4 Mart 2017 Cumartesi

Hz. Ömer’in Sosyal Adalet Anlayışı

Prof. Dr. Âdem APAK
GİRİŞ
Hz. Ömer, Kureyş kabilesinin Adiyoğulları sülalesine mensuptur. Hz. Peygamber’den (sav) 13 yıl sonra Mîlâdî 584 yılında doğmuştur. İslâm öncesi dönemde onun kabilesi olan Benî Adiy’in, Mekke’nin dış ilişkiler sorumluluğunu üstlenmesi sebebiyle kendisi de zaman zaman Kureyş adına Mekke elçisi olarak görev yapmıştır.[1]
Hz. Ömer (ra) 27 yaşında iken Müslüman oldu. Hz. Ömer’in (ra) İslâm’a girişi diğer mazlum Müslümanlara büyük güç ve cesaret vermiştir. Zira bu andan itibaren Müslümanlar, Kâbe’de açıktan ibadet etmeye başlayabilmişlerdir. Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber’den (sav) önce Medine’ye hicret etmiştir. Burada Allah Rasûlü (sav) kendisini Ensâr’dan Uveym b. Sâide (ra) ile kardeş saymıştır.[2]
Hz. Ömer (ra), hicretten sonra Hz. Peygamber’in (sav) siyasî ve askerî faaliyetlerinin tamamında yer almıştır. Mekke’nin fethinde aktif görev alan Hz. Ömer (ra), fetih sonrasında Hz. Peygamber’in (sav) emriyle kadınlardan biat alma görevini yerine getirmiştir. Fethin hemen ardından gerçekleştirilen Huneyn Gazvesinin başlangıcında Müslüman ordunun bozguna uğradığı sıradaki kargaşa ortamında Allah Rasûlü’nü (sav) en yakından koruyan sayılı şahıslar arasında da yerini almıştır.
Hz. Ömer (ra), Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra da Müslümanların siyasî ve askerî ve idarî faaliyetlerinde etkin rol almıştır. Nitekim Hz. Peygamber’den (sav) sonra Müslüman toplumun en önemli dahilî krizi olarak kabul edilen hilâfet meselesinde gösterdiği üstün gayretle Müslümanların bölünmesinin ve toplumun siyasî kaosa sürüklenmesinin önünü kesmiş, Hz. Ebû Bekir’in (ra) halîfe seçilmesinde ve ardında onun Müslümanların tamamından biat almasında özel gayret göstermiştir. İlk halîfe dönemindeki idarî faaliyetlerde de etkin rol oynayan Hz. Ömer (ra) devlet başkanı yardımcısı sıfatıyla görev yapmak suretiyle o dönemin politikalarında söz sahibi olmuştur.[3]
A.               HALİFE SEÇİLMESİ
Hz. Ebû Bekir, Hicretin 13. yılı Cemâziyelâhir ayının başlarında (M. 634 yılı Ağustos) rahatsızlandı. Hastalığının vefat ile sonuçlanması ihtimaline karşılık kendisinden sonraki halîfeyi belirlemeye karar verdi. Bu görev için en uygun aday olarak Hz. Ömer’i düşünüyordu. Niyetini ilk önce yakın danışmanlarından Abdurrahman b. Avf’a açıkladığında, muhatabı bu konuda en isabetli kararı halîfenin vereceğine inandığını söylemekle birlikte, Hz. Ömer’in sert mizaçlı olmasından dolayı tereddütlerinin olduğunu bildirdi. Hz. Ebû Bekir ise, onun sertliğinin kendisinin yumuşaklığından kaynaklandığını, görevi üstlendiği zaman daha itidalli ve soğukkanlı hareket edeceğini bildirdi. Halîfe bu konuyu Hz. Osman’a açtığında, ondan görev için en isabetli kişinin Hz. Ömer olduğu kanaatini aldı.[4]
Hz. Ebû Bekir Muhâcir önderleriyle yaptığı görüşmelerden sonra Müslüman toplumun diğer önemli kanadını oluşturan Ensâr’ın düşüncesini de öğrenme ihtiyacı duydu. Bu amaçla istişare yaptığı Evs reislerinden Üseyd b. Hudayr, Hz. Ömer’in halîfeliğine onay vereceklerini bildirdi. Diğer taraftan Ömer b. Hattâb’ın halîfeliğe getirileceği duyumunu alan başka bazı sahâbîler, onun sert mizacıyla ilgili olarak endişelerini dile getirdiler. Hatta bir kısmı bu konuda Allah’a ne cevap vereceğini söyleyerek Hz. Ebû Bekir’e sorumluluğunu hatırlattıklarından onlara şu karşılığı verdi: "Siz beni Allah ile mi korkutuyorsunuz? Sizin işinizde zerre kadar haksızlık etmiş olan hüsrana uğrasın. Rabbime kavuştuğum zaman, ‘Allah'ım onlar üzerine kullarının en iyisini halef tayin ettim’ derim".[5]
Hz. Ebû Bekir yaptığı görüşmeler sonucunda teklifinin genel kabul gördüğü kanaatini aldıktan sonra katibi Hz. Osman’a şu ahitnameyi yazdırdı:
“Bu, Ebû Bekir b. Ebû Kuhâfe’nin dünyadan ayrılırken son deminde, ahirete giderken ilk anında, kâfirin iman ettiği, günahkârın tevbe ettiği ve yalancının doğru söylediği bir anda yaptığı ahiddir. Ben, kendimden sonra Ömer b. Hattâb’ı tayin ettim. Onu dinleyip itaat ediniz. Ben bununla Allah’a, Rasûlü’ne ve dinine, kendime ve size iyilik dilemiş bulunuyorum. Adil davranırsa ne âlâ, ki benim ondan umduğum ve beklediğim budur. Aksi hareket ederse, herkes yaptığının cezasını görür. Ben iyilik istiyorum. İleride ne olur onu bilemem. Zalimler neye uğrayacaklarını bilecekler. Allah’ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun.”[6]
Hz. Ebû Bekir’in tasdik ettiği ahitname Hz. Osman tarafından ilân edildi. Halîfe, kararın tebliğinden sonra yanında toplananlara kendisine akraba olmayan bir kişiyi yerine tayin ettiğini, ona itaat etmelerini, zira bu konuda kendisinin elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını söyledi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlar vasiyete uyacakları konusunda halîfeye söz verdiler.[7] Hz. Ebû Bekir kararın ilânından sonra halefi Hz. Ömer’i çağırarak şu tavsiyelerde bulundu:
“Ben seni geride bıraktıklarıma bakarak yerime geçirdim. Rasûlüllah’a çokça arkadaşlık ettim. Gördüm ki, o bizi daima kendisine, ehlimizi de ehline tercih ederdi. O derece ki, onun bize verdiklerinden artanları tekrar biz onun ehline hediye ederdik. Sen de bana arkadaşlık ettin. Benim daima benden öncekilerin izini takip ettiğimi gördün. Ben asla hak yoldan sapmadım. Ey Ömer, senin kaçınmanı istediğim işlerin ilki, nefsinin arzularına uymandır. Çünkü her nefsin bir şehevî arzusu vardır. Onu yerine getirdiğin vakit daha başkasını istemekte ısrar ve inat eder. Rasûlüllah’ın ashâbından şu karınları şişmiş, gözleri dünyaya tamah etmiş,sevdiklerini kendisi için sevmiş olan kimselere karşı dikkatli olmanı, onları korkutmanı, kendinin de korkmanı istiyorum. Şüphesiz, onlardan birisinin bir hataya düşmesi hayreti mucibdir. Sakın hayret edenlerden olma. Bil ki, sen Allah’tan korktuğun müddetçe onlar da senden korkacaklardır. Sen doğru olduğun müddetçe onlar da senin yolunda doğruluğa devam edeceklerdir. Vasiyetim budur. Selamlarımı sunarım.”[8]
B.                SOSYAL ADALET ANLAYIŞI
Hz. Ömer’in toplumsal adaleti temin anlayışının en önemli yansıması tebaası durumunda olanların zarara uğramaması konusundaki aşırı hassasiyetidir. Nitekim Müslümanlardan toplanmış zekât hayvanları arasında semiz bir koyun gördüğü zaman “sahipleri bunu gönül rızasıyla vermemiştir. İnsanların mallarını gasp etmeyiniz. Onların üzerlerine titredikleri malların ve hayvanların en iyilerini almayınız” sözleriyle memurlarını uyarmıştır.[9] Hz. Ömer’in bu konudaki hassasiyeti sadece Müslüman halkla sınırlı olmayıp, idaresi altında yaşayan farklı din mensuplarının haklarına da şamildir. Halîfe bu hassasiyeti sebebiyle Cezîre bölgesinde valiliklerini tamamlayan Huzeyfe b. Yemân ile Osman b. Huneyf, görevleri esnasında harac ve cizye toplarken adaletsizlik yapıp yapmadıkları konusunda hesaba çekmiştir.[10] Ayrıca Sevâd arazisinde yaşayan halka fazla harac yüklememek amacıyla, kendilerine geçmişteki idarecilerine ne kadar vergi ödediklerini sormuş, aldığı bilgiye göre onları daha az miktarda haracla sorumlu tutmuştur.[11]
Kaynakların aktardığına göre Hz. Ömer, fakirlikten dolayı dilenen bir Yahudiye bir miktar yardım yapmış, Beytülmal görevlisine de gençliğinde cizyesini aldıkları bu insanları yaşlılıklarında perişan vaziyette bırakmalarının doğru olmadığını söyleyerek bu gibi şahıslardan verginin kaldırılmasını istemiştir.[12] Horasan topraklarındaki zimmîlerin Müslümanlarla yaptıkları anlaşmaları sürekli olarak bozmalarından şüphelenen halîfe, bu hadiselerin onlara adaletsizlik yapılmış olmasından kaynaklanabileceği düşüncesiyle bölgedeki komutanları bu konuda hesaba çekmiştir.[13] Benzer hassasiyetle Şam ordusu tarafından ekinlerine zarar verilen gayr-i müslim bir köylünün zararı halîfe tarafından derhal tazmin edilmiştir.[14] Hz. Ömer, vefatı esnasında kendisinden sonraki halîfeye zim­mîleri emanet olarak bıraktığını söylemiş[15], onların haklarının korunmasını istemiş, ayrıca onların can ve mallarının emniyeti uğrunda gerekirse savaşılmasını, onlara güçlerinin üstünde borç yüklenmemesini tavsiye etmiş, cizyelerini ödeyemeyenlerden bunun zorla alınmasını, ödeyemedikleri takdirde de cezalandırılmalarını yasaklamıştır.[16] Zimmîler halîfenin kendilerine karşı gösterdiği bu vefakârlık ve iyi muamele karşısında Müslüman askerlerin düşman ordularına karşı üstün gelmesi için yardımcı olmuşlardır. Onlar ayrıca daha fethedilmemiş bulunan Rum beldelerine casuslar göndererek oralardaki düşman birlikleri hakkında Müslüman komutanlara bilgi sağlamışlardır.[17] Dolayısıyla Müslüman fetihlerin hızlı ve başarılı neticelenmesinde zimmîlerin doğrudan veya dolaylı katkılarını unutmamak gerekir. Netice itibariyle zimmîleri Müslümanlar için adeta yardımcı kuvvet haline getiren amillerin başında Hz. Ömer’in onlara karşı sergilediği insanca muameleyi göstermek mümkündür.[18]
Hz. Ömer’in toplumsal adaleti esas almasının önemli delillerinden biri de gerek Nil deltası, gerekse Irak fetihleri sonucunda ele geçirilen toprakları sadece savaşan gazilere dağıtmayıp, bunları toplumun tamamının malı kabul etmesi, gelecek nesiller de dahil olmak üzere bütün ümmetin bu arazilerde hak sahibi olduğuna hükmetmesidir. Halîfe Irak fethinden sonra bölge genel valisi Sa‘d b. Ebû Vakkâs’a yazdığı mektupta bu düşüncesini açıkça ortaya koymuştur:
“Anlattığına göre halk senden elde ettikleri ganimetleri ve Allah’ın fey olarak ihsan ettiği malları aralarında taksim etmeni istemişler. Benim mektubum sana ulaşınca, mal, hayvan ve eşya olarak insanların sana celbettikleri ganimetleri topla. Bunları Müslümanlardan hazır bulunanlara bölüştür. Arazi ve nehirleri işleyicilerine bırak ki, bunların gelirleri umum Müslümanların maaşlarına dahil olsun. Çünkü eğer sen arazi ve nehirleri halen orada bulunanlara taksim edersen, onlardan sonra geleceklere bir şey kalmaz..”.[19] Halîfe bu gerekçeden yola çıkarak fethedilen bölgelerin topraklarını gazilere taksim etmek yerine, onlara elde edilen gelirlerden maaş vermeye başlamış,[20], gerekçe olarak da bu toprakların Müslümanların ortak malı olduğunu, Yemen’de bulunan bir çobanın dahi buralarda hakkının bulunduğunu söylemiştir.[21] Halîfe Irak topraklarının fethinden sonra bizzat kendisine gelip bu araziyi askerlere dağıtılması konusunda ısrar edenlere de “sizden sonra gelecek Müslümanlara ne kalacak? Ayrıca ben eğer bu toprakları aranızda taksim edersem, suları konusunda aranızda bozgunculuk baş göstereceğinden korkuyorum” cevabını vermiştir.[22] Hz. Ömer, bu statüdeki arazilerin alım satımını da kesinlikle yasaklamıştır.[23]
Hz. Ömer’i fethedilen araziyi askerlere dağıtmama kararı almaya sevk eden asıl sebep, Arapları mücahit, asker bir ümmet yapma ve onları ziraatten uzak tutma isteğiydi. Halîfe bu icraatıyla aynı zamanda toplumun ihtiyacını karşılamak için sabit malî gelirler teminine de çalışıyordu. Eğer toprağı fatihler arasında paylaştırırsa ondan sonra gelecek nesillere verecek bir şey kalmayabilirdi. Ayrıca Hz. Ömer’in Müslümanların, toprak ve su konusunda kendi aralarında ihtilâfa düşmelerinden de endişe ediyordu. Halîfenin bu icraatında çevreyi merkeze bağlamak ve birleşik bir büyük devlet oluşturmak hedefi de unutulmamalıdır.[24] İmam Ebû Yûsuf, Hz. Ömer’in fetihler sonucunda ele geçirilen toprakların fatihlere taksim edilmeyip bütün Müslümanların ortak malı sayılması kararının isabetli bir görüş olduğunu şu sözleriyle destekler:
“Hz. Ömer’in fatihlere arazileri taksim etmemiş olması, Allah’ın kendisine ihsan ettiği bir başarıdır. Bu davranışından doğan hayır, bütün Müslümanlara aittir. Yine onun arazileri dağıtmayıp vergi alması ve toplanan vergileri Müslümanlar arasında taksim etmesi, cemiyete ait umumî faydadır. Zira bu arazilerin gelirleri eğer atıyyeler ve masraflarda kullanılmak üzere halka vakfedilmemiş olsaydı, kaleler korunamaz, ordular cihad için yola çıkamazdı. Masrafları ve diğer askerî ihtiyaçları temin edilen ordular bulunmasaydı, ehl-i küfrün İslâm beldelerine avdet etmelerine mani olunamazdı.”[25]
Hz. Ömer’in idare anlayışında, toplum bütününe göre tek tek şahısların varlığı ve önemi ikinci plânda kalıyordu. Başka bir ifadeyle halîfe şahıs menfaati değil, daha ziyade toplumsal menfaat ve faydaya ehemmiyet veriyordu. Bu kanaati doğrultusunda halîfe gerek Irak, gerekse Suriye cephesindeki savaşlarda efsane haline gelen ve yenilmez asker olarak görülmeye başlayan Hâlid b. Velîd’i görevden alıp yerine Ebû Ubeyde’yi tayin etmiştir.[26] “Hâlid bilmelidir ki, Müslümanları muzaffer kılan Hâlid’in kendisi değil, Allah’tır. Bunun anlaşılması için onu azlettim”[27] “Herkes onu alabildiğine gözünde büyütmüş ve her şeyi ondan zannetmek gibi bir duruma düşmüştü. Ben de her şeyi ondan varsaymalarından korkmaya başlamıştım, halkın her şeyi yapanın Allah olduğunu bilmelerini ve fitneye düşmemelerini istedim”[28] demek suretiyle komutanını görevden alma gerekçesini açıklamış, yerine tayin edilen Ebû Ubeyde başarılı olunca da, “bazı kimseler, zafer kazanılmasaydı, ‘Hâlid olsaydı kazanılacaktı’ diyeceklerdi. Halbuki zaferi kazanan Hâlid değildir, zafer Allah’ın bir ihsanıdır”[29] sözleriyle de başarının şahıslara yüklenmesinin yanlışlığını, başarının ancak Allah’ın yardımı yanında toplumun birliği ve dayanışmasıyla gerçekleşeceğini vurgulamıştır.
Yönetimde toplum öncelikli bir anlayış benimseyen Hz. Ömer, idaresi boyunca halka adalet ve merhametle muamele ederken, buna karşılık onları idare eden bürokratlarına ise son derece sert davranmıştır.[30] Bu sebeple yöneticilerini bazen halkın huzurunda ağır dille azarlarken, sıradan bir insanın şahsına karşı haksız da olsa suçlama ve tenkidini büyük bir müsamaha ve olgunlukla karşılamıştır. Halîfe halkın kendisine yaptığı tenkitlere cevap vermek suretiyle kendisini savunmuş, ayrıca yönetimini eleştirenlere teşekkürü de ihmal etmemiştir.[31]
Halka karşı şefkatle davranan halîfe, aynı konuda yöneticilerini de uyarmıştır:
“Ey çobanlar, biliniz ki Allah katında idarecinin yumuşaklık ve şefkatinden daha sevgili ve faydası daha fazla olan bir özelliği yoktur. Biliniz ki, her kim emri altında bulunanları iyilik ve afiyet ile tutarsa ondan daha fazlası kendine verilir.[32] Ben sizi cabbarlar ve zalimler olmanız için değil, ancak kendilerine tabi olunan kişiler olmanız için gönderiyorum. Müslümanları dövmeyiniz. Aksi halde onları zillete düşürürsünüz. Onları lüzumundan fazla da övmeyiniz, bu durumda onları şımartmış olursunuz. Haklarına mani olmayınız, böyle davranırsanız onlara zulmetmiş olursunuz. Müslümanların haklarını kendilerine zamanında veriniz.”[33]
Hz. Ömer, valisi Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’ye de “Allah katında idarecilerin en mesudu, varlığı ile idare ettikleri saadete eren kimsedir. İdarecilerin en kötüsü ise yönettiklerinin şikayetine sebep olan kimsedir. Kötülük etmekten ve dalâlete düşmekten son derece sakın”[34] tavsiyeleriyle halka karşı benimsemesi gereken yolu göstermiştir. Ebû Yûsuf’un rivayetine göre Hz. Ömer, halkı gözetmeyen, hastaları ziyaret etmeyen, zayıf ve kimsesizleri huzuruna kabul etmeyen valilerini görevinden azletmiştir.[35] Vilayet binasına kapı yaptıran Kûfe Valisi Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ı halk ile arasına engel koyduğu gerekçesiyle kınayan halîfe, teftiş heyeti başkanı Muhammed b. Mesleme’yi görevlendirerek bu kapının yakılmasını sağlamıştır.[36]
Halîfenin halka son derece şefkatle muamelede bulunurken, yöneticilerine sert davranmasının ardında, şüphesiz insanların devlete olan itimadını daim kılma hassasiyeti yatmaktadır. Bu amaçla halîfe zaman zaman valisini mağdur edecek siyasî kararlar almaktan çekinmemiş, kendisi de bu politik tercihini “Bu yola başvurmaktan ben de hoşlanmıyorum” sözleriyle açıklamıştır. Halîfe bu anlayışı sebebiyle Mısır valiliği esnasında hakkında aşırı mal edindiği iddiaları yayılan Amr b. Âs’ın malının yarısını müsadere ettirmiş[37], aynı ithama maruz kalan Şam bölge komutanı Hâlid b. Velîd’i görevden aldıktan sonra onun da malının yarısını hazineye kaydetmiştir.[38] Benzer şekilde halk arasında iyi namaz kıldırmadığı şeklindeki dedi-kodu yayılınca Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ı görevden almıştır.[39] Hz. Ömer, zaman zaman toplumun itimadını kaybettiğini düşündüğü valisine de görevden el çektirmiştir. Nitekim Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ın yerine Kûfe valiliğine getirdiği Ammâr b. Yâsir’i, şehir sakinlerinin “zayıf bir idareci, siyasetten anlamıyor” şikayetleri sebebiyle kısa süre sonra azletmiştir.[40] Hz. Ömer’in bu ve benzeri uygulamalarında valilerini mağdur ettiği düşüncesi akla gelebilir. Ancak halîfenin, toplumun idareye olan güvenini birinci derecede önemsemesi, bazen bu tür mağduriyetleri kaçınılmaz hale getirmiştir. Hz. Ömer’in bu ve benzeri icraatını hukukî değil, toplum menfaati adına siyasî kararlar olarak görmek gerekir. Böyle olduğu içindir ki, Hz. Ömer, Kûfe valisi Sa‘d’ı görevden almasının ardından onu hıyaneti veya acizliği sebebiyle azletmediğini açıkça ifade etmiş, kendisinden sonra halîfe olacak şahsa da onu tekrar eski görevine getirmesini vasiyet etmek suretiyle eski valinin itibarının iadesini sağlamayı da ihmal etmemiştir.[41]
SONUÇ
Hz. Ömer’e göre idarenin öncelikli görevi toplumun güvenliği ile haklarını koruma ve adaleti temin etmekti. Halîfe, yönetimde toplum öncelikli halkçı bir anlayışı benimsediği için, halkın hak ve menfaatini her şeyin üstünde tutardı. “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah bunu Ömer’den sorar diye korkarım”[42]sözü, onun sorumluluk duygusunun boyutunu ve adalet anlayışını açıkça ortaya koyar. Bu sebepledir ki Hz. Ömer, fetihlere iştirak eden orduların güvenliklerine önem vermiş, bilhassa askerin hayatını tehlikeye atacak maceralara girilmesine kesinlikle müsaade etmemiştir. Nitekim kendisinden habersiz olarak ve tedbir almadan Bahreyn üzerinden Fars topraklarına asker çıkaran, sonuçta ordusunu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getiren bölge valisi A‘lâ b. Hadramî’yi görevinden azletmiştir.[43] Halîfe, İran cephesinde gerçekleşen Celûla savaşının ardından kaçan düşman askerlerinin takibi için izin isteyen Ka‘ka‘a b. Amr’a şu cevabı vermiştir: “keşke Sevâd ile İran dağları arasında bizim onların yanına geçmemize, onların da bizim tarafa geçmelerine engel olan ateşten bir set olsaydı. Bize Sevâd’ın geliri yeter, ben Müslümanların güvenliğini, elde edilecek ganimete tercih ederim”.[44] Nihavend savaşı komutanı Numan b. Mukarrin’e de Müslümanlardan bir kişinin kendisi için elde edilecek 100 bin dinardan daha kıymetli olduğunu söyleyen Hz. Ömer, komutanını askerleri bir maceraya sürüklememesi konusunda uyarmıştır.[45] Bu hassasiyeti dolayısıyla Muaviye’nin Kıbrıs üzerine düzenlemeyi düşündüğü sefer, halîfe tarafından veto edilmiştir.[46]






[1]    İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), III, 265-266; İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma‘riteti’l-Ashâb, I-IV, Kâhire ts. (Dâru Nehdati Mısr), III, 1145.
[2]    İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts., II, 150-152; İbn Sa’d, III, 272; Belâzürî, Ensâbü’l-Eşrâf, I, (thk. Muhammed Hamidullah), Jerusalem, 1963, I, 270-271.
[3]    Buhârî, Fedâil, 5; Müslim, Hudûd, 15; İbn Hişâm, IV, 310.
[4]    Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, (thk. Kusay Muhibbuddîn el-Hatîb), Kahire 1396, s. 12; Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân), III, 428; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986, II, 291-292.
[5]    İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 274; Taberî, Tarih, III, 433; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 292.
[6]    Taberî, Tarih, III, 429; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 292.
[7]    Taberî, Tarih, III, 428; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 292.
[8]    Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 12; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 199-200.
[9]    Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s.89.
[10]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 40, 51-52.
[11]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s.41.
[12]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 136.
[13]   Taberî, Tarih, IV, 78, 89; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 385.
[14]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 129.
[15]   Buhârî, Ahkâm 51, Cizye ve’l-Muvâdea 3; Müslim, İmâret 12; Tirmizî, Fiten 48; Ebû Dâvûd Harâc 8. Hz. Peygamber (sav) de bu konuda “Kim anlaşmalı (zimmî) bir insanı öldürürse o kişi cennetin kokusunu alamaz” buyurmuşlardır. (Buhârî, Diyât 30)
[16]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 135-136.
[17]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 149.
[18]   Bu konuda bk. Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, İstanbul 1989.
[19]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 26; Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (thk. Abdullah Enis et-Tübbâ-Ömer Enis et-Tübbâ), Beyrut 1987, s. 370-371.
[20]   Halîfe’nin bu konuda ashâb ile yaptığı görüşmeler hakkında bk. Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 25-29.
[21]   Buhârî, Hars ve’l-Müzâraa 13, Meğâzî 38; Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 50; İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 300.
[22]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 375; Taberî, Tarih, IV,31-34.
[23]   Ebû Ebeyd Kâsım b. Selâm, Kitabu’l-Emvâl, (thk. Muhammed Amâre), Kahire 1989, 157.
[24]   Dûrî, Abdülaziz, İlk Dönem İslâm Tarihi, (çev. Hayrettin Yücesoy), İstanbul 1991, s. 101.
[25]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 29. Hz. Ömer’in sosyal devlet uygulaması hakkında geniş bilgi için bk. Tanrıverdi, Hasan, “Hz. Ömer Dönemi Sosyal Devlet Uygulamaları Üzerine Bir İnceleme”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, c. 16, sy. 4, Ankara 2003, s. 672-677; Çelik, Hüseyin, “Fey ve Ganimet Ayetleri Çerçevesinde Hz. Ömer’in Sevad Arazisi Hakkındaki Uygulamasının Değerlendirilmesi”, KMSİİFD, 2010, cilt: VIII, sy. 15, s. 75-100.
[26]   Hâlid b. Velîd’in görevinden alınmasıyla ilgili değerlendirmeler için bk. Fayda, Mustafa, Hâlid b. Velîd, İstanbul 1992, s. 423-442.
[27]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 284; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 344.
[28]   Taberî, Tarih, III, 601, IV, 68; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 375-376.
[29]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 160.
[30]   Taberî, Tarih, IV, 207.
[31]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 13.
[32]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 13.
[33]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 124-125; Taberî, Tarih, IV, 203-204.
[34]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 16.
[35]   Ebû Yûsuf, Kitâbu’l-Harâc, s. 126.
[36]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, 391; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 369. Bu konuda geniş bilgi ve değerlendirmeler için bk. Güzel, Ahmet, “Hulefâ-i Râşidîn Dönemi’nde Halîfelerin Halkla İlişkileri”, İSTEM, yıl: 3, sy. 6, Konya 2005, s. 245-264.
[37]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, s. 308; İbn Abdirabbih, el-Ikdu’l-Ferîd, I, 47-48.
[38]   Taberî, Tarih, III, 437.
[39]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, 391.
[40]   Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, 393; Taberî, Tarih, IV, 163-164; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 16.
[41]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 339, 360; Taberî, Tarih, IV, 244.
[42]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 305; Taberî, Tarih, IV, 202-203.
[43]   Taberî, Tarih, IV, 79-83; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 376-378.
[44]   Taberî, Tarih, IV, 28, 79.
[45]   Taberî, Tarih, IV, 115.
[46]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 285; Taberî, Tarih, IV, 258-259; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 48.  

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar