30 Mart 2017 Perşembe

İslâm ve Şehir III: Medine

Prof. Dr. Adnan Demircan
Şehrin asıl adı Yesrib’dir.[1] Medine adı şehir manasına gelen bir cins ismidir ve Buhl’un ifadesine göre Arami dilinden alınmadır.[2] Yesrib adı Kuran’da bir defa geçer.[3]
Medine şehri başlangıçta, tam manasıyla bir şehir olmaktan ziyade, bahçeler ve ekilmiş tarlalarla çevrili ev ve kulübeler birliğiydi. Şehir sakinlerinin tek geçim kaynağı tarım idi. Bunun için bedeviler onları küçümsedikleri için Nebatiler diyorlardı. Ancak daha sonraları bu dağınık meskenler yavaş yavaş birleşti ve bir şehir manzarası aldı. Şehirde düşman saldırısı olduğu zaman iltica edilebilen küçük kaleler hisar yerini tutuyordu.[4]
Medine şehri, Arap yarımadasında nadir olan su bakımından zengin olmasıdır. Bununla birlikte suyun büyük bir kısmı içmeye elverişli değildir. Valiler şehrin kuzeyinde bulunan su menbalarından su taşımak için çeşitli çalışmalar yapmışlardır.[5] Medine toprağı tuzlu kum, kalker vekilden meydana gelen bir topraktır ve genellikle kuzey taraflar verimlidir. Hurma ağaçları çokça yetişir; portakal, limon, nar, muz, şeftali ve incir ağaçları ile bağlar da bulunur.[6]
Medine, eski zamanlarda Amalika kavminin yurduydu.[7] Onların dağılıp kaybolmasından sonra, M. Ö. VI. yüzyıl başlarında Kudüs’ün Babilliler tarafından işgali üzerine Hicaz’a gelen Yahudilerce iskân edilmişti.[8] Daha sonraki zamanlarda gelenlerle birlikte şehir sakinlerinin önemli kısmını meydana getiren Yahudiler, Benu Kurayza, Benu Nadir ve Benu Kaynuka olmak üzere üç kabileye ayrılıyorlardı. Buhl, Yahudilerin şehre muhaceretinden önceki bilgilerin mevsuk olmadığını söylemektedir.[9] Buradaki Yahudilerin bir kısmının İsrail oğullarından oldukları, bir kısmının ise Yahudileşmiş Araplardan meydana geldikleri ifade edilir.[10]
Yahudiler, Hayber ve Fedek gibi yerlerde hâkimiyetlerini sağlamışlarsa da Medine’de bunu yapamamışlardı. Çünkü Ma’rib seddinin yıkılmasından sonra Güney Arabistan’dan Kuzeye yapılan göçler neticesinde Medine’de Araplar hâkim olmuşlardı.[11]
İşte Kayle oğulları denilen iki kabile, Evs ve Hazrec kabilelerinden meydana gelen Arapların buraya gelişi daha geç dönemde, belki miladi II. veya III. yüzyılda olmuştu.[12]
Arapların şehre göç etmelerinden sonra bir süre sükûnet olmuşsa da Evs ve Hazrec kabilelerine mensup aileler arasındaki kavgalar huzuru bozmuştur.[13] Buas savaşından önceki savaşların çoğunda Hazrecliler galip gelmiş ve bu durum Evs kabilesini zayıflatmıştı.[14] Bu arada iki kardeş kabile arasındaki kavgalarda Yahudiler önce tarafsız kalmışlarsa da, daha sonra Bu’as savaşında Kurayza oğulları Evsliler’le ittifak yapmışlardır.[15] Onlar Mekke’ye giderek Kureyş’le ittifak yapmış, ancak Kureyşliler bu ittifakı kendi kavimlerinde erkeklerin kadınlara elle sarkıntılık yapabildiklerini söylemişler; buna Evsliler’in razı olmaması üzerine ittifak bozulmuştu.[16] Savaş başta Evsliler’in aleyhine gelişirken, neticede Hazrec’in hezimete uğramasıyla sonuçlandı. Abdullah b. Ubey, savaşa katılmış, fakat çarpışmalara iştirak etmemiş, Seare günü ise firar etmişti. Esasen bu tavrı onun Resulullah’ın hicretinden sonraki kararsız tutumuna benzemektedir.[17]
Şehirde Yahudi ve Araplardan başka sayıları elliyi aşmayan bir grup Hıristiyan da vardı.[18]
Şehirdeki Araplar başlangıçta müşrik idiler. Başlıca tanrıları Menat olup Lat’a da ibadet ederlerdi. Yahudilerin yanında yaşadıklarından, Yahudi dininin ve ahlaki fikirlerinin tesirinde kalmışlardı.[19] Bunu gösteren hususlardan birisi de Hz. Peygamberi kabul etmede Mekkelilerden daha çabuk karar ver olmalarıdır.
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde ilk yaptığı iş bir mescid, yani kuracağı toplumu idare edebileceği bir merkez inşa etmek olmuştur.[20] Hz. Peygamber, Kuba’ya ulaştığında da bir mescid inşa etmişti. Esasen o mescidi dünyevi ve uhrevi pek çok iş için kullanmaktaydı. Nitekim onun yaptığı ilk çalışmalar da bir ümmet kurma amacına yöneliktir.
Resulullah(s)’ın Medine’de çeşitli unsurlarla yaptığı anlaşmalardan sonra şehrin sınırlarını belirlediğini görüyoruz. Medine’nin haram bölge olduğuna dair Resulullah’tan birçok hadis nakledilmiştir. Bunlardan birisi, “İbrahim Mekke’yi haram bölge ilan edip ona dua etti. Ben de İbrahim’in Mekke’yi haram bölge ilan etmesi gibi Medine’yi haram bölge ilan ettim.” hadisidir.[21] Haram bölge kavramı, bir taraftan siyasi mana taşırken öte yandan çevrenin korunması anlamına da gelir.
Nitekim Hz. Peygamber, Medine’nin çevresinde 12 millik bir alanı koruma altına almıştı.[22] O, Medine’de ağaçların kesilmesini[23] ve orada avlanılmasını yasaklamıştır. Hatta Semhudi’den öğrendiğimize göre o bölgede avlanan kimse yakalandığında elbiseleri soyulup alınmak suretiyle cezaya da çarptırılıyordu.[24]
Hz. Peygamber, Benu Kaynuka’ bölgesinde bulunan çarşıyı gördükten sonra Medine çarşısını alışveriş yeri olarak tespit etmiştir.[25] Bir rivayete göre Hz. Peygamber Benu Sa’ide’nin mezarlığını onlardan isteyerek çarşı haline çevirmişti.[26] Muhtemelen Hz. Peygamber, bu tedbiri Yahudilerin elinde bulunan ticaret hayatında Müslümanların da söz sahibi olmasını sağlamak istemişti.
Resulullah’ın Yahudilerle yaptığı anlaşmalar, Bedir savaşından sonra Kaynuka’ oğulları ile Müslümanlar arasında, bir Müslüman kadının Kaynuka’ oğulları çarşısında alış-veriş yaptığı bir sırada örtüsünün açılmak istenmesi suretiyle hakarete uğraması ve bununla ilgili gelişmeler yüzünden bozuldu. Bu savaşta Kaynuka’ oğulları şehirden kovuldular. Uhud savaşında sonra da Nadir oğulları sürgün edildiler. Kurayza oğulları ise Hendek savaşından sonra, muhasara edilerek erkekleri öldürülmüş, kadın ve çocuklar ise esir edilmişti.
Resulullah(s), Mekke’yi fethettikten sonra da Medine’de ikamet etmeye devam etti. Resulullah(s) vefat ettikten sonra, Müslümanların liderliğini üstlenen Ebu Bekr ve ondan sonra gelen iki halife de Medine’de kalmayı yeğlediler. Hz. Ali ise ordusunun başında şehri terk ederek idare merkezi olarak Kufe’yi seçti. Muaviye’nin iktidarından sonra da Şam, hilafetin merkezi oldu. Böylece Medine’nin siyasi ehemmiyeti sona erdi.
Hz. Hasan’ın hilafet haklarından vazgeçtiğinde Medine’yi tercih etmesi, Hüseyin’in isyan ettiği sırada Medine’den ayrılarak Irak’a gitmesi, onun aile mensuplarının Medine’ye gönderilmesi bu dönemde Medine’nin sakin bir şehir olduğunu göstermektedir. Ancak Medinelilerin Yezid zamanında Abdullah b. Zubeyr’in tarafını tuttukları anlaşılmaktadır. Yezid’e biat etmek için Şam’a giden heyet, onun şarap içtiğini, namaz kılmadığını ve işret âleminde günlerini geçirdiğini ileri sürerek, Abdullah b. Hanzala’ya biat ettiler. Yezid, Muslim b. Ukbe komutasındaki bir orduyu Medine’ye gönderdi. Abdullah, Medine valisini ve Emevi ailesini şehirden çıkararak hendekler kazıyıp savaş için hazırlık yaptıysalar da neticede yenilgiye uğradılar.[27] Bu savaşta halkın Suriye askerlerinin tecavüzüne teslim edildikleri iddiasının iftira olduğu söylenmiştir.[28]
Abbasiler döneminde ehl-i beytten Abdullah’ın oğulları Muhammed ve İbrahim isyan etmişlerdi. Muhammed, şehrin etrafını kazdırarak savunma yaptıysa da halifenin akrabası olan İsa b. Musa’nın 4000 kişilik ordusuna karşı koyamayarak yenildiler (145/762-3). Bir süre sonra Hüseyin b. Ali, Abbasilere karşı başkaldırdı (169/726). Hüseyin, Medine’yi bir süre zalimane bir idare ile idare ettiyse de Mekke civarındaki Fahh savaşında öldürüldü.[29]
Bundan sonraki devirlerde şehir siyasi önemini yitirdi. Ancak Resulullah(s)’ın mezarının burada bulunmasından dolayı her zaman Müslümanların saygısını celb etti.




[1] Şehrın diğer isimleri için bk. Semhudi, Vefa’u’l-Vefa bi-Ahbari Dari’l-Mustafa, Beyrut (t.y.), I, 10-27; Muhammed b. Mahmud b. en-Neccar, ed-Durretu’s-Semine fi Tarihi’l-Medine, Mekke (t.y.), II, 323.
[2] Buhl, “Medine”, İ. A., VII, 459.
[3] Ahzab 33/13.
[4] Buhl, VII, 460.
[5] Buhl, VII, 459.
[6] Buhl, VII, 460.
[7] Semhudi, I, 159.
[8] Semhudi, I, 160-161; Çağatay, s. 95.
[9] Buhl, VII, 460.
[10] Buhl, VII, 460-461.
[11] Semhudi, I, 166 v.d.; Muhammed b. Mahmud b. en-Neccar, II, 325-326; Buhl, VII, 461.
[12] Çağatay, s. 95.
[13] Semhudi, I, 215.
[14] Semhudi, I, 215.
[15] Semhudi, I, 216.
[16] Semhudi, I, 216.
[17] Buhl, VII, 462.
[18] M. Hamidullah, “Hz. Peygamber Zamanında Medine’nin Sosyal Yapısı”, Çev.: İ. S, Sırma, İlim ve Sanat Dergisi, V. sayı, s. 66.
[19] Buhl, VII, 462.
[20] Bk. Semhudi, I, 270, 322-323.
[21] Semhudi, I, 89.
[22] Semhudi, I, 96-97. (Müslim’den)
[23] Semhudi, I, 96.
[24] Semhudi, I, 105-106.
[25] Semhudi, II, 747-748.
[26] Semhudi, II, 748.
[27] Bk. A. Önkal, “Abdullah b. Hanzale”, DİA, İstanbul 1988, I, 104-105.
[28] Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu. Çev.: F. Işıltan, Ankara 1963, s. 74; Buhl, VII, 466. İslam Tarihinde Harre olayı olarak bilinen sözkonusu olay hakkında geniş bilgi için bk. A. Önkal, “İslam Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İslami Araştırmalar, Cilt: 6, Sayı: 3, Ankara 1992, 193-197.
[29] Bk. Buhl, VII, 466-467.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar