Prof. Dr. Adem APAK
GİRİŞ
İslâm tarihinde Muaviye b. Ebû Süfyan’ın Hz. Hasan’dan halîfeliği
devralmasıyla başlayıp Mervan b. Muhammed’in öldürülmesine kadar geçen döneme
Emevî Asrı adı verilir. Gerek Hz. Peygamber (sav) devrinde yaşamış sahâbe ile
ondan sonraki nesil arasında bir zaman köprüsü olması, gerekse bu süreçte
meydana gelen hadiselerin Müslümanların zihninde derin izler bırakmış olması
sebebiyle, Emevîler dönemi İslâm tarihinin üzerinde en fazla tartışma yapılan
dönemini teşkil eder.
Dört halîfe döneminde istişare sonucunda seçilen halîfelikten güç
kullanılarak ele geçirilen yönetim sistemine geçilmesi, bunun akabinde devletin
kurucusu Muaviye b. Ebû Süfyan tarafından halîfeliğin saltanata dönüştürülmesi;
buna tepki olarak gerçekleştirilen Hz. Hüseyin muhalefetinin Kerbelâ faciasıyla
sonuçlanması, yönetimin uygulamalarına karşı çıkan Medine’nin işgal ve yağmaya
tâbi tutulması, Mekke’nin muhasara altına alınması ile Kâbe’nin yakılması,
muhtelif bölgelerde pek çoğu ashâb çocuğu olan binlerce müslümanın öldürülmesi,
ayrıca muhtelif sebeplerle meydana gelen kabile savaşlarında sayısız insanın
katledilmesi gibi hadiseler Emevîler döneminde öne çıkan siyasî ve toplumsal
olaylar olarak özetlenebilir. Bu dönemin diğer dikkat çeken özelliği ise
gerçekleştirilen yoğun fetih faaliyetleri neticesinde Müslümanların Çin
sınırından Atlas Okyanusu’na kadar yayılması, pek çok farklı etnik unsur ve
kültürün ilk kez İslâm diniyle tanışmış olmasıdır. Bununla birlikte Emevîler
döneminde meydana gelen bir kısım siyâsî hadiseler ve halifelerin uygulamaları
sebebiyle bu sülale sürekli olarak tenkide tabi kalmıştır.
Emevîler aleyhine dile getirilen önemli iddiaların başında onların
ırkçı bir anlayış benimsemek suretiyle işgalci bir politika izledikleri ve
İslâmî cihad yerine emperyal yayılmacılık duygularıyla hareket ettikleri
düşüncesi gelir. Başka bir ifadeyle Arap fatihler dini ikinci plana iterek ırkî
ve iktisadî sâiklerle fetihler gerçekleştirmişlerdir. Bilhassa müsteşrikler
(Wellhausen, Gerlof Van Vloten, Goldziher, Winckler, Ceatani) tarafından dile
getirilen bu düşünceye göre Emevîler dönemindeki geniş fetih hareketinin asıl
amacı İslâm dinini yaymak değil, daha geniş topraklara ulaşmak ve buraların
zenginliklerini ele geçirmektir. Wellhasuen ve onun takipçilerinin
dillendirdikleri bu düşüncenin yanlışlığını başka bir müsteşrik Della Vida,
İslâm Ansiklopedisi’ndeki Emevîler maddesinde şu şekilde ortaya koyar:
“Hakikatte İslâmiyet ile başlangıçta mücadele etmiş olan bu Mekke
aristokrasisinin ahfadına zahidane veya mutasavvıfane temayüllerin tamamıyla
yabancı olduğu ve bu aristokraside daha ziyâde cahiliye devrinden kalma seyyid
kafası ve tüccar cumhuriyetinin iş adamı zihniyetinin bulunduğu kabul edilecek
olursa, diğer taraftan, Arap âleminin bu misli görülmemiş zaferinin İslâmiyet
sayesinde vuku bulduğu, en moderni ve en agnostiği de olsa, yine hiçbir
zihniyetin İslâmiyet damgasından kurtulamayacağı göz önünde tutulmuş
olacağından, tarihi hakikatlerden uzaklaşmak tehlikesi baş gösterir. Emevî
halîfeleri zamanlarının ve muhitlerinin adamı olmak sıfatı ile, İslâm
akidelerinin taammümü ile kendi ülkelerinin genişlemesini, samimiyetle aynı şey
addetmişler ve ister Şii, ister Hâricî olsun, kendi siyasetlerine düşman
olanların aynı zamanda hakiki Müslümanlığa da hasım olduklarına kanaat
getirmişlerdir… Her ne kadar bunların sukûtundan sonra, zahid muhitlerinde
hâkim olan fikirlerin tesiri altında vücut bulan bazı şehadetler, Emevîlerin
hatırasını tel’in etmiş ise de, İslâmiyetin, bilhassa onların devrinden ve
kısmen onların hamlesi sayesinde, âlemşümul bir din haline geldiğini unutmamak
lazımdır.”
Unutmamak gerekir ki, sadece Emevî dönemi fetihlerinde değil, bütün
İslâmî fetihler dikkate alındığında ırkî unsurların ve ekonomik sebeplerin
belli derecede etkin olduğu inkâr edilemez. Ancak dikkatli bir inceleme
yapıldığında Emevîler döneminde de diğer İslâm tarihi sürecinde olduğu gibi
fetihleri etkileyen en önemli amil, yine cihad düşüncesi yani İslâm’ın
yayılması (İ’lâ-i kelimetullah) olmuştur. Bu inançla hareket eden Emevî
halîfelerinin pek çoğu bizzat hanedan ailesine mensup komutanlarla akıbeti
belirsiz tehlikeli seferler düzenlemişlerdir. Bilhassa Hazarlar, Anadolu ve
Ermenistan üzerine gerçekleştirilen askerî faaliyetlerde pek çok halîfe oğlu ve
kardeşinin bulunduğu açıkça görülecektir. Bu bölgelerde İslâm dininin yayılması
ve cihanşümul din haline gelmesinde Emevî halîfelerinin katkısı
unutulmamalıdır. Daha da önemlisi sonraki İslâm tarihi sürecinde önemli roller
üstlenecek ve Müslümanların hamisi haline gelecek Türkler, İslâm diniyle
Emevîlerin gerçekleştirdikleri fetihler sayesinde tanışmışlar, onların
hâkimiyetleri döneminde İslâm dinine dâhil olmaya başlamışlardır. Emevîler
dönemi Türk-Arap ilişkileri genelde düşmanlık boyutunda gerçekleşmişse de, bu
münasebetlerin derinlerde Türklerin İslâm ile buluşmasına zemin oluşturduğu da
inkâr edilmemelidir. Bilhassa Ömer b. Abdülaziz’in halîfeliği dönemindeki özel
gayretlerle Türklerin İslâmlaşması konusunda önemli mesafeler alınmıştır.
Benzer şekilde Kuzey Afrika’da Emevî ordusuyla Berberîler arasında da sürekli
çatışmalar devam etmiş, ancak onlar arasında da İslâmlaşma adına önemli
ilerlemeler kaydedilmiştir. Emevîlerin en parlak döneminde gerçekleştirilen
Endülüs fethinde Müslümanlar arasına dâhil olan Berberîlerin büyük katkısı
olmuştur. Netice itibariyle gerek Türklerin gerekse Berberîlerin İslâm
tarihindeki rolleri ortada iken onların İslâm’la tanışmalarını temin eden
Emevîlerin İslâm’a ve Müslümanlara hizmetini inkâr etmek mümkün değildir.
Emevîler dönemi fetih siyasetini konu edinen bu tebliğde devletin
kurucusu kabul edilen Muaviye b. Ebû Süfyan’dan başlamak üzere devletin
özellikle doğu-batı hattında yayılması ve bu yayılmadaki temel sâikler ele
alınacaktır.
A.
MUAVİYE DÖNEMİ FETİHLERİ
Hz. Ebû Bekir döneminde başlatılan, Hz. Ömer yönetiminde Bizans ve
Sâsânî İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanlarını içine alan, Hz. Osman zamanında
da en geniş sınırlarına ulaşan İslâm fütûhâtı, Hz. Osman’ın son dönemi ile Hz.
Ali’nin halîfeliği esnasındaki iç çekişmeler sebebiyle sekteye uğramıştı.
Kûfe’de Hz. Hasan’dan biat alarak Müslümanları yine tek bir yönetim altında
birleştiren Muaviye göreve gelmesiyle birlikte bir taraftan Hâricîler ve Hz.
Ali destekçileri gibi yönetim muhalifleri ile mücadele ederken, diğer taraftan
da hızlı bir şekilde fetih faaliyetleri başlattı. Muaviye dönemindeki fetihler
üç cephede gerçekleşmiştir: Bunlardan ilki Bizans idaresi altında bulunan
Anadolu ve Ermenistan topraklarıdır. Irak askerlerinin hedefi ise Horasan ve
Sind coğrafyasıdır.Bu süreçte hedef alınan üçüncü bölge ise Mısır ordusunun
sorumluluğuna verilen Kuzey Afrika’dır.
Muaviye, aslında Hz. Ömer tarafından Şam’a vali tayin edilmesinden
itibaren Bizans üzerine düzenli seferler başlatan ilk Müslüman valiydi. Ancak
daha sonraki iç problemler bu tür faaliyetlerin kesintiye uğramasına sebep
oldu. Halîfelik görevini üstlendikten sonra Anadolu seferlerini (H.42 /M.662)
yılında yeniden başlattı.[1] Buna
göre her yıl mutat hale getirilen bu seferler yaz ve kış olmak üzere yılda iki
defa düzenleniyordu. Giden ordular, kışı Bizans topraklarında geçiriyorlar, yaz
mevsimlerinde ise tekrar hücuma geçiyorlardı.[2]
Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğinden itibaren Müslüman fatihler Suriye
ve Mezopotamya topraklarında hızla ilerleyip bölgede yaşayan Ârâmilerin hızla
İslâmlaşmasını ve Araplaşmasını sağlamış olmakla birlikte, aynı faaliyeti
Anadolu’da gerçekleştirmemişlerdir. Hatta burada zaptettikleri büyük şehirlerde
tutunmak için büyük gayret sarf etmemişler, sadece mutad olarak her yaz
mevsiminde Amanos ve Toros silsileleri yoluyla Anadolu içlerine akınlar
yapmışlar, bol esir ve ganimet aldıktan sonra geri dönmüşlerdir. Bunun altında
başlangıçtan beri Arapların Anadolu’yu kendileri için yeni bir yurt olarak
düşünmedikleri gerçeği yatar. Anlaşılan o ki, coğrafya ve tabiat şartlarının
farklılığı sebebiyle Arap kabileleri özellikle Toros dağlarının kuzey ve batı
kısımlarına ulaşmakla birlikte buralara iltifat etmemişler ve bölgeye
yerleşmeyi düşünmemişlerdir. Savaşların ardından karşılıklı toprak iltihakları
gerçekleşse, hatta Arap orduları karadan İstanbul’a kadar ulaşmış olsalar da,
Toros dağ silsilesi her iki devlet arasında tabiî bir sınır olma özelliğini
uzun yıllar sürdürmüştür. Karşılıklı mücadeleler esnasında sadece doğrudan
doğruya sınır bölgesinde bulunan ve en mühim geçitlerin anahtarı rolünü
üstlenen şehir ve kalelerin ele geçirilmesine özel önem verilmiş, diğer
yerleşim alanları fazla ısrar edilmeden rakip tarafa terk edilebilmiştir.
Araplar ile Bizans arasında bitip tükenmeyen gazalar sebebiyle her iki devlet
sınırında tampon bölge olarak geniş bir arazi şeridi sahipsiz ve atıl vaziyette
kalmıştır. Bu sonuçta Bizans İmparatoru Herakleios’un Suriye’yi boşaltmak
zorunda kalması nedeniyle bölgedeki şehirleri Müslümanlara mamur bir şekilde
bırakmamak için tahrip etmesinin, ahalisini de tehcire zorlamasının büyük
etkisi vardır. Arap fatihlerin Anadolu’ya ilerlemeleri esnasında arkalarında
kendilerini tehdit edebilecek müstahkem mevkiler bırakmamak için buradaki
yerleşim birimlerini boşalttıkları ve bölgeyi insansız bir alana çevirmeye
çalıştıkları da unutulmamalıdır.[3]
Emevîler devleti boyunca Bizans ile yapılan savaşlarda Müslümanlar
genelde taarruz eden, Rumlar ise savunmaya çekilen taraf konumunda olmuşlardır.
Ancak bununla birlikte Anadolu ve Ermenistan topraklarında her iki devlet için
de tam bir üstünlük gerçekleşmemiştir. Bunda her iki tarafın da kendi iç
problemleri ve saltanat mücadeleleriyle baş etmek durumunda kalmalarının önemli
derecede etkisi vardır. Bu gibi hallerde zor durumda kalan taraf belli miktar
mal ve para karşılığında diğeriyle anlaşmaya çalışmış[4], durumu
düzeldikten sonra çeşitli bahanelerle anlaşmayı bozarak tekrar savaş haline
dönmüştür. Bununla birlikte iki taraf arasında gerçekleştirilen savaşlar bir
hâkimiyet mücadelesinden çok prestij sağlama ve kendi asıl bölgelerini koruma
düşüncesiyle cereyan etmiştir. Bu hususta Bizans için öncelikli koruma alanı
İstanbul, Emevîler için ise Şam toprakları olmuştur. Dolayısıyla her iki
bölgenin de ortasında yer alan Anadolu coğrafyası taraflar için bir ara bölge
kabul edilmiş, tam bir sahiplenme gerçekleşmediği için bölgenin kontrolü
karşılıklı olarak rakiplere terk edilebilmiştir. Böyle bir tavır da pek çok
Anadolu şehrinin tahrip edilmesine ve halkın hayatının zorlaşmasına sebep
olmuştur. Netice olarak iki devlet arasındaki nüfuz mücadelesinde en fazla
zarar gören bölgelerin başında Anadolu topraklarının olduğunu ileri sürmek
mümkündür.
Muaviye’nin halîfeliği zamanında Rumlar ve Ermeniler üzerine ilk
seferler Hicretin 42. (M.662) yılından itibaren başlatıldı. Her iki bölgeye
giden ordular buralarda kayda değer başarılar kazandılar.[5]
(H.43/M.663) ve (H.44/M.664) yıllarında da Bizans üzerine karadan ve denizden
seferler devam ettirildi. Sözgelimi Büsr b. Ebû Ertat Rum topraklarına sefere
çıktı.[6] Mâlik b.
Hübeyre (H.46/M.666) ve (H.47/667) yıllarında ordusuyla birlikte Rum
topraklarında kışladı.[7]
Muaviye döneminde Bizans üzerine gerçekleştirilen seferlerinin en
önemlisi şüphesiz başkent İstanbul’un fethi girişimidir. Muaviye’nin oğlu Yezid
de Hicretin 50. (M.670) yılında harekete geçen yardımcı ordunun komutanlığını
yapmıştır.[8] Bu
orduya Abdullah b. Abbâs, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Ebû Eyyûb
el-Ensârî gibi sahâbe önderleri de iştirak etmişlerdi.[9]
Muaviye’nin halîfeliği döneminde Arapların gerçekleştirdikleri
İstanbul muhasaraları asıl hedef olan fetih gerçekleşmediği için başarısız
girişim olarak görülebilir. Ancak bu seferler sebebiyle Bizans
İmparatorluğu’nun bütün gücünü İstanbul’da teksif etmesi sebebiyle Arapların
Anadolu’da çok rahat hareket ettikleri ve bölgedeki kontrolü ellerinde
bulundurdukları unutulmamalıdır.[10]
Emevîler devletinin başlangıç döneminde önemli fetihlerin
gerçekleştirildiği diğer bir cephe ise Horasan ve Sind topraklarıdır. Aslında
buralara ilk İslâm orduları Hz. Osman zamanında ulaşmıştı. Ancak sonraki
süreçteki dâhilî problemler, adı geçen bölgelerde yaşayan halkın Müslümanlara
karşı bağımsız davranmalarına fırsatı vermiştir. Muaviye iç istikrarı
sağladıktan sonra bu bölgeyi hedef alan seferler başlattı. Muaviye’nin ilk
yıllarında gerçekleşen askerî seferlerin öncelikli amacı Horasan’ı kontrol
altına almak ve Mâverâünnehr bölgesine taciz saldırıları düzenlemekti. Bu
seferlerin plânlı ve fetih hedefli olması Ziyâd b. Ebîh’in Hicretin 45. (M.665)
yılında Basra’ya vali tayin edilmesiyle başlar.[11] Nitekim
onun emri altındaki Arap komutanlar üç yıl süren mücadeleler neticesinde Ceyhun
nehrini aşarak bölgede yaşayan Türkler karşısında başarılı sonuçlar
almışlardır. Mâverâünnehr’e gerçekleştirilecek seferlerin daha iyi
planlanabilmesi amacıyla Ziyâd, ordugâh merkezlerini Kûfe ve Basra’dan
Horasan’ın doğusunda bulunan Merv’e taşımış, bunun akabinde Müslümanlar Merv’e
komşu olan Herat, Tus, Nisabur ve Belh gibi şehirlere asker yerleştirmişlerdir.
Böylece Türkistan fetihleri için Horasan eyaletleri bir üs olarak teşekkül
ettirilmiştir.[12]
Muaviye döneminde başlatılan üçüncü fetih dalgası Afrika üzerine
gerçekleştirilmiştir. Onun zamanında ilk seferler Muaviye b. Hudeyc tarafından
gerçekleştirildi.[13] Onun
halefi Ukbe b. Nâfi doğrudan halîfenin emriyle (H.42/M.662) ve (H.43/M.663)
yıllarında bölgede önemli fetihler gerçekleştirdi. Ukbe, daha sonra müstahkem
bir askerî karargâh ihtiyacı sebebiyle (H.50/M.670) yılında Kayravan şehrini
inşa etti. Aynı anda gerçekleştirilen yoğun İslâmlaşma faaliyeti sayesinde
Berberîlerin bir kısmı müslüman oldu. Bu gelişme Kuzey Afrika’da İslâm
hâkimiyetinin ilk işaretleri olarak kabul edilmektedir.[14]
Emevîlerin başlangıç dönemine tekabül eden Muaviye b. Ebû Süfyan’ın
halîfeliği zamanında ülke içindeki siyasî istikrarın belli bir oranda sağlanmasının
ardından başlatılan fetih hareketleri ile özellikle Horasan ve Afrika’da daha
önce ele geçirilmiş ancak zamanla kontrolü kaybedilmiş olan pek çok beldenin
yeniden itaat altına alınması sağlamıştır. Buna ilave olarak her iki cephede de
yeni beldeler Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Dolayısıyla bu süreçte
gerçekleşen fetihleri Hz. Ebû Bekir’in İslâm Devleti’nin kuruluş sürecinde
gerçekleştirdiği fetihlerle kıyaslamak mümkündür.
B.
ABDÜLMELİK DÖNEMİ FETİHLERİ
Abdülmelik b. Mervan devlet başkanlığı makamına geçtiği zaman babasından
siyasî anlamda parçalanmış bir devlet devralmıştı. Dolayısıyla onun öncelikli
görevi ülkede yönetim birliğini temin etmek, müstakil idareler altında yaşayan
toplulukları tekrar Emevîlerin hâkimiyeti altına almaktı. Abdullah b. Zübeyr’in
etkisiz hale getirilmesi, ardından Hâricîlerin büyük oranda kontrol altına
alınmaları, bu hedefin belli oranda gerçekleşmesini sağladı. Ancak onun bu
adımlarla birleştirdiği topraklar, Hz. Ömer ve Hz. Osman döneminde fethedilen
bölgelerle sınırlı kalmıştı. Hâlbuki Emevîlerin ilk devlet başkanı Muaviye
zamanında daha uzak beldeler fethedilmişti. Başlangıçta Emevîlerin idaresine
boyun eğen bölge halkları Muaviye’nin vefatından sonra itaatten vazgeçip
bağımsız davranmaya başlamışlardı. Dolayısıyla Abdülmelik’in siyasî rakiplerini
ortadan kaldırmasından sonraki görevi, geçmişte Emevî hâkimiyetine boyun eğmiş
olan bölgeleri yeniden itaat altına almak, devletin sınırlarını en azından
Muaviye dönemindeki noktasına ulaştırmaktı. Abdülmelik bu amaçla yönetiminin
ikinci yarısında Yezid b. Muaviye’den beri terk edilmiş görünen dış politikaya
yeniden önem vermeye karar verdi. Bu doğrultuda doğuda Horasan, kuzeyde
Anadolu, batı da da Kuzey Afrika üzerine seferler başlatıldı.
Abdülmelik b. Mervan ülkenin doğusunda siyasî hâkimiyetin tesis
edilmesi, ayrıca mümkün olursa fetihlerin yeniden başlatılması görevini Irak
valisi Haccâc b. Yûsuf’a verdi. Dolayısıyla Abdülmelik zamanında Emevîlerin
doğu siyaseti ve fetihleri (H.75/M.695) yılından itibaren Haccâc tarafından
belirlenmiştir. Bu görevi üstlenmesinden hemen sonra Haccâc, Hâricîlerle
mücadelede önemli başarılar elde eden Muhelleb b. Ebî Sufra’yı Hicretin 78.
(M.697-698) yılında Horasan valiliğine getirdi.[15]
Haccâc’ın emriyle Mühelleb b. Ebû Sufra, Maverünnehr üzerine giderek Keş halkı
ile fidye karşılığında anlaşma imzaladı. Bu esnada oğlu Habîb de Buhara üzerine
yürüdü. Habîb burada karşısına çıkan düşman birliklerini mağlup ederek tekrar
babasının karargâhına döndü.(H. 80/M.699-670).[16]
Yezid b. Muaviye zamanında Kuzey Afrika valiliğine getirilen Ukbe
b. Nâfi, gerçekleştirdiği fetih hareketiyle bölgenin önemli bir kısmında
kontrolü sağlamış, pek çok şehri eline geçirmişti. Üstelik burada kendisine
karşı ittifak yapan Bizans ve Berberîleri de itaat altına almıştı.[17] Ancak
kazandığı zaferler sebebiyle rakiplerini küçümsediği ve ihmalkâr davrandığı
için Berberî kabilelerini bir araya toplayan Küseyle b. Kemren tarafından
yanında bulunan askerlerle birlikte şehit edildi. Bu hadiseyle birlikte
Abdülmelik’in yönetime gelmesine kadar geçen dönemde Kuzey Afrika’daki
hâkimiyet Küseyle’nin elinde kalmıştır.[18]
Abdülmelik b. Mervan Kuzey Afrika’da kontrolü ele almak adına Züheyr
b. Kays el-Belevî komutasındaki orduyu bölgeye sevk etti. Berka üzerinden
Tunus’a doğru ilerleyen Züheyr buradaki Berberî ordusunu mağlup ederek
Kayravan’ı yeniden ele geçirdi. Bunun ardından bölgenin iç kısımlarına
yönelerek karşısına çıkan yerli askerleri etkisiz hale getirdi. Yapılan
savaşlar esnasında Berberîlerin lideri Küseyle de öldürüldü. (H.69/M.688-689).
Böylece Kuzey Afrika dengeler tekrar Müslümanların lehine değişmeye başladı.[19]
Arap ordularının Kuzey Afrika’da müttefiki olan Berberîler
karşısında elde ettiği başarıyı kendi hâkimiyeti için tehlike olarak gören
Bizans İmparatoru II. Justinianos, Müslümanların sahil boyunca ilerlemelerini
engelleyebilmek amacıyla bölgeye İstanbul’dan büyük bir donanma sevk etti.
Sicilya’dan da takviye birlikler alan Bizanslılar Kartaca’ya[20] çıkarma
yaptılar. Batıya doğru ilerlemekte olan Züheyr, bu gelişme üzerine geri dönerek
Bizanslıları karşılamaya karar verdi. Burada meydana gelen savaşta düşmanlarına
nazaran az sayıda olan Müslüman askerler yenilgiye uğradılar. Savaş esnasında
ölenler arasında ordunun komutanı Züheyr b. Kays da bulunuyordu.(H.69/M.688-689).[21] Ukbe b.
Nâfi’nin öldürülmesinden sonra Kuzey Afrika’da Müslümanlar için ikinci bir
fetret dönemi başlamış oldu. Afrika’daki bu olumsuz gelişme Abdülmelik’e
ulaştırıldığında, büyük üzüntü duymuş ve bu hadiseyi Müslümanlar için ağır bir
musibet olarak görmüştür.
Züheyr’in ordusunun mağlup olmasından sonra Abdülmelik Hassân b.
Numân el-Gassânî idaresindeki orduyu Suriye’den yola çıkardı.[22] Gelen
askerler ilk önce Trablus’a ulaşıp burayı kontrol altına aldılar. Hassân b.
Numân daha sonra Bizanslıların elinde bulunan Kartaca’yı hedef alan bir harekât
başlattı. Kayravan üzerinden yola çıkan Müslümanlar ilk önce karşılarına çıkan
büyük bir Bizans ordusunu mağlup ettiler. Hezimete uğrayan düşman askerlerinin
bir kısmı günümüzde Tunus şehrinin bulunduğu Tirtiş limanına sığınırken, geri
kalanları Sicilya adasına ve İspanya’ya kaçtılar. Bizans İmparatoru Leontios
(M.695-698) bu gelişme üzerine bölgeye yeni bir ordu göndermeye karar verdi.
Bizans donanması (H.78/M.697) yılında Kartaca’yı yeniden ele geçirdi.
Berberîler de bu savaşta Müslümanlara karşı Bizans ordularına yardımcı oldular.
Sonuçta bölgenin kıyıları Bizans’ın hâkimiyetine geçerken, iç bölümler asıl adı
Dıhye bint. Mâtıyye olan ve büyücülük yapması sebebiyle Kâhine olarak bilinen
Berberî bir kadının emrine girdi.[23] Ancak
Müslümanlar bir yıl sonra gerçekleştirdikleri askerî harekâtla Kartaca’ya
tekrar hâkim oldular. Bu olumlu gelişmenin ardından Hassân b. Numân’ın ikinci
Ifrikıyye seferi başlatıldı. (H.81/M.700- 701). Ordusuyla Berberî kabileleri
üzerine yürüyen Hassân, Kuzey Afrika’nın iç bölgelerini kontrol altında tutan
Kâhine’nin ordusunu mağlup etti. Çarpışmalar esnasında liderleri Kâhine’nin
öldürülmesi Berberîlerin tamamen dağılmasına sebep oldu. Sonuçta bölgede
Müslümanların siyasî hâkimiyeti yeniden temin edilmiş oldu. Bu süreçte Hassân
b. Numân’ın teslim olan Berberîlere iyi davranması, kendileriyle yakın ve
dostane ilişkiler kurması, onların Müslümanlara karşı isyancı bir topluluk
olmaktan çıkmasına vesile oldu. Hatta bu olumlu şartlarda Berberilerin birçoğu
Müslüman oldu. Bu gelişme Kuzey Afrika’da Araplar ile Berberilerin siyasî
ittifakının da ilk adımlarını teşkil etmiştir ki, bu ittifakın ilk semeresi ise
yakın gelecekte Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethi olacaktır.[24]
Abdülmelik b. Mervan döneminde Müslümanların askerî faaliyet
alanlarından biri de Rum topraklarıydı. Bizans devleti daha önce Hz. Ali ile
mücadelesi esnasında Muaviye ile yaptığı gibi, Abdülmelik zamanında da dâhilî
problemleri fırsat bilerek Emevîleri kendisine vergi vermek zorunda bırakmıştı.
Diğer taraftan Müslümanlar ile Bizans arasındaki tampon bölge kabul edilen
alanda Hıristiyan Merdâîler (Lübnan dağlıları) Bizans’tan aldıkları cesaretle
Müslümanlara karşı sürekli olarak sınır ihlalleri gerçekleştiriyorlardı. O
kadar ki Abdülmelik ülke topraklarına saldıran Merdâîler (Cerâcime) sebebiyle Arap izzet-i nefsine pek hoş
gelmeyen şartlarda Bizans’la anlaşma yapmaya mecbur kaldı.[25]
Ülkedeki iç problemleri önemli ölçüde halleden Abdülmelik b.
Mervan, Hicretin 73. (M.692-693) yılında Bizans’a karşı harekete geçmeye karar
verdi. Cezîre valisi olan kardeşi Muhammed b. Mervan’ı Bizans’a sefer yapmakla
görevlendirdi. Anadolu’yu kontrol hedefli Arap-Bizans mücadelesi bu adımla
yeniden başlamış oldu. [26]
Abdülmelik b. Mervan zamanında Bizans topraklarına karşı
gerçekleşen seferlerin Muaviye dönemindeki faaliyetlerle karşılaştırıldığında
daha az etkili olduğu görülür. Zira bu süreçte Arap orduları Bizans ile genelde
sınır boylarında mücadele etmişler ve seferlerini kısa sürede tamamlayıp
ülkelerine dönmüşlerdir. Bunda devlet halifenin şartlar gereği iç problemlere
ağırlık vermek zorunda kalmasının mutlaka etkisi vardır. Ancak yine de
Abdülmelik’in devlet başkanlığı zamanında gerçekleşen askerî faaliyetlerin,
oğlu Velid ve sonraki dönemlerdeki Anadolu seferleri için önemli bir hazırlık
sürecini teşkil ettiği de unutulmamalıdır.
C.
VELİD B. ABDÜLMELİK DÖNEMİ
FETİHLERİ
Abdülmelik b. Mervan’ın Hicretin 86.(M.705) yılında ölümünden sonra
oğlu Velid b. Abdülmelik halîfe oldu. Velid babasından siyasî istikrarını
sağlamış güçlü bir yönetim ve büyümeye hazır bir devlet devraldı. Dolayısıyla
onun öncelikli hedefi devletin her anlamda daha çok güçlendirilmesi, sınırların
genişletilmesi ve sosyal refahın artırılması oldu. Abdülmelik zamanında dâhilde
temin edilen birlik sebebiyle Velid’in devlet başkanlığı sürecinde İslâm
tarihinin en etkileyici fetihlerine şahit olunmuştur. Nitekim onun döneminin
tebârüz eden şahsiyetleri Türkistan fâtihi Kuteybe b. Müslim, Sind fâtihi
Muhammed b. Kasım, Ermeniyye ve Anadolu fetihleri komutanı Mesleme b.
Abdülmelik ile İspanya fâtihleri Mûsâ b. Nusayr ile Târık b. Ziyâd olmuştur. Bu
komutanların faaliyetleri sonucunda kısa süre zarfında ülkenin sınırları
Türkistan’dan Fransa içlerine kadar ulaşmıştır.
Velid zamanında Asya’da gerçekleştirilen fetihler babası
Abdülmelik’in daha önce Irak bölge valisi olarak tayin etmiş olduğu Haccâc b.
Yûsuf tarafından gerçekleştirildi. Haccâc yeni devlet başkanının göreve
başlamasının hemen ardından Kuteybe b. Müslim el-Bâhilî’yi Horasan valiliğine getirdi.[27] Daha
sonra da ona Mâverâünnehr üzerine fetih hareketi başlatması görevini verdi.
Ordusuyla hedef alınan bölgeye doğru harekete geçen Kuteybe, yolu üzerinde
bulunan Toharistan eyaletini kontrol altına almak amacıyla bölgenin merkezi
konumundaki Belh şehrine yürüdü. Eyaletin kontrolünü elinde tutan Nizek Tarhan,
Arap ordularına karşı koyamayacağını fark edince cizye karşılığında barış
istedi. Antlaşmasının imzalanmasından sonra ordusuyla birlikte tekrar harekât
merkezi olan Merv’e geri döndü.[28] Toharistan’ın
zapt edilmesi Müslümanlar için Mâverâünnehr yolunun tamamen açılması anlamına
geliyordu. Nitekim Kuteybe, kısa sürede Ceyhun nehrini aşarak bölgenin ilk
önemli şehri Beykend’e ulaştı. Hicretin 87. (M.706) yılında gerçekleştirilen
muhasara sonucunda şehir barış yoluyla ele geçirildi. Arap ordusunun ayrılması
ve geride az sayıda asker bırakmasını fırsat bilen Beykendliler isyan ederek
Kuteybe’nin tayin etmiş olduğu valiyi öldürdü. Gelişme üzerine tekrar geri
dönen Müslümanlar bu defa şehri kılıçla fethettiler.[29]
Kuteybe Hicretin 90. (M.709) yılında Buhara’yı hedef alan yeni bir
harekât başlattı. Arapların yürüyüşünü engellemek için bir araya gelen Türk ve
Soğd müttefik orduları Kuteybe karşısında bir varlık gösteremediler. Sonuçta
Buharalılar çok ağır şartlar altında Müslümanlarla barışa razı oldular.[30]
Buhara’nın fethi Müslümanlar için Semerkand’ın da yolunu açmış oldu. Araplar
karşısında Buharalıların akıbetini gören Semerkand hâkimi Kuteybe şehre
gelmeden, haraç ve cizye karşılığında antlaşma yapmak isteğini bildirdi.
Böylece Mâverâünnehr’in Buhara ile birlikte ikinci önemli merkezi Müslümanların
siyasî hâkimiyetine girmiş oldu. Kısa süre sonra Soğdlulular da gelip Kuteybe
ile barış yaptılar.[31]
Mâverâünnehr’in tamamını kotrol altına almak isteyen Kuteybe,
bölgenin önemli merkezi Semerkand’ı da fethetmek istiyordu. Zira bu şehir halkı
daha önce anlaşma yoluyla Müslümanların siyasî hâkimiyetini tanımış olmakla
birlikte güven vermiyordu. Onların fırsat bulduklarında Araplarla yapmış
oldukları anlaşmayı tanımamaları ihtimali vardı. Bu sebeple Kuteybe
(H.93/M.712) Semerkand’ı fethetmeye karar verdi. Emevî ordusu tarafından
gerçekleştirilen muhasaraya karşı bir süre direnen şehir hâkimi Gûrek b. İhşid,
müttefiklerinden beklediği yardımlar gelmeyince çareyi teslim olmakta buldu.
Müslüman askerler şehrin kontrolünü tamamen ele geçirdiler. Buhara’da olduğu
gibi bir kısım Arap kabileleri şehre yerleştirildi. Sonuçta Buhara’dan sonra
Semerkand da gerçek anlamda Müslümanların hâkimiyetine girmiş oldu. [32]
Kuteybe
b. Müslim son kez (H.96/M.715) yılında Fergâna ile Kaşgar arasındaki bölgenin
ve buradan geçen ticaret yolunun güvenliğini sağlamak amacıyla doğu seferine
çıktı. Bu hareketinde Kaşgar’a kadar ilerleme başarısını göstererek Çin
sınırına ulaştı. Burada Çin İmparatoru ile cizye karşılığında bir antlaşma
imzaladı. Ancak bu tarihten sonra Emevî idaresindeki politika değişikliği onun
daha ileri gitmesine engel oldu.[33] Zira
Velid’in (H.96/M.715) yılında ölmesinin ardından Süleyman b. Abdülmelik’in
halîfelik makamına gelmesi, hem Emevîlerin hem iç politikası, hem de dış
siyasetinde derin kırılmaların yaşanmasına sebep oldu. Bunun en önemli
sonuçların da biri ise yeni halîfe Süleyman b. Abdülmelik’in şahsî iktidarı
için tehlikeli gördüğü Kuteybe’yi önce görevinden alması, ardından da idam
ettirmesi oldu. Bununla birlikte Velid b. Abdülmelik’in son döneminde Kuteybe
b. Müslim tarafından ülkenin doğusunda gerçekleştirilen fetih ve Arap iskânı
faaliyetleri, bölgede hem Müslüman hâkimiyetinin sağlanması, hem de İslâmlaşmanın
gerçekleşmesi açısından önemli katkılar sağlamıştır.
Velid b. Abdülmelik zamanında Irak valisi Haccâc b. Yûsuf
idaresinde tertip edilen doğu seferlerinin ikinci ayağını Hindistan cephesi
oluşturur. Buranın fethiyle görevlendirilen komutan ise Haccâc’ın yeğeni
Muhammed b. Kâsım’dır. Çoğunluğu Suriyeli askerlerden meydana gelen bir orduyla
harekete geçen Muhammed, ilk önce Sind bölgesinin en önemli bir merkezi
Deybul’u (Bugünkü Karaçi) fethetti. Daha sonra da Sehvan ve Sadusan gibi
şehirler Müslümanların eline geçti. Sind’de kontrolü sağladıktan sonra asıl
hedef olan Hindistan topraklarına giren Muhammed b. Kasım bölge hâkimi Zâhir’i
mağlup ederek Brahmanâbad’ı zapt etti. Akabinde Pencap bölgesinin en büyük
şehri Multan uzun süren muhasaradan sonra Arapların hâkimiyetine girdi.
(H.89/M.708).[34]
Bu şekilde Muhammed b. Kasım emrindeki Müslüman ordular gerçekleştirdikleri
seferler sonucunda İndus Bölgesi’ni kontrol altına aldılar.[35]
Velid b. Abdülmelik döneminde Emevîlerin Bizans üzerine seferleri de
devam etti. Bu dönemde ilk Anadolu seferleri onun devlet başkanlığına geçiş
yılı olan (H.86/M.705)’da Mesleme b. Abdülmelik tarafından başlatıldı. Hicretin
87. (M. 706) yılında Mesleme ile birlikte Yezid b. Cübeyr ve Hişam b.
Abdülmelik komutasındaki ordular düzenledikleri askerî harekâtla Anadolu’da
kaleler zaptedip, pek çok esir ve ganimet elde ettiler.[36] Mesleme b. Abdülmelik’ten başka Abbâs b.
Velid, Ömer b. Velid, Mervan b. Velid, Abdülaziz b. Velid, Velid b. Hişam ve
Yezid b. Ebû Kebşe de seferlerde komutanlık yaptılar.[37]
Yaklaşık on yıl süren bu askerî harekât sonucunda Araplar Anadolu’da bazı
stratejik noktaları ele geçirdiler; Mesleme b. Abdülmelik H.93 (M.711-712)
yılında Malatya civarında bulunan üç kaleyi kontrol altına aldı.[38] Bundan
bir yıl sonra (H.94/M.712-713) Abbâs b. Velid, Antakya ve Tarsus’u fethetti.[39]
Hicretin 95. (M.712) yılında Mesleme b. Abdülmelik Amasya’yı, Abbâs da Antakya
ve Hereclea’yı (Ereğli) ele geçirdi.[40]
Emevîler
döneminde Arap-Hazar Türkleri ilişkisi özellikle Velid b. Abdülmelik’in devlet
başkanlığı zamanında başlamış, daha sonraki Emevî tarihi sürecinde devam
etmiştir. Hazar seferleri, Anadolu gazalarıyla meşhur olan Mesleme b.
Abdülmelik tarafından başlatılmıştır. Nitekim (H.89/M.708) yılında onun
komutasındaki bir seferde Müslüman ordular önce el-Bâb’a, (H.91/M.710) yılında
ise Derbend’e[41]
kadar ilerlemişler, bundan dört yıl sonra da (H. 95/M.714) bölgenin en önemli
merkezlerinden el-Bâb’ı ele geçirmişlerdir.[42]
Velid b. Abdülmelik’in devlet başkanı olduğu esnada Kuzey Afrika’da
Müslümanlar gerek Bizans, gerekse bölgedeki Berberi topluluklara karşı üstün
durumdaydılar. Bu konumu daha ileri noktalara taşımak isteyen halîfe, Kuzey
Afrika valiliğine getirdiği Mûsâ b. Nusayr’a bölgeye hareket emri verdi. Kısa
süre içinde Müslüman ordular ilk önce Berberîlerin merkezi olan Tanca’ya
ulaştılar.[43]
Harekâtta öncü birliklere komuta eden Târık b. Ziyâd şehre idareci tayin
edildi. (H.89/M.708-709).[44]
Târık’ın emrindeki ordular buradan Kuzey Afrika’nın iç kısımlarına doğru
başarılı fetihler gerçekleştirdiler.[45]
Müslüman orduların Tanca ve civarını kontrol altına almalarından
sonra asıl hedefleri Kuzey Afrika sahilinde Bizans’a tâbi stratejik önemi
bulunan Septe idi. İspanya kralı Rodrik ile aralarında sıkıntı yaşayan Septe
valisi Julien, Kuzey Afrika’da ilerlemekte olan Mûsâ b. Nusayr ile irtibata
geçerek ona İspanya’ya geçmesinin uygun olacağı tavsiyesinde bulundu. Bu konuda
karar verilirse Arap ordularına her türlü yardımı sağlayacağına dair söz verdi.
Septe yöneticisinin teklifini ihtiyatla karşılayan Mûsâ b. Nusayr durumu
halîfeye bildirdi. Velid b. Abdülmelik ise komutanına bir maceraya girmemesi ve
tedbirli hareket etmesi talimatını verdi.[46] Bunun
üzerine Mûsâ b. Nusayr, durumun tespiti amacıyla Julien’e ait gemilerle bir
askerî keşif birliğini İspanya kıyılarına gönderdi. Öncü grubun komutanı olan
Tarîf b. Mâlik İspanya’nın güney kesimlerinde yaptığı keşiflerde Gotların bir
Müslüman hücumuna karşı koyamayacakları kanaatine ulaştı. Karşı kıyıdan gelen
ilk haberler Mûsâ b. Nusayr’ın İspanya’nın fethi konusundaki kararını
netleştirdi. Sefer için gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Târık b. Ziyâd
5 Recep 92 (28 Nisan 711) Salı günü çoğunluğu Berberîlerden oluşan 7 bin
kişilik bir ordunun başında Septe valisinin temin ettiği gemilerle İspanya’ya
hareket etti. Müslüman fatihler boğazı geçerek daha sonra komutanlarının Adîla
anılacak olan tepeye (Cebel-i Târık) ulaşıp çıkarma harekâtını başlattılar.[47]
Müslümanların güneyden kuzeye doğru ilerlediklerini haber alan
İspanya kralı Rodrik onları geri püskürtmek amacıyla büyük bir orduyla harekete
geçti. Bunun üzerine Târık b. Ziyâd, komutanı Mûsâ b. Nusayr’dan yardım
talebinde bulundu. Yaklaşık 5 bin kişilik takviye birlik kısa sürede Müslüman
orduya katıldı. (H.92/M.711) yılı Temmuz ayından Şezûne şehri yakınlarında Leke
Nehri kıyısında ilk kez karşı karşıya gelen ordular bir haftadan fazla
savaştılar. Neticede Müslümanlar kendilerinden sayıca fazla olan düşmanı mağlup
etmeyi başardılar. Çatışmalar esnasında ordusuna komuta eden İspanya kralı Rodrik
de nehirde boğularak öldü.[48]

Târık b. Ziyâd’ın emrindeki askerler ülkenin iç kısımlarına doğru
ilerlerken Kuzey Afrika valisi Mûsâ b. Nusayr da onun hareketinden bir yıl
sonra (Recep 93/Nisan-Mayıs 712) oğlu Abdullah’ı Kuzey Afrika’da bırakarak 18
bin kişilik ordusuyla Cebel-i Târık’ı aşmak suretiyle İspanya’nın batı
sahillerine ulaştı. Endülüs’e gelen yeni Müslüman ordunun ilk önemli başarısı
ülkenin batısında yer alan İşbiliyye’yi (Sevilla) fethetmek oldu. Daha sonra
günümüzde Portekiz’in sınırları içinde bulunan bölgeye doğru harekete geçilerek
Merida şehri kuşatıldı. Kuzey Afrika’dan başkomutanın oğlu Abdülaziz idaresinde
gelen yardım kuvvetlerinin de desteğiyle şehrin fethi tamamlandı. Târık b.
Ziyâd, daha sonra komutanı Mûsâ b. Nusayr ile Tuleytula’da bir araya geldi.[51] Mûsâ b.
Nusayr ile Târık b. Ziyâd Tuleytula’dan sonra İspanya’nın kuzey bölgelerine
yönelerek Saragosa şehrini fethettiler. Daha sonra Fransa’nın güneyini hedef
alan seferler başlatıldı. Müslüman askerler Narbonne şehrine ulaştıklarında
Velid b. Abdülmelik’in geri dönülmesi emriyle seferi iptal ettiler. Fransa
fetihlerinden vazgeçmek durumunda kalan Müslüman komutanlar ordularını
Prenelerin güneyine çektiler.[52]
Velid b. Abdülmelik döneminde gerçekleştirilen fetihleri Hz.
Ömer’in halîfeliği zamanındaki yoğun askerî seferlerle kıyaslamak mümkündür.
Gerçekten de Emevîlerin en parlak döneminde gerçekleşen bu fetihler sadece
İslâm ve Arap tarihi için değil, dünya tarihi açısından da önemli hadiseler
olarak kabul edilmiştir.
D.
SÜLEYMAN B. ABDÜLMELİK DÖNEMİ
FETİHLERİ
Emevî
devletinde Süleyman b. Abdülmelik döneminde meydana gelen en önemli politik
değişiklik, Muaviye b. Ebû Süfyan’ın kurduğu, daha sonra Abdülmelik ve oğlu
Velid tarafından titizlikle devam ettirilen yönetimde kabileler arası denge
anlayışının tamamen terk edilmesidir. Bu anlayış faklılığını kabile
asabiyetinin yönetime güçlü bir şekilde dönüşü olarak nitelendirmek mümkündür.
Nitekim Süleyman döneminde Kuzeyli-Güneyli Araplar, Mudarîler-Yemenîler ya da
Kaysîler-Kelbîler şeklinde bloklaşan Arap kabileleri birbirine rakip aktif
politik aktörler haline gelmişler, zamanla halîfenin icraatını ve devletin
gidişatını doğrudan etkileyebilecek ve yönlendirecek etkinliğe erişmişlerdir.
Dâhilî problem ve çatışmalar sebebiyle Süleyman b. Abdülmelik’in
halîfeliği süreci Emevîler devletinde duraklama veya içe kapanma dönemi olarak
görülebilir. Onun kısa süren iktidarının en önemli dış politik gelişmesi ise
İstanbul’un tekrar fethine teşebbüs edilmesidir. Nitekim Hicretin 98. (716-717)
yılında halîfenin emriyle Mesleme b. Abdülmelik karadan, Ömer b. Hübeyre de
denizden Bizans başkentini ele geçirmek için harekete geçtiler.[53]
Süleyman b. Abdülmelik, kardeşi Mesleme’ye şehri fethedinceye kadar muhasarayı
sürdürmesi talimatını verdi. Kara harekâtını başlatan Müslüman askerler o yılın
kış aylarını Anadolu’da geçirdiler. Baharın gelmesiyle birlikte Ömer b. Hübeyre
denizden, Bergama’da konuşlanan Mesleme de batı kısmından yola çıkarak birlikte
Çanakkale boğazını geçtiler. İstanbul, Hicretin 98. yılı Ağustos ayında (M.
716)’muhasara altına alındı.[54]
İstanbul kuşatması komutanı Mesleme b. Abdülmelik, kuşatmanın
kaldırılması halinde kişi başına bir dinar ödenmeyi taahhüt eden Rum teklifini
reddetti.[55]
Bunun üzerine aynı anda hem karadan hem de denizden saldırı başlatıldı. Ancak
kuşatma sırasında meydana gelen şiddetli lodos Arap gemilerini sürükleyerek
donanmanın parçalanmasına sebep oldu. Muhasaracıların bu dağınıklığından
istifade eden Bizanslılar ânî saldırıya geçerek Arap gemilerini kullanılmaz
hale getirdiler.[56]
Rumların savunma esnasında Müslümanlara karşı geliştirdikleri en büyük silah
yine Rum ateşiydi. Bizanslılar bundan istifadeyle Arap gemilerinin arasına
girerek donanmanın yiyecek ihtiyacını karşılayan savunmasız erzak gemilerini
yakıyorlardı.[57]
Denizdeki büyük kayıpların yanında kuvvetli surlar karşısında karadan yapılan
taarruzlar da netice vermeyince, yeni bir donanma gelinceye kadar hücuma ara
verildi. Ancak o yıl (H.98/M.717) kışın uzun ve şiddetli geçmesi, erzak
gemilerinin de Rumlar tarafından imha edilmiş olması Arap askerlerin sıkıntı
çekmesine ve büyük kayıplar vermesine sebep oldu.[58]
Müslümanlar kuşatmayı kaldırmadılar, ancak yardım alamamaları sebebiyle açlık
ve sefalet içerisinde bir kış geçirdiler.[59]
Hicretin 99. (M.718) yılının ilkbaharında Mısır donanması Arap askerlerin
yardımına geldi. Ardından 300 gemilik erzak da İstanbul’a ulaştı. Fakat
donanmada görev yapan bazı Hıristiyan tayfalar isyan edip ele geçirdikleri
gemilerle Bizans Kralı III. Leon’a (M.717-741) ulaşarak donanmanın yerini haber
vermeleri üzerine Arap gemileri Rum ateşi destekli şiddetli Bizans
saldırılarına maruz kaldılar. Bizans taarruzları sonucunda pek çok savaş ve
erzak gemisi kullanılamaz hale geldi. Sağlam kalan erzak gemileri düşmanın
eline geçti.[60]
Denizden gelen Bizans hücumlarının yanı sıra Mesleme’nin idaresindeki kara
birlikleri Bulgarların, ona yardıma gelen Amr b. Kays idaresindeki askerler de
Slavların sürpriz saldırılarına uğradılar.[61] Böylece
Araplar aynı anda denizden Bizanslılar, karadan da Bulgar ve Sırplara karşı
savaşmak zorunda kaldılar. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Mesleme b.
Abdülmelik, halîfenin kesin emri gereğince muhasarayı devam ettirdi. Fakat
(H.99/M.717-718) yılında Süleyman’ın vefatının ardından Emevî halîfesi olan
Ömer b. Abdülaziz’in (H.99-101/M.717-720)[62] derhal
geri dönülmesi emrinin gelmesi üzerine muhasaraya son verildi.[63] Bu
şekilde tam bir yıl süren Emevîler devri üçüncü İstanbul kuşatması da neticesiz
kalmış oldu.[64]
Sefer dönüş yolunda Müslümanlar gerek düşman saldırıları, gerekse tabiî
felaketler sebebiyle de pek çok kayıp verdiler. Sonuçta muhasaracı askerler
sadece beş gemi ile Suriye’ye dönebildiler. Bundan dolayı Süleyman b.
Abdülmelik tarafından gerçekleştirilen İstanbul’un fethi girişimi, Arap fetih
tarihinin en büyük başarısızlıklarından biri olarak kabul edilir. [65]
E.
HİŞAM B. ABDÜLMELİK DÖNEMİ
FETİHLERİ
Hişam
b. Abdülmelik’in 20 yıl süren halîfeliği dönemindeki dış ilişkiler geleneksel
Emevî politikasının tipik örneklerini verir. Dolayısıyla onun zamanında da
Mâverâünnehr, Kafkasya–Anadolu hattında ve Endülüs’te askerî hareketlilik
yaşanmış, ancak bu hareketlilik daha ziyade yeni fetih teşebbüsleri yerine
fethedilmiş toprakların elde tutulma çabası şeklinde gerçekleşmiştir.
Hişam
b. Abdülmelik döneminin ilk yıllarında Mâverâünnehr bölgesindeki güç dengesi
Türkler lehineydi. Nitekim Horasan valisi Esed b. Abdullah, Toharistan
seferinden eli boş döndükten sonra Huttel’de Türkeşler tarafındanda mağlup
edilmişti. Daha sonra gerçekleştirilen Arap hücumlarından da herhangi bir
netice alınamadı.[66]
Mâverâünnehr’de Arap etkisinin azalması bölgede bulunan diğer Türk
topluluklarını da bağımsız hareket etme noktasında cesaretlendirdi. Neticede
Arap yönetimine karşı Buhara merkezli büyük bir isyan başlatıldı. Hicretin 109.
(M.727-728) yılında meydana gelen bu hadisede Arap orduları Ceyhun kıyısında
Türkler karşısında zor durumda kaldılar. Buhara yolu üzerinde Beykend müttefik
Türk ordularının hücumuna uğradı. Bu saldırı ancak Cüneyd b. Abdurrahman
komutasında merkezden gelen kuvvetlerin desteğiyle engellenebildi. Cüneyd
idaresindeki Araplar (H.111/M.729) yılı sonlarına doğru Buhara’da tekrar
kontrolü sağladılar.[67]
Buhara’yı Türklerin hücumundan kurtaran Cüneyd, Hicretin 112. (M.730) yılında
Semerkand’ın Türgiş Hakanı tarafından kuşatıldığı haberini alınca buraya
yürüdü. Muhasaracı Türkler, Arapların şiddetli direnişi karşısında muhasarayı
kaldırarak Buhara’ya doğru harekete geçtiler. Bunun üzerine onları takiben
Buhara’ya dönen Arap orduları Hakan’ı çekilmeye zorladılar.[68] Bu
şekilde Mâverâünnehr’de Türklerle Araplar arasında sonuçsuz ve karşılıklı
yıpratıcı savaşlar (H.112/M.730) yılından (H.120/M.738) yılına kadar devam
etti.[69]
Hişam
b. Abdülmelik’in son yıllarına doğru Mâverâünnehr’deki Arap-Türk mücadelesinde
üstünlük yeniden Araplara geçmeye başladı. Bunda en büyük pay sahibi ise
Emevîlerin son Horasan valisi Nasr b. Seyyar’dır. Vali bu başarısını askerî
zaferlerden ziyâde barışçı ve bölgenin farklı etnik unsurlarına saygı gösterme
esasına dayalı ince siyasetine borçludur. Nitekim Nasr, fethedilen topraklarda
yaşayan bölge halklarına iyi davranmış, daha önce yüklenen harac miktarını
azaltmak suretiyle onların rıza ve desteğini kazanmıştır.[70]
Eyalette toplumsal birliği temin ettikten sonra da askerî seferler
gerçekleştirmiştir. Sonuçta Mâverâünnehr bölgesinin önemli merkezi Semerkand’ı
tamamen kontrol altına almış, (H.122/M.740) yılında Şaş üzerine yürüyerek
bölgenin hâkimi Kursul’u etkisiz hale getirmiştir. Daha sonra da Fergâna
vadisindeki yerel idarecilerle barış imzalamıştır.[71] Hulasâ,
Nasr b. Seyyar’ın Horasan valiliği esnasında Emevîler, bölgede son kez istikrar
dönemini yaşamıştır. Ancak yakın zamanda gerçekleşecek olan Abbâsî ihtilâli, bu
yalancı baharı çok kısa süre içinde sona erdirecektir.[72]
Hişam
b. Abdülmelik döneminde Kafkasya cephesinde yoğun mücadeleler gerçekleşmiş,
sonuçta ciddi başarılar elde edilmiştir. Nitekim halîfe göreve geldiği andan
itibaren bölgenin güvenliği üzerinde hassasiyetle durmuştur. Nitekim Hicretin
106. (M.724-752) yılında halîfe, Haccâc b. Abdülmelik’i Lân üzerine göndermiş,
düzenlenen sefer neticesinde cizye karşılığında bölge halkıyla barış antlaşması
yapılmıştır.[73]
Bu hadiseden bir yıl sonra (H.107/M.725-726) Ermeniye valisi Cerrah b.
Abdullah’a Hazarlarla mücadele emri verilmiştir. Ordusuyla bölgeye hareket eden
vali beklediği neticeyi elde edememiştir. Zira hem coğrafî şartların Araplar
aleyhine olması, hem de Hazarların bölgedeki bütün müttefiklerle birlikte
savunma yapmaları Müslüman orduların ilerlemesini engellemiştir. Halîfe Hişam
bu gelişme üzerine başarısız gördüğü Cerrah’ı azlederek Kafkas ordularının
başına kardeşi Mesleme b. Abdülmelik’i getirmiştir.[74] Mesleme
(H.108/M.726-727)[75],
(H.109/M.727-728)[76] ve
(H.110/M.728-729) yıllarında peş peşe Hazar seferleri gerçekleştirmiş, son
harekâtında Hazar Hakanı’nı mağlup ederek Lân şehrini ele geçirmiştir. [77]
Hazarlar
Hicretin 111. (M729-730) yılında Azerbaycan topraklarına saldırı düzenlediler.
Hâris b. Amr komutasındaki ordular onları geri püskürttü. Halîfe bu yıl içinde
Mesleme’yi azlederek Cerrah b. Abdullah’ı tekrar Ermeniya ve Azerbaycan
valiliğine getirdi.[78] Cerrah
bu ikinci valiliği sırasında Hazarlar üzerine çıktığı seferde Tiflis üzerinden
Belencer’e ulaşıp Hazarların başşehri el-Beyzâ’yı zapta muvaffak oldu.
Başkentlerine yapılan bu hücumu karşılıksız bırakmak istemeyen Hazarlar, bir
yıl sonra karşı harekete geçerek Arapları geri çekilmeye zorladılar. Bu
çarpışmalar esnasında Cerrah b. Abdullah şehit oldu.[79]
Hazarlar bunun ardından Emevî devletinin kuzey sınırlarını tehdit etmeye
başladılar. Hişam b. Abdülmelik bunu bertaraf edebilmek için daha önce de Hazar
coğrafyasında başarılı seferler yapmış olan Sa‘îd b. Amr el-Haraşî’yi bölgeye
gönderdi. Düzenlediği sefer sonucunda Hazarların işgal ettikleri beldeleri tek
tek geri alan Sa‘îd, daha da ilerleyerek Versan şehrini muhasara etti. Ardından
da Berzend ve Beylakan’da karşısına çıkan Hazar ordularını mağlup etti. Ancak
bu başarısına rağmen Hişam onu azlederek görevi eski vali Mesleme b.
Abdülmelik’e verdi.[80]
Hicretin 113.(M.731-732) yılında Hazarlar üzerine yeni bir sefer
düzenlemeye karar veren Mesleme b. Abdülmelik, Belencer’e kadar ilerleyerek
burada karşılaştığı Hazar kuvvetlerini mağlup etti. Gelişmeler üzerine komşu
hükümdarlardan destek alan Hazar Hakanı müttefik birliklerle karşı hücuma
geçince Müslümanlar Derbend’e çekilmek zorunda kaldılar.[81]
Mesleme’nin bu tavrıyla Hazarlar’dan çekindiğini düşünen halîfe onu valilikten
azlederek yerine Mervan b. Muhammed’i getirdi.[82]
Hicretin 114.(M.732-733) yılında Kafkasya bölgesine ilk seferini düzenleyen
Mervan b. Muhammed, Suriye, Irak ve el-Cezîre Müslümanlarından oluşan bir
orduyla kuzeye doğru harekete geçti. Yol üzerindeki bazı küçük yerleşim
birimlerini kontrol altına aldı.[83] Buradan
geri dönen vali iki yıl sonra yeni seferler başlattı.[84] Onun en
başarılı askerî harekâtı (H.119/M.737) yılında gerçekleşti: Büyük bir orduyla
kuzeye doğru harekete geçen Mervan ilk karşılaştığı Hazar öncü birliklerini
mağlup ettikten sonra başşehir Beyzâ üzerine yürüyerek şehri muhasara altına
aldı. Hazar hakanının gönderdiği yaklaşık 40 bin kişilik ordu da şehrin önünde
mağlup edildi. Bu gelişme üzerine Hakan Müslümanlardan barış istemek zorunda
kaldı. Mervan da ancak hakanın müslüman olmayı kabul etmesi durumunda barış
antlaşmasına razı olacağını bildirdi. Teklif kabul edilince barış yapıldı. Bu
şekilde Hazarlar, Araplar karşısında uzun süre devam ettirdikleri mücadeleyi
kaybetmiş oldular. Mervan b. Muhammed bundan sonra Hazar topraklarına karşı
akınları bir kaç yıl daha devam ettirdi. Hazarlar artık önceki gibi mukavemet
gösteremediler.[85]
Hicretin 121. (M.738-739) yılında Hazarlar üzerine daha büyük bir hücum
gerçekleştirildi. Mervan b. Muhammed burada pek çok kaleyi ele geçirip halkı
cizyeye bağladı.[86]
Hişam b. Abdülmelik döneminde Kafkasya’ya paralel olarak Anadolu’yu
hedef alan askerî faaliyetler de gerçekleştirildi. Hazarlara benzer şekilde
Bizans orduları da Emevîlerin iç karışıklıklarından istifadeyle Müslümanların
yaşadıkları sınır bölgelerine taciz saldırıları düzenliyorlardı. Bunun üzerine
Hişam göreve gelmesinin ikinci yılında (H.107/M.725-726) Bizans’a karşı
seferler gerçekleştirmeye karar verdi. İlk olarak oğlu Muaviye b. Hişam, Meymûn
b. Mihrân ve Mesleme b. Abdülmelik komutasındaki ordular Anadolu topraklarına
girdiler.[87]
Ertesi yıl Mesleme b. Abdülmelik Kayseri’yi ele geçirirken, İbrahim b. Hişam
önemli bir Rum kalesini fethetti.[88] Daha
sonra Müslüman ordular Anadolu’da Konya, Kemah, Kayseri, Malatya, Niksar,
Çankırı ve Ankara’ya kadar ulaşan seferler tertip ettiler. Hişam ele geçirilen
bazı Anadolu şehirlerine küçük çaplı da olsa Arap ailelerini yerleştirmek
suretiyle bölgede İslâmlaşma faaliyetini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu
dönemde Kıbrıs adasına da akınlar yapılmıştır.[89]
Bizans’ın merkezi İstanbul’a ise herhangi bir sefer düzenlenmemiş, Arap
orduları batı hattında ancak İznik’e kadar ulaşabilmişlerdir.[90]
Hicretin 122. (M.740) yılında Akronion (Afyon) yakınlarında III. Leon’un oğlu
Konstantinos’un ordusuyla karşılaşan Müslümanların ağır bir yenilgiye
uğramaları, Arap-Bizans ilişkilerinde önemli bir dönüm noktası olmuş, bu netice
Emevîlerin Anadolu üzerindeki iddialarına büyük bir darbe vurmuştur.[91]
Kısacası Hişam dönemindeki Arap taarruzları her ne kadar Bizans devletini belli
ölçüde sıkıntıyı düşürmüşse de, artık onun varlığını tehdit edecek boyuttan
çıkmıştır.[92]
Yezid
b. Abdülmelik’in devlet başkanlığı döneminde gerçekleşen başarısız Tuluz
kuşatmasından itibaren İspanya’daki fetih hareketleri yaklaşık dört yıl süreyle
inkıtaya uğramıştı. Bunda Emevîler devletinin yaşadığı dâhilî problemlerin payı
büyüktür. Hişam b. Abdülmelik yine de Endülüs’ü ihmal etmemek gayesiyle
bölgedeki fetihleri tekrar başlatma kararı aldı. Bu amaçla Anbese b. Süheym
el-Kelbî’yi Endülüs’e vali tayin ederek ona Hıristiyanlarla mücadele emri
verdi. Halîfenin talimatıyla harekete geçen vali sırasıyla Carcassonne ve Autun
şehirlerini ele geçirdi. (H.107/M.725-726).[93] Ancak
Anbese’nin Hicretin 108. (M.726) yılında ani ölümü bu ilerlemeyi durdurdu.
Üstelik bu süreçte Endülüs topraklarında Müslümanlar arasındaki etnik
problemler gün yüzüne çıkmaya ve toplumun bütünlüğünü de tehdit etmeye
başlamıştı. Zira Avrupa’daki toprakların fethinde önemli rol üstlenen
Berberîler, Arapların ırkçı uygulamalarından hoşnut olmamaları sebebiyle sık
sık yönetimle çatışmaya giriyorlardı. Bölgedeki Berberîlerin reisinin, düşman
Eudes d’Aquitaine’nin kızıyla evlenip bağımsızlığını ilân etmesi Araplarla
Berberîler arasındaki sürtüşmenin düşmanlığa dönüşmesine sebep oldu. Bunun
sonucunda Endülüs’te yoğun bir şekilde Berberî isyanları başladı. Bölgedeki
anlaşmazlıkları gidermek amacıyla İspanya valiliğine getirilen Abdurrahman b.
Abdullah el-Gafikî, politik ve askerî girişimleri sonucunda Berberî
ayaklanmalarını durdurdu. Abdurrahman daha sonra da fetih niyetiyle Fransa
topraklarına girerek ülkenin en önemli şehirlerinden biri olan Bordo’yu ele
geçirdi. Müslümanların kuzeydeki Puvatiye’ye doğru ilerlediklerini haber alan
düşman komutanı Eudes, Kral Şarl Martel’den yardım talebinde bulundu. Bunun
üzerine bizzat ordusunun başına geçen Martel Müslümanlar üzerine yürüdü.
Hicretin 114 yılı Ramazan ayında (Ekim-Kasım M.732) Puvatiye yakınında meydana
gelen savaşın başında başkomutan Abdurrahman’ın şehit olması Müslüman ordunun
bozgununa sebep oldu. Bunun üzerine diğer komutanlar savaşı bırakarak geri
çekildiler. Her iki tarafın ağır zayiat vermesine rağmen Müslümanların daha çok
asker kaybetmesi sebebiyle Hıristiyanların kendilerini galip ilân ettikleri ve
Balâtü’ş-Şühedâ (Vak‘atü Balât=Gazvetü Balât) Poitiers savaşı[94] adı
verilen bu büyük hesaplaşma sonucunda Endülüs’teki Müslümanlar Şam Emevîleri döneminin tabiî sınırlarına
ulaşmışlardır.[95]
Daha sonraki dönemde bu netice Hıristiyan dünyası için büyük bir zafer kabul
edilmiş ve Arapların Avrupa içlerine ilerleyişlerinin durdurulması faaliyeti
olarak değerlendirilmiştir.[96]
SONUÇ
İslâm tarihinde önemli bir yere sahip olan
Emevî halifeleri, bir kısım icraatleri sebebiyle zaman zaman ağır eleştirilere
maruz kalsalar da, İslâm’ın yayılması ve sınırların genişletilmesi için büyük
çaba sarf etmişler; sonuçta Hz. Ömer’den sonra İslâmiyet’i Atlantik’ten Orta
Asya’ya ve İndus Nehri’ne kadar götüren ikinci büyük fütuhâtını
gerçekleştirmişlerdir. Büyük fetih hareketlerinin en önemli figürleri şüphesiz Muaviye
b. Ebî Süfyan, Abdülmelik b. Mervân, Velid b. Abdülmelik ve Hişam b.
Abdülmelik’in hükümdarlık dönemleri önemlidir. Tarih boyunca pekçok eleştiriye
maruz kalan Muaviye ve halefleri, yeni ülkelerin fethedilmesi hususunda din
faktörünü hiçbir zaman ihmal etmemişlerdir.
Fethedilen
bölgelerde insanların İslâmiyet’i din olarak kabul etmeleri uzun yıllar alan
bir süreci takip etmiştir. Örneğin Irak bölgesindeki fetihler, Emevîlerin her
döneminde devam etmiş ve Çin sınırından Asya içlerine kadar büyük bir ilerleme
kaydedilmiştir. Bu fetihlerde Kuteybe b. Müslim, Türklerin İslâm’ı kabul
etmelerinde etkili olmuştur. Aynı anda Muhammed b. Kâsım ise Hind bölgesinde
yaptığı fetihlerde başarılı olmuş ve bu bölgede de ihtidalara şahit olunmuştur.
Kafkasya bölgesi fetihlerinde başlangıçta başarısız olunmuş, ancak bilhassa Hişam
b. Abdülmelik döneminde gerek hakimiyet alanının genişletilmesi, gerekse
İslamlaşma’nın gerçekleştirilmesinde ciddi mesafe kaydedilmiştir. Öyle ki,
bölgede Arap fatihlere uzun süreli direnen Hazar Türkleri sonunda gönüllerini
İslâm’a açmaya karar vermişlerdir. Nitekim fazla zaman geçmeden Kafkasya’yla
birlikte bilhassa Ermeniyye, Azerbaycan ve el-Cezîre bölgelerinde yoğun
ihtidalar gerçekleşmemiştir. Buna karşılık Bizans coğrafyasındaki askerî
faaliyetlerde ilerleme sağlanamamıştır. Bu bölgeye sahabeden bazı kişilerin de
katıldığı seferler düzenlenmiş, bazı yerlere Müslüman nüfus yerleştirilmiştir.
Ama bunların hiçbirisi Anadolu ve Akdeniz sahillerinde pek etkili olmamıştır.
Bu bölgede halktan ihtida edenlerin olup olmadığı tespit edilememiş olmakla
beraber, kitlesel ihtidalar görülmemiştir.
Emevîler
döneminde gerçekleşen en önemli fetihler bilhassa Kuzey Afrika ve Endülüs
bölgesinde gerçekleşmiştir. Bu coğrafyaya dönük olarak Hz. Ömer döneminde
başlayan fetihler, Emevîler döneminde İspanya’nın içlerine kadar ilerlemiştir. En
önemlisi de Kuzey Afrika bölgesinin yerli halkı Berberîler uzun mücadelelerden
sonra İslâm’ı kabul etmiş ve bölgede sonra gerçekleşen fetihlerde önemli bir
rol oynamışlardır.
Emevîler dönemindeki gerçekleşen fütuhât
sayesinde değişik kültürler birbirlerinden etkilenmişlerdir. İslâm dini değişik
bölgelerde birçok insan tarafından kabul edilmiş, bu dini kabul etmeyenlerde
cizye vermek şartıyla kendi dinlerini serbestçe yaşamışlardır. Bu şekilde
Müslümanlar gittikleri bölgelere İslâm dinini de ulaştırmışlarken, aynı anda
yerli halkların inanç ve kültürlerine müdahale etmedikleri gibi, bu inanç ve
kültürlerin Müslüman kültür ve medeniyet havzası içinde yaşamalarına da dolaylı
olarak imkan sağlamışlardır. Bu hususu ataları on beş
asırdır Lübnan’da yaşayan Maruni Hıristiyanlarından ünlü yazar Amin Maloof şu
sözleriyle dile getirir: “Eğer atalarım, Müslüman ordular tarafından
fethedilen bir ülkede Hıristiyan olmak yerine, Hıristiyanlar tarafından fethedilen
bir ülkede Müslüman olsalardı, onların inançlarını koruyarak on dört yüzyıl köy
ve kentlerinde yaşamaya devam edebileceklerini sanmıyorum. Gerçekten de,
İspanya’daki Müslümanlara ne oldu? Ya Sicilya’daki Müslümanlara? Yok oldular,
tek kişi kalmamacasına katledildiler, sürgüne zorlandılar veya cebren
Hıristiyanlaştırıldılar.”[97]
[1] Ya‘kûbî, Tarih, II, 239; Taberî, Tarih, V, 172.
[2] Muhammed Hudarî Bey, Muhadaratü Tarihi’l-Ümemi’l-İslâmiyye ed-Devletü’l-Emevîyye, (thk.
Şeyh Muhammed Osmanî), Beyrut 1986, s. 441; Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 256. Seferlerin sebepleri hakkında bk.
Kılıç, Ünal, Yezid b. Muaviye,
İstanbul 2001, s. 48-49; Avcı, Casim, İslâm Bizans İlişkileri, İstanbul
2003, s. 70.
[3] Honigmann, Ernst, Bizans Devletinin Doğu
Sınırı, (çev. Fikret Işıltan), İstanbul 1970, s. 1, 36-39.
[4] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 154; Ya‘kûbî, Tarih, II, 217.
[5] Taberî, Tarih, V, 172; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
V, 193.
[6] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 201,
209; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 24, 27.
[7] Ya‘kûbî, Tarih, II, 239-240; Taberî, Tarih, V, 181, 212, 227, 229.
[8] Taberî, Tarih,
V, 234; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
227.
[9] İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 32.
[10] Muaviye dönemi Bizans seferleri için bk.
Muhammed Kürd Ali, Hıtatü’ş-Şam, I, 142-143; Gadban, Münir Muhammed, Muaviye
b. Ebî Süfyan, s. 357-360; Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s.
255-260.
[11] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 576;
Taberî, Tarih, V, 216-226.
[12] Belâzürî, Futûhu’l-Bul.dân, s. 576;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 222, 237; Taberî, Tarih, V, 250-252
[13] Halîfe b. Hayyât, Tarih,
s. 156; İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr ve
Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Kahire 1991, s. 192-194. Bu konuda ayrıca
bk. İbn İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib fî
Ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağrib, (thk. Georges Colin-E. Levi Provençal), I,
Beyrut 1983, I, 17-19; Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I-V, İskenderiye
ts. (Menşeetü’l-Mearif), s. I, 172-183.
[14] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 154, 158;
İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 194-196; Ya‘kûbî, Tarih, II, 229;
Taberî, Tarih, V, 240; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 230-231.
[15] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 586;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 276; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 71.
[16] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 586-587;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 276; Taberî, Tarih, VI, 325-326, 352-354.
[17] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 198.
[18] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 192; İbn
Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 198-199; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
308-309.
[19] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 200;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 321; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
309-310.
[20] Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, IV, 323.
[21] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.
201-203; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 31.
[22] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.203;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 321; Ya‘kûbî, Tarih, II, 277.
[23] Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I,
221-229; Munis, Hüseyin, Tarihu’l-Mağrib ve Hadâretuhû, I-III, Beyrut
1992, s. 253-254.
[24] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 205, 213;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s.
321; Mâlikî, Ebû Abdullah Muhammed, Riyâdu’n-Nüfûs,
(thk. Beşîr el-Bekkûş), I-III, Beyrut 1983, I, 56.
[25] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 217-223;
Ebu’l-Ferec, Gregory, Ebu’l-Ferec Tarihi I, s. 187.
[26] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân,
s. 266; Taberî, Tarih, VI, 202;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 33.
[27] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 225, 228;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 590; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285; Taberî, Tarih, VI, 424.
[28] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 233;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 590; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286; Taberî, Tarih, VI, 424-426.
[29] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 233;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591; Taberî, Tarih, VI,
429-433;İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 107-108; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 71-72.
[30] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 591;
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 298; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285-286;
Taberî, Tarih, VI, 439-440, 442-445.
[31] Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s.
298-299; Ya‘kûbî, Tarih, II, 287; Taberî, Tarih, VI,
445; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 114; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 77.
[32] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 237;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 592; Ya‘kûbî, Tarih, II, 344; Taberî, Tarih, VI, 472-481;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 126-128;
İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 85-86.
[33] Taberî, Tarih, VI,
500-505;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 135-136;
İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 140-142.
[34] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 236, 238;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 612-618; Ya‘kûbî, Tarih, II,
288-289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 111-112; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 87.
[35] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 594-599;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 295-296; Taberî, Tarih,
VI, 506-522; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 18-19; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 133-135; 138-143; İbn
Kesîr, el-Bidâye, IX, 171-174.
[36] Taberî, Tarih,
VI, 426, 429; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 271-272, 283, 289, 294.
[37] Belâzurî, Futûhu’l-Buldân,
s. 266; Taberî, Tarih, VI, 429,
434, 439, 442, 454, 468, 469, 483, 492.
[38] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 211;
Taberî, Tarih, VI, 468; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,129.
[39] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 317;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 129, 135;
İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 95, 174.
[40] Velid b. Abdülmelik dönemi Anadolu fetihleri
için bk. Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 234-235, 249; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 291-292.
[41] Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-Buldân, II, 449.
[42] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 235, 238;
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VI, 299; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 81.
[43] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 214; İbn
Kuteybe, el-İmâme, II,49-52.
[44] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 204-205;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 322-323; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285.
[45] İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 54-60; İbn
İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib, I, 39-47.
[46] İbn İzârî,
el-Beyânü’l-Muğrib,II, 6.
[47] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.
205-206; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 323; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 83.
[48] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.
206-207; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 60-61; Ya‘kûbî, Tarih, II,
285; Taberî, Tarih, VI, 468; İbnü’l-Cevzî,
el-Muntazam, VI, 302; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 121-122.
[49] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 207.
[50] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.
208-206; İbn Kuteybe, el-İmâme, II, 61-62; Ya‘kûbî, Tarih, II,
285; Taberî, Tarih, VI, 481.
[51] Bu konuda bk. Atçeken, İsmail Hakkı,
“Berberîler ve Hicrî I. Yüzyıl İslâm Fetihlerindeki Rolü”, İSTEM, yıl.1, sy.2, Konya 2003, s. 81-93.
[52] İbn Kuteybe, el-İmâme,
II, 64-66; İbnü’l-Kûtiyye, Tarihu İftitahi’l-Endelüs, (thk. İbrahim
Ebyârî), Kahire 1989, s. 29-56; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 119-124, 128-129.
[53] Taberî, Tarih,
VI, 523, 530-531; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 24, 26; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 167-170.
[54] Ya‘kûbî, Tarih, II, 299; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 27; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 167-170, 174.
[55] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 146-147; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 167-170.
[56] Uçar, Şahin, Anadolu’da İslâm Bizans Mücadelesi, s. 114 (Lebeau,
Histoire du Bas Empire, XII, (nşr. M. St. Martin, Paris 1824-1836, s. 116’dan).
[57] Ostrogorsky, G., Bizans Devleti, s. 145-146.
[58] Ya‘kûbî, Tarih, II, 299; Taberî, Tarih, VI, 531; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 174, 184.
[59] Bailly, A., Bizans Tarihi, s. 158; Hitti, Philip, İslâm Tarihi, II, 322.
[60] Canard, Marius, İstanbul Seferleri, s. 226; Uçar, Şahin, İslâm-Bizans Mücadelesi, s. 113-116; Öztürk, Necdet, “Fetih Öncesi İstanbul Kuşatmaları”,
s. 40; Yiğit, İsmail, “Emevîler Zamanında
Gerçekleşen İstanbul Seferleri”, s. 56.
[61] Ya‘kûbî, Tarih, II, 299; Ostrogorsky,
G., Bizans
Devleti, s. 146; Hitti, Philip, İslâm
Tarihi, s. 322.
[62] Ömer b. Abdülaziz’in İstanbul muhasarasını
kaldırması, onun askerî faaliyetlerin en alt düzeye indirilmesi politikasının
bir neticesidir. Zira halîfe göreve gelir gelmez gerek doğuda, gerekse batıdaki
askerî seferlere son verilmesini istemiş, uzak beldelerdeki askerî
garnizonların geri çekilmesini, yine sınır şehirlerine yerleştirilmiş Arapların
da merkeze yakın Arap şehirlerine iskan edilmesini emretmiştir. Meselâ bir
Bizans taarruzundan çekindiği için halk istememesine rağmen Darende’de bulunan
Müslümanları Şam’a daha yakın mevkide olan üstelik harap vaziyetteki Malatya’ya
yerleştirmiştir. (bk. Belâzurî, Futuhu’l-Buldân, s. 262).
[63] Taberî, Tarih,
VI, 546, 553; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 151, 155; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 174, 184.
[64] Ostrogorsky, G., Bizans Devleti, s. 146.
[65] Ebu’l-Ferec, Gregory, Ebu’l-Ferec Tarihi I,
s. 192-194. Ayrıca bk. Canard, Marius, İstanbul
Seferleri, s. 226; Bailly, A., Bizans
Tarihi, s. 158; Hitti, Philip, İslâm
Tarihi, II, 322.
[66] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 601-602; Taberî, Tarih, VII, 43-45;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 198-199.
[67] Ya‘kûbî, Tarih, II, 316-317; Taberî, Tarih, VII, 60-69.
[68] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 270;
Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 308-309; Taberî, Tarih, VII,
71-88.
[69] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 268;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 603-604; Taberî, Tarih, VII,
93-107, 135-137; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 208-214, 226-230.
[70] İbn Âsem, Futûh,
IV, 312.
[71] Taberî, Tarih, VII,
173-180, 192; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 214-215.
[72] Hişam döneminde Mâverâünnehr bölgesindeki
siyasî gelişmeler hakkında bk. Mubarekburi, Ebu’l-Meâlî, el-İkdüs’s-Semîn fî
Futûhi’l-Hind, s. 249- 272.
[73] Taberî, Tarih, VII,
29; İbnü’l-Cevzî,
el-Muntazam, VII, 112.
[74] Halîfe
b. Hayyât, Tarih, s. 263-264; Ya‘kûbî, Tarih, II, 328-329; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 198.
[75] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 141.
[76] Ya‘kûbî, Tarih, II, 395; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
V, 145.
[77] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 266, 268;
Ya‘kûbî, Tarih,
II, 328-329; Taberî, Tarih, VII,
54;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 205; İbn
Kesîr, el-Bidâye, IX, 259.
[78] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 267 ;
Ya‘kûbî, Tarih,
II, 329; Taberî, Tarih, VII,
67.
[79] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 267;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 289-290; Ya‘kûbî, Tarih, II, 329; Taberî, Tarih, VII, 70;
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 153;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV,206-208.
[80] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 268-269;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 290-291; Ya‘kûbî, Tarih, II, 317-318; Taberî, Tarih, VII, 70-71;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 208.
[81] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 270;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 291-292; Ya‘kûbî, Tarih, II, 318; Taberî, Tarih, VII, 88;
İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 157; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 214.
[82] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 271;
Ya‘kûbî, Tarih,
II, 318; Taberî, Tarih, VII, 90, 107; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
VII, 159; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,
215-216.
[83] Belâzurî, s. 207; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
V, 177-178.
[84] Taberî, Tarih, VII,
99, 139;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 195.
[85] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 292-293.
[86] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 277;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 291; Taberî, Tarih, VII,
160; İbnü’l-Cevzî,
el-Muntazam, VII, 207; Ebu’l-Ferec, Gregory, Ebu’l-Ferec Tarihi I,
s. 195-196.
[87] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 264;
Ya‘kûbî, Tarih,
II, 328-329; Taberî, Tarih, VII, 40.
[88] Taberî, Tarih, VII, 43; İbn Kesîr, el-Bidâye,
IX, 256.
[89] Ya‘kûbî, Tarih, II, 328-329; Taberî, Tarih, VII, 40, 43, 46, 54, 67, 88, 90,
92-93, 99, 113, 139; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 121,
131, 143.
[90] İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, VII, 159,
164, 169, 174, 176, 192. Bailly, A., Bizans
Tarihi, s. 159.
[91] Taberî, Tarih, VII, 43, 46.
[92] Ostrogorsky, G., Bizans
Devleti, s. 146.
[93] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 197.
[94] Savaşın yapıldığı yer Tours ile Buvatiyye
(Poitiers) arasında bir bölge olup, günümüzde Paris’in 200 km . güneyine tekabül
etmektedir. (Hâccî, et-Tarihu’l-Endelüs, s. 194). (Savaşın İslâm ve
dünya tarihi hakkındaki sonuçları hakkında Müslüman tarihçilerin ve
müşteşriklerin görüş ve değerlendirmeleri için bk. İnan, Muhammed Abdullah, Devletü’l-İslâm fi’l-Endelüs,
I-II, Kahire 1969, I, 92-112; Hâccî, et-Tarihu’l-Endelüs, s. 1193-203;
Atçeken, İsmali Hakkı, “Puvatya Savaşı ve Etkileri Üzerine Bir Araştırma, Selçuk ÜİFD, sy. 8, Konya 1998, s.
243-263)
[95] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 214-215.
[96] Ostrogorsky, G., Bizans Devleti, s. 117.
[97] Amin
Maalouf, Ölümcül Kimlikler, çev.
Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s. 50.
Müslüman alemi hiç bir zaman görüş ayrılığına düşmesin İnşallah
YanıtlaSil