Prof. Dr. Âdem APAK*
Hadîs,
rivayet ve dirayetten meydana gelir.[1]Hadîsler;
âdâb, haber, görüş ve hükümler şeklinde Hz. Peygamber’den (sav) rivayet edilen
sözler olup, Hz. Peygamber’den (sav) aktarım şeklindeki rivayet yoluyla bize
ulaşmıştır. Öyle ki hadîsi sahabe Hz. Peygamber’den (sav) rivayette bulunmuş,
ardından haleflerine iletmiş, söz konusu nesil de kendilerini takip edenlere
aktarmış, nesilden nesile intikal ederek sonuçta tedvin edenlere kadar
varmıştır. Hadîsin muttasıl olması gereken bir senedi vardır; buna göre her bir
ravinin rivayette bulunduğu kimseyi bilmesi gerekir. Aynı şekilde seneddeki
bütün şahısların, yani ravilerin tamamının iman, doğruluk, ilim ve ahlâka sahip
olduğu düşünülen sika/güvenilir kimseler olması şarttır.
Hadîs
rivayetinde sadece rivayetin doğruluğunun tespiti yeterli değildir. Buna ilave
olarak muhaddisin yani hadîsi ezberleyen ve insanlara aktaran âlimin dirayet
sahibi de olması gerekir. Dirayet Hz. Peygamber’den (sav) rivayet edilen
hadîsler hakkında onların manası, lafzı, söylendiği anın şartları ve dile
getirildiği zamanda onlarla güdülen gayeye dair bilgi demektir. Bir hadîs sahih
ve Hz. Peygamber’den (sav) geldiği sabit olup da neshedilmiş olabilir, yani Hz.
Peygamber (sav) zamanında onun tatbiki yürürlükten kaldırılmıştır. Bu durumda
muhaddisin hem hadîste söz konusu olan rivayetin sıhhatine, hem de hadîse ve
hadîsle ilişkili konulara dair geniş bir bilgiye sahip olması gerekir.
Tarih
de aynı hadîs gibi bizden öncekilerden rivayet edilen haberler demektir.
Dolayısıyle tarihçinin de hem hakkında açıklamalarda bulunduğu ya da birşeyler
kaleme aldığı hâdiselerin rivayetinin sıhhati, hem de bu hâdiselerle alakalı
şartlara dair geniş bir dirayete sahip olması lazımdır.
Hadîsin
sıhhatini kontrol noktasında söz konusu olan bu metodlar, müslüman alimler
arasında “Mustalahu’l-hadîs” adıyla bilinir. Gerçekten de batıdaki Metodoloji[2]
Mustalahu’l-hadîs ilminden çok farklı değildir, aksine onunla yakın ilişkiye
sahiptir. Dolayısıyla nasıl hadîs rivayet ve dirayetten ibaretse tarih de
öyledir. İslâm alimlerinin hadîste doğruya ulaşmak amacıyla asırlar öncesinden
ortaya koydukları kaideler özü ve hedefi itibariyle daha sonra Avrupalı
bilginlerin metodoloji disiplinini kurarken ortaya koydukları kurallar ile
paralellik arz eder. Şayet Orta ve Yeni
çağdaki Avrupa tarihçileri hadîs alimlerinin eserleri hakkında malumata sahip
olsalardı metodoloji ilmini kurmada XVIII. asrın sonlarına kadar beklemezlerdi.
Batılı meslektaşlarımıza onların övündükleri bu kabil şeylerin bizim
memleketimizde ortaya çıkıp geliştiğini açıkça dile getirip vurgulayabiliriz.
Dolayısıyla onun öğretimi ile temellerini ve kurallarını pratiğe dökme
noktasında biz daha çok hak sahibiyiz.[3]
Biz
bu fasılda tarihin sadece rivayet cihetinden bahsedeceğiz. En basit tarifiyle
tarih,-her ne kadar tarifler arasında en doğrusu bu olmamakla birlikte-geçmişe
dair bir haberden ibaret olduğuna göre, bize düşen öncelikle aktarılan söz
konusu haberin doğruluğundan emin olmaktır. Geçmişle bağlantımızı sağlayan şey,
bize kadar gelen veya geçmişten bize ulaşan belgelerdir. Şu halde bizim ana
kaynaklar ve müracaat eserleri şeklinde sınıflanan bu belgeleri incelememiz
gerekir:
Masdar
Masdar,
incelemeyi istediğimiz asırdan geriye kalan veya o asırla ilgili bize ulaşan
kayıt/dökümandır. Bu, gözle görülen bir eser, ayakta kalan bir bina, yazılı bir
vesika veya telif edilmiş bir kitap olabilir. Mesela Hirar (harrenin çoğulu)
yani özellikle Arap Yarımadası’nın kuzey batısında sıkça bulunan volkanik
arazilerr, Nemâre Kitâbesi[4],
Kâbe-i Müşerrefe ve benzeri eski kalıntı binalar ile Kur’ân-ı Kerîm, bunların
hepsi, bu kitapta** kültür ve medeniyetini
ele alacağımız cahilî ve İslâmî dönem şartlarını incelemeye yönelik
kaynaklardır.
Câhiliye
araplarından bize ulaşan dil, darb-ı meseller, şiirler, hitabeler,
vasiyetnameler, her ne kadar ortaya çıktıkları dönemde yazıya aktarılmamış da
olsalar, Câhiliye dönemine ait kaynaklar arasında yer alırlar. Zira bunların
(veya büyük bölümünün) sahih olduğu yönünde söz konusu olan icma (fikir
birliği) onlar açısından tedvin yerine geçer.
Merci‘
Merci‘
genellikle herhangi bir asra dair olup o asır geçtikten sonra yazılan
eserlerdir. Merci‘, olaylarını ve durumunu ele aldığı asra ne kadar yakın
yazılmışsa, o kadar önemli ve güvenilir olur. Müracaat eserleri temelde iki
çeşittir: Birincisi, müelliflerinin, kaybolmuş kitaplara dayanarak ortaya
koydukları eserlerdir. Mesela Kitabu’l-Ağânî müellifi Isfahânî,
eserinde, nakilde bulunduğu ve istinad ettiği bir takım kitap isimleri verir,
fakat bu kitaplar bize kadar ulaşmamıştır. Bundan dolayı Kitabu’l-Ağânî
ana kaynaklar arasında yer alır, yani bu ana kaynak (masdar) kabilinden bir
müracaat (merci‘) eseridir. Biz bugün bu kitabı etkinliği itibariyle Câhiliye
hayatı ve İslâm’ın başlangıç dönemi açısından ana kaynaklardan (masâdır) biri
olarak kabul ediyoruz.
Müracaat
kaynaklarının ikinci çeşidi ise Corci Zeydan’ın Târihü
Âdâbi’l-Luğati’l-Arabiyye’si gibi, müelliflerinin elimizde bulunan ana kaynak
(masdar) ve müracaat eserlerini dayanak aldıkları kitapları içine alır. Söz
konusu kitap elimizde bulunan eserlere dayanır. Dolayısıyla Arab edebiyat
tarihine dair çalışmalarımızda bu kitaba değil, elde bulunan ana kaynak ve
müracaat eserlerine gitmek gerekir. Fakat Târihu Âdabi’l-Luğa gibi bir
müracaat eseri; büyüklüğü, şümûlü ve her bir şair, hatip, lugat ve nahiv âliminin
hal tercümesini aktardıktan sonra ana kaynak ve müracaat kaynaklarını vermeye
çalışması yönüyle iki açıdan fayda (avantaj) sağlar: Birincisi eserini
incelemeyi istediğimiz edible ilgili kısa sürede sonuç çıkarmada veya edip
hakkında yüzeysel malumat toplamada, ikincisi ise bu tür müracaat eserlerinde
incelediğimiz edibin hayatı ve diğer özellikleri ile ilgili kapalı bir yönü
aydınlatan tefsirleri, ta‘lilleri, ve mülahazaları tesadüfen bulmada. Şurası
muhakkak ki, biz kaynak eserden hakikatleri ve kanaatleri, müracaat eserinden
ise sadece kanaatleri alırız.
Ana
kaynaklar diğer bir açıdan da iki kısma ayrılır: Esas kaynaklar, yardımcı kaynaklar. Çeşitli tarih dönemleri hakkında eser telif
etmek istediğimizde tabii olarak esas kaynakları, yani müelliflerin, belli
dönem hakkında kaleme aldıkları ve bu döneme ait olaylarla o dönemin kültürel
şartlarını müzakere etmeyi amaçladıkları kaynakları dayanak alırız. Ancak kimi
zaman, eser sahiplerinin tarih anlatmak ya da bir medeniyeti nitelemek amacıyla
kaleme almadıkları eserlerde de bazı olaylara ve medeniyetin içinde bulunduğu
duruma ilişkin tarihi gerçeklere dağınık bir biçimde rastlarız. Şiir divanları,
sözlükler, fıkıh ve mûsikî kitapları bu tür eserlerdendir. Ele aldığımız
çevrenin dil, edebiyat, sosyoloji ve sanata ilişkin yönlerine ait kaynak
olmalarının yanı sıra, bu kitaplarda zaman zaman siyasî tarihle ilgili önemli
ipuçları da bulabiliriz.
Tarih
konusunda yazmayı amaçlayan kişi, kitabını üzerine bina edeceği olayları
seçmeye ve olayların birbiriyle irtibatlandırmaya çalışır. O, ya bilmeden, ya
da kasıtlı olarak serdetmeye çalıştığı olaylarla mantık ve anlatım silsilesi
(kurgusu) itibarıyla uyum arzetmiyor diye bazı şeyleri görmezden gelebilir.
Mesela bir şair ortamı hiç düşünmeksizin bir olaya işaret eder de bu işaret
bazen aynı konuda tarihçiden gelen bilgiden tarihî vakıaya daha uygun olabilir
ve hâdiselerin mantığını da daha iyi
ortaya koyabilir. Şiir divanlarına, fıkıh kitaplarına, sözlüklere tarih yazımı
esnasında ana kaynak olarak itibar etmeyip, bunların hepsini bazen temel tarih
kitaplarında az veya çok kapalı bir halde bulunan hâdiseleri açıklamada bize
yardımcı olan eserler olarak aldığımızdan dolayıdır ki biz, bu tür kitapları
yardımcı ana kaynaklar olarak isimlendiririz.
Aynı
zamanda hem ana kaynak (masâdır) hem de müracaat eseri (meraci‘) olan kitaplar
da vardır ki, bunlardan bir kısmı sadece bir asrı ele alır. Üsame b. Münkız’ın
(v. H.584=M.1188) el-İ’tibâr isimli eseri, Haçlılarla yapılan savaşta
onun şahit olduğu çok sayıda olay ve durumdan bahseder de bunun dışındaki
olaylara geçmez. Bu durumda Kitabu’l-İ’tibâr sadece h. 6.asır (m.12.
asır) Haçlı savaşları tarihi kaynaklarından biri olmaktadır.
İzzeddin
Ebu’l-Hasen Ali b. Esîr tarihe dair kapsamlı bir eser telif etmiş, eserini,
insanlığın yaratılışından başlatıp h.622 (m.1231) yılı ile bitirmiştir. İbnü’l-Esîr’in h.632 (m.1234) yılında vefat
etmiş olması hasebiyledir ki, onun Târihu’l-Kâmil adındaki kitabı,
altıncı hicri asrın son yılları ile yedinci hicri asrın ilk üçte birlik dönemi
(Miladi XII. asrın son yılları ve XIII. asrın ilk üçte birlik dönemi) için ana
kaynak (masdar) olurken, kendisinden önceki dönem için ise müracaat eseri
(merci‘) niteliğini taşır. Taberî, Mes‘ûdî ve İbn Haldun’un eserleri gibi genel
tarih kitaplarının çoğu bu çeşit kaynaklardandır.
Bütün
yukarıda söylenenleri göz önünde bulundurarak, şu sebeplerden dolayı Câhiliye
tarihinin kaynağı olarak telakki ettiğimiz eserler hakkında çerçeveyi geniş
tututup Orta çağda (h. IX. asrın sonu, m. XV. asrın sonuna kadar) yazılmış olan
bu kitapları asıl kaynaklar (masdar) olarak kabul ederiz:
a)
Araplar arasında ilim bu döneme kadar sonrakinin öncekinden aktarımda bulunması
şeklindeki rivayete dayanıyordu. İlim adamı, farklı bölgelerdeki ilim
adamlarından nakilde bulunma amacıyla ilmî seyahate (rihle) ve tedvine
dayanmayı sürdürüyordu. Bundan dolayı bu dönemden önce telif edilmiş kitapların
çoğunun, konuları ve rivayetleri itibariyle orijinal kitaplar olduğunu
söyleyebiliriz.
b)
Mısır ve Şam’daki Haçlı savaşları, doğuda Tatarlar’ın İslâm alemini yok
etmeleri ve Avrupalıların arapların Endülüs’ten çıkarılmasına yardımcı
olmaları, beraberinde kütüphanelerin büyük bir kayba maruz kalmasını
getirmiştir. Dolayısıyla bu uzun dönemde bize ulaşan eserleri, her ne kadar bir
kısmı diğerinden alıntı da olsa kaynak eserler olarak kabul ederiz. Çünkü bu
eserler kaybolmuş olup da pratik bakımında yerlerini aldıkları eserleri temsil
ederler.
c) Câhiliye
şiirinin bir kısmının intihal (şairlere söylemedikleri kendilerine şeyleri
atfetme) olduğu bir gerçektir. Yine Kitabu’l-Mehâsin ve Kitabu’t-Tâc
fî Ahlâki’l-Mülûk (ki bunların ikisi de Cahız’a nisbet edilir) ve (İbn
Kuteybe’ye nisbet edilen) el-İmâme ve’s-Siyâse[5]
isimli eserler gibi uydurma olduğu söylenen kitaplar da vardır. Ayrıca bugünkü
Kâbe binası onun ilk cahilî dönemdeki yapısı değildir. Çünkü Kâbe gerek Câhiliye,
gerekse İslâmî dönemde birçok kere yıkılmış, sonra da her defasında yeniden
inşa edilmiştir.
Şu
halde biz Câhiliye şiirinin tamamını (doğru olsun, şüpheli olsun) Câhiliye
hayatının ana kaynaklarından biri olarak kabul ederiz. Çünkü Câhiliye şiirine
bu miktardaki eklemeyi yapanlar da neticede Câhiliyeye mensup kimselerin
anlayış ve ifade özelliklerini taklit etmeyi istemişlerdir. Bu durumda uydurma
şiir de orijinal şiirin anlamını taşır. (Ancak edebiyat alanında Câhiliye
dönemi şairlerine nisbet edilen uydurma şiiri cahilî şiir olarak kabul
etmeyiz). Mevzu kitapların durumu da Câhiliye şiiri gibidir
Kâbe
de böyledir: “Hz. Peygamber’in (sav) doğumunun 35. yılında (Hicretten önce 17=m.605)
Kureyş Kâbe’yi yıktı. Onların Kâbe’yi yıkmalarının sebebi onun taştan (radîme)[6]
yapılmış ve ancak bir adam boyu yüksekliğinde oluşu idi; bu sebeple de onu
yükseltmek ve üstüne bir çatı yapmak istediler”.[7]
Hacerü’l-Esved’i yerine kimin yerleştireceği konusunda ihtilafa düştüklerinde
bu konuda peygamberliği öncesinde Muhammed b. Abdullah’ı hakem tayin ettiler.[8]Seksen
sene sonra Yezid b. Muaviye döneminde Zilhicce 63 (Ağustos 682) tarihinde
Müslim b. Ukbe’nin saldırısı neticesinde Kâbe yandı. Yezid’in ölümünden sonra
istikrarı sağlayan Abdullah b. Zübeyr isabet eden mancınık taşları sebebiyle
duvarları eğilmiş olan Kâbe’yi zemine kadar yıktırdı. Temeli kazdırdığında deve
büyüklüğünde temel taşları buldu (büyük taşı kastediyor)... binanın bu temel
üzerine yapılmasını emretti. Ayrıca birisi giriş diğeri çıkış için olmak üzere
iki ayrı kapı yaptı. Bu faaliyet h.64 veya 65 (m.673-74) yıllarında
gerçekleşmiştir.[9]
ANA
KAYNAKLARIN SIRASI VE TÜRLERİ
Ana
kaynakların en üstünü Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm hö. 13. seneden
hicretin 11. yılına kadar (m.610-632) 23 yıl boyunca peyderpey (yani ihtiyaca
göre münferit sûre ve âyetler şeklinde) nâzil olmuştur. Sûreler ve âyetler indiği anda yazılıyordu.
Biri Hz. Ebû Bekir, diğeri Hz. Osman zamanında olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm iki
defa cem‘ edilmiştir. (Sûreler sıralanmıştır; zira âyetler, indirilişinden
itibaren bu şekilde sıralı idi). Kur’ân-ı Kerîm Câhiliye dönemine en yakın
yazılı vesikadır. Dahası o bir indirmedir (inzâl), onun ne önüne de sonuna da
batıl karışmış değildir.
Kitabeleri
zikretmeyi en sona bıraktık. Zira bunların sayısı hem azdır, hem de diğer ana
kaynaklara (masdar) nisbeten Câhiliye tarihine ait işaretleri zayıftır. (Nemâre
kitabesi ile ilgili olarak 3. sayfadaki dipnota bak).
Ana
kaynaklar sıralamasında Kur’ân-ı Kerîm’i Hadîs-i şerîf takip eder: Bildiğimiz
kadarıyla hadîsin tedvini Ömer b. Abdülaziz’den önce (v.h.101=m.711) başlamış
değildir, maalesef bu tedvin de bize kadar ulaşmamıştır. Hadîsin kıymeti, onun,
Kur’ân’ın özet olarak kaydettiğini tafsilatlandırması ve Kur’ân’ın
zikrettiklerini açıklamasından kaynaklanır. Bundan dolayı Kur’ân’da ortaya
konulanlara uygun olduğu takdirde hem din hem de tarih konusunda hadîse
güvenebiliriz.
Hadîs
mecmuaları oldukça çoktur. Ebû Yûsuf b. Ya‘kûb b. Şeybe’nin (v.h.262=m.875)
rivayet ettiği Emîri’l-Mü’minîn Ömer b. Hattab’ın Müsned’i de
bunlardandır. İmam Mâlik’in (v. h.179=m.975) Muvatta’ı, Ahmed b.
Hanbel’in Müsned’i, Dârimî’nin Sünen’i, Buhârî’nin Sahîh’i,
Müslim’in Sahîh’i, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen’leri (bu
müellifler h.303=m.915’ten önce vefat etmişlerdir) de hadîs mecmuaları içinde
yer alır.
Kur’ân’da
kısa tutulanları veya kendisine kısa bir göndermede bulunanları ya da Kur’ân’ın
bize kapalı gelen teşbih, istiare ve lafızlarını açıklamak veyahut ahkâmı
ortaya koymak amacıyla âlimlerin yazdıkları Kur’ân tefsirleri vardır. Bunların en
meşhuru ve mühimi, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin (v. h.310=m. 963) Tefsirü’t-Taberî
ismiyle şöhret bulan Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân’ıdır. Taberî
tefsiri, âyetleri nüzûlüne eşlik eden, tarihî ve sosyal şartları zikretmek
suretiyle tefsir etmeye çalışan tarihî bir tefsirdir. Bunda bir gariplik
yoktur, çünkü esas itibariyle Taberî bir tarihçidir. O, âyetlerin tefsirinde
hadîs, tarih ve edebiyata dair bütün rivayetleri aktarmakta, bundan sonra da
onları derecelendirmeye tabi tutmakta ve âyetlerin metni ile çelişmeyenlerden
kendine göre vakıaya en yakın olanı tercih etmektedir. Müellif tefsirinde
selefî bir yol takip etmektedir. Zira Taberî, yok olan (yani kendisiyle amel
edilmeyen) mezhep sahibi fakihlerden biridir. Dolayısıyla o, sahih rivayet ile
tarihî gerçekliğin ortaya koyduğu şeye daha yakındır.
Bu
tefsirden başka Ebu’l-Kasım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî’nin Tefsirü’z-Zemahşerî
olarak tanınan el-Keşşâf an Hakaîki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve’l-Uyûni’l-Ekâvîl
isimli eseri vardır. Müellif tefsirinde birinci derecede dil ve belağata dayalı
bir yol takip eder ve bu sebeple de tefsir ederken tarihî hâdiselere
dayanmaktan daha çok belağat zevkini esas alır. Ayrıca kendisi varlık
tezahürlerini/görünüşlerini tarihî ve dinî rivayetlerden daha çok akla dayalı
düşünüş yoluyla açıklamaya çalışan muteziledendir. Bu nedenle fukaha Zemahşerî
tefsirini itibara almamıştır.
Esbâb-ı
Nüzûl (âyet ve sûrelerden her birinin indiği zamanda inişine vesile olan
sebeplerden) ve Nâsih Mensûh’ten (hükmün geçersiz olması sebebiyle neshedilen
âyetlerden ve mensûh âyetlerin yerine geçen nasih âyetlerden) bahseden eserler
de tefsir kitapları arasında yer alır. Nâsih ve Mensûh ismiyle birçok kitap
vardır; en meşhurları da şüphesiz İbn Hazm el-Endelüsî’nin (v.h. 456=m.1064)
eseridir. Aynı konuda ve aynı adla Tabatabâî er-Rassî (v. h.246=m.860),
Ebu’l-Mansûr Abdü’l-Kâhir b. Tâhir el-Bağdâdî (v.h.429=m.1037), İbnü’l-Cevzî
(v.597=1200) ve başka âlimlere ait daha başka eserler de vardır. Esbâbu’n-Nüzûl
konusunda Ebu’l-Hasen Ali el-Vâhidî en-Nîsâburî (v.h.648=m.1075) ile Suyûtî’nin
de (v.h.911=m.1505) kitapları bulunmaktadır.
Hadîs
alanında da nâsih ve mensûhe dair eserler vardır. Ebû Hafs Ömer b. Ahmed b.
Şâhîn’in (v. h.385=m.995) Nâsihu’l-Hadîs ve Mensûhuh isimli kitabı
bunlardandır.
Câhiliye
hayatının esas kaynaklarındandan biri de Câhiliye dönemi edebiyatıdır. Câhiliye
edebiyati şiir ve nesirden oluşmaktadır. Bu dönemden bize rivayet yoluyla
ulaşan Câhiliye şiiri, Câhiliye nesrine nazaran gerçekten çok fazladır. Câhiliye edebiyatının, gerek Kur’ân’ın
nuzûlünden, gerekse hadîsten zaman bakımında daha eski olmasına rağmen biz,
onu, tedvininin sonra olması ve ravilerin Kuran’ın tedvini, toplanması ve
çoğaltılması noktasında sıhhat ve doğruluğu tahkik etmede sergiledikleri
duyarlılığı onun sıhhat ve doğruluğu noktasında sergilememiş olduklarından
dolayı ana kaynak sırası itibariyle geriye aldık. Ayrıca Câhiliye edebiyanının
çoğu kaybolmuş, ardından birçok kişi bir şiir veya sözü sahibinden başkasına
nisbet ederek ya da şair ve nesir yazıcılarının dilinden birşeyler uydurarak Câhiliye
edebiyatına ilaveler yapmaya kalkışmıştır.[10] Bütün
bunlara rağmen Câhiliye şiiri yine de tarih için yardımcı kaynak teşkil eder.
Mufaddal
b. ed-Dabbî’nin (v.yaklaşık h.170=m.786) el-Mufaddaliyyât, el-Asmaî’nin
(h.216=m.831) el-Asmaiyyât, Ebû Temmâm’ın Dîvânü’l-Hamâse’si,
Buhturî’nin Hamâse’si, Ebû Bekir el-Enbârî’nin Şerhu’l-Muallakâti’s-Seb‘it-Tıvâli’l-Cahiliyye’si,
Kureşî’nin Cemheretü Eş’âri’l-Arab’ı, Zevzenî’nin Şerhu’l-Muallakât
es-Seb‘i, Ebû Zeyd Tebrîzî’nin (v.h. 502=m. 1190) Şerhu’l-Muallakât’il-Aşrî
ve Ebû Temmâm et-Tebrîzî’nin Şerhu Hamâse’si Câhiliye şiir mecmualarının
başlıcalarıdır.
Matbu
Câhiliye şiiri divanları da şunlardır: Divanu’ş-Şuarâi’l-Huzeliyyîn, İmruü’l-Kays,
Amr b. Kamîe, Ubeyd b. Ebras, Alkame el-Fahl, Evs b. Hacer, eş-Şenferî,
el-Efvehü’l-Evdî, el-Mütelemmis, Tarafe, Tarafe’nin kız kardeşi el-Hırnık,
el-Musakkib’el-Abdî, Amr b. Külsûm, Temîm b. Ebi’l-Mukbil, el-Hâris b. Hıllîze,
Tufeyl el-Ğanevî, Ebû Dudâ el-Eyadî, el-Kattal el-Kilabî, en-Nâbiğa ez-Zübyânî,
Hâtem et-Tâî, Cirân el-Avd en-Nemirî, Selâme b. Cendel, Abdülkays b. Hifâf
el-Burcumî, Antere, es-Semev’el, Züheyr, Lebîd, Ka’b b. Züheyr, A’şâ Kays,
el-Hansâ, Ümeyye b. Ebî’s-Salt divanları. Bu şiir mecmualarına Dabbî’nin Emsâlü’l-Arab,
Ebû Hilal el-Askerî’nin Cemheretü’l-Emsâl, Zemahşerî’nin el-Mustaksâ
fî Emsâli’l-Arab ve Meydanî’nin Mecmau’l-Emsâl adlarındaki nesir
derlemeleri de dâhil edilebilir. Ayrıca Ahmed Zeki Safvet’in Cemheretü
Hutabi’l-Arab adıyla anılan bir hitabe mecmuası da bulunmaktadır.
Câhiliye
hayatı ana kaynakları arasında lugat kitapları da bulunur. Düz yazı ve şiirde
kullandığımız Arap dili, Câhiliye asrının ürünüdür. Bu nedenle sahip olduğu
lafızlar aracılığıyla hala lugat kitapları Câhiliye kültürünün çeşitli yönlerini
açıklamaya devam etmektedir. Günümüzdeki Arapça kelime dağarcığı, sadece Arapça
değil aynı zamanda Sami kelime dağarcığıdır da. Çünkü dilbilimciler Arapça’nın
konuşulduğu beldelerde kullanılmakta olan kelimelerin tamamını dile dair
eserlerinde ve özellikle sözlüklerde derlemişlerdir. Arapça’da yabancı
oldukları belirtilen lafızların çoğu Bâbil, Keldânî, Himyerî, Arâmî ve benzeri
dillerin kalıntıları olsa gerekir.
Arap
dili sözlüğü, sadece dilsel ifadeleri değil, gerçekte dilsel ifadelerin yanı
sıra coğrafî, tarihî, ilmî, amelî ve sanatsal bilgileri de bir araya getirir.
Bundan dolayı Arapçaya dair eserler, özellikle sözlükler Câhiliye hayatı için
önemli kaynaklardır. Büyük Arap kamusları, Firuzabadî’nin el-Kâmûsu’l-Muhît’i,
İbn Manzûr’un Lisânu’l-Arab’ı ve Murtaza ez-Zebîdî’nin Tâcu’l-Arûs’udur.
Bu sözlüklerden başka, her biri kelimelerin bir yönüyle, ya da kelimelerin
incelenmesi esnasında kullanılan bir metodla ilgilenen teknik terim sözlükleri de
vardır. Bu sözlükler kelimelerin doğru şekilde kullanılmalarına yardım ederler.
Çünkü diğer sözlükler kelimeleri harf sistemine göre el yordamıyla ayırırken,
bunlar kelimeleri ilgili ve doğru anlam alanında bir araya getirirler.
Seâlibî’nin Fıkhu’l-Luğa, İbn Cinnî’nin el-Hasâis, İbn Seyde’nin el-Muhassas,
Şihabuddin el-Hafacî’nin Şifâü’l-Ğalîl fî mâ fî Kelâmi’l-Arab mine’d-Dahîl,
İbn Haleveyh’in Leyse Kelâmi’l-Arab, Ebû Hanîfe ed-Dineverî’nin Kitabu’n-Nebât,
Ebû Ubeyde Ma’mer b. Müsennâ’nın Kitabu’l-Hayl, İbnü’l-Kelbî’nin Kitâbu’l-Esnâm,
İbn Kuteybe’nin Kitâbu’l-Enva‘ isimli eserleri bu tür lügatlar arasında
yer alır. Bunlardan başka edebiyat, coğrafya, tarih ve sosyoloji gibi alanlara
girerek kelimeler ile diğer lugavî malumatı bir araya getiren kitaplar da
vardır. Ebû İsmail Ali b. Muhammed el-Kâlî’nin el-Emâlî fî Luğati’l-Arab’ı,
Ebu’l-Abbas el-Müberred’in el-Kâmil fi’l-Luğa’sı, Abdülkadir
el-Bağdadî’nin Hizânetü’l-Edeb ve Lübbü Lisani’l-Arab’ı, Suyûtî’nin el-Müzhir
fî Ulûmi’l-Luğa’sı, Ebû Münzir Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’nin Ensâbu’l-Hayl
fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm’ı bunlar arasındadır.
Nahiv
kitapları da lügat kitaplarına dahil edilir. Sayıları gerçekten çoktur. Ancak
burada Kitâbu Sibeveyh, Zemahşerî’nin el-Mufassal, Ebu’l-Berekât
Abdurrahman b. Muhammed el-Enbarî’nin el-İnsâf fî Mesâili’l-Hilâf beyne
Nahviyyîn el-Basriyyîn ve’l-Kûfiyyîn isimli eserlerini zikretmek
yeterlidir.
Câhiliye
dönemi hayatının temel kaynakları (masâdır) ise coğrafya ve tarih
kitaplarıdır. Hemdânî’nin Sıfatu
Cezîreti’l-Arab, Bekrî’nin Mu‘cem Ma’s-ta‘cem, bundan başka Yâkut
el-Hamevî er-Rûmî’nin Mu‘cemu’l-Buldân’ı coğrafya kitaplarındandır. Mu‘cemu’l-Buldân
aslında çoğunluğu coğrafyaya ait bilgiler içeren bir ansiklopedidir. Ancak onda
sıkça konu dışına çıkılarak tarih ve edebiyata dair bilgiler de verilir; kitapta
kültür ve medeniyete ilişkin de çok sayıda değerlendirmeler mevcuttur.
Araplar
nazarında en önde gelen tarih kitabı şüphesiz Ebû Cafer Muhammed b. Cerir
et-Taberî’nin Tarîhu’r-Rusül ve’l-Mülûk (veya Ümem ve’l-Mülûk)
isimli eseridir. Müellif aynen tefsirinde yaptığı gibi[11]
kendisine ulaşan bütün rivayetleri toplamıştır. Ancak tarihinde, bir kaç
istisna dışında rivayetleri herhangi bir tercihte bulunmaksızın aktarır.
İbnü’l-Esîr’in Târîhu’l-Kâmil’i, İbn Hişâm’ın es-Sîre’si,
İbnü’l-Kelbî’nin Kitâbu’l-Esnâm’ı, İbn Kuteybe’nin el-Meârif’i,
Mes‘ûdî’nin et-Tenbîh ve’l-İşrâf, Mürûcü’z-Zeheb ve Ahbâru’z-Zamân’ı,
Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd ed-Dineverî’nin el-Ahbâru’t-Tıvâl’ı, İbn
Abdirabbih’in el-lkd’i, Ebû Hâtim Secistânî’nin Kitâbu’l-Muammerîn’i
ve İbn Haldûn’un Kitâbu’l-İber’i de tarih kitapları arasında yer alır.
Bunlardan
başka tarihin ictimaî yönünü ele alan kitaplar da vardır ki, kıymet bakımından
bunların en meşhur ve en mühimi İbn Haldûn’un Kitâbu’l-İber’inin Mukaddimetü
İbn Haldûn olarak bilinen ilk cildidir. Ayrıca 18 cilt halinde yayınlanan
Şihâbuddin en-Nuveyrî’nin Nihâyetü’l-Ereb fî Funûni’l-Arab’ı da bu tür
kitaplardandır. Şüphesiz Nuveyrî, Arap kültürünün tüm yönlerini bir kitapta
toplamaya çalışmıştır.
Edebiyat
kitapları da Câhiliye dönemi ana kaynakları arasında yer alır. Edebiyat
kitapları arasında ana kaynak yerine geçen, Arap hayatının edebî yönünü
inceleyen ve az veya çok Câhiliye dönemini ele alan müracaat kaynakları da
vardır. İbn Kuteybe’nin Uyûnu’l-Ahbâr ve Ebu’l-Ferec el-Isfahânî’nin Kitâbu’l-Eğânî’si
Arap hayatının edebî ve ictimaî açıdan tasvir edilmesine dair en derli toplu
edebiyat kitaplarıdır. Merzubânî’nin Mu‘cemu’ş-Şuarâ’sı, İbn Sellâm
el-Cümahî’nin Tabakâtu’ş-Şuarâ’sı, İbn Kuteybe’nin eş-Şi‘r ve’ş-Şuarâ’sı
ve Câhız’ın el-Beyân ve’t-Tebyîn ile el-Hayevân’ı da aynı tür
eserler cümlesindendir.
Şüphesiz
Câhiliye hayatı ile uzak veya yakın ilişkisi bulunan edebiyat kitapları da son
derece çoktur. Bunlardan büyük bir kısmı Câhiliye hayatının farklı yönüyle
ilgili mufassal tarihlerdir. Câhiliye asrı için ana kaynak (masâdır) veya
müracaat kaynağı (merci‘) eseri olan bu kitapların büyük kısmının aynı zamanda
İslâmî asır (Hz. Peygamber (sav), Hulefâ-i Râfşidîn ve Emeviler dönemleri) için
de ana kaynak ve müracaat eseri olduğunu bilmemiz yerinde olur.
İncelemeye
çalıştığımız asır (Câhiliye asrı) hakkında yazılmış olan Yunan ve Süryani
kitaplarında da Araplara göndermeler vardır. Ancak bu göndermelerden Câhiliye
tarihi, yani yakın Câhiliye dönemi Kuzey Arapları ile ilgili olanları azdır.
Câhiliye
döneminin siyasî, ictimaî ve fikrî tarihiyle ilgili müracaat kaynakları ise
sayılamayacak kadar çoktur. Fakat burada şunu ifade etmeden de geçemeyiz. Câhiliye
tarihi müracaat eserlerinin muhteva bakımından en geniş ve en yenisi Dr. Cevad
Ali’nin el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm’ıdır.[12]
Müellif Yemen, Necid, Hicaz, Irak ve Şam’da Câhiliye tarihi hakkında geçmişte
ve günümüzde ne söylendiyse kitabına almaya çalışmış, ardından da
müsteşrıklerin bu konuda söylediklerini eserine ilave etmiştir. Şüphesiz bu
kitap, birçok tarih usûlü ve müracaat eserine başvurmaya ihtiyaç
bırakmamaktadır. Kitabın sınırlarının geniş olmasına ve tarihin muhtelif
yönlerine dair ele aldıklarının çeşitliliğine rağmen müellif, ana kaynaklar ve
müracaat eserlerinin rivayetlerini müzakere etmekte, rivayetleri birbirleriyle
kıyaslamakta, ayrıca rivayetler arasında tercih yapmaktadır. Bu nedenle eser,
İslâm öncesi Arap tarihi hakkında yazılmış eserlerin en mütekâmilidir.
Her
ikisi de Corci Zeydan tarafından yazılmış olan Târihu’l-Arab Kable’l-İslâm
ile Târihu Temeddüni’l-İslâmî”nin birinci cildi de Câhiliye tarihine
dair müracaat eserlerindendir. Ayrıca aşağıdaki kaynaklar da bu konuda
zikredilmelidir: Muhammed Şükrü el-Âlûsî’nin Bulûğu’l-Ereb fî Ma‘rifeti
Ahvâli’l-Arab’ı, Esmaî’nin el-Arab ve Etvâruhum: Tavru’l-Arab ve
Arabbiyye fî Etvâri’l-Câhiliyye’si, Muhammed Şükrü’nün, Mısır h.1329=m.
1911) Medeniyyetü’l-Arab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm’ı, Muhyiddin b.
İbrahim el-Attâr’ın Bulûğu’l-Ereb fî Meâsiri’l-Arab’ı, Karlo Nalino’nun Târihu’l-Felek
‘Inde’l-Arab’ı, Henri Corc Farmer’in Târihu’l-Mûsîka’l-Arabiyye,
Nâsıruddîn el-Esed’in el-Kıyân ve’l-Ğına fî’l-Asri’l-Câhilî’si, Dr.
Şevket eş-Şattî’nin Tezkire fî Tarihi’t-Tıb Kable’l-İslâm’ı, Mahmud
Sellâm Zenâtî’nin Ihtılâtu’l-Cinseyn Inde’l-Arab: Dırasat Havle
Vazı‘l-Mer’eti’l-İctimaî ve’l-Kânûnî fî’l-Usûri’l-Kadîme’si.
Nâsıruddin
el-Esed’in Masâdıru’ş-Şi‘ri’l-Cahilî ve Kıymetuhâ, Mustafa Sadık
er-Rafî’nin Târihu Âdâbi’l-Arab, Carl Brockelmann’ın Târihu’l-Ebebi’l-Arab’ının
ilk cildi (Bu eseri Abdulhalim en-Neccâr Arapça’ya çevirmiştir) ve Corci
Zeydan’ın Târihu Âdâbi’l-Luğati’l-Arabiyye adlı eserleri de edebiyat
hakkında günümüzde kaleme alınmış kaynaklar arasında yer alır.
Dr.
Tâhâ Huseyn 1926 yılında Fi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî isimini verdiği bir eser
yayınlamış ve bu eserde Câhiliye şiirinin sihhatini ele almıştır. Câhiliye
şiirinin sihhati konusu bilinen ve hakkında eski edebiyat kitaplarının
tamamında açıklamalar bulunan bir meseledir. Ancak Tâhâ Huseyn işi daha ileri
götürüp Kâbe’nin bina edilmesi hakkındaki rivayetin sihhatine dayandırmış, bu
da dinî ve edebî bir tartışmanın başlamasına neden olmuştur. Edebî tartışma,
Muhammad Hadır Huseyn’in Nakzu Kitab fi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî, Muhammed Ferid
Vecdî’nin Nakdü Kitabi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî, Muhammed Ahmed el-Ğamravî’nin en-Nakdü’t-Tahlîl
li Kitabi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî”si gibi reddiye türünden eserlerin
yayınlanmasıyla gün yüzüne çıkmıştır. Dinî tartışma ise Tâhâ Huseyn’i dile
getirdiği fikirlerinden dolayı özür dilemeye ve eserini, tartışmaya sebep olan
bölümleri çıkardıktan sonra 1933 yılında Fi’l-Edebi’l-Cahilî adıyla
yeniden yayınlamaya sevk etmiştir.
Tarih
felsefesi, bilimsel tarih metodu ve Arap tarihçileri hakkında daha fazla bilgi
için müracaat eserleri: Aşağıdaki liste bu iki ilmi ifade eder, ancak bu alanda
yazılmış kitapların tamamını burada ele almak mümkün değildir. Bazılarının
yabancı dillerden nakledilmiş olduğunu bilmemiz gerekir. Keza bir kısmı da
diğerlerinden daha moderndir/yenidir.
(Zikrettiklerimizin bir kısmı bu konuda zikretmediklerimizin yerini
tutmaktadır.)
Kavâ‘idu’t-Tahdîs
min Funûni Mustalahi’l-Hadîs, Seyyid Cemalüddun
el-Kasımî ed-Dımeşki, Dımeşk 1353 (M.1935).
Mukaddimetü
İbn Haldun.
Dirasât
an Mukaddimeti İbn Haldun, Sâti‘ el-Husarî,
İkinci Baskı Kahire 1935.
Mustalahu’t-Tarih, Dr. Esed Rüstem, Beyrut 1939.
Tarih:
Mecâlühü ve Felsefetühü, Nuri Cafer,
Bağdad, 1955.
Menhecü’l-Bahsi’t-Tarihî, Huseyn Osman, Kahire 1943.
İlmü’t-Tarih
‘Inde’l-Müslimîn Franz Rosenthall (terc. Salih Ahmed
Ali), Bağdad 1963.
Neş’etü’t-Tedvîni’t-Tarihî
‘İnde’l-Arab, Huseyn Nassâr, Kahire tarihsiz.
Bahs
fî Neş’eti İlmi’t-Tarih ‘Inde’l-Arab, Dr. Abdülaziz
ed-Dûrî, Bağdad 1960.
Muhtasaru
Dirâseti’t-Tarih, Arnold Toynbee, (terc. Fuad
Muhammed Şibl), Kahire 1960, 1962.
Mâ
Sâheme bihi el-Muerrihûne’l-Arab fi’l-Mie Seneti’l-Ehîrati fî
Dirâseti’t-Tarihi’l-Arab ve Ğayrihi bi İşrafi Hey’eti’d-Diraseti’l-Arabiyyeti
fi’l-Câmiati’l-Emirikiyyeti, Beyrut 1959.
Nahnu
ve’t-Tarih, Dr. Kostantin Züreyk, Beyrut
(Daru’l-İlmi’l-Melayin), 1959.
Felsefetü’t-Tarih
ve İlmü’l-İctimâ‘, Abdülaziz İzzet, Kahire 1960.
Tarih
ve’l-Muerihûne’l-Arab, Abdülaziz Sâlim, Kahire
(Daru’l-Kitabi’l-Arabi li’t-Tibâa‘ ve’n-Neşr) 1967.
History
of Philosophy of History, Robert Flint,
Edinburg 1893.
Introduction
to the Study of History, V.Langlois
and Ch.Seignobos (terc. G.G.Berry), N.Y.
L’historie
et sa philosophie, Henri Gaston Gauhier, Paris 1952.
De
la connaisance historique, Henri Irénée Marrou, Paris 1958.
History:
its purpose and Method, Gustaaf
Johannes Renier, London 1950.
Kritik
der historischen Vernunft, von Alois
Dempf, München 1957.
The
intrepretation of history: Confucius to
Toynbee, Alban Widgery, London 1961.
Lectures
on Arabic historians, D.S. Margoliouth, Calcutta 1930.
* Bu
çeviri Ömer Ferrûh’un Tarihu Sadri’l-İslâm
ve’d-Devletü’l-Ümeviyye isimli eserinin Beyrut 1976 baskısının 17-35
sayfalarını ihtiva etmektedir. (İstem: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikî
Dergisi, 2003, c. I, sy.1, s. 171-181).
[1] Kavâidü’t-Tahdis,
Cemalüddin el-Kasımî, Dımeşk 1353, s. 51-53; Mustalahu’l-Hadîs, Abdülganî Mahmud, Mısır, İkinci baskı, h.1331
m.1912, s. 2-5.
[2] Metodoloji: Beşeri bilgileri incelememizin
mantıkî yoludur. (Eğitimi, sınıflandırma, mantık ve delil esasları üzerine
tanzim etmektir.)
[3] Mustalahu’t-Tarih,
Dr. Esed Rüstem, Beyrut 1939, vav ve ze başlıkları.
[4] Nemâre Kitâbesi, bir mezar taşı üzerine
Nabâtî yazıyla yazılmış bir kitabedir. (Bu yazının bazı harfleri, Aramî
yazısına berzer ve harfleri bitişik yazılmıştır, bazıları da İbrânî yazısına benzer ve ayrık yazılmıştır).
Metin beş satırdan meydana gelir. (Yaklaşık 50 kelime). Bazı lafızları fasih
Arapça, bazıları da değildir. Bir kısmı da Arapçaya yakın dillerdendir. (Yani
Aramî ve Nabâtî’dir). Bu yazıtın kelimelerinde hareke yoktur, tarihi de miladi
328 yılına kadar gider. (bk. el-Arab
Kable’l-İslâm, Corci Zeydan, s. 226-228; Tarihu Âdâbi’l-Arabiyye, Corci Zeydan, I, 33; Tarihu’l-Arab Kable’l-İslâm, Cevad Ali, İkinci baskı, III, 189 vd.).
Bu metin o zamanki Arapçayı temsil etmez.
(Yani bize ulaşan Muallakat dilinden yaklaşık yüz, Kur’ân-ı Kerîm dilinden üç yüz
sene önceki dil.) Çünkü Arapça’nın Câhiliye şiirinde olduğu haliyle çok asırlar
önce tamamlanmış olması gerekir. Şu halde bu yazının dar, mahalli bir dille
yazılmış olması mümkündür. Bu yazıdaki “bir” (ber) kelimesi Aramice’de Ibn
kelimesini karşılar. Melik kelimesi ise şeyh ve reis kelimesinden öte bir anlam
taşımasa gerek. Arab kelimesi bedevi kelimesine karşılık gelir. Şu halde söz
konusu metni tarihsel olarak doğru anladığımızı kabul edersek, muhtemelen bu
melik çok sayıda Arap ileri geleniyle savaşmış, onları yenilgiye uğratmış,
akabinde de kabilelerine hakim olmuştur. Onun Rumlara ve İranlılara yaptığı
hizmet (metnin bahsettiği gibi), onlar için vergi toplamanın ve iki
imparatorluğun sınırlarına kabilelerin yaptıkları hücumları (gerek Arap gerekse
başka milletlerin ordularıyla) önlemenin ötesine geçmez. Bu metin, Bizans ve
İran’a hizmet adına Necid kökenli bedevî kabilelerle savaşma şeklinde Menâzir
ve Gassan tarihinde gördüğümüz bilginin ötesinde tarihî bir kıymete sahip
değildir. Ayrıca bu yazıtın dilinin Arapça açısından da bir değeri yoktur. Çünkü Arapça bu yazıya göre gerçekten büyük
gelişme kaydetmiştir.
** Bu
kitapta İslâm tarihinin başlangıç döneminin tamamını aktaracağız. (Hz.
Peygamber (sav) asrı, Hulefa-i Raşidîn ve Emevi dönemi.)
[5] bk. Cebrâil Cebbûr’un makalesi;
“Kitabü’l-İmâme ve’s-Siyâse el-Mensûb li İbn Kuteybe, men hüve müellifüh?”). (Mecellet’l-Ebhâs, Beyrut, sy. XIII,
30 Eylül 1960).
[6] Üst üste dizilmiş taştan yapılmış bina. (Harç
kullanılmadan yapılmış).
[7] İbnü’l-Esir, II, 17
[8] İbnü’l-Esir, II, 17
[9] İbnü’l-Esir, IV, 87
[10] bk. s. 3-4.
[11] bk. s. 7.
[12] 8 cilt halinde Irak’da
Matbuatü’l-Mecma‘i’l-İlmi el-Irakî’de yayınlandı. Bağdad’da (Tefvîz Matbaası’nda tab‘ edilen kitabın
birinci cildindeki 1379 rakamı matbaa hatasıdır) 1369 senesi ile 1378 hicri
yılları arasında (m. 1950-1959) çeşitli matbaalarda basımı gerçekleşmiştir.
(Eser 1970 yılında Beyrut’ta Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn’de 10 cilt halinde basılmıştır.
Saygıdeğer hocam, makaledeki kıymetli bilgilerden ziyadesiyle müşteriden oldum. Lakin verilen bazı tarihlerde -gözünüzden kaçtığını düşündüğüm- hatalar var. Taberi'nin vefat tarihi 310/963 verilmiş ancak malumunuz miladi olarak vefat tarihi 922'dir. İmam Malik'in vefat tarihinde ve diğer bazı yerlerdede benzer yanlışlıklar var. Düzeltilmesi okuyucuların faydasına olacaktır diye düşünüyorum. Saygılarımla
YanıtlaSil