19 Mart 2017 Pazar

Emevîler Dönemi Fetih Hareketleri

Prof. Dr. Adem APAK

 GİRİŞ

İslâm tarihinde Muaviye b. Ebû Süfyan’ın Hz. Hasan’dan halîfeliği devralmasıyla başlayıp Mervan b. Muhammed’in öldürülmesine kadar geçen döneme Emevî Asrı adı verilir. Gerek Hz. Peygamber (sav) devrinde yaşamış sahâbe ile ondan sonraki nesil arasında bir zaman köprüsü olması, gerekse bu süreçte meydana gelen hadiselerin Müslümanların zihninde derin izler bırakmış olması sebebiyle, Emevîler dönemi İslâm tarihinin üzerinde en fazla tartışma yapılan dönemini teşkil eder.
Dört halîfe döneminde istişare sonucunda seçilen halîfelikten güç kullanılarak ele geçirilen yönetim sistemine geçilmesi, bunun akabinde devletin kurucusu Muaviye b. Ebû Süfyan tarafından halîfeliğin saltanata dönüştürülmesi; buna tepki olarak gerçekleştirilen Hz. Hüseyin muhalefetinin Kerbelâ faciasıyla sonuçlanması, yönetimin uygulamalarına karşı çıkan Medine’nin işgal ve yağmaya tâbi tutulması, Mekke’nin muhasara altına alınması ile Kâbe’nin yakılması, muhtelif bölgelerde pek çoğu ashâb çocuğu olan binlerce müslümanın öldürülmesi, ayrıca muhtelif sebeplerle meydana gelen kabile savaşlarında sayısız insanın katledilmesi gibi hadiseler Emevîler döneminde öne çıkan siyasî ve toplumsal olaylar olarak özetlenebilir. Bu dönemin diğer dikkat çeken özelliği ise gerçekleştirilen yoğun fetih faaliyetleri neticesinde Müslümanların Çin sınırından Atlas Okyanusu’na kadar yayılması, pek çok farklı etnik unsur ve kültürün ilk kez İslâm diniyle tanışmış olmasıdır. Bununla birlikte Emevîler döneminde meydana gelen bir kısım siyâsî hadiseler ve halifelerin uygulamaları sebebiyle bu sülale sürekli olarak tenkide tabi kalmıştır.
Emevîler aleyhine dile getirilen önemli iddiaların başında onların ırkçı bir anlayış benimsemek suretiyle işgalci bir politika izledikleri ve İslâmî cihad yerine emperyal yayılmacılık duygularıyla hareket ettikleri düşüncesi gelir. Başka bir ifadeyle Arap fatihler dini ikinci plana iterek ırkî ve iktisadî sâiklerle fetihler gerçekleştirmişlerdir. Bilhassa müsteşrikler (Wellhausen, Gerlof Van Vloten, Goldziher, Winckler, Ceatani) tarafından dile getirilen bu düşünceye göre Emevîler dönemindeki geniş fetih hareketinin asıl amacı İslâm dinini yaymak değil, daha geniş topraklara ulaşmak ve buraların zenginliklerini ele geçirmektir. Wellhasuen ve onun takipçilerinin dillendirdikleri bu düşüncenin yanlışlığını başka bir müsteşrik Della Vida, İslâm Ansiklopedisi’ndeki Emevîler maddesinde şu şekilde ortaya koyar: “Hakikatte İslâmiyet ile başlangıçta mücadele etmiş olan bu Mekke aristokrasisinin ahfadına zahidane veya mutasavvıfane temayüllerin tamamıyla yabancı olduğu ve bu aristokraside daha ziyâde cahiliye devrinden kalma seyyid kafası ve tüccar cumhuriyetinin iş adamı zihniyetinin bulunduğu kabul edilecek olursa, diğer taraftan, Arap âleminin bu misli görülmemiş zaferinin İslâmiyet sayesinde vuku bulduğu, en moderni ve en agnostiği de olsa, yine hiçbir zihniyetin İslâmiyet damgasından kurtulamayacağı göz önünde tutulmuş olacağından, tarihi hakikatlerden uzaklaşmak tehlikesi baş gösterir. Emevî halîfeleri zamanlarının ve muhitlerinin adamı olmak sıfatı ile, İslâm akidelerinin taammümü ile kendi ülkelerinin genişlemesini, samimiyetle aynı şey addetmişler ve ister Şii, ister Hâricî olsun, kendi siyasetlerine düşman olanların aynı zamanda hakiki Müslümanlığa da hasım olduklarına kanaat getirmişlerdir… Her ne kadar bunların sukûtundan sonra, zahid muhitlerinde hâkim olan fikirlerin tesiri altında vücut bulan bazı şehadetler, Emevîlerin hatırasını tel’in etmiş ise de, İslâmiyetin, bilhassa onların devrinden ve kısmen onların hamlesi sayesinde, âlemşümul bir din haline geldiğini unutmamak lazımdır.”  
Unutmamak gerekir ki, sadece Emevî dönemi fetihlerinde değil, bütün İslâmî fetihler dikkate alındığında ırkî unsurların ve ekonomik sebeplerin belli derecede etkin olduğu inkâr edilemez. Ancak dikkatli bir inceleme yapıldığında Emevîler döneminde de diğer İslâm tarihi sürecinde olduğu gibi fetihleri etkileyen en önemli amil, yine cihad düşüncesi yani İslâm’ın yayılması (İ’lâ-i kelimetullah) olmuştur. Bu inançla hareket eden Emevî halîfelerinin pek çoğu bizzat hanedan ailesine mensup komutanlarla akıbeti belirsiz tehlikeli seferler düzenlemişlerdir. Bilhassa Hazarlar, Anadolu ve Ermenistan üzerine gerçekleştirilen askerî faaliyetlerde pek çok halîfe oğlu ve kardeşinin bulunduğu açıkça görülecektir. Bu bölgelerde İslâm dininin yayılması ve cihanşümul din haline gelmesinde Emevî halîfelerinin katkısı unutulmamalıdır. Daha da önemlisi sonraki İslâm tarihi sürecinde önemli roller üstlenecek ve Müslümanların hamisi haline gelecek Türkler, İslâm diniyle Emevîlerin gerçekleştirdikleri fetihler sayesinde tanışmışlar, onların hâkimiyetleri döneminde İslâm dinine dâhil olmaya başlamışlardır. Emevîler dönemi Türk-Arap ilişkileri genelde düşmanlık boyutunda gerçekleşmişse de, bu münasebetlerin derinlerde Türklerin İslâm ile buluşmasına zemin oluşturduğu da inkâr edilmemelidir. Bilhassa Ömer b. Abdülaziz’in halîfeliği dönemindeki özel gayretlerle Türklerin İslâmlaşması konusunda önemli mesafeler alınmıştır. Benzer şekilde Kuzey Afrika’da Emevî ordusuyla Berberîler arasında da sürekli çatışmalar devam etmiş, ancak onlar arasında da İslâmlaşma adına önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Emevîlerin en parlak döneminde gerçekleştirilen Endülüs fethinde Müslümanlar arasına dâhil olan Berberîlerin büyük katkısı olmuştur. Netice itibariyle gerek Türklerin gerekse Berberîlerin İslâm tarihindeki rolleri ortada iken onların İslâm’la tanışmalarını temin eden Emevîlerin İslâm’a ve Müslümanlara hizmetini inkâr etmek mümkün değildir.    
Emevîler dönemi fetih siyasetini konu edinen bu tebliğde devletin kurucusu kabul edilen Muaviye b. Ebû Süfyan’dan başlamak üzere devletin özellikle doğu-batı hattında yayılması ve bu yayılmadaki temel sâikler ele alınacaktır.

A.                MUAVİYE DÖNEMİ FETİHLERİ

Hz. Ebû Bekir döneminde başlatılan, Hz. Ömer yönetiminde Bizans ve Sâsânî İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanlarını içine alan, Hz. Osman zamanında da en geniş sınırlarına ulaşan İslâm fütûhâtı, Hz. Osman’ın son dönemi ile Hz. Ali’nin halîfeliği esnasındaki iç çekişmeler sebebiyle sekteye uğramıştı. Kûfe’de Hz. Hasan’dan biat alarak Müslümanları yine tek bir yönetim altında birleştiren Muaviye göreve gelmesiyle birlikte bir taraftan Hâricîler ve Hz. Ali destekçileri gibi yönetim muhalifleri ile mücadele ederken, diğer taraftan da hızlı bir şekilde fetih faaliyetleri başlattı. Muaviye dönemindeki fetihler üç cephede gerçekleşmiştir: Bunlardan ilki Bizans idaresi altında bulunan Anadolu ve Ermenistan topraklarıdır. Irak askerlerinin hedefi ise Horasan ve Sind coğrafyasıdır.Bu süreçte hedef alınan üçüncü bölge ise Mısır ordusunun sorumluluğuna verilen Kuzey Afrika’dır. 
Muaviye, aslında Hz. Ömer tarafından Şam’a vali tayin edilmesinden itibaren Bizans üzerine düzenli seferler başlatan ilk Müslüman valiydi. Ancak daha sonraki iç problemler bu tür faaliyetlerin kesintiye uğramasına sebep oldu. Halîfelik görevini üstlendikten sonra Anadolu seferlerini (H.42 /M.662) yılında yeniden başlattı.[1] Buna göre her yıl mutat hale getirilen bu seferler yaz ve kış olmak üzere yılda iki defa düzenleniyordu. Giden ordular, kışı Bizans topraklarında geçiriyorlar, yaz mevsimlerinde ise tekrar hücuma geçiyorlardı.[2]
Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğinden itibaren Müslüman fatihler Suriye ve Mezopotamya topraklarında hızla ilerleyip bölgede yaşayan Ârâmilerin hızla İslâmlaşmasını ve Araplaşmasını sağlamış olmakla birlikte, aynı faaliyeti Anadolu’da gerçekleştirmemişlerdir. Hatta burada zaptettikleri büyük şehirlerde tutunmak için büyük gayret sarf etmemişler, sadece mutad olarak her yaz mevsiminde Amanos ve Toros silsileleri yoluyla Anadolu içlerine akınlar yapmışlar, bol esir ve ganimet aldıktan sonra geri dönmüşlerdir. Bunun altında başlangıçtan beri Arapların Anadolu’yu kendileri için yeni bir yurt olarak düşünmedikleri gerçeği yatar. Anlaşılan o ki, coğrafya ve tabiat şartlarının farklılığı sebebiyle Arap kabileleri özellikle Toros dağlarının kuzey ve batı kısımlarına ulaşmakla birlikte buralara iltifat etmemişler ve bölgeye yerleşmeyi düşünmemişlerdir. Savaşların ardından karşılıklı toprak iltihakları gerçekleşse, hatta Arap orduları karadan İstanbul’a kadar ulaşmış olsalar da, Toros dağ silsilesi her iki devlet arasında tabiî bir sınır olma özelliğini uzun yıllar sürdürmüştür. Karşılıklı mücadeleler esnasında sadece doğrudan doğruya sınır bölgesinde bulunan ve en mühim geçitlerin anahtarı rolünü üstlenen şehir ve kalelerin ele geçirilmesine özel önem verilmiş, diğer yerleşim alanları fazla ısrar edilmeden rakip tarafa terk edilebilmiştir. Araplar ile Bizans arasında bitip tükenmeyen gazalar sebebiyle her iki devlet sınırında tampon bölge olarak geniş bir arazi şeridi sahipsiz ve atıl vaziyette kalmıştır. Bu sonuçta Bizans İmparatoru Herakleios’un Suriye’yi boşaltmak zorunda kalması nedeniyle bölgedeki şehirleri Müslümanlara mamur bir şekilde bırakmamak için tahrip etmesinin, ahalisini de tehcire zorlamasının büyük etkisi vardır. Arap fatihlerin Anadolu’ya ilerlemeleri esnasında arkalarında kendilerini tehdit edebilecek müstahkem mevkiler bırakmamak için buradaki yerleşim birimlerini boşalttıkları ve bölgeyi insansız bir alana çevirmeye çalıştıkları da unutulmamalıdır.[3]  
Emevîler devleti boyunca Bizans ile yapılan savaşlarda Müslümanlar genelde taarruz eden, Rumlar ise savunmaya çekilen taraf konumunda olmuşlardır. Ancak bununla birlikte Anadolu ve Ermenistan topraklarında her iki devlet için de tam bir üstünlük gerçekleşmemiştir. Bunda her iki tarafın da kendi iç problemleri ve saltanat mücadeleleriyle baş etmek durumunda kalmalarının önemli derecede etkisi vardır. Bu gibi hallerde zor durumda kalan taraf belli miktar mal ve para karşılığında diğeriyle anlaşmaya çalışmış[4], durumu düzeldikten sonra çeşitli bahanelerle anlaşmayı bozarak tekrar savaş haline dönmüştür. Bununla birlikte iki taraf arasında gerçekleştirilen savaşlar bir hâkimiyet mücadelesinden çok prestij sağlama ve kendi asıl bölgelerini koruma düşüncesiyle cereyan etmiştir. Bu hususta Bizans için öncelikli koruma alanı İstanbul, Emevîler için ise Şam toprakları olmuştur. Dolayısıyla her iki bölgenin de ortasında yer alan Anadolu coğrafyası taraflar için bir ara bölge kabul edilmiş, tam bir sahiplenme gerçekleşmediği için bölgenin kontrolü karşılıklı olarak rakiplere terk edilebilmiştir. Böyle bir tavır da pek çok Anadolu şehrinin tahrip edilmesine ve halkın hayatının zorlaşmasına sebep olmuştur. Netice olarak iki devlet arasındaki nüfuz mücadelesinde en fazla zarar gören bölgelerin başında Anadolu topraklarının olduğunu ileri sürmek mümkündür.
Muaviye’nin halîfeliği zamanında Rumlar ve Ermeniler üzerine ilk seferler Hicretin 42. (M.662) yılından itibaren başlatıldı. Her iki bölgeye giden ordular buralarda kayda değer başarılar kazandılar.[5] (H.43/M.663) ve (H.44/M.664) yıllarında da Bizans üzerine karadan ve denizden seferler devam ettirildi. Sözgelimi Büsr b. Ebû Ertat Rum topraklarına sefere çıktı.[6] Mâlik b. Hübeyre (H.46/M.666) ve (H.47/667) yıllarında ordusuyla birlikte Rum topraklarında kışladı.[7]
Muaviye döneminde Bizans üzerine gerçekleştirilen seferlerinin en önemlisi şüphesiz başkent İstanbul’un fethi girişimidir. Muaviye’nin oğlu Yezid de Hicretin 50. (M.670) yılında harekete geçen yardımcı ordunun komutanlığını yapmıştır.[8] Bu orduya Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Ebû Eyyûb el-Ensârî gibi sahâbe önderleri de iştirak etmişlerdi.[9]
Muaviye’nin halîfeliği döneminde Arapların gerçekleştirdikleri İstanbul muhasaraları asıl hedef olan fetih gerçekleşmediği için başarısız girişim olarak görülebilir. Ancak bu seferler sebebiyle Bizans İmparatorluğu’nun bütün gücünü İstanbul’da teksif etmesi sebebiyle Arapların Anadolu’da çok rahat hareket ettikleri ve bölgedeki kontrolü ellerinde bulundurdukları unutulmamalıdır.[10]
Emevîler devletinin başlangıç döneminde önemli fetihlerin gerçekleştirildiği diğer bir cephe ise Horasan ve Sind topraklarıdır. Aslında buralara ilk İslâm orduları Hz. Osman zamanında ulaşmıştı. Ancak sonraki süreçteki dâhilî problemler, adı geçen bölgelerde yaşayan halkın Müslümanlara karşı bağımsız davranmalarına fırsatı vermiştir. Muaviye iç istikrarı sağladıktan sonra bu bölgeyi hedef alan seferler başlattı. Muaviye’nin ilk yıllarında gerçekleşen askerî seferlerin öncelikli amacı Horasan’ı kontrol altına almak ve Mâverâünnehr bölgesine taciz saldırıları düzenlemekti. Bu seferlerin plânlı ve fetih hedefli olması Ziyâd b. Ebîh’in Hicretin 45. (M.665) yılında Basra’ya vali tayin edilmesiyle başlar.[11] Nitekim onun emri altındaki Arap komutanlar üç yıl süren mücadeleler neticesinde Ceyhun nehrini aşarak bölgede yaşayan Türkler karşısında başarılı sonuçlar almışlardır. Mâverâünnehr’e gerçekleştirilecek seferlerin daha iyi planlanabilmesi amacıyla Ziyâd, ordugâh merkezlerini Kûfe ve Basra’dan Horasan’ın doğusunda bulunan Merv’e taşımış, bunun akabinde Müslümanlar Merv’e komşu olan Herat, Tus, Nisabur ve Belh gibi şehirlere asker yerleştirmişlerdir. Böylece Türkistan fetihleri için Horasan eyaletleri bir üs olarak teşekkül ettirilmiştir.[12]
Muaviye döneminde başlatılan üçüncü fetih dalgası Afrika üzerine gerçekleştirilmiştir. Onun zamanında ilk seferler Muaviye b. Hudeyc tarafından gerçekleştirildi.[13] Onun halefi Ukbe b. Nâfi doğrudan halîfenin emriyle (H.42/M.662) ve (H.43/M.663) yıllarında bölgede önemli fetihler gerçekleştirdi. Ukbe, daha sonra müstahkem bir askerî karargâh ihtiyacı sebebiyle (H.50/M.670) yılında Kayravan şehri­ni inşa etti. Aynı anda gerçekleştirilen yoğun İslâmlaşma faaliyeti sayesinde Berberîlerin bir kısmı müslüman oldu. Bu gelişme Kuzey Afrika’da İslâm hâkimiyetinin ilk işaretleri olarak kabul edilmektedir.[14]
Emevîlerin başlangıç dönemine tekabül eden Muaviye b. Ebû Süfyan’ın halîfeliği zamanında ülke içindeki siyasî istikrarın belli bir oranda sağlanmasının ardından başlatılan fetih hareketleri ile özellikle Horasan ve Afrika’da daha önce ele geçirilmiş ancak zamanla kontrolü kaybedilmiş olan pek çok beldenin yeniden itaat altına alınması sağlamıştır. Buna ilave olarak her iki cephede de yeni beldeler Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Dolayısıyla bu süreçte gerçekleşen fetihleri Hz. Ebû Bekir’in İslâm Devleti’nin kuruluş sürecinde gerçekleştirdiği fetihlerle kıyaslamak mümkündür.

B.                ABDÜLMELİK DÖNEMİ FETİHLERİ

Abdülmelik b. Mervan devlet başkanlığı makamına geçtiği zaman ba­basından siyasî anlamda parçalanmış bir devlet devralmıştı. Dolayısıyla onun öncelikli görevi ülkede yönetim birliğini temin etmek, müstakil idareler altında yaşayan toplulukları tekrar Emevîlerin hâkimiyeti altına almaktı. Abdullah b. Zübeyr’in etkisiz hale getirilmesi, ardından Hâricîlerin büyük oranda kontrol altına alınmaları, bu hedefin belli oranda gerçekleşmesini sağladı. Ancak onun bu adımlarla birleştirdiği topraklar, Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde fethedilen bölgelerle sınırlı kalmıştı. Hâlbuki Emevîlerin ilk devlet başkanı Muaviye zamanında daha uzak beldeler fethedilmişti. Başlangıçta Emevîlerin idaresine boyun eğen bölge halkları Muaviye’nin vefatından sonra itaatten vazgeçip bağımsız davranmaya başlamışlardı. Dolayısıyla Abdülmelik’in siyasî rakiplerini ortadan kaldırmasından sonraki görevi, geçmişte Emevî hâkimiyetine boyun eğmiş olan bölgeleri yeniden itaat altına almak, devletin sınırlarını en azından Muaviye dönemindeki noktasına ulaştırmaktı. Abdülmelik bu amaçla yönetiminin ikinci yarısında Yezid b. Muaviye’den beri terk edilmiş görünen dış politikaya yeniden önem vermeye karar verdi. Bu doğrultuda doğuda Horasan, kuzeyde Anadolu, batı da da Kuzey Afrika üzerine seferler başlatıldı. 
Abdülmelik b. Mervan ülkenin doğusunda siyasî hâkimiyetin tesis edilmesi, ayrıca mümkün olursa fetihlerin yeniden başlatılması görevini Irak valisi Haccâc b. Yûsuf’a verdi. Dolayısıyla Abdülmelik zamanında Emevîlerin doğu siyaseti ve fetihleri (H.75/M.695) yılından itibaren Haccâc tarafından belirlenmiştir. Bu görevi üstlenmesinden hemen sonra Haccâc, Hâricîlerle mücadelede önemli başarılar elde eden Muhelleb b. Ebî Sufra’yı Hicretin 78. (M.697-698) yılında Horasan valiliğine getirdi.[15] Haccâc’ın emriyle Mühelleb b. Ebû Sufra, Maverünnehr üzerine giderek Keş halkı ile fidye karşılığında anlaşma imzaladı. Bu esnada oğlu Habîb de Buhara üzerine yürüdü. Habîb burada karşısına çıkan düşman birliklerini mağlup ederek tekrar babasının karargâhına döndü.(H. 80/M.699-670).[16]
Yezid b. Muaviye zamanında Kuzey Afrika valiliğine getirilen Ukbe b. Nâfi, gerçekleştirdiği fetih hareketiyle bölgenin önemli bir kısmında kontrolü sağlamış, pek çok şehri eline geçirmişti. Üstelik burada kendisine karşı ittifak yapan Bizans ve Berberîleri de itaat altına almıştı.[17] Ancak kazandığı zaferler sebebiyle rakiplerini küçümsediği ve ihmalkâr davrandığı için Berberî kabilelerini bir araya toplayan Küseyle b. Kemren tarafından yanında bulunan askerlerle birlikte şehit edildi. Bu hadiseyle birlikte Abdülmelik’in yönetime gelmesine kadar geçen dönemde Kuzey Afrika’daki hâkimiyet Küseyle’nin elinde kalmıştır.[18]
Abdülmelik b. Mervan Kuzey Afrika’da kontrolü ele almak adına Züheyr b. Kays el-Belevî komutasındaki orduyu bölgeye sevk etti. Berka üzerinden Tunus’a doğru ilerleyen Züheyr buradaki Berberî ordusunu mağlup ederek Kayravan’ı yeniden ele geçirdi. Bunun ardından bölgenin iç kısımlarına yönelerek karşısına çıkan yerli askerleri etkisiz hale getirdi. Yapılan savaşlar esnasında Berberîlerin lideri Küseyle de öldürüldü. (H.69/M.688-689). Böylece Kuzey Afrika dengeler tekrar Müslümanların lehine değişmeye başladı.[19] 
Arap ordularının Kuzey Afrika’da müttefiki olan Berberîler karşısında elde ettiği başarıyı kendi hâkimiyeti için tehlike olarak gören Bizans İmparatoru II. Justinianos, Müslümanların sahil boyunca ilerlemelerini engelleyebilmek amacıyla bölgeye İs­tanbul’dan büyük bir donanma sevk etti. Sicilya’dan da takviye birlikler alan Bizanslılar Kartaca’ya[20] çıkarma yaptılar. Batıya doğru ilerlemekte olan Züheyr, bu gelişme üzerine geri dönerek Bizanslıları karşılamaya karar verdi. Burada meydana gelen savaşta düşmanlarına nazaran az sayıda olan Müslüman askerler yenilgiye uğradılar. Savaş esnasında ölenler arasında ordunun komutanı Züheyr b. Kays da bulunuyordu.(H.69/M.688-689).[21] Ukbe b. Nâfi’nin öldürülmesinden sonra Kuzey Afrika’da Müslümanlar için ikinci bir fetret dönemi başlamış oldu. Afrika’daki bu olumsuz gelişme Abdülmelik’e ulaştırıldığında, büyük üzüntü duymuş ve bu hadiseyi Müslümanlar için ağır bir musibet olarak görmüştür.
Züheyr’in ordusunun mağlup olmasından sonra Abdülmelik Hassân b. Numân el-Gassânî idaresindeki orduyu Suriye’den yola çıkardı.[22] Gelen askerler ilk önce Trablus’a ulaşıp burayı kontrol altına aldılar. Hassân b. Numân daha sonra Bizanslıların elinde bulunan Kartaca’yı hedef alan bir harekât başlattı. Kayravan üzerinden yola çıkan Müslümanlar ilk önce karşılarına çıkan büyük bir Bizans ordusunu mağlup ettiler. Hezimete uğrayan düşman askerlerinin bir kısmı günümüzde Tunus şehrinin bulunduğu Tirtiş limanına sığınırken, geri kalanları Sicilya adasına ve İspanya’ya kaçtılar. Bizans İmparatoru Leontios (M.695-698) bu gelişme üzerine bölgeye yeni bir ordu göndermeye karar verdi. Bizans donanması (H.78/M.697) yılında Kartaca’yı yeniden ele geçirdi. Berberîler de bu savaşta Müslümanlara karşı Bizans ordularına yardımcı oldular. Sonuçta bölgenin kıyıları Bizans’ın hâkimiyetine geçerken, iç bölümler asıl adı Dıhye bint. Mâtıyye olan ve büyücülük yapması sebebiyle Kâhine olarak bilinen Berberî bir kadının emrine girdi.[23] Ancak Müslümanlar bir yıl sonra gerçekleştirdikleri askerî harekâtla Kartaca’ya tekrar hâkim oldular. Bu olumlu gelişmenin ardından Hassân b. Numân’ın ikinci Ifrikıyye seferi başlatıldı. (H.81/M.700- 701). Ordusuyla Berberî kabileleri üzerine yürüyen Hassân, Kuzey Afrika’nın iç bölgelerini kontrol altında tutan Kâhine’nin ordusunu mağlup etti. Çarpışmalar esnasında liderleri Kâhine’nin öldürülmesi Berberîlerin tamamen dağılmasına sebep oldu. Sonuçta bölgede Müslümanların siyasî hâkimiyeti yeniden temin edilmiş oldu. Bu süreçte Hassân b. Numân’ın teslim olan Berberîlere iyi davranması, kendileriyle yakın ve dostane ilişkiler kurması, onların Müslümanlara karşı isyancı bir topluluk olmaktan çıkmasına vesile oldu. Hatta bu olumlu şartlarda Berberilerin birçoğu Müslüman oldu. Bu gelişme Kuzey Afrika’da Araplar ile Berberilerin siyasî ittifakının da ilk adımlarını teşkil etmiştir ki, bu ittifakın ilk semeresi ise yakın gelecekte Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethi olacaktır.[24]
Abdülmelik b. Mervan döneminde Müslümanların askerî faaliyet alanlarından biri de Rum topraklarıydı. Bizans devleti daha önce Hz. Ali ile mücadelesi esnasında Muaviye ile yaptığı gibi, Abdülmelik zamanında da dâhilî problemleri fırsat bilerek Emevîleri kendisine vergi vermek zorunda bırakmıştı. Diğer taraftan Müslümanlar ile Bizans arasındaki tampon bölge kabul edilen alanda Hıristiyan Merdâîler (Lübnan dağlıları) Bizans’tan aldıkları cesaretle Müslümanlara karşı sürekli olarak sınır ihlalleri gerçekleştiriyorlardı. O kadar ki Abdülmelik ülke topraklarına saldıran Merdâîler (Cerâcime)  sebebiyle Arap izzet-i nefsine pek hoş gelmeyen şartlarda Bizans’la anlaşma yapmaya mecbur kaldı.[25]
Ülkedeki iç problemleri önemli ölçüde halleden Abdülmelik b. Mervan, Hicretin 73. (M.692-693) yılında Bizans’a karşı harekete geçmeye karar verdi. Cezîre valisi olan kardeşi Muhammed b. Mervan’ı Bizans’a sefer yapmakla görevlendirdi. Anadolu’yu kontrol hedefli Arap-Bizans mücadelesi bu adımla yeniden başlamış oldu. [26] 
Abdülmelik b. Mervan zamanında Bizans topraklarına karşı gerçekleşen seferlerin Muaviye dönemindeki faaliyetlerle karşılaştırıldığında daha az etkili olduğu görülür. Zira bu süreçte Arap orduları Bizans ile genelde sınır boylarında mücadele etmişler ve seferlerini kısa sürede tamamlayıp ülkelerine dönmüşlerdir. Bunda devlet halifenin şartlar gereği iç problemlere ağırlık vermek zorunda kalmasının mutlaka etkisi vardır. Ancak yine de Abdülmelik’in devlet başkanlığı zamanında gerçekleşen askerî faaliyetlerin, oğlu Velid ve sonraki dönemlerdeki Anadolu seferleri için önemli bir hazırlık sürecini teşkil ettiği de unutulmamalıdır.

C.                VELİD B. ABDÜLMELİK DÖNEMİ FETİHLERİ

Abdülmelik b. Mervan’ın Hicretin 86.(M.705) yılında ölümünden sonra oğlu Velid b. Abdülmelik halîfe oldu. Velid babasından siyasî istikrarını sağlamış güçlü bir yönetim ve büyümeye hazır bir devlet devraldı. Dolayısıyla onun öncelikli hedefi devletin her anlamda daha çok güçlendirilmesi, sınırların genişletilmesi ve sosyal refahın artırılması oldu. Abdülmelik zamanında dâhilde temin edilen birlik sebebiyle Velid’in devlet başkanlığı sürecinde İslâm tarihinin en etkileyici fetihlerine şahit olunmuştur. Nitekim onun döneminin tebârüz eden şahsiyetleri Türkistan fâtihi Kuteybe b. Müslim, Sind fâtihi Muhammed b. Kasım, Ermeniyye ve Anadolu fetihleri komutanı Mesleme b. Abdülmelik ile İspanya fâtihleri Mûsâ b. Nusayr ile Târık b. Ziyâd olmuştur. Bu komutanların faaliyetleri sonucunda kısa süre zarfında ülkenin sınırları Türkistan’dan Fransa içlerine kadar ulaşmıştır.
Velid zamanında Asya’da gerçekleştirilen fetihler babası Abdülmelik’in daha önce Irak bölge valisi olarak tayin etmiş olduğu Haccâc b. Yûsuf tarafından gerçekleştirildi. Haccâc yeni devlet başkanının göreve başlamasının hemen ardından Kuteybe b. Müslim el-Bâhilî’yi Horasan valiliğine getirdi.[27] Daha sonra da ona Mâverâünnehr üzerine fetih hareketi başlatması görevini verdi. Ordusuyla hedef alınan bölgeye doğru harekete geçen Kuteybe, yolu üzerinde bulunan Toharistan eyaletini kontrol altına almak amacıyla bölgenin merkezi konumundaki Belh şehrine yürüdü. Eyaletin kontrolünü elinde tutan Nizek Tarhan, Arap ordularına karşı koyamayacağını fark edince cizye karşılığında barış istedi. Antlaşmasının imzalanmasından sonra ordusuyla birlikte tekrar harekât merkezi olan Merv’e geri döndü.[28] Toharistan’ın zapt edilmesi Müslümanlar için Mâverâünnehr yolunun tamamen açılması anlamına geliyordu. Nitekim Kuteybe, kısa sürede Ceyhun nehrini aşarak bölgenin ilk önemli şehri Beykend’e ulaştı. Hicretin 87. (M.706) yılında gerçekleştirilen muhasara sonucunda şehir barış yoluyla ele geçirildi. Arap ordusunun ayrılması ve geride az sayıda asker bırakmasını fırsat bilen Beykendliler isyan ederek Kuteybe’nin tayin etmiş olduğu valiyi öldürdü. Gelişme üzerine tekrar geri dönen Müslümanlar bu defa şehri kılıçla fethettiler.[29]
Kuteybe Hicretin 90. (M.709) yılında Buhara’yı hedef alan yeni bir harekât başlattı. Arapların yürüyüşünü engellemek için bir araya gelen Türk ve Soğd müttefik orduları Kuteybe karşısında bir varlık gösteremediler. Sonuçta Buharalılar çok ağır şartlar altında Müslümanlarla barışa razı oldular.[30] Buhara’nın fethi Müslümanlar için Semerkand’ın da yolunu açmış oldu. Araplar karşısında Buharalıların akıbetini gören Semerkand hâkimi Kuteybe şehre gelmeden, haraç ve cizye karşılığında antlaşma yapmak isteğini bildirdi. Böylece Mâverâünnehr’in Buhara ile birlikte ikinci önemli merkezi Müslümanların siyasî hâkimiyetine girmiş oldu. Kısa süre sonra Soğdlulular da gelip Kuteybe ile barış yaptılar.[31]
Mâverâünnehr’in ta­mamını kotrol altına almak isteyen Kuteybe, bölgenin önemli merkezi Semerkand’ı da fethetmek istiyordu. Zira bu şehir halkı daha önce anlaşma yoluyla Müslümanların siyasî hâkimiyetini tanımış olmakla birlikte güven vermiyordu. Onların fırsat bulduklarında Araplarla yapmış oldukları anlaşmayı tanımamaları ihtimali vardı. Bu sebeple Kuteybe (H.93/M.712) Semerkand’ı fethetmeye karar verdi. Emevî ordusu tarafından gerçekleştirilen muhasaraya karşı bir süre direnen şehir hâkimi Gûrek b. İhşid, müttefiklerinden beklediği yardımlar gelmeyince çareyi teslim olmakta buldu. Müslüman askerler şehrin kontrolünü tamamen ele geçirdiler. Buhara’da olduğu gibi bir kısım Arap kabileleri şehre yerleştirildi. Sonuçta Buhara’dan sonra Semerkand da gerçek anlamda Müslümanların hâkimiyetine girmiş oldu. [32]
Kuteybe b. Müslim son kez (H.96/M.715) yılında Fergâna ile Kaşgar arasındaki bölgenin ve buradan geçen ticaret yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla doğu seferine çıktı. Bu hareketinde Kaşgar’a kadar ilerleme başarısını göstererek Çin sınırına ulaştı. Burada Çin İmparatoru ile cizye karşılığında bir antlaşma imzaladı. Ancak bu tarihten sonra Emevî idaresindeki politika değişikliği onun daha ileri gitmesine engel oldu.[33] Zira Velid’in (H.96/M.715) yılında ölmesinin ardından Süleyman b. Abdülmelik’in halîfelik makamına gelmesi, hem Emevîlerin hem iç politikası, hem de dış siyasetinde derin kırılmaların yaşanmasına sebep oldu. Bunun en önemli sonuçların da biri ise yeni halîfe Süleyman b. Abdülmelik’in şahsî iktidarı için tehlikeli gördüğü Kuteybe’yi önce görevinden alması, ardından da idam ettirmesi oldu. Bununla birlikte Velid b. Abdülmelik’in son döneminde Kuteybe b. Müslim tarafından ülkenin doğusunda gerçekleştirilen fetih ve Arap iskânı faaliyetleri, bölgede hem Müslüman hâkimiyetinin sağlanması, hem de İslâmlaşmanın gerçekleşmesi açısından önemli katkılar sağlamıştır. 
Velid b. Abdülmelik zamanında Irak valisi Haccâc b. Yûsuf idaresinde tertip edilen doğu seferlerinin ikinci ayağını Hindistan cephesi oluşturur. Buranın fethiyle görevlendirilen komutan ise Haccâc’ın yeğeni Muhammed b. Kâsım’dır. Çoğunluğu Suriyeli askerlerden meydana gelen bir orduyla harekete geçen Muhammed, ilk önce Sind bölgesinin en önemli bir merkezi Deybul’u (Bugünkü Karaçi) fethetti. Daha sonra da Sehvan ve Sadusan gibi şehirler Müslümanların eline geçti. Sind’de kontrolü sağladıktan sonra asıl hedef olan Hindistan topraklarına giren Muhammed b. Kasım bölge hâkimi Zâhir’i mağlup ederek Brahmanâbad’ı zapt etti. Akabinde Pencap bölgesinin en büyük şehri Multan uzun süren muhasaradan sonra Arapların hâkimiyetine girdi. (H.89/M.708).[34] Bu şekilde Muhammed b. Kasım emrindeki Müslüman ordular gerçekleştirdikleri seferler sonucunda İndus Bölgesi’ni kontrol altına aldılar.[35]
Velid b. Abdülmelik döneminde Emevîlerin Bizans üzerine seferleri de devam etti. Bu dönemde ilk Anadolu seferleri onun devlet başkanlığına geçiş yılı olan (H.86/M.705)’da Mesleme b. Abdülmelik tarafından başlatıldı. Hicretin 87. (M. 706) yılında Mesleme ile birlikte Yezid b. Cübeyr ve Hişam b. Abdülmelik komutasındaki ordular düzenledikleri askerî harekâtla Anadolu’da kaleler zaptedip, pek çok esir ve ganimet elde ettiler.[36]  Mesleme b. Abdülmelik’ten başka Abbâs b. Velid, Ömer b. Velid, Mervan b. Velid, Abdülaziz b. Velid, Velid b. Hişam ve Yezid b. Ebû Kebşe de seferlerde komutanlık yaptılar.[37] Yaklaşık on yıl süren bu askerî harekât sonucunda Araplar Anadolu’da bazı stratejik noktaları ele geçirdiler; Mesleme b. Abdülmelik H.93 (M.711-712) yılında Malatya civarında bulunan üç kaleyi kontrol altına aldı.[38] Bundan bir yıl sonra (H.94/M.712-713) Abbâs b. Velid, Antakya ve Tarsus’u fethetti.[39] Hicretin 95. (M.712) yılında Mesleme b. Abdülmelik Amasya’yı, Abbâs da Antakya ve Hereclea’yı  (Ereğli) ele geçirdi.[40]
Emevîler döneminde Arap-Hazar Türkleri ilişkisi özellikle Velid b. Abdülmelik’in devlet başkanlığı zamanında başlamış, daha sonraki Emevî tarihi sürecinde devam etmiştir. Hazar seferleri, Anadolu gazalarıyla meşhur olan Mesleme b. Abdülmelik tarafından başlatılmıştır. Nitekim (H.89/M.708) yılında onun komutasındaki bir seferde Müslüman ordular önce el-Bâb’a, (H.91/M.710) yılında ise Derbend’e[41] kadar ilerlemişler, bundan dört yıl sonra da (H. 95/M.714) bölgenin en önemli merkezlerinden el-Bâb’ı ele geçirmişlerdir.[42]
Velid b. Abdülmelik’in devlet başkanı olduğu esnada Kuzey Afrika’da Müslümanlar gerek Bizans, gerekse bölgedeki Berberi topluluklara karşı üstün durumdaydılar. Bu konumu daha ileri noktalara taşımak isteyen halîfe, Kuzey Afrika valiliğine getirdiği Mûsâ b. Nusayr’a bölgeye hareket emri verdi. Kısa süre içinde Müslüman ordular ilk önce Berberîlerin merkezi olan Tanca’ya ulaştılar.[43] Harekâtta öncü bir­liklere komuta eden Târık b. Ziyâd şehre idareci tayin edildi. (H.89/M.708-709).[44] Târık’ın emrindeki ordular buradan Kuzey Afrika’nın iç kısımlarına doğru başarılı fetihler gerçekleştirdiler.[45]
Müslüman orduların Tanca ve civarını kontrol altına almalarından sonra asıl hedefleri Kuzey Afrika sahilinde Bizans’a tâbi stratejik önemi bulunan Septe idi. İspanya kralı Rodrik ile aralarında sıkıntı yaşayan Septe valisi Julien, Kuzey Afrika’da ilerlemekte olan Mûsâ b. Nusayr ile irtibata geçerek ona İspanya’ya geçmesinin uygun olacağı tavsiyesinde bulundu. Bu konuda karar verilirse Arap ordularına her türlü yardımı sağlayacağına dair söz verdi. Septe yöneticisinin teklifini ihtiyatla karşılayan Mûsâ b. Nusayr durumu halîfeye bildirdi. Velid b. Abdülmelik ise komutanına bir maceraya girmemesi ve tedbirli hareket etmesi talimatını verdi.[46] Bunun üzerine Mûsâ b. Nusayr, durumun tespiti amacıyla Julien’e ait gemilerle bir askerî keşif birliğini İspanya kıyılarına gönderdi. Öncü grubun komutanı olan Tarîf b. Mâlik İspanya’nın güney kesimlerinde yaptığı keşiflerde Gotların bir Müslüman hücumuna karşı koyamayacakları kanaatine ulaştı. Karşı kıyıdan gelen ilk haberler Mûsâ b. Nusayr’ın İspanya’nın fethi konusundaki kararını netleştirdi. Sefer için gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Târık b. Ziyâd 5 Recep 92 (28 Nisan 711) Salı günü çoğunluğu Berberîlerden oluşan 7 bin kişilik bir or­dunun başında Septe valisinin temin ettiği gemilerle İspanya’ya hareket etti. Müslüman fatihler boğazı geçerek daha sonra komutanlarının Adîla anılacak olan tepeye (Cebel-i Târık) ulaşıp çıkarma harekâtını başlattılar.[47] 
Müslümanların güneyden kuzeye doğru ilerlediklerini haber alan İspanya kralı Rodrik onları geri püskürtmek amacıyla büyük bir orduyla harekete geçti. Bunun üzerine Târık b. Ziyâd, komutanı Mûsâ b. Nusayr’dan yardım talebinde bulundu. Yaklaşık 5 bin kişilik takviye birlik kısa sürede Müslüman orduya katıldı. (H.92/M.711) yılı Temmuz ayından Şezûne şehri yakınlarında Leke Nehri kıyısında ilk kez karşı karşıya gelen ordular bir haftadan fazla savaştılar. Neticede Müslümanlar kendilerinden sayıca fazla olan düşmanı mağlup etmeyi başardılar. Çatışmalar esnasında ordusuna komuta eden İspanya kralı Rodrik de nehirde boğularak öldü.[48] 
Müslüman öncü birliklerinin İspanya’daki ilk zaferini haber alan Mûsâ b. Nusayr, emrinde bulunan asıl orduyu da Avrupa topraklarına sevk etmeye karar verdi. Aynı anda Târık b. Ziyâd’a da kendisi savaş bölgesine ulaşıncaya kadar herhangi bir askerî faaliyete girişmemesi emrini gönderdi. Bu talimata rağmen Târık, savaş esnasında dağılan İspanyol ordusunun toparlanarak yeniden saldırıya geçmesinden endişe ederek kaçan düşman birliklerini takip etti.[49] Müslüman askerler mağlup düşman birliklerinin peşinden ilerleyerek Kurtuba (Kordoba) şehrine kadar bütün yerleşim birimlerini kontrol altına aldılar. Daha sonra da Got krallığının merkezi durumundaki Tuleytula’yı (Toledo) kuşatmanın ardından ele geçirdiler.[50]
Târık b. Ziyâd’ın emrindeki askerler ülkenin iç kısımlarına doğru ilerlerken Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr da onun hareketinden bir yıl sonra (Recep 93/Nisan-Mayıs 712) oğlu Abdullah’ı Kuzey Afrika’da bırakarak 18 bin kişilik ordusuyla Cebel-i Târık’ı aşmak suretiyle İspanya’nın batı sahillerine ulaştı. Endülüs’e gelen yeni Müslüman ordunun ilk önemli başarısı ülkenin batısında yer alan İşbiliyye’yi (Sevilla) fethetmek oldu. Daha sonra günümüzde Portekiz’in sınırları içinde bulunan bölgeye doğru harekete geçilerek Merida şehri kuşatıldı. Kuzey Afrika’dan başkomutanın oğlu Abdülaziz idaresinde gelen yardım kuvvetlerinin de desteğiyle şehrin fethi tamamlandı. Târık b. Ziyâd, daha sonra komutanı Mûsâ b. Nusayr ile Tuleytula’da bir araya geldi.[51] Mûsâ b. Nusayr ile Târık b. Ziyâd Tuleytula’dan sonra İspanya’nın kuzey bölgelerine yönelerek Saragosa şehrini fethettiler. Daha sonra Fransa’nın güneyini hedef alan seferler başlatıldı. Müslüman askerler Narbonne şehrine ulaştıklarında Velid b. Abdülmelik’in geri dönülmesi emriyle seferi iptal ettiler. Fransa fetihlerinden vazgeçmek durumunda kalan Müslüman komutanlar ordularını Prenelerin güneyine çektiler.[52]
Velid b. Abdülmelik döneminde gerçekleştirilen fetihleri Hz. Ömer’in halîfeliği zamanındaki yoğun askerî seferlerle kıyaslamak mümkündür. Gerçekten de Emevîlerin en parlak döneminde gerçekleşen bu fetihler sadece İslâm ve Arap tarihi için değil, dünya tarihi açısından da önemli hadiseler olarak kabul edilmiştir.

D.                SÜLEYMAN B. ABDÜLMELİK DÖNEMİ FETİHLERİ

Emevî devletinde Süleyman b. Abdülmelik döneminde meydana gelen en önemli politik değişiklik, Muaviye b. Ebû Süfyan’ın kurduğu, daha sonra Abdülmelik ve oğlu Velid tarafından titizlikle devam ettirilen yönetimde kabileler arası denge anlayışının tamamen terk edilmesidir. Bu anlayış faklılığını kabile asabiyetinin yönetime güçlü bir şekilde dönüşü olarak nitelendirmek mümkündür. Nitekim Süleyman döneminde Kuzeyli-Güneyli Araplar, Mudarîler-Yemenîler ya da Kaysîler-Kelbîler şeklinde bloklaşan Arap kabileleri birbirine rakip aktif politik aktörler haline gelmişler, zamanla halîfenin icraatını ve devletin gidişatını doğrudan etkileyebilecek ve yönlendirecek etkinliğe erişmişlerdir.
Dâhilî problem ve çatışmalar sebebiyle Süleyman b. Abdülmelik’in halîfeliği süreci Emevîler devletinde duraklama veya içe kapanma dönemi olarak görülebilir. Onun kısa süren iktidarının en önemli dış politik gelişmesi ise İstanbul’un tekrar fethine teşebbüs edilmesidir. Nitekim Hicretin 98. (716-717) yılında halîfenin emriyle Mesleme b. Abdülmelik karadan, Ömer b. Hübeyre de denizden Bizans başkentini ele geçirmek için harekete geçtiler.[53] Süleyman b. Abdülmelik, kardeşi Mesleme’ye şehri fethedinceye kadar muhasarayı sürdürmesi talimatını verdi. Kara harekâtını başlatan Müslüman askerler o yılın kış aylarını Anadolu’da geçirdiler. Baharın gelmesiyle birlikte Ömer b. Hübeyre denizden, Bergama’da konuşlanan Mesleme de batı kısmından yola çıkarak birlikte Çanakkale boğazını geçtiler. İstanbul, Hicretin 98. yılı Ağustos ayında (M. 716)’muhasara altına alındı.[54] 
İstanbul kuşatması komutanı Mesleme b. Abdülmelik, kuşatmanın kaldırılması halinde kişi başına bir dinar ödenmeyi taahhüt eden Rum teklifini reddetti.[55] Bunun üzerine aynı anda hem karadan hem de denizden saldırı başlatıldı. Ancak kuşatma sırasında meydana gelen şiddetli lodos Arap gemilerini sürükleyerek donanmanın parçalanmasına sebep oldu. Muhasaracıların bu dağınıklığından istifade eden Bizanslılar ânî saldırıya geçerek Arap gemilerini kullanılmaz hale getirdiler.[56] Rumların savunma esnasında Müslümanlara karşı geliştirdikleri en büyük silah yine Rum ateşiydi. Bizanslılar bundan istifadeyle Arap gemilerinin arasına girerek donanmanın yiyecek ihtiyacını karşılayan savunmasız erzak gemilerini yakıyorlardı.[57] Denizdeki büyük kayıpların yanında kuvvetli surlar karşısında karadan yapılan taarruzlar da netice vermeyince, yeni bir donanma gelinceye kadar hücuma ara verildi. Ancak o yıl (H.98/M.717) kışın uzun ve şiddetli geçmesi, erzak gemilerinin de Rumlar tarafından imha edilmiş olması Arap askerlerin sıkıntı çekmesine ve büyük kayıplar vermesine sebep oldu.[58] Müslümanlar kuşatmayı kaldırmadılar, ancak yardım alamamaları sebebiyle açlık ve sefalet içerisinde bir kış geçirdiler.[59]
Hicretin 99. (M.718) yılının ilkbaharında Mısır donanması Arap askerlerin yardımına geldi. Ardından 300 gemilik erzak da İstanbul’a ulaştı. Fakat donanmada görev yapan bazı Hıristiyan tayfalar isyan edip ele geçirdikleri gemilerle Bizans Kralı III. Leon’a (M.717-741) ulaşarak donanmanın yerini haber vermeleri üzerine Arap gemileri Rum ateşi destekli şiddetli Bizans saldırılarına maruz kaldılar. Bizans taarruzları sonucunda pek çok savaş ve erzak gemisi kullanılamaz hale geldi. Sağlam kalan erzak gemileri düşmanın eline geçti.[60] Denizden gelen Bizans hücumlarının yanı sıra Mesleme’nin idaresindeki kara birlikleri Bulgarların, ona yardıma gelen Amr b. Kays idaresindeki askerler de Slavların sürpriz saldırılarına uğradılar.[61] Böylece Araplar aynı anda denizden Bizanslılar, karadan da Bulgar ve Sırplara karşı savaşmak zorunda kaldılar. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Mesleme b. Abdülmelik, halîfenin kesin emri gereğince muhasarayı devam ettirdi. Fakat (H.99/M.717-718) yılında Süleyman’ın vefatının ardından Emevî halîfesi olan Ömer b. Abdülaziz’in (H.99-101/M.717-720)[62] derhal geri dönülmesi emrinin gelmesi üzerine muhasaraya son verildi.[63] Bu şekilde tam bir yıl süren Emevîler devri üçüncü İstanbul kuşatması da neticesiz kalmış oldu.[64] Sefer dönüş yolunda Müslümanlar gerek düşman saldırıları, gerekse tabiî felaketler sebebiyle de pek çok kayıp verdiler. Sonuçta muhasaracı askerler sadece beş gemi ile Suriye’ye dönebildiler. Bundan dolayı Süleyman b. Abdülmelik tarafından gerçekleştirilen İstanbul’un fethi girişimi, Arap fetih tarihinin en büyük başarısızlıklarından biri olarak kabul edilir. [65]

E.                HİŞAM B. ABDÜLMELİK DÖNEMİ FETİHLERİ

Hişam b. Abdülmelik’in 20 yıl süren halîfeliği dönemindeki dış ilişkiler geleneksel Emevî politikasının tipik örneklerini verir. Dolayısıyla onun zamanında da Mâverâünnehr, Kafkasya–Anadolu hattında ve Endülüs’te askerî hareketlilik yaşanmış, ancak bu hareketlilik daha ziyade yeni fetih teşebbüsleri yerine fethedilmiş toprakların elde tutulma çabası şeklinde gerçekleşmiştir.
Hişam b. Abdülmelik döneminin ilk yıllarında Mâverâünnehr bölgesindeki güç dengesi Türkler lehineydi. Nitekim Horasan valisi Esed b. Abdullah, Toharistan seferinden eli boş döndükten sonra Huttel’de Türkeşler tarafındanda mağlup edilmişti. Daha sonra gerçekleştirilen Arap hücumlarından da herhangi bir netice alınamadı.[66] Mâverâünnehr’de Arap etkisinin azalması bölgede bulunan diğer Türk topluluklarını da bağımsız hareket etme noktasında cesaretlendirdi. Neticede Arap yönetimine karşı Buhara merkezli büyük bir isyan başlatıldı. Hicretin 109. (M.727-728) yılında meydana gelen bu hadisede Arap orduları Ceyhun kıyısında Türkler karşısında zor durumda kaldılar. Buhara yolu üzerinde Beykend müttefik Türk ordularının hücumuna uğradı. Bu saldırı ancak Cüneyd b. Abdurrahman komutasında merkezden gelen kuvvetlerin desteğiyle engellenebildi. Cüneyd idaresindeki Araplar (H.111/M.729) yılı sonlarına doğru Buhara’da tekrar kontrolü sağladılar.[67] Buhara’yı Türklerin hücumundan kurtaran Cüneyd, Hicretin 112. (M.730) yılında Semerkand’ın Türgiş Hakanı tarafından kuşatıldığı haberini alınca buraya yürüdü. Muhasaracı Türkler, Arapların şiddetli direnişi karşısında muhasarayı kaldırarak Buhara’ya doğru harekete geçtiler. Bunun üzerine onları takiben Buhara’ya dönen Arap orduları Hakan’ı çekilmeye zorladılar.[68] Bu şekilde Mâverâünnehr’de Türklerle Araplar arasında sonuçsuz ve karşılıklı yıpratıcı savaşlar (H.112/M.730) yılından (H.120/M.738) yılına kadar devam etti.[69]
Hişam b. Abdülmelik’in son yıllarına doğru Mâverâünnehr’deki Arap-Türk mücadelesinde üstünlük yeniden Araplara geçmeye başladı. Bunda en büyük pay sahibi ise Emevîlerin son Horasan valisi Nasr b. Seyyar’dır. Vali bu başarısını askerî zaferlerden ziyâde barışçı ve bölgenin farklı etnik unsurlarına saygı gösterme esasına dayalı ince siyasetine borçludur. Nitekim Nasr, fethedilen topraklarda yaşayan bölge halklarına iyi davranmış, daha önce yüklenen harac miktarını azaltmak suretiyle onların rıza ve desteğini kazanmıştır.[70] Eyalette toplumsal birliği temin ettikten sonra da askerî seferler gerçekleştirmiştir. Sonuçta Mâverâünnehr bölgesinin önemli merkezi Semerkand’ı tamamen kontrol altına almış, (H.122/M.740) yılında Şaş üzerine yürüyerek bölgenin hâkimi Kursul’u etkisiz hale getirmiştir. Daha sonra da Fergâna vadisindeki yerel idarecilerle barış imzalamıştır.[71] Hulasâ, Nasr b. Seyyar’ın Horasan valiliği esnasında Emevîler, bölgede son kez istikrar dönemini yaşamıştır. Ancak yakın zamanda gerçekleşecek olan Abbâsî ihtilâli, bu yalancı baharı çok kısa süre içinde sona erdirecektir.[72]
Hişam b. Abdülmelik döneminde Kafkasya cephesinde yoğun mücadeleler gerçekleşmiş, sonuçta ciddi başarılar elde edilmiştir. Nitekim halîfe göreve geldiği andan itibaren bölgenin güvenliği üzerinde hassasiyetle durmuştur. Nitekim Hicretin 106. (M.724-752) yılında halîfe, Haccâc b. Abdülmelik’i Lân üzerine göndermiş, düzenlenen sefer neticesinde cizye karşılığında bölge halkıyla barış antlaşması yapılmıştır.[73] Bu hadiseden bir yıl sonra (H.107/M.725-726) Ermeniye valisi Cerrah b. Abdullah’a Hazarlarla mücadele emri verilmiştir. Ordusuyla bölgeye hareket eden vali beklediği neticeyi elde edememiştir. Zira hem coğrafî şartların Araplar aleyhine olması, hem de Hazarların bölgedeki bütün müttefiklerle birlikte savunma yapmaları Müslüman orduların ilerlemesini engellemiştir. Halîfe Hişam bu gelişme üzerine başarısız gördüğü Cerrah’ı azlederek Kafkas ordularının başına kardeşi Mesleme b. Abdülmelik’i getirmiştir.[74] Mesleme (H.108/M.726-727)[75], (H.109/M.727-728)[76] ve (H.110/M.728-729) yıllarında peş peşe Hazar seferleri gerçekleştirmiş, son harekâtında Hazar Hakanı’nı mağlup ederek Lân şehrini ele geçirmiştir. [77]
Hazarlar Hicretin 111. (M729-730) yılında Azerbaycan topraklarına saldırı düzenlediler. Hâris b. Amr komutasındaki ordular onları geri püskürttü. Halîfe bu yıl içinde Mesleme’yi azlederek Cerrah b. Abdullah’ı tekrar Ermeniya ve Azerbaycan valiliğine getirdi.[78] Cerrah bu ikinci valiliği sırasında Hazarlar üzerine çıktığı seferde Tiflis üzerinden Belencer’e ulaşıp Hazarların başşehri el-Beyzâ’yı zapta muvaffak oldu. Başkentlerine yapılan bu hücumu karşılıksız bırakmak istemeyen Hazarlar, bir yıl sonra karşı harekete geçerek Arapları geri çekilmeye zorladılar. Bu çarpışmalar esnasında Cerrah b. Abdullah şehit oldu.[79] Hazarlar bunun ardından Emevî devletinin kuzey sınırlarını tehdit etmeye başladılar. Hişam b. Abdülmelik bunu bertaraf edebilmek için daha önce de Hazar coğrafyasında başarılı seferler yapmış olan Sa‘îd b. Amr el-Haraşî’yi bölgeye gönderdi. Düzenlediği sefer sonucunda Hazarların işgal ettikleri beldeleri tek tek geri alan Sa‘îd, daha da ilerleyerek Versan şehrini muhasara etti. Ardından da Berzend ve Beylakan’da karşısına çıkan Hazar ordularını mağlup etti. Ancak bu başarısına rağmen Hişam onu azlederek görevi eski vali Mesleme b. Abdülmelik’e verdi.[80]
Hicretin 113.(M.731-732) yılında Hazarlar üzerine yeni bir sefer düzenlemeye karar veren Mesleme b. Abdülmelik, Belencer’e kadar ilerleyerek burada karşılaştığı Hazar kuvvetlerini mağlup etti. Gelişmeler üzerine komşu hükümdarlardan destek alan Hazar Hakanı müttefik birliklerle karşı hücuma geçince Müslümanlar Derbend’e çekilmek zorunda kaldılar.[81] Mesleme’nin bu tavrıyla Hazarlar’dan çekindiğini düşünen halîfe onu valilikten azlederek yerine Mervan b. Muhammed’i getirdi.[82] Hicretin 114.(M.732-733) yılında Kafkasya bölgesine ilk seferini düzenleyen Mervan b. Muhammed, Suriye, Irak ve el-Cezîre Müslümanlarından oluşan bir orduyla kuzeye doğru harekete geçti. Yol üzerindeki bazı küçük yerleşim birimlerini kontrol altına aldı.[83] Buradan geri dönen vali iki yıl sonra yeni seferler başlattı.[84] Onun en başarılı askerî harekâtı (H.119/M.737) yılında gerçekleşti: Büyük bir orduyla kuzeye doğru harekete geçen Mervan ilk karşılaştığı Hazar öncü birliklerini mağlup ettikten sonra başşehir Beyzâ üzerine yürüyerek şehri muhasara altına aldı. Hazar hakanının gönderdiği yaklaşık 40 bin kişilik ordu da şehrin önünde mağlup edildi. Bu gelişme üzerine Hakan Müslümanlardan barış istemek zorunda kaldı. Mervan da ancak hakanın müslüman olmayı kabul etmesi durumunda barış antlaşmasına razı olacağını bildirdi. Teklif kabul edilince barış yapıldı. Bu şekilde Hazarlar, Araplar karşısında uzun süre devam ettirdikleri mücadeleyi kaybetmiş oldular. Mervan b. Muhammed bundan sonra Hazar topraklarına karşı akınları bir kaç yıl daha devam ettirdi. Hazarlar artık önceki gibi mukavemet gösteremediler.[85] Hicretin 121. (M.738-739) yılında Hazarlar üzerine daha büyük bir hücum gerçekleştirildi. Mervan b. Muhammed burada pek çok kaleyi ele geçirip halkı cizyeye bağladı.[86]
Hişam b. Abdülmelik döneminde Kafkasya’ya paralel olarak Anadolu’yu hedef alan askerî faaliyetler de gerçekleştirildi. Hazarlara benzer şekilde Bizans orduları da Emevîlerin iç karışıklıklarından istifadeyle Müslümanların yaşadıkları sınır bölgelerine taciz saldırıları düzenliyorlardı. Bunun üzerine Hişam göreve gelmesinin ikinci yılında (H.107/M.725-726) Bizans’a karşı seferler gerçekleştirmeye karar verdi. İlk olarak oğlu Muaviye b. Hişam, Meymûn b. Mihrân ve Mesleme b. Abdülmelik komutasındaki ordular Anadolu topraklarına girdiler.[87] Ertesi yıl Mesleme b. Abdülmelik Kayseri’yi ele geçirirken, İbrahim b. Hişam önemli bir Rum kalesini fethetti.[88] Daha sonra Müslüman ordular Anadolu’da Konya, Kemah, Kayseri, Malatya, Niksar, Çankırı ve Ankara’ya kadar ulaşan seferler tertip ettiler. Hişam ele geçirilen bazı Anadolu şehirlerine küçük çaplı da olsa Arap ailelerini yerleştirmek suretiyle bölgede İslâmlaşma faaliyetini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu dönemde Kıbrıs adasına da akınlar yapılmıştır.[89] Bizans’ın merkezi İstanbul’a ise herhangi bir sefer düzenlenmemiş, Arap orduları batı hattında ancak İznik’e kadar ulaşabilmişlerdir.[90] Hicretin 122. (M.740) yılında Akronion (Afyon) yakınlarında III. Leon’un oğlu Konstantinos’un ordusuyla karşılaşan Müslümanların ağır bir yenilgiye uğramaları, Arap-Bizans ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olmuş, bu netice Emevîlerin Anadolu üzerindeki iddialarına büyük bir darbe vurmuştur.[91] Kısacası Hişam dönemindeki Arap taarruzları her ne kadar Bizans devletini belli ölçüde sıkıntıyı düşürmüşse de, artık onun varlığını tehdit edecek boyuttan çıkmıştır.[92]
Yezid b. Abdülmelik’in devlet başkanlığı döneminde gerçekleşen başarısız Tuluz kuşatmasından itibaren İspanya’daki fetih hareketleri yaklaşık dört yıl süreyle inkıtaya uğramıştı. Bunda Emevîler devletinin yaşadığı dâhilî problemlerin payı büyüktür. Hişam b. Abdülmelik yine de Endülüs’ü ihmal etmemek gayesiyle bölgedeki fetihleri tekrar başlatma kararı aldı. Bu amaçla Anbese b. Süheym el-Kelbî’yi Endülüs’e vali tayin ederek ona Hıristiyanlarla mücadele emri verdi. Halîfenin talimatıyla harekete geçen vali sırasıyla Carcassonne ve Autun şehirlerini ele geçirdi. (H.107/M.725-726).[93] Ancak Anbese’nin Hicretin 108. (M.726) yılında ani ölümü bu ilerlemeyi durdurdu. Üstelik bu süreçte Endülüs topraklarında Müslümanlar arasındaki etnik problemler gün yüzüne çıkmaya ve toplumun bütünlüğünü de tehdit etmeye başlamıştı. Zira Avrupa’daki toprakların fethinde önemli rol üstlenen Berberîler, Arapların ırkçı uygulamalarından hoşnut olmamaları sebebiyle sık sık yönetimle çatışmaya giriyorlardı. Bölgedeki Berberîlerin reisinin, düşman Eudes d’Aquitaine’nin kızıyla evlenip bağımsızlığını ilân etmesi Araplarla Berberîler arasındaki sürtüşmenin düşmanlığa dönüşmesine sebep oldu. Bunun sonucunda Endülüs’te yoğun bir şekilde Berberî isyanları başladı. Bölgedeki anlaşmazlıkları gidermek amacıyla İspanya valiliğine getirilen Abdurrahman b. Abdullah el-Gafikî, politik ve askerî girişimleri sonucunda Berberî ayaklanmalarını durdurdu. Abdurrahman daha sonra da fetih niyetiyle Fransa topraklarına girerek ülkenin en önemli şehirlerinden biri olan Bordo’yu ele geçirdi. Müslümanların kuzeydeki Puvatiye’ye doğru ilerlediklerini haber alan düşman komutanı Eudes, Kral Şarl Martel’den yardım talebinde bulundu. Bunun üzerine bizzat ordusunun başına geçen Martel Müslümanlar üzerine yürüdü. Hicretin 114 yılı Ramazan ayında (Ekim-Kasım M.732) Puvatiye yakınında meydana gelen savaşın başında başkomutan Abdurrahman’ın şehit olması Müslüman ordunun bozgununa sebep oldu. Bunun üzerine diğer komutanlar savaşı bırakarak geri çekildiler. Her iki tarafın ağır zayiat vermesine rağmen Müslümanların daha çok asker kaybetmesi sebebiyle Hıristiyanların kendilerini galip ilân ettikleri ve Balâtü’ş-Şühedâ (Vak‘atü Balât=Gazvetü Balât) Poitiers savaşı[94] adı verilen bu büyük hesaplaşma sonucunda Endülüs’teki Müslümanlar Şam Emevîleri döneminin tabiî sınırlarına ulaşmışlardır.[95] Daha sonraki dönemde bu netice Hıristiyan dünyası için büyük bir zafer kabul edilmiş ve Arapların Avrupa içlerine ilerleyişlerinin durdurulması faaliyeti olarak değerlendirilmiştir.[96]

SONUÇ

İslâm tarihinde önemli bir yere sahip olan Emevî halifeleri, bir kısım icraatleri sebebiyle zaman zaman ağır eleştirilere maruz kalsalar da, İslâm’ın yayılması ve sınırların genişletilmesi için büyük çaba sarf etmişler; sonuçta Hz. Ömer’den sonra İslâmiyet’i Atlantik’ten Orta Asya’ya ve İndus Nehri’ne kadar götüren ikinci büyük fütuhâtını gerçekleştirmişlerdir. Büyük fetih hareketlerinin en önemli figürleri şüphesiz Muaviye b. Ebî Süfyan, Abdülmelik b. Mervân, Velid b. Abdülmelik ve Hişam b. Abdülmelik’in hükümdarlık dönemleri önemlidir. Tarih boyunca pekçok eleştiriye maruz kalan Muaviye ve halefleri, yeni ülkelerin fethedilmesi hususunda din faktörünü hiçbir zaman ihmal etmemişlerdir.
Fethedilen bölgelerde insanların İslâmiyet’i din olarak kabul etmeleri uzun yıllar alan bir süreci takip etmiştir. Örneğin Irak bölgesindeki fetihler, Emevîlerin her döneminde devam etmiş ve Çin sınırından Asya içlerine kadar büyük bir ilerleme kaydedilmiştir. Bu fetihlerde Kuteybe b. Müslim, Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinde etkili olmuştur. Aynı anda Muhammed b. Kâsım ise Hind bölgesinde yaptığı fetihlerde başarılı olmuş ve bu bölgede de ihtidalara şahit olunmuştur. Kafkasya bölgesi fetihlerinde başlangıçta başarısız olunmuş, ancak bilhassa Hişam b. Abdülmelik döneminde gerek hakimiyet alanının genişletilmesi, gerekse İslamlaşma’nın gerçekleştirilmesinde ciddi mesafe kaydedilmiştir. Öyle ki, bölgede Arap fatihlere uzun süreli direnen Hazar Türkleri sonunda gönüllerini İslâm’a açmaya karar vermişlerdir. Nitekim fazla zaman geçmeden Kafkasya’yla birlikte bilhassa Ermeniyye, Azerbaycan ve el-Cezîre bölgelerinde yoğun ihtidalar gerçekleşmemiştir. Buna karşılık Bizans coğrafyasındaki askerî faaliyetlerde ilerleme sağlanamamıştır. Bu bölgeye sahabeden bazı kişilerin de katıldığı seferler düzenlenmiş, bazı yerlere Müslüman nüfus yerleştirilmiştir. Ama bunların hiçbirisi Anadolu ve Akdeniz sahillerinde pek etkili olmamıştır. Bu bölgede halktan ihtida edenlerin olup olmadığı tespit edilememiş olmakla beraber, kitlesel ihtidalar görülmemiştir.
Emevîler döneminde gerçekleşen en önemli fetihler bilhassa Kuzey Afrika ve Endülüs bölgesinde gerçekleşmiştir. Bu coğrafyaya dönük olarak Hz. Ömer döneminde başlayan fetihler, Emevîler döneminde İspanya’nın içlerine kadar ilerlemiştir. En önemlisi de Kuzey Afrika bölgesinin yerli halkı Berberîler uzun mücadelelerden sonra İslâm’ı kabul etmiş ve bölgede sonra gerçekleşen fetihlerde önemli bir rol oynamışlardır.
Emevîler dönemindeki gerçekleşen fütuhât sayesinde değişik kültürler birbirlerinden etkilenmişlerdir. İslâm dini değişik bölgelerde birçok insan tarafından kabul edilmiş, bu dini kabul etmeyenlerde cizye vermek şartıyla kendi dinlerini serbestçe yaşamışlardır. Bu şekilde Müslümanlar gittikleri bölgelere İslâm dinini de ulaştırmışlarken, aynı anda yerli halkların inanç ve kültürlerine müdahale etmedikleri gibi, bu inanç ve kültürlerin Müslüman kültür ve medeniyet havzası içinde yaşamalarına da dolaylı olarak imkan sağlamışlardır. Bu hususu ataları on beş asırdır Lübnan’da yaşayan Maruni Hıristiyanlarından ünlü yazar Amin Maloof şu sözleriyle dile getirir: “Eğer atalarım, Müslüman ordular tarafından fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak on dört yüzyıl köy ve kentlerinde yaşamaya devam edebileceklerini sanmıyorum. Gerçekten de, İspanya’daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya’daki Müslümanlara? Yok oldular, tek kişi kalmamacasına katledildiler, sürgüne zorlandılar veya cebren Hıristiyanlaştırıldılar.”[97]







[1]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 239; Taberî, Tarih, V, 172.
[2]    Muhammed Hudarî Bey, Muhadaratü Tarihi’l-Ümemi’l-İslâmiyye ed-Devletü’l-Emevîyye, (thk. Şeyh Muhammed Osmanî), Beyrut 1986, s. 441; Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 256. Seferlerin sebepleri hakkında bk. Kılıç, Ünal, Yezid b. Muaviye, İstanbul 2001, s. 48-49; Avcı, Casim, İslâm Bizans İlişkileri, İstanbul 2003, s. 70.
[3]    Honigmann, Ernst, Bizans Devletinin Doğu Sınırı, (çev. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 1, 36-39.
[4]    Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 154;  Ya‘kûbî, Tarih, II, 217.
[5]    Taberî, Tarih, V, 172; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 193.
[6]    İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 201, 209; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 24, 27.
[7]    Ya‘kûbî, Tarih, II, 239-240; Taberî, Tarih, V, 181, 212, 227, 229.
[8]    Taberî, Tarih, V, 234; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 227.
[9]    İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 32.
[10]   Muaviye dönemi Bizans seferleri için bk. Muhammed Kürd Ali, Hıtatü’ş-Şam, I, 142-143; Gadban, Münir Muhammed, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 357-360; Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 255-260.
[11]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 576; Taberî, Tarih, V, 216-226.
[12]   Belâzürî, Futûhu’l-Bul.dân, s. 576; Ya‘kûbî, Tarih, II, 222, 237; Taberî, Tarih, V, 250-252
[13]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 156; İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Kahire 1991, s. 192-194. Bu konuda ayrıca bk. İbn İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib fî Ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağrib, (thk. Georges Colin-E. Levi Provençal), I, Beyrut 1983, I, 17-19; Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I-V, İskenderiye ts. (Menşeetü’l-Mearif), s. I, 172-183.
[14]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 154, 158; İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 194-196; Ya‘kûbî, Tarih, II, 229; Taberî, Tarih, V, 240; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 230-231.
[15]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 586; Ya‘kûbî, Tarih, II, 276; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 71.
[16]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 586-587; Ya‘kûbî, Tarih, II, 276; Taberî, Tarih, VI, 325-326, 352-354.
[17]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 198.
[18]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 192; İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 198-199; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 308-309.
[19]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 200; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 321; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 309-310.
[20]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, IV, 323.
[21]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 201-203; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 31.
[22]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.203; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 321; Ya‘kûbî, Tarih, II, 277.
[23]   Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I, 221-229; Munis, Hüseyin, Tarihu’l-Mağrib ve Hadâretuhû, I-III, Beyrut 1992,  s. 253-254.
[24]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 205, 213; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s.  321; Mâlikî, Ebû Abdullah Muhammed, Riyâdu’n-Nüfûs, (thk. Beşîr el-Bekkûş), I-III, Beyrut 1983, I, 56.
[25]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 217-223; Ebu’l-Ferec, Gregory, Ebu’l-Ferec Tarihi I, s. 187.
[26]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 266; Taberî, Tarih, VI, 202; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 33.
[27]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 225, 228; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 590; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285; Taberî, Tarih, VI, 424.
[28]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 233; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 590; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286; Taberî, Tarih, VI, 424-426.
[29]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 233; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591; Taberî, Tarih, VI, 429-433;İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 107-108; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 71-72.
[30]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 298; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286; Taberî, Tarih, VI, 439-440, 442-445.
[31]   Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 298-299; Ya‘kûbî, Tarih, II, 287; Taberî, Tarih, VI, 445; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 114; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 77.
[32]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 237; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 592; Ya‘kûbî, Tarih, II, 344; Taberî, Tarih, VI, 472-481; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 126-128; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 85-86.
[33]   Taberî, Tarih, VI, 500-505; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 135-136; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 140-142.
[34]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 236, 238; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 612-618; Ya‘kûbî, Tarih, II, 288-289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 111-112; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 87.
[35]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 594-599; Ya‘kûbî, Tarih, II, 295-296; Taberî, Tarih, VI, 506-522; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 18-19; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 133-135; 138-143; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 171-174.
[36]   Taberî, Tarih, VI, 426, 429; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 271-272, 283, 289, 294.
[37]   Belâzurî, Futûhu’l-Buldân, s. 266; Taberî, Tarih, VI, 429, 434, 439, 442, 454, 468, 469, 483, 492.
[38]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 211; Taberî, Tarih, VI, 468; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,129.
[39]   İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 317; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 129, 135; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 95, 174.
[40]   Velid b. Abdülmelik dönemi Anadolu fetihleri için bk. Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 234-235, 249; Ya‘kûbî, Tarih, II, 291-292.
[41]   Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 449.
[42]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 235, 238; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 299; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 81.
[43]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 214; İbn Kuteybe, el-İmâme, II,49-52.
[44]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 204-205; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 322-323; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285.
[45]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 54-60; İbn İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib, I, 39-47.
[46]   İbn İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib,II, 6.
[47]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 205-206; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 323; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 83.
[48]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 206-207; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 60-61; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285; Taberî, Tarih, VI, 468; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 302; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 121-122.
[49]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 207.
[50]   İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 208-206; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 61-62; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285; Taberî, Tarih, VI, 481.
[51]   Bu konuda bk. Atçeken, İsmail Hakkı, “Berberîler ve Hicrî I. Yüzyıl İslâm Fetihlerindeki Rolü”, İSTEM, yıl.1, sy.2, Konya 2003, s. 81-93.
[52]   İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 64-66; İbnü’l-Kûtiyye, Tarihu İftitahi’l-Endelüs, (thk. İbrahim Ebyârî), Kahire 1989, s. 29-56; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 119-124, 128-129.
[53]   Taberî, Tarih, VI, 523, 530-531; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 24, 26; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 167-170.
[54]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 299; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 27; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 167-170, 174.
[55]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 146-147; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 167-170.
[56]   Uçar, Şahin, Anadolu’da İslâm Bizans Mücadelesi, s. 114 (Lebeau, Histoire du Bas Empire, XII, (nşr. M. St. Martin, Paris 1824-1836, s. 116’dan).
[57]   Ostrogorsky, G., Bizans Devleti, s. 145-146.
[58]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 299; Taberî, Tarih, VI, 531; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 174, 184.
[59]   Bailly, A., Bizans Tarihi, s. 158; Hitti, Philip, İslâm Tarihi, II, 322.
[60]   Canard, Marius, İstanbul Seferleri, s. 226; Uçar, Şahin, İslâm-Bizans Mücadelesi, s. 113-116; Öztürk, Necdet, “Fetih Öncesi İstanbul Kuşatmaları”, s. 40; Yiğit, İsmail, “Emevîler Zamanında Gerçekleşen İstanbul Seferleri”, s. 56.
[61]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 299; Ostrogorsky, G.,  Bizans Devleti, s. 146; Hitti, Philip, İslâm Tarihi, s. 322.
[62]   Ömer b. Abdülaziz’in İstanbul muhasarasını kaldırması, onun askerî faaliyetlerin en alt düzeye indirilmesi politikasının bir neticesidir. Zira halîfe göreve gelir gelmez gerek doğuda, gerekse batıdaki askerî seferlere son verilmesini istemiş, uzak beldelerdeki askerî garnizonların geri çekilmesini, yine sınır şehirlerine yerleştirilmiş Arapların da merkeze yakın Arap şehirlerine iskan edilmesini emretmiştir. Meselâ bir Bizans taarruzundan çekindiği için halk istememesine rağmen Darende’de bulunan Müslümanları Şam’a daha yakın mevkide olan üstelik harap vaziyetteki Malatya’ya yerleştirmiştir.  (bk. Belâzurî, Futuhu’l-Buldân, s. 262).
[63]   Taberî, Tarih, VI, 546, 553; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 151, 155; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 174, 184.
[64]   Ostrogorsky, G., Bizans Devleti, s. 146.
[65]   Ebu’l-Ferec, Gregory, Ebu’l-Ferec Tarihi I, s. 192-194. Ayrıca bk. Canard, Marius, İstanbul Seferleri, s. 226; Bailly, A., Bizans Tarihi, s. 158; Hitti, Philip, İslâm Tarihi, II, 322. 
[66]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 601-602; Taberî, Tarih, VII, 43-45; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 198-199.
[67]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 316-317; Taberî, Tarih, VII, 60-69.
[68]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 270; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 308-309; Taberî, Tarih, VII, 71-88.
[69]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 268; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 603-604; Taberî, Tarih, VII, 93-107, 135-137; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 208-214, 226-230.  
[70]   İbn Âsem, Futûh, IV, 312.
[71]   Taberî, Tarih, VII, 173-180, 192; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 214-215.
[72]   Hişam döneminde Mâverâünnehr bölgesindeki siyasî gelişmeler hakkında bk. Mubarekburi, Ebu’l-Meâlî, el-İkdüs’s-Semîn fî Futûhi’l-Hind, s. 249- 272.
[73]   Taberî, Tarih, VII, 29; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 112.
[74]  Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 263-264; Ya‘kûbî, Tarih, II, 328-329; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 198.
[75]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 141.
[76]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 395; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 145.
[77]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 266, 268; Ya‘kûbî, Tarih, II, 328-329; Taberî, Tarih, VII, 54; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 205; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 259.
[78]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 267 ; Ya‘kûbî, Tarih, II, 329; Taberî, Tarih, VII, 67.
[79]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 267; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 289-290; Ya‘kûbî, Tarih, II, 329; Taberî, Tarih, VII, 70; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 153;  İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,206-208.
[80]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 268-269; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 290-291; Ya‘kûbî, Tarih, II, 317-318; Taberî, Tarih, VII, 70-71; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 208.
[81]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 270; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 291-292; Ya‘kûbî, Tarih, II, 318; Taberî, Tarih, VII, 88; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 157; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 214.
[82]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 271; Ya‘kûbî, Tarih, II, 318; Taberî, Tarih, VII, 90, 107; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 159; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 215-216.
[83]   Belâzurî, s. 207; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 177-178.
[84]   Taberî, Tarih, VII, 99, 139; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 195.
[85]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 292-293.
[86]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 277; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 291; Taberî, Tarih, VII, 160; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 207; Ebu’l-Ferec, Gregory, Ebu’l-Ferec Tarihi I, s. 195-196.
[87]   Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 264; Ya‘kûbî, Tarih, II, 328-329; Taberî, Tarih, VII, 40.
[88]   Taberî, Tarih, VII, 43; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 256.
[89]   Ya‘kûbî, Tarih, II, 328-329; Taberî, Tarih, VII, 40, 43, 46, 54, 67, 88, 90, 92-93, 99, 113, 139; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 121, 131, 143.
[90]   İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 159, 164, 169, 174, 176, 192. Bailly, A., Bizans Tarihi, s. 159.
[91]   Taberî, Tarih, VII, 43, 46.
[92]   Ostrogorsky, G.,  Bizans Devleti, s. 146.
[93]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 197.
[94]   Savaşın yapıldığı yer Tours ile Buvatiyye (Poitiers) arasında bir bölge olup, günümüzde Paris’in 200 km. güneyine tekabül etmektedir. (Hâccî, et-Tarihu’l-Endelüs, s. 194). (Savaşın İslâm ve dünya tarihi hakkındaki sonuçları hakkında Müslüman tarihçilerin ve müşteşriklerin görüş ve değerlendirmeleri için bk. İnan, Muhammed Abdullah, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs, I-II, Kahire 1969, I, 92-112; Hâccî, et-Tarihu’l-Endelüs, s. 1193-203; Atçeken, İsmali Hakkı, “Puvatya Savaşı ve Etkileri Üzerine Bir Araştırma, Selçuk ÜİFD, sy. 8, Konya 1998, s. 243-263)
[95]   İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 214-215.
[96]   Ostrogorsky, G., Bizans Devleti, s. 117.
[97] Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev. Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s. 50.

1 yorum:

  1. Müslüman alemi hiç bir zaman görüş ayrılığına düşmesin İnşallah

    YanıtlaSil

Yazarlar