İSRAİL’İN SON TEOTERÖRİST KATLİAMLARI
Doç. Dr. İbrahim BARCA
Bu yazı, Dünya’nın en vahşi, kibirli ve kendini beğenmiş topluluğu olan Siyonist İsrailliler tarafından katledilen, bedenleri paramparça edilen Filistinli çocuk, kadın ve erkek kardeşlerime ithaf edilmiştir.
75 yıldır ülkeleri işgal edilmiş, zaman
zaman katliamlara maruz kalan, türlü türlü aşağılanan Filistin’in Gazze Şeridi’nde
yönetimi elinde bulunduran Hamas’ın silahlı kanadı İzzettin Kassam Tugayları 7
Ekim’de İsrail’e Aksa Tufanı adından bir saldırı düzenledi. İsrailliler, bu
saldırı öncesinde hemen tellerin öbür tarafında Gazzelilere nispet ederek gasp
ettikleri topraklarda festival düzenlemekteydiler. İsrail’e güneyden girilerek
birçok noktada yapılan saldırılar neticesinde İsrail tarafında ölenler,
yaralananlar olduğu gibi esir alınanlar da oldu. Aynı esnada bu saldırılara
Apaçi helikopterle karşılık veren İsrail askerleri, içlerinde kendilerinden
olan birçok sivili de öldürdüler Saldırı Hamas tarafından açıkça üstlenildi. Hamas,
bu noktada kendilerine para ve silah yardımı yapan İran, Suriye ve Yemen gibi
devletlere ve Lübnan Hizbullah’ı gibi örgütlere teşekkür ettiler. Bu devlet ve örgütler de çekinmeden Hamas’ı
ve Gazze halkını desteklediklerini deklare ettiler.
Bu tarihten önce Hamas’ın yönettiği
Gazze, yaklaşık 17 yıldır abluka altında yaşıyordu. İsrail tarafından adeta
açık hava hapishanesine çevrilmişti. Temel insani ihtiyaçlarını bile İsrail
izin vermeden temin edemeyen Gazzeliler devamlı surette Siyonist İsraillilerin değişik
şekillerdeki aşağılamalarına ve hakaretlerine maruz kalıyordu. Bu manada
özellikle dini ve etnik aşağılama oldukça sık tekrar ediyordu. Geçmişte Nazi
zulmüne maruz kalmış Yahudiler, tıpkı kendilerine soykırım uygulayan Naziler
gibi dünyayı etnik bakımdan ikiye ayırırlar. Buna göre kendilerini seçkin ve
üstün kavim gören Yahudiler, Araplar başta olmak üzere diğer kavimleri aşağılık
görmektedirler. Yahudiler dışındaki diğer kavimleri ya öldürüp yok etmek
isterler ya da kendilerine hizmetkâr kılmak isterler.
İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’nun
önceden tahmin ettiği ve beklediği bu saldırı neticesinde başta ABD, İngiltere,
Fransa, İtalya ve Almanya gibi Batılı devletler, anında İsrail’e desteklerini
açıkladılar ve savaş gemileriyle, denizaltılarıyla Akdeniz’e çıkarma yaptılar. İşi
oldukça zora düşmüş olan Netenyahu’nun bu saldırılar neticesinde eli güçlendi.
Fakat bu bir ay içinde onun emriyle gerçekleşen katliamların onun politik ve
organik hayatının sonu alacaktır diye düşünmekteyiz.
İsrailli yetkililer, 7 Ekim Hamas
saldırıları sonrası Batılı devletlerden aldığı güç ve destek ile Gazze’ye ve
Hamas’a yönelik büyük bir saldırı başlattı. Demir Kılıçlar adını verdikleri
saldırılarda sivil asker ayırımı yapmadan, binalar, hastaneler, camiler ve
kiliseler İsrail devleti tarafından bombalandı. Bu saldırılarda bir ay içinde 10
binden fazla Filistinli katledildi. İsrailli yetkililer bu sayının 20 bin
olduğunu söylüyorlar. Gerçekte ölen ve yaralanan insanların sayısı net olarak
bilinmiyor. Çünkü yasaklı fosfor bombası dahil sofistike bombalarla yerle bir
edilen Gazze’de hala ulaşılamayan ölüler ve yaralılar bulunmaktadır. Bu zaman
diliminde toplam ölen İsrailli sayısı ise 1400 civarındadır. Canice ve sadistçe
yapılan bu bir aylık saldırılar neticesinde İsrail güçleri Gazze’de hâkimiyeti
ele geçirdiğini açıkladı. Katledilen insanların büyük çoğunluğu evlerinde,
camilerde ve hastanelerde olan sivillerdir. Öldürülen Hamas savaşçılarının
sayısı oldukça azdır. Nitekim İsrail için, Hamas’ın silahlı mensuplarıyla sivil
halk arasından hiçbir fark yoktur. Bunu birçok defa dile getirmişlerdir. Filistinlileri
Gazze’den tamamen sürmek isteyen İsrail’in bu amacına yakın vadede ulaşıp
ulaşamayacağı bilinmez ama bu katliam, tarihte benzerine nadir rastlanılan
vahşice saldırılardan biri olarak kayda geçecektir.
Mezkûr çatışmalar 1947 yılında
Birleşmiş Milletler tarafından Filistin Devletinin topraklarında Yahudi ve
Filistin adında iki devleti öngören karara kadar götürülebilir. Bu kararın
ardından Siyonistler tarafından Hanagah adlı silahlı çeteler kuruldu. Bu
çeteler ile Yahudi yerleşimcilerin ikamet edecekleri bölgeler işgal edildi. 14
Mayıs 1948 yılında David Ben Gurion tarafından İsrail, Birleşik Krallığından
bağımsızlığını ilan ederek devlet olduğunu ilan etti. Bu tarih, Filistinliler
için günümüze kadar süren acıların ve katliamların başlangıcı oldu.
Filistinliler bugünden bir sonraki günü Nakbe yani “Büyük Felaket” olarak
anmaktadırlar. Bağımsızlığını ilan ettikten sonra Filistin coğrafyasında
Araplara devlet kurmaları için bırakılan toprakların yarısını işgal eden
İsrail’deki Siyonist çetelerin saldırılarına karşılık Mısır, Suriye, Lübnan,
Irak ve Ürdün gibi devletlerin ordularından oluşan Arap Birliği Ordusu,
İsrail’e savaş açtı. Filistinli yerel milis güçlerle beraber ilk etapta başarı
elde eden Arap orduları, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 11 Haziran’da
aldığı karar ile ateşkes anlaşmasını kabul etti. Karşı tarafın aksine ateşkese
uymayan Siyonistler, saldırılarına devam ettiler. Bu arada ABD ve İngiltere
gibi büyük devletler, Araplara silah edinme sınırlaması getirirken İsraillilere
destek oldular. 15 Temmuz’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından ikinci kez ateşkes
anlaşması kararı alındı. Bu anlaşmaya da uymayan İsrail, Mısır’a saldırarak onu
savaştan vazgeçirdi. Irak birlikleri de İsrail’in diğer Arap ülkeleri ile
anlaşması neticesinde geri çekildi. İsrail, bu savaşlar esnasında
topraklarını terk etmek zorunda kalan Filistinli Arap mültecilerin geri
dönmesine izin vermedi. Tarihçi Ilan Pappe 2006 tarihli “The Ethnic Cleansing
of Palestine” adlı eserinde İsrail'in 1948 yılında Filistinliler’e karşı planlı
ve sistematik bir etnik temizlik yaptığını belgeleriyle ortaya koymuştur.[1]
Nakbe’den günümüze kadar da bu durum devam
etti. 75 yıl içinde Filistin topraklarının büyük çoğunluğu işgal edildi. Sistematik
katliamlarla binlerce Filistinli öldürüldü, 1 milyondan fazla kişi vatanından
sürüldü, onların evlerine silahlı Yahudi yerleşimciler yerleştirildi. 1000’e
yakın köy yok edildi ve bazı kentler Yahudileştirildi. Filistinliler işgal
edilen toprakları için 1987’den 1993 Oslo Anlaşmasına kadar Birinci İntifada, Eylül
2000’den 2005 yılına kadar da İkinci İntifadayı başlattı. İntifada süreçlerinde
her iki taraftan birçok asker-sivil öldü ve yaralandı. Malum olacağı üzere her
iki taraftan öldürülenlerin kahir ekseriyeti Filistinli sivillerdir. Bunun
yanında bu süreç içinde binlerce Filistinli, İsrail hapishanelerinde işkence
görmüş; kendi topraklarından taciz ve tecavüz mağduru olan Filistinlilerin
sayısı ise oldukça çoktur. İsrail, tüm zulümlerini Birleşmiş Milletlere rağmen
ABD ve Batı ülkelerinin desteğiyle yapmış ve yapmaktadır.
7 Ekim 2023 tarihinden önce İsrailliler,
Oslo Anlaşmasında kabul ettikleri şartların aksine her geçen gün Filistin
topraklarındaki silahlı Siyonist yerleşimcilerin sayısını artırmaya devam
etmekteydi. Yine anlaşmada kabul ettiği şekilde Gazze Şeridi ve Batı Şeria’dan
silahlı kuvvetlerini geri çekmedi. İsraillilerin planlarına göre 2050 yılına
kadar Filistin topraklarında bazı yeni şehirlerin kurulması ve yerleşimci yani
işgalci sayısının daha da artırılması söz konusudur.
İsrail devletini kuran Batılı büyük
güçlerdir. Onların bunu yaparken bazı amaçları bulunuyordu. Asimile etmeye
çalıştıkları Yahudileri Avrupa’dan uzakta bir yerde toplamak, artan Yahudi
milliyetçiliğini kendi maslahatları yönünde kanalize etmek, Ortadoğu’da onların
çıkarlarına hizmet eden uydu bir devlet yaratmak önemli amaçlarındandı. Ve bunu
başardılar. İsrail Bağımsızlık Bildirgesi’nde adı geçen ve “Yahudi Devletinin
Ruhani Babası” olarak anılan Theodor Herzl’in hayalini kurduğu devleti Avrupalı
Siyonistlere kurdurttular. Dini manada bunun zeminini ise Hıristiyan
Siyonistler hazırladı. Zira Amerikalı birçok Hıristiyan, İncil’de geçen Mesih’in
geldiği vakit gerçekleşecek olan, iyilerle kötülerin son savaşı Armageddon
savaşında Yahudilerin Filistin topraklarına hâkim olması gerektiğine
inanıyordu. Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’ın bazı pasajları ise Yahudi
Siyonistlerin politik ideolojisine dini dayanak teşkil etmektedir. Siyonizm
ennihayetinde seçkin Yahudi ırkına verilmiş, Nil ve Dicle arasını içeren
Vadedilmiş Topraklara hâkim olmak istemektedir. 7 Ekim saldırıları sonrası Moğolvari
katliam emrini veren İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, bir basın toplantısında
şu dini ifadeleri kullandı: “Kutsal kitabımız diyor ki, Amalek’in sana
yaptıklarını hatırlamalısın.’ Bu yerde ‘Şimdi gidin ve Amalek’i vurun. Sahip
oldukları her şeyi tamamen yok edin ve onları bağışlamayın. Hem erkeği hem de
kadını, bebekleri ve emzirenleri, öküzleri ve koyunları, develeri ve eşekleri
öldürün.’ şeklinde bir ayet yer alıyor.” Netanyahu, Amalekliler derken
Filistinlileri kastetmektedir.
Tevrat’ta geçen şu ifadeler de
politik Siyonizm tarafından dini anlamda kullanılan argümanlardandır: “Samuel
Saul’a şöyle dedi: ‘… Rab diyor ki, ‘İsraillilere yaptıkları kötülükten dolayı
Amaleklileri cezalandıracağım. Çünkü Mısır’dan çıkan İsraillilere karşı
koydular. Şimdi git, Amaleklilere saldır. Onlara ait her şeyi tümüyle yok et,
hiçbir şeyi esirgeme. Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini
öldür.”[2]
“Musa kadınların esir edildiğini görünce “Bütün kadınları sağ mı bıraktınız?
diye çıkıştı …bu kadınlar İsrailliler’in Rabbe ihanet etmesine neden oldular.
Bu yüzden Rab’bin topluluğu arasında ölümcül hastalık baş gösterdi. Şimdi bütün
erkek çocukları ve erkekle yatmış kadınları öldürün. Yalnız erkekle yatmamış
genç kızları kendiniz için sağ bırakın.”[3]
“Ancak Tanrınız Rab’bin miras olarak size vereceği bu halkların kentlerinde
soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız. Tanrınız Rab’bin size buyurduğu
gibi, onları -Hitit, Amor, Kenan, Periz, Hiv ve Yevus halklarını- tümüyle yok
edeceksiniz.”[4]
“Yehova bütün milletlere gazaplandı, tüm ordularına karşı öfkesi kabardı. Yok
edilmelerine karar verdi, katledilmeleri için onları kılıca teslim etti.
Katledilenler kaldırılıp atılacak, cesetlerinden leş kokusu yayılacak,
kanlarıyla dağlar eriyecek…”[5]
Mezkûr pasajlar, adeta teoterörizm de denilebilecek Siyonist İsrail devlet
terörünün dini açıdan temellendirilmesi için kullanılmaktadır.
Aslında sömürgecilik sonrası ABD ve
Avrupa, reelpolitik sahada çıkarlarına uygun hareket etti. 1947-1991 yılları
arasındaki Soğuk Savaş dönemi, günümüzde de devam etmektedir. Medeniyetler
çatışması, tarihin sonu, ılımlı İslam ve neticede Büyük Ortadoğu Projesi ya da
diğer adıyla Büyük İsrail Projesi arada bir küçük değişmeler ve duraksamalar
olsa da Batı bloğunun şimdilik değişmez büyük stratejik planları çerçevesindeki
düşünce ve eylemler bütünüdür. Şiilik ve Sünnilik çatışması ise bu meyanda Batı
ve İsrail bloğu için oldukça kullanışlı bir araç ve silahtır. Nitekim Afganistan,
Suriye, Irak ve Libya gibi ülkelerde görüldüğü üzere bunda bir dereceye kadar
başarılı da oldular. İsrail’in Filistin ve Gazze’ye yönelik saldırıları ve
Şii-Sünni çatışması, ayrışması bir ihtimal İran’ın bölünmesi ve rejiminin güya
demokratikleştirilmesi için gereken ortamı hazırlamış görünmektedir. Nitekim
bazı analistler Hamas’ın son eylemlerinin İsrail’in 11 Eylül’ü olduğunu ileri
sürmektedirler. Amerika, 11 Eylül bahanesiyle Irak’ı ele geçirmekle işe başladı
ve Irak’ı parçaladı. Kendi ulusal çıkarları için burada ABD’ye göz yuman İran yönetimi
belki de sıranın kendilerine geleceğini düşünememişlerdi. Belki de Saddam gibi
Kürtlere ve Şiilere çokça zulmeden bir düşmandan kurtulalım da sonrasına
bakarız demişlerdi.
Son çatışmalar bağlamında bölgesel
güç olmaya aday veya küçük ölçekteki Arap ve İslam ülkeleri üçe bölünmüş gibi
duruyor. Suudi Arabistan, Mısır gibi İsrail ve Batı tarafında olan yönetimler.
İran ve Yemen gibi İsrail karşıtı yönetimler ve Türkiye gibi her iki tarafla
ilişkilerini devam ettirmek isteyen yönetimler. Türkiye’nin Irak ve Suriye
deneyiminden dolayı ağzının yanmış olması Suudi Arabistan gibi tamamıyla Batı
bloğunda yer almasını şu an için engellemektedir. İran ise Batı tarafından
artık fişi çekilmek istenen bir yönetim olduğunun farkındadır. Suudi Arabistan
ve Mısır gibi ülkeler hem Arap yönetimlere hem de Arap olmayan İslam ülkelerinin
yönetimlerine güvensizlik içindedir. Bu ülkelerin yönetimlerinin tarihten gelen
veya Batı tarafından suni olarak oluşturulan birbirlerine olan güvensizlikleri;
etnik, mezhepsel ve siyasi iç sorunları, Batı karşıtlıkları ve dostluklarının
değişken ve kırılgan olmasını doğurduğu gibi onları bir bütün olarak güçsüz
kılmaktadır. Son kertede bu ülkelerin Müslüman olan halkları ise ellerinden
geldiği kadar protestolarla, boykotlarla ve değişik türdeki yardım
kampanyalarıyla Filistin’deki kardeşlerine yardımcı olmaya çalışmakta ve
acılarını paylaşmaktadırlar. Müslüman halkların yanında dünyanın birçok
ülkesindeki farklı kesimlerden Siyonist olmayan Yahudi ve Hıristiyanlar, ateistler,
sosyalistler…tıpkı Müslüman halklar gibi insani ve vicdani duyarlılıkla bu
katliamlara karşı tepkilerini ortaya koymaktadırlar.
Batı karşısında soğuk savaş döneminin
Varşova Paktına benzetilebilecek adı konulmamış diğer bir blok ise başını Rusya
ve Çin’in çektiği Doğu blokudur. Son yaşanılan çatışmalar neticesinde Rusya ve
Çin gibi ülkeler reelpolitik çıkarlarını düşünerek Filistin’i destekleme kararı
aldılar. Çin Akdeniz’e savaş gemilerini gönderdi. Rusya ise Filistin’e gıda ve
temel ihtiyaç malzemelerinin yanında gerekirse silah yardımı yapabileceğini
deklare etti. Bu bloğun Müslüman üyesi İran ise bölgede kendisine bağlı
guruplarla İsrail’e karşı vekâlet savaşı vermektedir. Kolombiya, Venezuella,
Kuzey Kore ve Cezayir gibi ülkeler şimdilik Filistin’i destekleyen cephede
yerini aldı. Azerbeycan ve Ermenistan gibi birbirleriyle savaşmış ve çatışma
halinde olan ülkeler ise savaşta kendilerini desteklediklerine inandıkları
cenahta konuşlandı ve Azerbaycan İsrail tarafında; Ermenistan ise Filistin
tarafında görünmektedir. Rusya ile savaşan Ukrayna gibi ülkeler ise kendisine
yardım eden ABD ve Batı bloğunda yer alarak İsrail’e desteklediğini açıkladı.
Bölgedeki diğer küçük oluşumlar da kendilerini destekleyen bloğun safında iki
taraftan birine desteklerini sundular.
ABD, Batı ve Siyonist bloğun
yeterince kavrayamadığı, bazen görmek istemedikleri veya unuttukları bir husus
şudur ki; Filistin topraklarının tüm dünya Müslümanları için müstesna bir yeri
ve değeri vardır. Hz. İbrahim Filistin’e hicret etmiş. Hz. Lut, kavmine azap
gelince mübarek topraklar olan Filistin’e gitmiş. Hz. Davud, Filistin’de yaşamış ve mihrabını
orda inşa etmiş. Hz. Süleyman büyük devletini Filistin’den yönetmiş. Hz.
Zekeriya’nın mihrabı Filistin’dedir. Hz. Musa’nın kavminden germeleri istediği
mukaddes şehir Filistin’dir. Hz. İsa, Filistin’de doğmuş. İsrailoğulları onu Filistin’de
öldürmek istemiş. Müslümanların ilk kıblesi Mescid-i Aksa Kudüs’tedir. Bunların
yanısıra Müslümanların kutsal kitabı Kur’ân’ı Kerîm’de ve Hz. Peygamber’in
hadislerinde Filistin’e ve Kudüs’e dair oldukça çok sayıda atıf bulunmaktadır.
Müslüman dünya için Kudüs’ün böylesi acımasız ve vahşi bir Siyonist çete
tarafından ele geçirilmesi, dünyanın hiçbir zaman barış içinde olamamasını
ifade eder. Nitekim muhtemel üçüncü dünya savaşının din savaşı olacağı her iki
tarafça da dillendirilmektedir.
Siyonist İsraillilerin bu son
saldırılarında gerçekleştirdikleri katliamlar, çoğu çocuk ve kadın olan
binlerce insanın vahşice bir şekilde uyurken öldürülmeleri ve bunun neticesinde
ortaya çıkan insani dram dönemin Müslümanlarının belleğinde ve ruhlarında
silinmeyecek izler bırakmıştır.
Ümit ederim ki acımasızca öldürülen Filistinli mazlumların kanları
ve ahları tüm dünya Müslümanlarının birbirleriyle aralarındaki ihtilaf ve
çatışmalarına son vermelerine sebep olur. Topyekûn Allah’ın ipine sarılmalarına
ve onun nurunu tamamlama yolunda bir mücadele içinde olmalarına kapı aralar. Müslüman
milletler eğer bugünden sonra bu minvalde bir yönelim içine girmezlerse böylesi
katliamlara daha çok duçar olabilirler. Hz. Peygamber’in dediği gibi Müslüman
bir delikten iki defa ısırılmaz.
İçi yananların iç sesi olmuşsunuz İbrahim Bey.
YanıtlaSil