Prof. Dr. Adnan Demircan
Şehrin asıl adı Yesrib’dir.[1]
Medine adı şehir manasına gelen bir cins ismidir ve Buhl’un ifadesine göre
Arami dilinden alınmadır.[2]
Yesrib adı Kuran’da bir defa geçer.[3]
Medine şehri başlangıçta, tam manasıyla bir şehir olmaktan ziyade,
bahçeler ve ekilmiş tarlalarla çevrili ev ve kulübeler birliğiydi. Şehir
sakinlerinin tek geçim kaynağı tarım idi. Bunun için bedeviler onları
küçümsedikleri için Nebatiler diyorlardı. Ancak daha sonraları bu dağınık meskenler
yavaş yavaş birleşti ve bir şehir manzarası aldı. Şehirde düşman saldırısı
olduğu zaman iltica edilebilen küçük kaleler hisar yerini tutuyordu.[4]
Medine şehri, Arap yarımadasında nadir olan su bakımından zengin
olmasıdır. Bununla birlikte suyun büyük bir kısmı içmeye elverişli değildir.
Valiler şehrin kuzeyinde bulunan su menbalarından su taşımak için çeşitli
çalışmalar yapmışlardır.[5]
Medine toprağı tuzlu kum, kalker vekilden meydana gelen bir topraktır ve
genellikle kuzey taraflar verimlidir. Hurma ağaçları çokça yetişir; portakal,
limon, nar, muz, şeftali ve incir ağaçları ile bağlar da bulunur.[6]
Medine, eski zamanlarda Amalika kavminin yurduydu.[7]
Onların dağılıp kaybolmasından sonra, M. Ö. VI. yüzyıl başlarında Kudüs’ün
Babilliler tarafından işgali üzerine Hicaz’a gelen Yahudilerce iskân edilmişti.[8]
Daha sonraki zamanlarda gelenlerle birlikte şehir sakinlerinin önemli kısmını
meydana getiren Yahudiler, Benu Kurayza, Benu Nadir ve Benu Kaynuka olmak üzere
üç kabileye ayrılıyorlardı. Buhl, Yahudilerin şehre muhaceretinden önceki
bilgilerin mevsuk olmadığını söylemektedir.[9]
Buradaki Yahudilerin bir kısmının İsrail oğullarından oldukları, bir kısmının
ise Yahudileşmiş Araplardan meydana geldikleri ifade edilir.[10]
Yahudiler, Hayber ve Fedek gibi yerlerde hâkimiyetlerini
sağlamışlarsa da Medine’de bunu yapamamışlardı. Çünkü Ma’rib seddinin
yıkılmasından sonra Güney Arabistan’dan Kuzeye yapılan göçler neticesinde
Medine’de Araplar hâkim olmuşlardı.[11]
İşte Kayle oğulları denilen iki kabile, Evs ve Hazrec kabilelerinden
meydana gelen Arapların buraya gelişi daha geç dönemde, belki miladi II. veya
III. yüzyılda olmuştu.[12]
Arapların şehre göç etmelerinden sonra bir süre sükûnet olmuşsa da
Evs ve Hazrec kabilelerine mensup aileler arasındaki kavgalar huzuru bozmuştur.[13]
Buas savaşından önceki savaşların çoğunda Hazrecliler galip gelmiş ve bu durum
Evs kabilesini zayıflatmıştı.[14]
Bu arada iki kardeş kabile arasındaki kavgalarda Yahudiler önce tarafsız
kalmışlarsa da, daha sonra Bu’as savaşında Kurayza oğulları Evsliler’le ittifak
yapmışlardır.[15]
Onlar Mekke’ye giderek Kureyş’le ittifak yapmış, ancak Kureyşliler bu ittifakı
kendi kavimlerinde erkeklerin kadınlara elle sarkıntılık yapabildiklerini
söylemişler; buna Evsliler’in razı olmaması üzerine ittifak bozulmuştu.[16]
Savaş başta Evsliler’in aleyhine gelişirken, neticede Hazrec’in hezimete
uğramasıyla sonuçlandı. Abdullah b. Ubey, savaşa katılmış, fakat çarpışmalara
iştirak etmemiş, Seare günü ise firar etmişti. Esasen bu tavrı onun
Resulullah’ın hicretinden sonraki kararsız tutumuna benzemektedir.[17]
Şehirde Yahudi ve Araplardan başka sayıları elliyi aşmayan bir grup
Hıristiyan da vardı.[18]
Şehirdeki Araplar başlangıçta müşrik idiler. Başlıca tanrıları
Menat olup Lat’a da ibadet ederlerdi. Yahudilerin yanında yaşadıklarından, Yahudi
dininin ve ahlaki fikirlerinin tesirinde kalmışlardı.[19]
Bunu gösteren hususlardan birisi de Hz. Peygamberi kabul etmede Mekkelilerden
daha çabuk karar ver olmalarıdır.
Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde ilk yaptığı iş bir mescid, yani
kuracağı toplumu idare edebileceği bir merkez inşa etmek olmuştur.[20]
Hz. Peygamber, Kuba’ya ulaştığında da bir mescid inşa etmişti. Esasen o mescidi
dünyevi ve uhrevi pek çok iş için kullanmaktaydı. Nitekim onun yaptığı ilk
çalışmalar da bir ümmet kurma amacına yöneliktir.
Resulullah(s)’ın Medine’de çeşitli unsurlarla yaptığı anlaşmalardan
sonra şehrin sınırlarını belirlediğini görüyoruz. Medine’nin haram bölge
olduğuna dair Resulullah’tan birçok hadis nakledilmiştir. Bunlardan birisi,
“İbrahim Mekke’yi haram bölge ilan edip ona dua etti. Ben de İbrahim’in
Mekke’yi haram bölge ilan etmesi gibi Medine’yi haram bölge ilan ettim.”
hadisidir.[21]
Haram bölge kavramı, bir taraftan siyasi mana taşırken öte yandan çevrenin
korunması anlamına da gelir.
Nitekim Hz. Peygamber, Medine’nin çevresinde 12 millik bir alanı
koruma altına almıştı.[22]
O, Medine’de ağaçların kesilmesini[23]
ve orada avlanılmasını yasaklamıştır. Hatta Semhudi’den öğrendiğimize göre o
bölgede avlanan kimse yakalandığında elbiseleri soyulup alınmak suretiyle
cezaya da çarptırılıyordu.[24]
Hz. Peygamber, Benu Kaynuka’ bölgesinde bulunan çarşıyı gördükten
sonra Medine çarşısını alışveriş yeri olarak tespit etmiştir.[25]
Bir rivayete göre Hz. Peygamber Benu Sa’ide’nin mezarlığını onlardan isteyerek
çarşı haline çevirmişti.[26]
Muhtemelen Hz. Peygamber, bu tedbiri Yahudilerin elinde bulunan ticaret
hayatında Müslümanların da söz sahibi olmasını sağlamak istemişti.
Resulullah’ın Yahudilerle yaptığı anlaşmalar, Bedir savaşından
sonra Kaynuka’ oğulları ile Müslümanlar arasında, bir Müslüman kadının Kaynuka’
oğulları çarşısında alış-veriş yaptığı bir sırada örtüsünün açılmak istenmesi
suretiyle hakarete uğraması ve bununla ilgili gelişmeler yüzünden bozuldu. Bu
savaşta Kaynuka’ oğulları şehirden kovuldular. Uhud savaşında sonra da Nadir
oğulları sürgün edildiler. Kurayza oğulları ise Hendek savaşından sonra,
muhasara edilerek erkekleri öldürülmüş, kadın ve çocuklar ise esir edilmişti.
Resulullah(s), Mekke’yi fethettikten
sonra da Medine’de ikamet etmeye devam etti. Resulullah(s) vefat ettikten
sonra, Müslümanların liderliğini üstlenen Ebu Bekr ve ondan sonra gelen iki
halife de Medine’de kalmayı yeğlediler. Hz. Ali ise ordusunun başında şehri
terk ederek idare merkezi olarak Kufe’yi seçti. Muaviye’nin iktidarından sonra
da Şam, hilafetin merkezi oldu. Böylece Medine’nin siyasi ehemmiyeti sona erdi.
Hz. Hasan’ın hilafet haklarından vazgeçtiğinde Medine’yi tercih
etmesi, Hüseyin’in isyan ettiği sırada Medine’den ayrılarak Irak’a gitmesi,
onun aile mensuplarının Medine’ye gönderilmesi bu dönemde Medine’nin sakin bir
şehir olduğunu göstermektedir. Ancak Medinelilerin Yezid zamanında Abdullah b.
Zubeyr’in tarafını tuttukları anlaşılmaktadır. Yezid’e biat etmek için Şam’a
giden heyet, onun şarap içtiğini, namaz kılmadığını ve işret âleminde günlerini
geçirdiğini ileri sürerek, Abdullah b. Hanzala’ya biat ettiler. Yezid, Muslim
b. Ukbe komutasındaki bir orduyu Medine’ye gönderdi. Abdullah, Medine valisini
ve Emevi ailesini şehirden çıkararak hendekler kazıyıp savaş için hazırlık
yaptıysalar da neticede yenilgiye uğradılar.[27]
Bu savaşta halkın Suriye askerlerinin tecavüzüne teslim edildikleri iddiasının
iftira olduğu söylenmiştir.[28]
Abbasiler döneminde ehl-i beytten Abdullah’ın oğulları Muhammed ve
İbrahim isyan etmişlerdi. Muhammed, şehrin etrafını kazdırarak savunma yaptıysa
da halifenin akrabası olan İsa b. Musa’nın 4000 kişilik ordusuna karşı
koyamayarak yenildiler (145/762-3). Bir süre sonra Hüseyin b. Ali, Abbasilere
karşı başkaldırdı (169/726). Hüseyin, Medine’yi bir süre zalimane bir idare ile
idare ettiyse de Mekke civarındaki Fahh savaşında öldürüldü.[29]
Bundan sonraki devirlerde şehir siyasi önemini yitirdi. Ancak
Resulullah(s)’ın mezarının burada bulunmasından dolayı her zaman Müslümanların
saygısını celb etti.
[1] Şehrın diğer
isimleri için bk. Semhudi, Vefa’u’l-Vefa bi-Ahbari Dari’l-Mustafa, Beyrut
(t.y.), I, 10-27; Muhammed b. Mahmud b. en-Neccar, ed-Durretu’s-Semine fi
Tarihi’l-Medine, Mekke (t.y.), II, 323.
[18] M. Hamidullah,
“Hz. Peygamber Zamanında Medine’nin Sosyal Yapısı”, Çev.: İ. S, Sırma, İlim ve
Sanat Dergisi, V. sayı, s. 66.
[28] Wellhausen, Arap
Devleti ve Sukutu. Çev.: F. Işıltan, Ankara 1963, s. 74; Buhl, VII, 466. İslam
Tarihinde Harre olayı olarak bilinen sözkonusu olay hakkında geniş bilgi için
bk. A. Önkal, “İslam Tarihçiliğinde Tarafsızlık Problemi”, İslami Araştırmalar,
Cilt: 6, Sayı: 3, Ankara 1992, 193-197.
0 yorum:
Yorum Gönder