15 Mart 2017 Çarşamba

Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Ticaret

Ebû Ömer b. Dâvûd
  Hz. Peygamber’in doğup büyüdüğü ve Peygamber olduğu Mekke’nin yer aldığı Hicaz bölgesi bu dönemde ticarî faaliyetlerin olduğu önemli bir bölgedir. Mekke’de meskûn olan Kureyş kabilesi İslâm’ın zuhuru döneminde hem Hicaz ticaretinde, hem de ticarî malların Yemen ile Hicaz arasında taşınmasında aktif olan bir kabileydi. Kur’an’ın yaz ve kış seferleri olarak bahsettiği ticari seferler, sayıları binlerle ifade edilen develerle yapılırdı. Söz konusu dönemde kabileler birer siyasi kurum olarak hâkim oldukları bölgelere başkasının girmesine rıza göstermezlerdi.
  Kabilelerin bölgelerinden herhangi bir saldırıya maruz kalmadan güven içinde geçebilmek için onlarla îlaf denilen ticari anlaşmalar yapılmıştı. Kureyş’in Hz. Peygamber’in zuhuru döneminde ticarette söz sahibi olmasını sağlayan etkenlerden biri söz konusu îlaflardı.
Aslında Kureyş’in ticari alanda önemli bir rol üstlenmesini sağlayan durumu, çevredeki ülkelerin birbirleriyle mücadelelerinden ve rekabetinden bağımsız düşünmemek gerekir.
  Kureyş’in ticari alandaki üstünlüğünün ne kadar eskiye gittiği konusunda bazı tahminlerde bulunmak zor değildir. Kureyş’i Mekke’ye yerleştiren kişinin Kusay olduğu hesaba katılırsa Kureyş’in ticari alandaki üstünlüğünün bundan sonra ortaya çıkmış olması gerekir. Tabi bundan önce de Hicaz’da ticaret vardı. Araplar yine Hac dönemlerinde buraya gelerek ibadetlerini yapar, ihtiyaçlarını karşılarlardı.
  Mekke’yi ticari bir merkez ve Kureyş’i tüccar yapan etkenlerin başında Hac ibadeti gelir. Arabistan’da yaşayan Arapların büyük kısmı göçebeydi ve göçebelerin gereksinimlerini her yerden karşılama imkânları yoktu. Bunun için ihtiyaç duydukları eşyaların bir kısmını kendileri üretirken; üretemedikleri eşyaları da diğer kabilelerden ve muhtelif yerlerde kurulan sûklardan [pazarlardan, panayırlardan] temin ederlerdi. Hac döneminde kurulan Ukaz, Mecenne ve Zü’l-mecaz sûkları bu anlamda önemli bir işleve sahiptirler.
  Kureyş’in ticarette temayüz etmesinin önemli etkenlerinden birisi Mekke ve civarında geçimlerini temin edebilecekleri kaynakların yeterli olmamasıdır. Burası dağlık bir bölge olup bitki örtüsü bakımından oldukça zayıftır. Geçim kaynaklarından biri olan hayvancılık için göçebe hayatı kaçınılmazdı. Zira yaz ve kış hayvanları otlatmak için meraları izlemek gerekirdi. Bununla birlikte hayvancılık imkanları da oldukça kısıtlıydı.
  Kureyşlilerin imdadına yetişip onları kurtaran Hac ibadetiydi. Bu sayede Arap yarımadasının her tarafından Araplar buraya gelir, bir taraftan ibadet ederken bir taraftan da ihtiyaçlarını karşılarlardı.
Bu dönemde insanların oldukça sade bir hayat yaşadıklarını, kıt kanaat geçindiklerini, kaliteli ve süslü bir kıyafetin servet değerinde olabildiğini, birçok insanın tek bir kıyafetle idare etmek durumunda olduğunu belirtmek gerekir.
  Yukarıda çizmeye çalıştığımız çerçeve ticareti Kureyş’in hayatında merkezi bir konuma getirmiştir. Esasen tarih boyunca insanın karnını doyurma çabası sosyal ilişkilerin belirlenmesinde hayati bir role sahip olmuştur. Mal biriktirme ve hatta holdingler kurma dürtüsünün arkasında aç kalma ya da muhtaç olma korkusunun yattığını söylemek yanlış olmaz.
  Ticaretin merkezi önemi, Kureyş açısından önemli bir belirleyicidir. Bu sebeple birçok ilişkide ticari ve ekonomik kaygıların öne çıktığını görmek bizi şaşırtmamaktadır. Öyle ki bu etki Kureyş’in Hz. Peygamber’in davetini kabulü hususunda önemli bir belirleyici olmuştur.
  Ticari hayatın gündelik yaşam üzerinde önemli etkileri olduğunu unutmamak gerekir. Sosyal ilişkilerde belirleyici olmasının yanı sıra gündelik dil üzerinde dahi ticaretin önemli bir etkisi olduğunu söylemek icap eder. Hz. Peygamber’in konuşmalarında ve ilahi mesajın ayetlerinde ticaret dilinin ekonomik ilişkilerin dışında kullanıldığı görülmektedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de ticaret, mizan, biat gibi kavramlar farklı bir bağlamda kullanılmıştır.
  Hz. Peygamber’in bizzat ticaretle iştigal etmesi, ticareti teşvik etmede önemli bir etki oluşturmuştur. Bu çerçevede ticarete ilişkin uygulamalar, Araplar arasında sonraki dönemlere taşınmış, İslâm’ın ruhuna aykırı olanlar haram ilan edilerek yasaklanmıştır.
  Hz. Peygamber’in ve arkadaşlarının ticari başarıları Medine ekonomisini etkilemiş, Müslümanların buradaki siyasi nüfuzlarına da olumlu anlamda etki etmiştir.
  Kuşkusuz ticaretin hayatî önemi İslâm’ın ticaretle ilgili önemli ahlaki ilkeler getirmesini sağlamıştır. Bir kere kazancın helal olması, kazanç elde edilirken yalan söylenmemesi, insanların kandırılmaması, mesela kötü bir ürünün iyi bir ambalajla insanların kandırılarak satılmaması gibi birçok ahlakî ve hukukî ilkenin yanı sıra  sömürü sebebi olan alışveriş şekilleri ise yasaklanmıştır.
Hz. Peygamber’in şöyle bir tavsiyede bulunduğu rivayet edilir: “Çarşı ve pazarlarda ticaretin içine boş söz ve yalan karışabilir. Bu sebeple ticaretinizi sadaka vererek temizleyin.” (Nesai, “Eymân ve Nuzûr”, 23)
 Hz. Peygamber, Müslümanlara alış-verişte dürüst davranmalarını, yemin etmemelerini tavsiye etmektedir. Ne yazık ki Müslümanlar bu prensibe çoğu zaman riayet etmemekte, müşteriyi inandırabilmek için yemin yoluna başvurmaktadır. Hâlbuki bu davranış insanın rızkını artırmaz. Hz. Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: "Satış sırasında yemin, mala revaç verirse de paranın bereketini giderir."
  Hz. Peygamber’in şöyle dediği de rivayet edilir: "Güvenilir, dürüst tacir, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır."
 Kanaatkâr olma, dünyaya meyletmeme, kazanç elde etmeyi erdemin önüne geçirmeme, zulmetmeme gibi bir yasakların yanında kazancın paylaşılması, bir bölümünün ihtiyaç sahiplerine ayrılması gibi ilkeler de İslâm ticaret ahlakı ve hukukunun prensiplerindendir. Vahşi kapitalizmde bunları aramak beyhudedir.


ebuomerbindavud@gmail.com

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar