Prof. Dr. Âdem
APAK
GİRİŞ
Hz. Ömer, Kureyş kabilesinin Adiyoğulları sülalesine mensuptur.
Hz. Peygamber’den (sav) 13 yıl sonra Mîlâdî 584 yılında doğmuştur. İslâm öncesi
dönemde onun kabilesi olan Benî Adiy’in, Mekke’nin dış ilişkiler sorumluluğunu
üstlenmesi sebebiyle kendisi de zaman zaman Kureyş adına Mekke elçisi olarak
görev yapmıştır.[1]
Hz. Ömer (ra) 27 yaşında iken Müslüman oldu. Hz. Ömer’in (ra) İslâm’a girişi diğer mazlum
Müslümanlara büyük güç ve cesaret vermiştir. Zira bu andan itibaren
Müslümanlar, Kâbe’de açıktan ibadet etmeye
başlayabilmişlerdir. Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber’den (sav) önce Medine’ye hicret etmiştir. Burada Allah Rasûlü
(sav) kendisini Ensâr’dan Uveym b. Sâide (ra) ile kardeş saymıştır.[2]
Hz. Ömer (ra), hicretten sonra Hz. Peygamber’in (sav)
siyasî ve askerî faaliyetlerinin tamamında yer almıştır. Mekke’nin fethinde aktif görev alan Hz. Ömer (ra), fetih sonrasında Hz. Peygamber’in (sav)
emriyle kadınlardan biat alma görevini yerine getirmiştir. Fethin hemen
ardından gerçekleştirilen Huneyn Gazvesinin başlangıcında Müslüman ordunun
bozguna uğradığı sıradaki kargaşa ortamında Allah Rasûlü’nü (sav) en yakından
koruyan sayılı şahıslar arasında da yerini almıştır.
Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra
da Müslümanların siyasî ve askerî ve idarî faaliyetlerinde etkin rol almıştır. Nitekim
Hz. Peygamber’den (sav) sonra Müslüman toplumun en önemli dahilî krizi olarak
kabul edilen hilâfet meselesinde gösterdiği üstün gayretle Müslümanların
bölünmesinin ve toplumun siyasî kaosa sürüklenmesinin önünü kesmiş, Hz. Ebû
Bekir’in (ra) halîfe seçilmesinde ve
ardında onun Müslümanların tamamından biat almasında özel gayret göstermiştir.
İlk halîfe dönemindeki idarî faaliyetlerde de etkin rol oynayan Hz. Ömer (ra)
devlet başkanı yardımcısı sıfatıyla görev yapmak suretiyle o dönemin
politikalarında söz sahibi olmuştur.[3]
A.
HALİFE
SEÇİLMESİ
Hz. Ebû Bekir, Hicretin 13. yılı Cemâziyelâhir
ayının başlarında (M. 634 yılı Ağustos) rahatsızlandı. Hastalığının vefat ile
sonuçlanması ihtimaline karşılık kendisinden sonraki halîfeyi belirlemeye karar
verdi. Bu görev için en uygun aday olarak Hz. Ömer’i düşünüyordu. Niyetini ilk önce
yakın danışmanlarından Abdurrahman b. Avf’a açıkladığında, muhatabı bu konuda
en isabetli kararı halîfenin vereceğine inandığını söylemekle birlikte, Hz.
Ömer’in sert mizaçlı olmasından dolayı tereddütlerinin olduğunu bildirdi. Hz.
Ebû Bekir ise, onun sertliğinin kendisinin yumuşaklığından kaynaklandığını,
görevi üstlendiği zaman daha itidalli ve soğukkanlı hareket edeceğini bildirdi.
Halîfe bu konuyu Hz. Osman’a açtığında, ondan görev için en
isabetli kişinin Hz. Ömer olduğu kanaatini aldı.[4]
Hz. Ebû Bekir Muhâcir önderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra
Müslüman toplumun diğer önemli kanadını oluşturan Ensâr’ın düşüncesini de öğrenme ihtiyacı
duydu. Bu amaçla istişare yaptığı Evs reislerinden Üseyd b. Hudayr, Hz. Ömer’in halîfeliğine onay
vereceklerini bildirdi. Diğer taraftan Ömer b. Hattâb’ın halîfeliğe
getirileceği duyumunu alan başka bazı sahâbîler, onun sert mizacıyla ilgili
olarak endişelerini dile getirdiler. Hatta bir kısmı bu konuda Allah’a ne cevap
vereceğini söyleyerek Hz. Ebû Bekir’e sorumluluğunu hatırlattıklarından
onlara şu karşılığı verdi: "Siz beni Allah ile mi korkutuyorsunuz?
Sizin işinizde zerre kadar haksızlık etmiş olan hüsrana uğrasın. Rabbime
kavuştuğum zaman, ‘Allah'ım onlar üzerine kullarının en iyisini halef tayin
ettim’ derim".[5]
Hz. Ebû Bekir yaptığı görüşmeler
sonucunda teklifinin genel kabul gördüğü kanaatini aldıktan sonra katibi Hz.
Osman’a şu ahitnameyi yazdırdı:
“Bu, Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe’nin
dünyadan ayrılırken son deminde, ahirete giderken ilk anında, kâfirin iman
ettiği, günahkârın tevbe ettiği ve yalancının doğru söylediği bir anda yaptığı
ahiddir. Ben, kendimden sonra Ömer b. Hattâb’ı tayin
ettim. Onu dinleyip itaat ediniz. Ben bununla Allah’a, Rasûlü’ne ve dinine, kendime
ve size iyilik dilemiş bulunuyorum. Adil davranırsa ne âlâ, ki benim ondan
umduğum ve beklediğim budur. Aksi hareket ederse, herkes yaptığının cezasını
görür. Ben iyilik istiyorum. İleride ne olur onu bilemem. Zalimler neye
uğrayacaklarını bilecekler. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.”[6]
Hz. Ebû Bekir’in tasdik ettiği
ahitname Hz. Osman tarafından ilân edildi. Halîfe, kararın
tebliğinden sonra yanında toplananlara kendisine akraba olmayan bir kişiyi
yerine tayin ettiğini, ona itaat etmelerini, zira bu konuda kendisinin elinden
gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını söyledi. Bunun üzerine orada hazır
bulunanlar vasiyete uyacakları konusunda halîfeye söz verdiler.[7] Hz. Ebû
Bekir kararın ilânından sonra halefi Hz. Ömer’i çağırarak şu tavsiyelerde
bulundu:
“Ben seni geride bıraktıklarıma
bakarak yerime geçirdim. Rasûlüllah’a çokça arkadaşlık ettim. Gördüm ki, o bizi
daima kendisine, ehlimizi de ehline tercih ederdi. O derece ki, onun bize
verdiklerinden artanları tekrar biz onun ehline hediye ederdik. Sen de bana
arkadaşlık ettin. Benim daima benden öncekilerin izini takip ettiğimi gördün.
Ben asla hak yoldan sapmadım. Ey Ömer, senin kaçınmanı istediğim işlerin ilki,
nefsinin arzularına uymandır. Çünkü her nefsin bir şehevî arzusu vardır. Onu
yerine getirdiğin vakit daha başkasını istemekte ısrar ve inat eder.
Rasûlüllah’ın ashâbından şu karınları şişmiş, gözleri dünyaya tamah
etmiş,sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kimselere karşı dikkatli olmanı,
onları korkutmanı, kendinin de korkmanı istiyorum. Şüphesiz, onlardan birisinin
bir hataya düşmesi hayreti mucibdir. Sakın hayret edenlerden olma. Bil ki, sen
Allah’tan korktuğun müddetçe onlar da senden korkacaklardır. Sen doğru olduğun
müddetçe onlar da senin yolunda doğruluğa devam edeceklerdir. Vasiyetim budur.
Selamlarımı sunarım.”[8]
B.
SOSYAL
ADALET ANLAYIŞI
Hz. Ömer’in toplumsal adaleti temin anlayışının
en önemli yansıması tebaası durumunda olanların zarara uğramaması konusundaki
aşırı hassasiyetidir. Nitekim Müslümanlardan toplanmış zekât hayvanları
arasında semiz bir koyun gördüğü zaman “sahipleri bunu gönül rızasıyla
vermemiştir. İnsanların mallarını gasp etmeyiniz. Onların üzerlerine
titredikleri malların ve hayvanların en iyilerini almayınız” sözleriyle
memurlarını uyarmıştır.[9] Hz.
Ömer’in bu konudaki hassasiyeti sadece Müslüman halkla sınırlı olmayıp, idaresi
altında yaşayan farklı din mensuplarının haklarına da şamildir. Halîfe bu
hassasiyeti sebebiyle Cezîre bölgesinde valiliklerini tamamlayan Huzeyfe b.
Yemân ile Osman b. Huneyf, görevleri esnasında harac ve cizye
toplarken adaletsizlik yapıp yapmadıkları konusunda hesaba çekmiştir.[10]
Ayrıca Sevâd arazisinde yaşayan halka fazla harac
yüklememek amacıyla, kendilerine geçmişteki idarecilerine ne kadar vergi
ödediklerini sormuş, aldığı bilgiye göre onları daha az miktarda haracla
sorumlu tutmuştur.[11]
Kaynakların aktardığına göre Hz.
Ömer, fakirlikten dolayı dilenen bir
Yahudiye bir miktar yardım yapmış, Beytülmal görevlisine de gençliğinde cizyesini aldıkları
bu insanları yaşlılıklarında perişan vaziyette bırakmalarının doğru olmadığını
söyleyerek bu gibi şahıslardan verginin kaldırılmasını istemiştir.[12]
Horasan topraklarındaki zimmîlerin Müslümanlarla
yaptıkları anlaşmaları sürekli olarak bozmalarından şüphelenen halîfe, bu
hadiselerin onlara adaletsizlik yapılmış olmasından kaynaklanabileceği
düşüncesiyle bölgedeki komutanları bu konuda hesaba çekmiştir.[13]
Benzer hassasiyetle Şam ordusu tarafından ekinlerine zarar verilen gayr-i müslim
bir köylünün zararı halîfe tarafından derhal tazmin edilmiştir.[14] Hz.
Ömer, vefatı esnasında kendisinden
sonraki halîfeye zimmîleri emanet olarak bıraktığını söylemiş[15], onların haklarının
korunmasını istemiş, ayrıca onların can ve mallarının emniyeti uğrunda
gerekirse savaşılmasını, onlara güçlerinin üstünde borç yüklenmemesini tavsiye
etmiş, cizyelerini ödeyemeyenlerden bunun zorla alınmasını, ödeyemedikleri
takdirde de cezalandırılmalarını yasaklamıştır.[16] Zimmîler halîfenin
kendilerine karşı gösterdiği bu vefakârlık ve iyi muamele karşısında Müslüman
askerlerin düşman ordularına karşı üstün gelmesi için yardımcı olmuşlardır.
Onlar ayrıca daha fethedilmemiş bulunan Rum beldelerine casuslar göndererek oralardaki
düşman birlikleri hakkında Müslüman komutanlara bilgi sağlamışlardır.[17]
Dolayısıyla Müslüman fetihlerin hızlı ve başarılı neticelenmesinde zimmîlerin
doğrudan veya dolaylı katkılarını unutmamak gerekir. Netice itibariyle
zimmîleri Müslümanlar için adeta yardımcı kuvvet haline getiren amillerin
başında Hz. Ömer’in onlara karşı sergilediği insanca
muameleyi göstermek mümkündür.[18]
Hz. Ömer’in toplumsal adaleti esas
almasının önemli delillerinden biri de gerek Nil deltası, gerekse Irak fetihleri sonucunda ele
geçirilen toprakları sadece savaşan gazilere dağıtmayıp, bunları toplumun
tamamının malı kabul etmesi, gelecek nesiller de dahil olmak üzere bütün
ümmetin bu arazilerde hak sahibi olduğuna hükmetmesidir. Halîfe Irak fethinden sonra bölge genel valisi Sa‘d b. Ebû
Vakkâs’a yazdığı mektupta bu düşüncesini
açıkça ortaya koymuştur:
“Anlattığına göre halk senden elde
ettikleri ganimetleri ve Allah’ın fey olarak ihsan ettiği malları aralarında
taksim etmeni istemişler. Benim mektubum sana ulaşınca, mal, hayvan ve eşya
olarak insanların sana celbettikleri ganimetleri topla. Bunları Müslümanlardan
hazır bulunanlara bölüştür. Arazi ve nehirleri işleyicilerine bırak ki,
bunların gelirleri umum Müslümanların maaşlarına dahil olsun. Çünkü eğer sen
arazi ve nehirleri halen orada bulunanlara taksim edersen, onlardan sonra
geleceklere bir şey kalmaz..”.[19]
Halîfe bu gerekçeden yola çıkarak fethedilen bölgelerin topraklarını gazilere
taksim etmek yerine, onlara elde edilen gelirlerden maaş vermeye başlamış,[20],
gerekçe olarak da bu toprakların Müslümanların ortak malı olduğunu, Yemen’de bulunan bir çobanın dahi
buralarda hakkının bulunduğunu söylemiştir.[21] Halîfe Irak topraklarının fethinden sonra bizzat kendisine
gelip bu araziyi askerlere dağıtılması konusunda ısrar edenlere de “sizden
sonra gelecek Müslümanlara ne kalacak? Ayrıca ben eğer bu toprakları aranızda
taksim edersem, suları konusunda aranızda bozgunculuk baş göstereceğinden
korkuyorum” cevabını vermiştir.[22] Hz. Ömer, bu statüdeki arazilerin alım
satımını da kesinlikle yasaklamıştır.[23]
Hz. Ömer’i fethedilen araziyi
askerlere dağıtmama kararı almaya sevk eden asıl sebep, Arapları mücahit, asker
bir ümmet yapma ve onları ziraatten uzak tutma isteğiydi. Halîfe bu icraatıyla
aynı zamanda toplumun ihtiyacını karşılamak için sabit malî gelirler teminine
de çalışıyordu. Eğer toprağı fatihler arasında paylaştırırsa ondan sonra
gelecek nesillere verecek bir şey kalmayabilirdi. Ayrıca Hz. Ömer’in
Müslümanların, toprak ve su konusunda kendi aralarında ihtilâfa düşmelerinden
de endişe ediyordu. Halîfenin bu icraatında çevreyi merkeze
bağlamak ve birleşik bir büyük devlet oluşturmak hedefi de unutulmamalıdır.[24]
İmam Ebû Yûsuf, Hz. Ömer’in fetihler sonucunda ele
geçirilen toprakların fatihlere taksim edilmeyip bütün Müslümanların ortak malı
sayılması kararının isabetli bir görüş olduğunu şu sözleriyle destekler:
“Hz. Ömer’in fatihlere arazileri
taksim etmemiş olması, Allah’ın kendisine ihsan ettiği bir başarıdır. Bu
davranışından doğan hayır, bütün Müslümanlara aittir. Yine onun arazileri
dağıtmayıp vergi alması ve toplanan vergileri Müslümanlar arasında taksim
etmesi, cemiyete ait umumî faydadır. Zira bu arazilerin gelirleri eğer
atıyyeler ve masraflarda kullanılmak üzere halka vakfedilmemiş olsaydı, kaleler
korunamaz, ordular cihad için yola çıkamazdı. Masrafları ve diğer askerî
ihtiyaçları temin edilen ordular bulunmasaydı, ehl-i küfrün İslâm beldelerine
avdet etmelerine mani olunamazdı.”[25]
Hz. Ömer’in idare anlayışında,
toplum bütününe göre tek tek şahısların varlığı ve önemi ikinci plânda
kalıyordu. Başka bir ifadeyle halîfe şahıs menfaati değil, daha ziyade
toplumsal menfaat ve faydaya ehemmiyet veriyordu. Bu kanaati doğrultusunda
halîfe gerek Irak, gerekse Suriye cephesindeki savaşlarda efsane haline gelen ve
yenilmez asker olarak görülmeye başlayan Hâlid b. Velîd’i görevden alıp yerine Ebû Ubeyde’yi tayin etmiştir.[26] “Hâlid
bilmelidir ki, Müslümanları muzaffer kılan Hâlid’in kendisi değil, Allah’tır.
Bunun anlaşılması için onu azlettim”[27] “Herkes onu alabildiğine
gözünde büyütmüş ve her şeyi ondan zannetmek gibi bir duruma düşmüştü. Ben de
her şeyi ondan varsaymalarından korkmaya başlamıştım, halkın her şeyi yapanın
Allah olduğunu bilmelerini ve fitneye düşmemelerini istedim”[28]
demek suretiyle komutanını görevden alma gerekçesini açıklamış, yerine tayin
edilen Ebû Ubeyde başarılı olunca da, “bazı kimseler, zafer kazanılmasaydı,
‘Hâlid olsaydı kazanılacaktı’ diyeceklerdi. Halbuki zaferi kazanan Hâlid
değildir, zafer Allah’ın bir ihsanıdır”[29] sözleriyle de başarının
şahıslara yüklenmesinin yanlışlığını, başarının ancak Allah’ın yardımı yanında
toplumun birliği ve dayanışmasıyla gerçekleşeceğini vurgulamıştır.
Yönetimde toplum öncelikli bir
anlayış benimseyen Hz. Ömer, idaresi boyunca halka adalet ve
merhametle muamele ederken, buna karşılık onları idare eden bürokratlarına ise
son derece sert davranmıştır.[30] Bu
sebeple yöneticilerini bazen halkın huzurunda ağır dille azarlarken, sıradan
bir insanın şahsına karşı haksız da olsa suçlama ve tenkidini büyük bir
müsamaha ve olgunlukla karşılamıştır. Halîfe halkın kendisine yaptığı
tenkitlere cevap vermek suretiyle kendisini savunmuş, ayrıca yönetimini
eleştirenlere teşekkürü de ihmal etmemiştir.[31]
Halka
karşı şefkatle davranan halîfe, aynı konuda yöneticilerini de uyarmıştır:
“Ey
çobanlar, biliniz ki Allah katında idarecinin yumuşaklık ve şefkatinden daha
sevgili ve faydası daha fazla olan bir özelliği yoktur. Biliniz ki, her kim
emri altında bulunanları iyilik ve afiyet ile tutarsa ondan daha fazlası
kendine verilir.[32] Ben sizi cabbarlar ve
zalimler olmanız için değil, ancak kendilerine tabi olunan kişiler olmanız için
gönderiyorum. Müslümanları dövmeyiniz. Aksi halde onları zillete düşürürsünüz.
Onları lüzumundan fazla da övmeyiniz, bu durumda onları şımartmış olursunuz.
Haklarına mani olmayınız, böyle davranırsanız onlara zulmetmiş olursunuz.
Müslümanların haklarını kendilerine zamanında veriniz.”[33]
Hz.
Ömer, valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye de “Allah katında
idarecilerin en mesudu, varlığı ile idare ettikleri saadete eren kimsedir.
İdarecilerin en kötüsü ise yönettiklerinin şikayetine sebep olan kimsedir.
Kötülük etmekten ve dalâlete düşmekten son derece sakın”[34]
tavsiyeleriyle halka karşı benimsemesi gereken yolu göstermiştir. Ebû Yûsuf’un rivayetine göre Hz. Ömer, halkı gözetmeyen, hastaları
ziyaret etmeyen, zayıf ve kimsesizleri huzuruna kabul etmeyen valilerini
görevinden azletmiştir.[35]
Vilayet binasına kapı yaptıran Kûfe Valisi Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ı halk ile arasına engel koyduğu
gerekçesiyle kınayan halîfe, teftiş heyeti başkanı Muhammed b. Mesleme’yi görevlendirerek bu kapının
yakılmasını sağlamıştır.[36]
Halîfenin halka son derece şefkatle
muamelede bulunurken, yöneticilerine sert davranmasının ardında, şüphesiz
insanların devlete olan itimadını daim kılma hassasiyeti yatmaktadır. Bu amaçla
halîfe zaman zaman valisini mağdur edecek siyasî kararlar almaktan çekinmemiş,
kendisi de bu politik tercihini “Bu yola başvurmaktan ben de hoşlanmıyorum”
sözleriyle açıklamıştır. Halîfe bu anlayışı sebebiyle Mısır valiliği esnasında hakkında aşırı mal edindiği
iddiaları yayılan Amr b. Âs’ın malının yarısını müsadere
ettirmiş[37],
aynı ithama maruz kalan Şam bölge komutanı Hâlid b. Velîd’i görevden aldıktan sonra onun da
malının yarısını hazineye kaydetmiştir.[38] Benzer şekilde halk
arasında iyi namaz kıldırmadığı şeklindeki dedi-kodu yayılınca Sa‘d b. Ebû
Vakkâs’ı görevden almıştır.[39] Hz.
Ömer, zaman zaman toplumun itimadını kaybettiğini düşündüğü valisine de
görevden el çektirmiştir. Nitekim Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ın yerine Kûfe valiliğine getirdiği Ammâr b. Yâsir’i, şehir sakinlerinin “zayıf bir
idareci, siyasetten anlamıyor” şikayetleri sebebiyle kısa süre sonra
azletmiştir.[40] Hz.
Ömer’in bu ve benzeri uygulamalarında
valilerini mağdur ettiği düşüncesi akla gelebilir. Ancak halîfenin, toplumun
idareye olan güvenini birinci derecede önemsemesi, bazen bu tür mağduriyetleri
kaçınılmaz hale getirmiştir. Hz. Ömer’in bu ve benzeri icraatını hukukî değil,
toplum menfaati adına siyasî kararlar olarak görmek gerekir. Böyle olduğu içindir
ki, Hz. Ömer, Kûfe valisi Sa‘d’ı görevden almasının ardından onu hıyaneti veya
acizliği sebebiyle azletmediğini açıkça ifade etmiş, kendisinden sonra halîfe
olacak şahsa da onu tekrar eski görevine getirmesini vasiyet etmek suretiyle
eski valinin itibarının iadesini sağlamayı da ihmal etmemiştir.[41]
SONUÇ
Hz. Ömer’e göre idarenin öncelikli görevi
toplumun güvenliği ile haklarını koruma ve adaleti temin etmekti. Halîfe,
yönetimde toplum öncelikli halkçı bir anlayışı benimsediği için, halkın hak ve
menfaatini her şeyin üstünde tutardı. “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu
Ömer’den sorar diye korkarım”[42]sözü, onun sorumluluk duygusunun
boyutunu ve adalet anlayışını açıkça ortaya koyar. Bu sebepledir ki Hz. Ömer, fetihlere
iştirak eden orduların güvenliklerine önem vermiş, bilhassa askerin hayatını
tehlikeye atacak maceralara girilmesine kesinlikle müsaade etmemiştir. Nitekim
kendisinden habersiz olarak ve tedbir almadan Bahreyn üzerinden Fars topraklarına asker çıkaran,
sonuçta ordusunu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getiren bölge valisi A‘lâ
b. Hadramî’yi görevinden azletmiştir.[43]
Halîfe, İran cephesinde gerçekleşen Celûla savaşının ardından kaçan düşman askerlerinin
takibi için izin isteyen Ka‘ka‘a b. Amr’a şu cevabı vermiştir: “keşke
Sevâd ile İran dağları arasında bizim onların yanına
geçmemize, onların da bizim tarafa geçmelerine engel olan ateşten bir set
olsaydı. Bize Sevâd’ın geliri yeter, ben Müslümanların güvenliğini, elde
edilecek ganimete tercih ederim”.[44]
Nihavend savaşı komutanı Numan b. Mukarrin’e de Müslümanlardan bir kişinin
kendisi için elde edilecek 100 bin dinardan daha kıymetli olduğunu söyleyen Hz.
Ömer, komutanını askerleri bir maceraya
sürüklememesi konusunda uyarmıştır.[45] Bu hassasiyeti dolayısıyla
Muaviye’nin Kıbrıs üzerine düzenlemeyi düşündüğü sefer, halîfe
tarafından veto edilmiştir.[46]
[1] İbn
Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII,
Beyrut ts. (Dâru Sâdır), III, 265-266; İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma‘riteti’l-Ashâb, I-IV, Kâhire ts. (Dâru Nehdati
Mısr), III, 1145.
[2] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye,
(thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., II,
150-152; İbn Sa’d, III, 272; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf,
I, (thk. Muhammed Hamidullah),
Jerusalem, 1963, I, 270-271.
[3] Buhârî,
Fedâil, 5; Müslim, Hudûd, 15; İbn Hişâm, IV, 310.
[4] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, (thk. Kusay Muhibbuddîn el-Hatîb), Kahire 1396, s.
12; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk,
(thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân), III,
428; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih,
I-IX, Beyrut 1986, II, 291-292.
[5] İbn
Sa‘d, et-Tabakât, III, 274; Taberî, Tarih, III, 433; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, II, 292.
[6] Taberî,
Tarih, III, 429; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 292.
[7] Taberî,
Tarih, III, 428; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 292.
[8] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 12; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 199-200.
[9] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s.89.
[10] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 40, 51-52.
[11] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s.41.
[12] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 136.
[13] Taberî,
Tarih, IV, 78, 89; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 385.
[14] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 129.
[15] Buhârî,
Ahkâm 51, Cizye ve’l-Muvâdea 3; Müslim, İmâret 12;
Tirmizî, Fiten 48; Ebû Dâvûd Harâc 8. Hz. Peygamber (sav) de bu
konuda “Kim anlaşmalı (zimmî) bir insanı öldürürse o kişi cennetin kokusunu
alamaz” buyurmuşlardır. (Buhârî, Diyât 30)
[16] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 135-136.
[17] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 149.
[18] Bu
konuda bk. Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul
1989.
[19] Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 26;
Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (thk.
Abdullah Enis et-Tübbâ-Ömer Enis et-Tübbâ), Beyrut 1987, s. 370-371.
[20] Halîfe’nin
bu konuda ashâb ile yaptığı görüşmeler hakkında bk. Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc,
s. 25-29.
[21] Buhârî,
Hars ve’l-Müzâraa 13, Meğâzî 38; Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc,
s. 50; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 300.
[22] Belâzürî,
Futûhu’l-Buldân, s. 375; Taberî, Tarih, IV,31-34.
[23] Ebû Ebeyd Kâsım b. Selâm, Kitabu’l-Emvâl,
(thk. Muhammed Amâre), Kahire 1989, 157.
[24] Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi,
(çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991, s. 101.
[25] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 29. Hz. Ömer’in sosyal devlet uygulaması
hakkında geniş bilgi için bk. Tanrıverdi, Hasan, “Hz. Ömer Dönemi Sosyal Devlet
Uygulamaları Üzerine Bir İnceleme”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, c. 16,
sy. 4, Ankara 2003, s. 672-677; Çelik, Hüseyin, “Fey ve Ganimet Ayetleri
Çerçevesinde Hz. Ömer’in Sevad Arazisi Hakkındaki Uygulamasının
Değerlendirilmesi”, KMSİİFD, 2010, cilt: VIII, sy. 15, s. 75-100.
[26] Hâlid
b. Velîd’in görevinden alınmasıyla ilgili değerlendirmeler için bk. Fayda,
Mustafa, Hâlid b. Velîd, İstanbul 1992, s. 423-442.
[27] İbn
Sa‘d, et-Tabakât, III, 284; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 344.
[28] Taberî,
Tarih, III, 601, IV, 68; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 375-376.
[29] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 160.
[30] Taberî,
Tarih, IV, 207.
[31] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 13.
[32] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 13.
[33] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 124-125; Taberî, Tarih, IV, 203-204.
[34] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 16.
[35] Ebû
Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 126.
[36] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, 391; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II, 369. Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirmeler için bk. Güzel, Ahmet,
“Hulefâ-i Râşidîn Dönemi’nde Halîfelerin Halkla İlişkileri”, İSTEM, yıl:
3, sy. 6, Konya 2005, s. 245-264.
[37] Belâzürî,
Futûhu’l-Buldân, s. 308; İbn
Abdirabbih, el-Ikdu’l-Ferîd, I, 47-48.
[38] Taberî,
Tarih, III, 437.
[39] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, 391.
[40] Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, 393; Taberî, Tarih,
IV, 163-164; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 16.
[41] İbn
Sa‘d, et-Tabakât, III, 339, 360; Taberî, Tarih, IV, 244.
[42] İbn
Sa‘d, et-Tabakât, III, 305; Taberî, Tarih, IV, 202-203.
[43] Taberî,
Tarih, IV, 79-83; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 376-378.
[44] Taberî,
Tarih, IV, 28, 79.
[45] Taberî,
Tarih, IV, 115.
[46] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 285; Taberî,
Tarih, IV, 258-259; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 48.
0 yorum:
Yorum Gönder