Prof. Dr. Mehmet Azimli[1]
Mavi Kelebek
Saraybosna’ya inince otele giderken Sırplar tarafından ateş sonucu
harap olan evleri, kurşun ve top izlerinden eleğe dönmüş duvarları izleyerek
yakınlardaki Ahmeçi köyüne gittik. Bu köyde Hırvatlar tarafından 116 kişi
yakılarak katledilmiş. Bölge kendilerine emanet edilmiş olan İngiliz askerleri,
olaydan tam 48 saat sonra sadece fotoğraf çekmeye gelmişler ve birbirine
kaynamış cenazeleri ayırmışlar. Bosna bizi bu görüntü ile karşıladı.
Ancak orada dinlediklerimizin yanında bu katliamın çok hafif
olduğunu anladık. Dünyanın gündemine oturmuş olan Sreprenica katliamı sonrası
cesetler bilinemesin diye parçalara ayrılıp değişik yerlere gömülmüş. Sırplar
bununla olayı sakladıklarını düşünmüşler. Fakat “Mavi Kelebek” olayı hesapları
alt üst etmiş. Mavi bir kelebek sadece toplu mezarların olduğu yerde çıkan ve
yetişen mavi bir çiçeğe konuyormuş ve sadece bu mavi çiçeği takip ediyormuş.
Böylece mavi kelebeği takip eden Bosnalılar mavi çiçeklere, dolayısıyla toplu
mezarlara ulaşıyorlarmış. Bu mezarlardan çıkan cesetlerin 160 parçası
birleştirilirse defin işlemi yapılıyormuş.
Boşnakların mazlumca katledilmelerinin ardından verdikleri
kahramanca savaş tam başarıya ulaşırken, Avrupalılar müdahale edip bu şerefli
başarıyı önlemiş ve Avrupa’nın ortasında Müslüman bir toplumun oluşmasına engel
olmak için onlara Denton anlaşmasını zorla imzalatmışlar. Buna göre bir devlet
yok, bölgeler var. Bosna’da ki Müslüman sayısı % 49 iken yönetimde temsilde %
33’le yetinmeleri sağlanmış. Sırplar katletmelerine ve mağlup olmak üzerelerken
% 17’lik nüfuslarına rağmen toprak kazanmışlar. İşte Batının adaleti.
Buradaki ikibin milletvekilinin olduğu meclis karar alsa bile
garantör devlet olarak ABD’nin vali konumundaki temsilcisi bu kararı veto
edebiliyor. Zaten bu kadar aykırı kişiler arasından hiçbir karar çıkamıyor.
Devlette üç başlılık hakim. Yani özetle devlet yok ve bu işin (devletin) devamı
da yok. Bu süreçte eğer Sırbistan ve Hırvatistan Avrupa Birliğine girerse
Boşnaklar bu adaletsizliği silahla düzeltmeye ve buradaki Hırvat ve Sırpları
sürmeye hazırlanıyorlar.
Bosna’da Komünizm döneminde
işçi partisine girmeyen iş bulamıyormuş. İşçi partisine girenin ise camiye
gitmesi yasakmış. Şarkılarda bile Allah kelimesi yasaklanmış. Bu sebeple din
burada kadınlar üzerinden bugünlere gelmiş. Travnik’teki İbrahim Paşa
medresesi, camisi ve kalesi gönlümüzü açtı. Osmanlı’dan kalan izleri görmek,
yeni yetişen gençliği izlemek moral verdi.
Fatih’in ordularının konakladığı yerde kurulan camideyiz. Cami
imamının okuyuşu İstanbul ağzıydı. Sorduğumuzda Türkiye’deki kıraat hocalarını
sürekli takip ettiğini söyledi. Zaten burası Türkiye gibi bir yer. Boşnakların
konuşmaları arasında Türkçe ifadeler kulağınıza çalıyor. Levhaların çoğu
Osmanlı Türkçesini çağrıştıran ifadeler barındırıyor. Örneğin Türkiye’de artık
“Helva veya bit pazarı” kelimelerini levhalarda göremezseniz de Bosna’da ve
Üsküp’te görebilirsiniz. Bunun birçok örneğini verebiliriz.
Balkanlardaki dillerin çoğunda Türkçe’nin hakimiyetini görüyoruz.
En çok da Sırpça’da. Bununla ilgili güzel bir diyalog şu şekildedir;
Bir Hırvat Sırp arkadaşına, Sırpça’da bir çok Türkçe kelime
kullandıkları için kızıyormuş. Sırp ise Sırpça’da hiç Türkçe kelime olmadığını
iddia ediyormuş ve Hırvat arkadaşına şöyle cevap vermiş; “yok be bre”J)))
I. Dünya savaşının başlamasına sebep olan Avusturya prensinin
öldürüldüğü noktayı, Sırpların bir kısmını yakıp yok edebildikleri (% 30’u
kurtarılmış) yazma eserler kütüphanesini ve Osmanlının ilk tramvay projesi
olarak Abdülhamit’in yaptırttığı ve halen kullanılan tramvay hattını görüyoruz.
Aliya İzzetbegoviç’in yattığı şehitliği ziyaret ediyoruz.
Osmanlı’dan bu yana defnedilen şehitlerle birlikte mütevazi bir yerde yatıyor.
“Beni askerlerimin arasına gömün” dediği için buraya defnedilmiş. Bir
grup arkadaşıyla beraber verdiği mücadele dillere destan. Dava arkadaşlarından
birine mezarını kazdırtıp onu kitaplarıyla birlikte canlı olarak gömmüşler.
Savaş sürecinde bin tane cami yıkılırken Aliya “bize yakışmaz” diyerek
hiç kimseye kilise yıktırtmamış.
Savaş sırasında Bosna’ya hayat veren bir tünel var. Bir yaşlı
Boşnak teyzenin evinden havaalanına uzanıyor. Sırp kuvvetler tarafından şehrin
kuşatılması sırasında bu hayat tüneli ile gizlice buradan ulaştırılmış bir çok
şey. Yiyecek, ilaç, silah böyle gelmiş. 1993'te yaklaşık dört ayda yapılmış.
800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1.5 metre yüksekliğindeki bir
tünel. Günde 4 bin kişi geçiyormuş ve Saraybosna'nın kuşatmadan tek çıkış
yoluymuş. Yaklaşık 200 bin insanın öldüğü savaşta 300 bin insanın hayatta
kalmasına vesile olmuş. Adı; Yaşam Tüneli.
Konije’ye halkı Konya’dan gelip buraya yerleştikleri için bu ismi
almışlar. Osmanlı savaş atları burada beslenirmiş. Üzerine ancak tanklar
çıkarılarak yıkılabilen Osmanlı köprüsünü, tepesi uçurulan minareleri(Boşnaklar
herkes görsün diye tamir etmiyorlar) görüyoruz. Bir gümrük köyü olan Poçitel
Türk köyünnde Rüzgarın çokluğu ve sertliği sebebiyle uçmasın diye çatıları
kesme ince taşlar ile döşemişler.
Dizdarların kaldığı muhteşem kalenin en üstünden manzarayı izliyoruz. Blagay
tekkesinden güzel hatıralarla ayrılıp Mostar’a ulaşıyoruz.
Mostar
Bu muhteşem şehrin yanındaki tepeye Hırvatlar beldenin % 45’ini
oluşturan Müslümanları aşağılamak için büyük bir haç dikmişler. Durumu Aliya’ya
bildiren Müslümanlara Aliya’nın cevabı muhteşem olmuş, “Ne kadar yüksek
yaparlarsa yapsınlar bizim sembolümüz olan ay-yıldız hep üstlerinde olacaktır.”
Mostar köprüsü ve onun üstünden grubumuz adına suya atlayış yapan
genç ilginçti. Tam bir Osmanlı kenti. Nehrin bir tarafında minareler, diğer
tarafında kilise kuleleri yükseliyor. Boşnaklar ve Arnavutlar uzun kilise
kulelerine karşı daha yüksek minareler yaparak direniyorlar. Minareler ise iki
şerefeyi geçmiyor. Çünkü onlara göre üç şerefe Osmanlı sultanlarını temsil
ediyor. Saygı gereği üç şerefe yapmıyorlar.
Ancak son dönem buralarda gelişen Suudi kökenli selefi gruplar
inadına biraz da Boşnakların gönlündeki Osmanlı sevgisine hakaret amacıyla üç şerefeli minareler yapmaya başlamışlar.
Dahası gençlere öğrettikleri selefi şeklindeki namaz kılma şekilleriyle aileler
arasında kavgalara sebep olmuşlar. Sonuçta selefiler gibi ayaklarını açan,
ellerini dirsekten bağlayanların devam ettiği camiler oluşturulmuş. Buna karşın
yaşlılar Osmanlıdan kalma öğretiyle Osmanlıdan kalma camilerde ibadet
ediyorlarmış. Alın size fitne. Neyin mücadelesini veriyorlarsa?
0 yorum:
Yorum Gönder