal eden haberleri hem nakletmeye hem
de kronolojik esasa göre kaydetmeye başlamışlardır. Bu tür telif faaliyeti
hicretin birinci asrında süratli bir gelişme göstermiş, netice olarak bilhassa
Emevîlerin sonu ile Abbâsîlerin başlangıç dönemlerinde ilk büyük siyer ve
meğâzî eserleri ortaya çıkmaya başlamıştır.[4] Zikri
geçen dönemin en mühim simaları ise İbn Şihâb ez-Zührî (ö.124/M.742) ile yazdığı Kitâbu’l-Meğâzî
isimli eseri günümüze kadar ulaşan İbn İshâk‘tır (ö.150/.767).
Siyer telifinin aşamalarını
Başlangıç Risaleler ve Telif dönemi olarak isimlendirmek mümkündür. Başlangıç
döneminin öncü temsilcileri Ka’bu’l-Ahbâr (ö.32/652), Abdullah b. Selâm (ö.43/663),
Vehb b. Münebbih (ö.114/732); Risâleler döneminin temsilcileri Urve b. Zübeyr ö.(94/713),
Şurahbil b. Sa’d (ö.123/740), Âsım b. Ömer (ö.120/737), Abdullah b. Ebî Bekir (ö.135/752)
ve Ebân b. Osman (ö.105/732) olarak tespit etmek mümkündür. Cem döneminin tek
temsilcisi ise İbn Şihâb ez-Zürî’dir. (ö.124/741).[5]
Bu aşamada temel kaynaklarını temin eden siyer ve meğazî yazımı tasnif ve telif
dönemine geçmiştir. Bu dönemde siyer yazımının metodolojisi geliştirilmiş,
müellifler arasında farklı siyer ve meğâzî telifleri ortaya konulmaya
başlamıştır. Siyer yazımında tasnif ve telif döneminin en önemli temsilcileri
ise Mûsa b. Ukbe (ö.141/758), İbn İshâk (ö.151/768), Ma’mer b. Râşid (ö.153/770),
Ebû Ma’şer es-Sindî (ö.170/787) ve Vâkıdî (ö.207/822) kabul edilir. Bu
çalışmada biz özellikle hocası ve cem döneminin tek temsilcisi olan Zührî’nin
metod ve muhteva açısında takipçiliğini ve dönemindeki temsilciliğini îfâ eden
Mûsâ b. Ukbe’nin hayatı şahsiyeti ve siyer ilmine katkılarını ele alacağız.
1. KİMLİĞİ VE İLMİ KİŞİLİĞİ
Tarih kaynaklarında Mûsâ b. Ukbe’nin künyesi Mûsâ b.
Ukbe b. Ayyâş b. Ebu’l-Ayyâş el-Kuraşî el-Esedî olarak verilip künyesi Ebû
Muhammed’dir. Onun doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte kaynaklarda yaklaşık
olarak hicretin 60 (679), 68 (688) yıllarında doğmuş olabileceğine dair
bilgiler bulunmaktadır. Kendisinin Kureyş’in güçlü kabilelerinden Benû Esed’e
nisbet edildiği bilinmekte olup vefat tarihi hakkında kabul edilen tarih ise
hicretin 141. yılıdır. (M.758).[6]
Mûsâ b. Ukbe’nin kişiliği ve ilmi yönü hakkında pek
çok alim olumlu veya olumsuz görüş bildirmiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel
(ö.241/855), Yahyâ b. Maîn (ö.233/848), Nesaî (ö.303/915) onun hakkında sika
tabirini kullanırlarken, Ebû Hâtim (ö.345/965) onun aynı zamanda salih bir kişi
olduğuna şahitlik etmiştir. Buna mukabil az da olsa kendisinde zayıflığın
bulunduğunu ifade edem alimler de bulunmaktadır. Onun kişiliği hakkında Zehebî
(ö.748/1347) sair ulemanın da görüşlerini verdikten sonra değerlendirmesini şu
cümleler ile tamamlamıştır: “…Allah’a şükürler olsun ki, o sikadır”.[7]
2.
KAYNAKLARI VE RAVİLERİ
Mûsâ b. Ukbe’nin eserini telifinde istifade ettiği şahıslar Abbâd b. Temîm el-Mâzinî, Abdullah b. Dînâr, Abdullah b. Fadl, Abdülvâhid, Alkame b. Vakkâs el-Leysî, Atâ b. Ebû Mervân, Bişr b. Saîd, Dahhâk b. Halîfe, Ebû Alkame, Ebû Habîbe, Ebî Seleme b. Abdurrahman, Ebu’z-Zübeyr, Hişâm b. Urve, İbn Ebû Habîbe, İbn Lehîa, İbn Muhayyiriz, İsâ b. Ma’kıl, İshâk b. Yahyâ, İsmail b. Ebû Hâlid, Kureyb b. Ebû Müslim, Mâlik b. Ebû Âmir, Mücemmi’ b. Yezîd b. Hârise, Muhammed b. Münkedir, Muhammed b. Müslim b. Şihâb ez-Zührî, Muhammed b. Yahyâ, Münzir b. el-Cehm, Sa’d b. İbrahim, Safvân İbnü’s-Selîm, Sâlim b. Abdullah, Sâlim b. Ebu’n-Nadr, Süheyl b. Ebû Sâlih, Urve b. ez-Zübeyr, Ümmü Hâlid bint Hâlid b. Sâid b. el-Âs. Onun ravileri ise Abdullah b. Mus’ab, Abdülazîz b. Ebû Hâzim, Abdülazîz b. Muhammed, Abdullah el-Mübârek, Abdullah b. Recâ el-Mekkî, Abdülmelik b. Cüreyc, Abdurrahman b. Ebû Bekre, Abdurrahman b. Ebu’z-Zinâd, Ebû Bedr Şüca’ b. el-Velîd, Ebû Bekr b. Abdullah b. Ebû Sebre, Ebû Damre Enes b. İyâd, Ebû İshâk İbrahim b. Muhammed el-Fezârî, Ebû Kurre Mûsâ b. Târık ez-Zübeydî, Ebû Ma’şer, Fudeyl b. Süleyman en-Numeyrî, Hafs b. Meysere, İbrahim b. Tehmân, İsmail b. Ayyâş, İsmail b. İbrahim b. Ukbe, Mâlik b. Enes, Muhammed b. Ca’fr b. Ebû Kesîr, Muğîre b. Abdurrahman el-Mahzûmî, Muhammed b. Müslim, Muhammed b. Füleyh b. Süleyman, Münzir b. Abdullah el-Hızâmî, Süfyân b. Uyeyne, Süfyân es-Sevrî, Şu’be b. el-Haccâc, Vehb b. Osman el-Mahzûmî, Vüheyb b. Hâlid, Ya’kûb b. Abdurrahman el-Kârî, Yahyâ b. Abdullah b. Sâlim, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî, Züheyr b. Muâviye’dir. [8]
3.
ESERİ VE ESER MUHTEVASI
Mûsâ b. Ukbe’nin eserinin adın Kitâbü’l-Meğâzî’dir.
Birçok alim onun kitabının en sahih meğâzî kitaplarından olduğunu iddia
etmişlerdir. Nitekim Mâlik b. Enes (ö.179/795) siyerin Mûsâ b. Ukbe’den
alınması gerektiğini ifade etmiş, buna gerekçe olarak da Mûsâ’nın sika bir ravi
olduğunu beyan etmiştir. Onun hakkında ayrıca “O salih bir adamdır, onun meğâzîsi
en doğru meğâzîdir. Size onun kitabını tavsiye ederim. O sika bir adamdır ve
ilerlemiş yaşına rağmen Rasülüllah (sav) ile savaşlara katılmış olanların
tespiti için çalışmıştır. Aynı zamanda bazılarının yaptıkları gibi onların
sayılarını çoğaltmamıştır”.[9]
Mûsâ b. Ukbe’nin eserine aldığı ve başta İbn Kesîr (ö.744/1372), İbn Hacer
(ö.852/1448), Zehebî (ö.748/1347) gibi meşhur alimlerin eserlerinde yer
verdikleri siyer rivayetlerini aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür:
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’in haberi,
Ka’be’nin yeniden inşası,
İlk vahyin gelişi,
Habeşistan Hicreti ve Habeş Necâşî’sinin kral oluşu,
Boykot ve Sahifenin haberi,
Taif Yolculuğu,
Kabilelelere arz,
Akabe,
Akabe sonrası Medine’ye İslam’ı öğretmek amacıyla öğretmen gönderilmesi,
Mus’ab b. Umeyr’in Medine’deki faaliyetleri,
İsrâ, Medine’ye hicret,
Hz. Peygamber (sav) ve Hz. Ebu Bekir’in hicreti,
Abdullah b. Übey’in Hz. Peygamber’e (sav) karşı tavrı,
Mescid’in inşası,
Müslümanların iskanı,
Hz. Hamza Seriyyesi,
Abdullah b. Cahş’ın Nahle Seriyyesi,
Kıble’nin değişmesi,
Bedir Savaşı,
Âtike’nin rüyası,
Kuyuya atılan müşrik cesetleri,
Ka’b. b. Eşref’in öldürülmesi,
Zeyd b. Hârise’nin Karade seriyyesi,
Uhud Savaşı,
Bi’ru Maune hadisesi,
Reci Vak’ası, Hübeyb’in öldürülmesi,
Benî Nadir hurmalıklarının kesilmesi,
Hz. Peygamber’in Ümmü Seleme ile evliliği,
Bedrü’s-Suğrâ,
Benû Mustalik Gazvesi,
Hz. Peygamber’in Cüveyriye ile evliliği,
İfk hadisesi,
Hendek Savaşı,
Benû Kureyza kuşatması,
Sellam b. Ebu’l-Hukayk’ın öldürülmesi,
Ebû Basîr hadisesi,
Hayber’in Fethi,
Hz. Peygamber’in (sav)zehirlenmesi,
Kaza umresi,
Mûte Gazvesi,
Ka’b. b. Umeyr seriyyesi,
Mekke’nin Fethi,
Hz. Peygamber’in (sav) Mekke’ye girmesi,
Kabe’deki resimlerin silinmesi,
İkrime’nin geri çağrılması,
Bir kısım Mekkelinin Müslüman olması,
Hevâzin seferi,
Huneyn ganimetlerinin dağıtılması,
Urve b. Mes’ûd’un Hz. Peygamber’e (sav) gelmesi,
Sakîf heyetinin Müslüman olması,
Halid b. Velid’in Dûmetü’l-Cendel seferi,
Veda haccı,
Üsâme Seriyyesi,
Hz. Peygamber’in (sav) vefatı,
Zikredilen muhtevaya
bakıldığında Mûsâ b. Ukbe’nin naklettiği bilgilerin Hz. Peygamber’in (sav)
sadece savaş haberleriyle sınırlı olmadığı, daha ziyade siyer konularını içine
aldığı görülür. Bu sebeple Mûsâ b. Ukbe’nin eserini aynı isimle tanınan
Vâkıdî’nin eserinden ayırmak gerekir. Zira Vâkıdî’de sadece Hz. Peygamber’in (sav)
askeri faaliyetleri (gazve, seriyye vs.) söz konusu iken Mûsâ b. Ukbe’nin
kitabında onun savaşları dışındaki faaliyetleri de ele alınmıştır. Bu haliyle
çalışmayı yine meğâzî ismiyle meşhur olan İbn İshâk’ın Kitâbü’l-Meğâzî’siyle
kıyaslamak doğru olacaktır. Kaldı ki başlangıç dönemlerinde meğâzî ve siyer
isimlerinin birbirleri yerine kullanıldığı da vakidir. Bu sebeple pekâla sadece
meğâzîyi konu edinen çalışmalara siyer denildiği gibi, meğâzî sınırlarını aşıp
esas itibariyle siyer olarak anılması gereken kitaplar da meğâzî olarak
isimlendirilmiştir.[10]
Nitekim Muhammed Hamidullah, İbn İshâk’ın Kitabü’l-Meğâzî olarak meşhur
olan ilk siyer/meğâzi kitabını muhtevasının siyere yakın olması sebebiyle Sîretü
İbn İshâk olarak tahkik etmiş olması da bu hususu açıkça ortaya
koymaktadır.[11]
Mûsâ b. Ukbe’nin
eserini büyük oranda Zührî’ye dayandırdığı, pek çok rivayet ondan aldığı
anlaşılmaktadır. Onun en önemli ravisi ise Muhammed b. Füleyh kabul edilir.
Daha sonraki dönemlerde pek çok müellif gerek İbn Füleyh aracılığıyla veya
başka raviler vasıtasıyla Mûsâ b. Ukbe’nin rivayetlerinden istifade etmişlerdir
ki onların başında İbn Sa’d (ö.230/845), İbn Abdülberr (ö.463/1071), İbn Kesîr
(ö.774/1372), Zehebî (ö.748/1347), Kâdı İyâd (ö.544/1149) ve İbn Hacer (ö.
852/1449) gelir.
Mûsâ b. Ukbe’nin
nakilleri arasında kendisinden sonraki kaynaklar arasında zikredilmeyen veya en
azından meşhur olmayan (nevâdir) türünden bilgiler bulunmaktadır ki bunların en
meşhuru ilk vahyin gelmesiyle ilgili rivayettir: Zührî-Said b. Müseyyeb kanalıyla
gelen rivayet şu şekildedir: “Allah Rasûlü (Cebrail) beni üstünde yakut ve
mercanların olduğu bir sergiye oturttu. Ardından “Oku” dedi. Allah Rasulü
‘nasıl okuyayım” deyince, “Oku yaratan Rabbi’nin adıyla oku. İnsana bilmediğini
öğretti…”. İnsanlar ‘Yâ eyyühel’l-müddessir’in ona inen ilk ayet olduğunu iddia
ederler. Allah en iyisini bilir... Allah Rasulü, Rabbi’nin risaletini kabul
etti. Evine doğru dönerken hangi ağaç ve taşa uğrasa, ona selam verdiler.
Ailesine mutlu ve kani olmuş şekilde döndü. Sonra Hatice yerinden kalkarak Utbe
b. Rebia b. Abdüşşems’in Ninova ehlinden kendisine Addâs danilen kölesinin
yanına gitti ve ona ‘Ey Addâs, Allah adına bana cevap ver. Yanında Cibrîl’den
bir haber var mı?’ dedi. O da “Kuddüs, kuddüs, halkı putperest bu topraklarda…”.
Bunun üzerine Hatice onun yanından Varaka b. Nevfel’in yanına gitti. Ona
Nebi’nin başına gelenleri anlattı. Varaka ona “Ey kardeşimizin kızı,
bilmiyorum, belki eşin ehl-i kitabın beklediği nebidir. Ki onu yanlarındaki
Tevrat ve İncil’de yazılı buluyorlar. Allah’a yemin ederim ki..”[12]
Mûsâ’nın Necâşî ile ilgili rivayeti de farkıdır. O Necâşî’nin huzurunda
konuşanın Cafer olmadığını, Müslümanların doğrudan kral ile konuştuklarını
iddia eder.[13]
Mûsâ b. Ukbe meğâzîsinde Hz. Peygamber’in (sav) Münzîr b. Sâve’ye
gönderdiği mektubu vesika olarak kullanılmıştır. Rivayete göre Alâ b. Hadramî’nin elçi olarak gittiği Bahreyn meliki Münzir b. Sâve
el-Abdî de diğer Umân kralları gibi Müslümanlığını
ilan etmiş, üstelik Hz. Peygamber’e (sav) yazdığı mektupta komşuları olan
Hecerlilere de daveti duyurduğunu, onlardan bir kısmının Müslüman olduğunu, bir
kısmının ise tebliği reddettiğini bildirmiş, ayrıca ülkesinde bulunan Mecûsî ve
Yahûdîlere nasıl muamele yapması gerektiğini sormuştur. Bunun üzerine Allah
Rasûlü (sav), gönderdiği emirnamede kendisini görevinde bıraktığını, ülkesinde
yaşayıp da eski dinlerinde kalmak isteyenlerden cizye alması gerektiğini
bildirmiştir.
“Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın adıyla!
Allah’ın Elçisi Muhammed’den Münzir b. Sâve’ye:
Selam senin
üzerine olsun! O halde ben, kendisinden başka tapınılacak bir tanrı bulunmayan
Allah’ın hamd ve senasını iletir ve beyan ve ikrar ederim ki, Allah’tan başka
tanrı yoktur. Muhammed onun Kulu ve Elçisidir. Ayrıca sana sonsuz güç ve kudret
sahibi olan yüce Allah’ı hatırlatırım. Zira iyi ve güzel bir öğüdü tutan kişi
kendi menfaatine çalışmış olur. Benim gönderdiğim elçilere itaat eden ve
onların emirlerine uygun hareket eden kimse de bana itaat etmiş olur. Ayrıca
kim onlara saygı ve ilgi gösterirse, bizzat bana saygı ve ilgi göstermiş olur.
Gerçekten gönderdiğim elçiler senden bana övgüyle söz ettiler. Ben de halkının
nazarında sana şefaatçi olmayı kabul ettim. O halde sen de İslâmiyet’e
girdikleri sırada Müslümanların sahip olduğu malları onların elinde bırak. Ben
suçluları bağışlayan bir kimseyim. Öyleyse sen de (onların af isteklerini)
kabul et. Sen iyi ve güzel davrandığın sürece biz de seni üstlendiğin
görevlerinden alıkoymayız. Aksine, kim Yahûdîliğinde ya da Mecûsîliğinde ısrar
ederse bu durumda cizye ödemeye tabi tutulur”.[14]
Mûsâ b. Ukbe sınırlı
olarak eserinde şiire yer vermiş, az sayıda beyitle hadiseleri açıklamaya
çalışmıştır. Hassân b. Sâbit’in Hz. Peygamber’in (sav) Benî Nadîr
hurmalıklarını yakması ile ilgili olarak okuduğu beyti[15]
buna örnek verilebilir.
Mûsâ b. Ukbe’nin Meğâzî’sinin diğer bir orijinal yanı ise pek çok
hadisede adı geçenlerin isim listelerinin verilmiş olmasıdır. Her ne kadar bu
listeler tenkit edilmiş, bazı isimlerin bu listelerde bulunması veya
bulunmaması gerektiğine dair kanaatler ortaya konulmuş olsa da bu listeler daha
sonraki tabakât kitapları için vazgeçilmez kaynak olma özelliğini
kaybetmemiştir. Nitekim onun listelerinden istifa eden İbn Sa’d, eserinde Mûsâ
b. Ukbe’nin verdiği listeleri İbn İshâk, Ebû Ma’şer ve Vâkıdî’nin listeleriyle
sürekli olarak karşılaştırmış, hatalı yönleri düzeltmek suretiyle eserinde daha
sağlıklı listeler ortaya koymaya çalışmıştır.
Mûsa b. Ukbe’nin zikrettiği listeler ise şu şekilde sıralanabilir:
İlk Müslümanların isimleri,
Habeş hicretine katılanların isimleri,
Akabe Biatleri’ne katılanlar,
Abdullah b. Cahş Seriyye’sine katılanlar,
Bedir Savaşı’na katılanlar,
Bi’ru Maûne’de şehit olanlar,
Mekke Fethi’nde Müslüman olan ve beyat eden kadınlar,
Huneyn’de şehit olanlar,
Taif’te şehit olanlar,
Mûte’de şehit olanlar,
Yemâme’ye katılanlar,
Ecnâdîn’de şehit olanlar,
Yevmu Cisr’e katılanlar,
Meğâzi ve Seriyye’lerin
isimleri.
SONUÇ
Mûsâ b. Ukbe siyer ve meğâzî telifi açısından tasnif
ve telif döneminin en önemli müelliflerinden birisi olarak kabul edilir.
Rivayetlerinde büyük oranda İbn Şihâb ez-Zührî’nin metodunu takip etmiş, zaman
zaman neredeyse onun birebir aynısı rivayetleri aktarmıştır. Siyasi olarak
yönetime uzak kalması, üstelik muhalif kanadı temsil eden Zübeyrî hanenadına nispet
edilmesi sebebiyle onun rivayetlerinin sonraki siyer ve meğâzî müellifleri
tarafından yeterli ilgi ve alakayı görmediği, hatta yönetimle çok yakın
ilişkileri bulunan İbn İshâk gibi siyer ve meğâzî müelliflerinin kendisini
özellikle dikkate almadıkları ifade edilebilir. Bunda aynı dönemlerde yaşayan
müelliflerin gerek siyasî tercih gerekse metod açısından birbirlerine karşı
duyarsız kalmalarının da mutlaka etkisi vardır. Bütün bu değerlendirmelerle
birlikte Mûsâ b. Ukbe’nin siyer ve meğâzî alanındaki etkisi ve katkısı tartışılmaz
niteliktedir. Bilhassa hadiselere dahil olan şahısların isimlerinin yer aldığı
listeleri vermiş olması, onun rivayetlerinin ehemmiyetini daha da
artırmaktadır. Bu listelerde gerek müellifin hatası gerek müstensihlerin hatalı
kayıtları sebebiyle bir kısım isim ve künye yanlışlarının bulunması mümkündür.
Nitekim müellif bu konuda siyer alimlerince tenkit de edilmiştir. Ancak bu
kusurlar Mûsâ b. Ukbe’nin eserinin ve rivayetlerinin değerini hiçbir şekilde
azaltmaz. Nitekim daha sonra siyer telif edenler mutlaka onun listelerini başka
rivayetlerle karşılaştırmak suretiyle daha güvenilir hale getirmişler, varsa
eksikliklerini gidermişler ve yanlışlıklarını düzeltmişlerdir. Şüphesiz aynı
durum günümüz siyer araştırmacıları için de geçerlidir.
KAYNAKÇA
· Belâzürî Ahmed b. Yahyâ b. Câbir, Futûhu’l-buldân, thk.
Abdullah Üneys et-Tıbâ-Ömer Üneys et-Tıbâ, Beyrut:1987.
· Fayda, Mustafa, “Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları”, Uluslararası
Birinci İslâm Araştırmaları Sempozyumu, İzmir: 1985.
· Horovitz, Josef, İslami Tarihçiliğin Doğuşu, trc.
Ramazan Özmen-Ramazan Altınay, Ankara: 2019.
· İbn Manzûr Ebu’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim, Lisânü’l-Arab,
Beyrut: Dâru’s-Sâdır, ?
· İbn İshâk Ebû Bekir b. Muhammed, Sîretü İbn İshâk, thk.
Muhammed Hamidullah), Konya: 1981.
· İbn Kesîr Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidâye ve’n-nihâye,
Beyrut:1401.
· İbn Sa’d Ebû Abdullah Muhammed, et-Tabakâtü’l-kübrâ,
thk.İhsân Abbâs, Beyrut: Dâru Sâdır
· Öz, Şaban, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, İstanbul:
2008.
· Şeşen, Ramazan, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı,
İstanbul: 1998.
· Zebîdî Seyyid Muhammed Murtaza, Tâcü’l-arûs, Beyrut:
Dâru’s-Sâdır, ?
· Zehebî Şemsüddin Muhammed b. Ahmen b. Osman, Siyeru A’lâm,
thk. Şuayb Arnavud, Beyrut:1985.
[1] İbn
Manzûr Ebu’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim, Lisânü’l-Arab, Beyrut:
Dâru’s-Sâdır, ?), 15: 124-125; Zebîdî Seyyid Muhammed
Murtaza, Tâcü’l-arûs, Beyrut: Dâru’s-Sâdır, ?), 10:265.
[2] İbn
Manzûr, Lisânü’l-Arab, 4: 389; Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, 3:287-288.
[4] Mustafa Fayda, “Siyer Sahasındaki İlk Telif Çalışmaları”, Uluslararası
Birinci İslâm Araştırmaları Sempozyumu, 360, İzmir: 1985.
[5] Bu
konuda bk. Şaban Öz, İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri,
(İstanbul: 2008), 93-197.
[6]
Geniş bilgi ve değerlendirmeler için bk. Josef Horovitz,
İslami Tarihçiliğin Doğuşu, trc. Ramazan Özmen-Ramazan Altınay, Ankara:
2019, 155-157.
[7] Zehebî Şemsüddin Muhammed b. Ahmen b. Osman, Siyeru
A’lâm, thk. Şuayb Arnavud, Beyrut:1985, 6: 117.
[8] Öz,
İlk Siyer Kaynakları ve Müellifleri, 201-203.
[13] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, 3: 80.[14] İbn Sa’d Ebû Abdullah Muhammed, et-Tabakâtü’l-kübrâ, thk.İhsân Abbâs, (Beyrut: Dâru Sâdır), 1: 263; Belâzürî Ahmed b. Yahyâ b. Câbir, Futûhu’l-buldân, thk. Abdullah Üneys et-Tıbâ-Ömer Üneys et-Tıbâ, (Beyrut:1987), 107-109.[15] “Buveyrâ’da yükselip yayılan yangın, Lüey oğullarının ileri gelenleri için önemsiz bir şey gibi geldi”. Belâzürî, Futûhu’l-buldân 29.
0 yorum:
Yorum Gönder