Doç. Dr. Şaban Öz
Allah,
elçilerini insanları uyarmaları, kendi taleplerini onlara iletmeleri için yine
onlardan seçip göndermektedir. İnananları peygamberlerini anlamak,
anladıklarını da yaşamakla mesuldürler. Bu durum bütün dinlerde ve bütün nebevi
gelenekte böyledir.
İslâm
inanç sisteminde de asırlar boyunca aynı davranış modelinin sürdürüldüğü
görülmektedir. İnananlar, Peygamberlerine ait doğruyu bulup tespit etmek için
uğraşmışlar ulaştıkları doğruları da hayatlarına tatbik etmişlerdir. Esasen
ulaştıkları seviye itibariyle de ulaştıklarının sıhhat derecesinin oldukça
yüksek olduğunu söylememiz mümkündür. En nihayetinde yanlışlarla bir
medeniyetin kurulamayacağını, kurulsa dahi uzun soluklu olamayacağını
düşündüğümüzde Müslümanların geçmişte yaptıklarının doğruluğunu rahat bir
şekilde dile getirebiliriz.
Medeniyet
kurulması veya siyaseten uzun asırlar dünyaya yön verilmesi sahip olunan temel
dinamiklerin doğruluğu anlamına gelir mi şeklinde başlayan ve oradan rivayet
kültürüne, hatta indirilen uydurulan gibi ne idüğü belirsizliğe uzanacak bir
tartışmanın tarafı olmak niyetinde değiliz. Ancak Abbâsî, Endülüs, Selçuklu ve
Osmanlı tecrübesinin sahip olduğu dinamikleri sorgulamak için daha iyisine
sahip olmak gerektiğini de eklemek durumundayız.
Ancak
XIX. Yüzyıl sonlarından itibaren ise yöneten Müslümanlar bir anda yönetilen
durumuna düşmüş, sadece coğrafyaları değil zihinleri, kültürleri ve hatta
inançları dahi acımasızca sömürülmeye başlanmıştır. İşte ne olduysa da ondan
sonra olmuştur. Artık Müslümanların “en güzel örnek” olan model bir
peygamberleri değil geriye kalan bütün din mensuplarının sorgulamasına açık
“sanık” sandalyesinde oturtulan bir peygamberleri oluvermiştir.
Benzetmenin
uygunsuzluğunu ve acımasızlığına yöneltilecek her türlü suçlamayı kabul
ediyorum ama başka türlü olanı izah edecek bir kurguya da sahip değiliz. Hakim
heyeti diğer din mensuplarından teşkil edilmiş. Hıristiyan, Yahudi, Hindu,
Budist ve tabi ki ateist. İddianame tarih sayfalarından “yırtılarak”
hazırlanmış. Sanık sandalyesinde Abdullah oğlu Muhammed. Müdafi avukatı “beleş
cennet karşılığı savunmayı üstlenmiş olan” sanığın ümmeti!
Haddimi
aşıyorum mu? Evet, kabul ediyorum aşıyorum. Ama biraz daha aşacağım! Buyurun
bir yargılama anına bakalım. Yahudi hâkim elindeki iddianameye bakıp bağırıyor;
“Ey Muhammed, neden çok evlendin?” Avukatları atlıyor; “Efendim, aslında
müvekkilimizin çok evliliğinin her birinin hikmetleri, sebepleri vardır.
Kimiyle parası için evlenmiştir, kimiyle akrabalık kurmak için evlenmiştir…”
Dinlemiyor
bile!
Suçlusun
Muhammed!
Sırada
Hristiyan hâkim var. O da okumuş gibi yaptıktan sonra kafasını kaldırıyor
iddianameden; “Ey Muhammed! Neden bu kadar savaştın?” Yine ümmet yerinden
fırlıyor davranın gayri diyerek; “Efendim, kendileri asla hiçbir savaşı
başlatmamıştır. Bilakis o hep savunmada kalmıştır…”
Niye
dinlesin ki?
Zaten
aynı dili bile konuşmuyorlar!
Suçlusun
Muhammed!
Geçmişteki
“Kırk erkek gücü” övünmesinin bugün her evliliğe sebep bulmaya, geçmişin
“ilâ-yı Kelimetullah”ından pısırıklığa dönüşen güya bir savunma stratejisi.
Daha kendileri bile dediklerine inanmazken!
Diğer
hâkimleri konuşturmayalım isterseniz.
Batıya
karşı amansız mücadele veren (!) ümmetin şahsıma hoşgörü gösterme konusunda
ikircikli davranmayacağından emin olduğumdan daha önce başka bir yerde
yazdıklarımı burada tekrarlamanın uygun olacağı kanısındayım. En azından savunu
yapacaklara bir yol haritası olsun kabilinden:
1. Hz.
Peygamber bundan 1400 yıl önce yaşamıştır. Bugünden bakıp on dört asır öncesini
yargılamaya değil, anlamaya ihtiyacımız vardır.
2. Hz.
Peygamber, Arap toplumunda yaşamıştır. Yeryüzündeki her ırkın farklı gelenek,
görenek, örf ve kültürü olduğu gibi, Arapların da kendilerine has millî
değerleri vardır. Araplardan Almanlar gibi, İngilizler gibi davranmalarını
beklemek bilimsellik bir yana aklın sınırlarının zorlanacağı bir beklentidir.
3. Hz.
Peygamber, Allah’ın elçisidir. Onun yaptıkları, kararları nübüvvet kimliğinden
soyutlanarak değerlendirilemez.
4. Hz.
Peygamber nübüvvet zincirinin son halkasıdır. Yapılan saldırılara diğer
peygamberlerden örnekler getirerek “bakın sizin kitabınızda da bu var”, “sizin
peygamberiniz de bunu yapmış” demek, suçlamayı peşinen kabul etmek, dahası
diğer peygamberleri de töhmet altında bırakmak demektir.
5. Hz.
Peygamber’in hayatında gizlenmesi gereken, açıklanamayacak hiçbir hâdise
yoktur.
6. Hz.
Peygamber’in hayatı bir bütündür. Onun hayatına dair herhangi bir parçayı
bütünden ayırarak üzerine inşa edilen bir tenkit ne kadar temelsizse aynı
yöntemle yapılacak bir savunu da o kadar temelsiz olacaktır.
7. Hz.
Muhammed, sadece peygamber olarak değil, bir insan olarak da saygı duyulması
gereken bir şahsiyettir. Güya tenkit yapma adına ona karşı kullanılan dilin
tahkir boyutunda olması nasıl kabul edilemez ise, böyle bir yaklaşımı ciddiye
alıp cevap vermeye çalışmak da aynı şekilde kabul edilemez.
8. Siyeri
doğru yazmaya çalışmak, birilerine cevap tekrarlamaktan daha evlâdır.
9. Hz.
Peygamber’in doğruları ancak doğru bir dil kullanılarak anlatılabilir. Batının
herhangi bir dilince Hz. Peygamber’e yöneltilen tenkide Türkçe cevap vermek bir
parça “körler sağırlar birbirini ağırlar” durumunu husule getirmektedir.
10. Hz.
Peygamber’in hayatı hakkında konuşmak, savunusuna girişmek ciddi bir iştir.
Hamasi ifadelerle, mantıksız, delilsiz tespitlerle, yeni metinler imal ederek
veya mevcutları tahrif ederek girişilecek bir savunu, tenkitten çok daha
zararlı ve yıpratıcı olacaktır.
Kesinlikle
haklısınız!
Ne
yani biri peygamberinize sövecek, hakaret edecek siz susacak mısınız?
Hele
bu gavursa!
Ben
mi?
Cennetinize
göz dikmiş bir işgüzarım!
Rahat
olunuz lütfen!
Bu
arada gavurlardan fırsat bulursanız, bir ara Allah’ın Elçi’sine gurmelik,
berberlik, siyasî propaganda yaptıranlara da el atarsınız değil mi?
0 yorum:
Yorum Gönder