25 Mart 2017 Cumartesi

Balkan Hatırası-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli[1]
Mavi Kelebek 
Saraybosna’ya inince otele giderken Sırplar tarafından ateş sonucu harap olan evleri, kurşun ve top izlerinden eleğe dönmüş duvarları izleyerek yakınlardaki Ahmeçi köyüne gittik. Bu köyde Hırvatlar tarafından 116 kişi yakılarak katledilmiş. Bölge kendilerine emanet edilmiş olan İngiliz askerleri, olaydan tam 48 saat sonra sadece fotoğraf çekmeye gelmişler ve birbirine kaynamış cenazeleri ayırmışlar. Bosna bizi bu görüntü ile karşıladı.
Ancak orada dinlediklerimizin yanında bu katliamın çok hafif olduğunu anladık. Dünyanın gündemine oturmuş olan Sreprenica katliamı sonrası cesetler bilinemesin diye parçalara ayrılıp değişik yerlere gömülmüş. Sırplar bununla olayı sakladıklarını düşünmüşler. Fakat “Mavi Kelebek” olayı hesapları alt üst etmiş. Mavi bir kelebek sadece toplu mezarların olduğu yerde çıkan ve yetişen mavi bir çiçeğe konuyormuş ve sadece bu mavi çiçeği takip ediyormuş. Böylece mavi kelebeği takip eden Bosnalılar mavi çiçeklere, dolayısıyla toplu mezarlara ulaşıyorlarmış. Bu mezarlardan çıkan cesetlerin 160 parçası birleştirilirse defin işlemi yapılıyormuş.
Boşnakların mazlumca katledilmelerinin ardından verdikleri kahramanca savaş tam başarıya ulaşırken, Avrupalılar müdahale edip bu şerefli başarıyı önlemiş ve Avrupa’nın ortasında Müslüman bir toplumun oluşmasına engel olmak için onlara Denton anlaşmasını zorla imzalatmışlar. Buna göre bir devlet yok, bölgeler var. Bosna’da ki Müslüman sayısı % 49 iken yönetimde temsilde % 33’le yetinmeleri sağlanmış. Sırplar katletmelerine ve mağlup olmak üzerelerken % 17’lik nüfuslarına rağmen toprak kazanmışlar. İşte Batının adaleti.
Buradaki ikibin milletvekilinin olduğu meclis karar alsa bile garantör devlet olarak ABD’nin vali konumundaki temsilcisi bu kararı veto edebiliyor. Zaten bu kadar aykırı kişiler arasından hiçbir karar çıkamıyor. Devlette üç başlılık hakim. Yani özetle devlet yok ve bu işin (devletin) devamı da yok. Bu süreçte eğer Sırbistan ve Hırvatistan Avrupa Birliğine girerse Boşnaklar bu adaletsizliği silahla düzeltmeye ve buradaki Hırvat ve Sırpları sürmeye hazırlanıyorlar.
 Bosna’da Komünizm döneminde işçi partisine girmeyen iş bulamıyormuş. İşçi partisine girenin ise camiye gitmesi yasakmış. Şarkılarda bile Allah kelimesi yasaklanmış. Bu sebeple din burada kadınlar üzerinden bugünlere gelmiş. Travnik’teki İbrahim Paşa medresesi, camisi ve kalesi gönlümüzü açtı. Osmanlı’dan kalan izleri görmek, yeni yetişen gençliği izlemek moral verdi.
Fatih’in ordularının konakladığı yerde kurulan camideyiz. Cami imamının okuyuşu İstanbul ağzıydı. Sorduğumuzda Türkiye’deki kıraat hocalarını sürekli takip ettiğini söyledi. Zaten burası Türkiye gibi bir yer. Boşnakların konuşmaları arasında Türkçe ifadeler kulağınıza çalıyor. Levhaların çoğu Osmanlı Türkçesini çağrıştıran ifadeler barındırıyor. Örneğin Türkiye’de artık “Helva veya bit pazarı” kelimelerini levhalarda göremezseniz de Bosna’da ve Üsküp’te görebilirsiniz. Bunun birçok örneğini verebiliriz.
Balkanlardaki dillerin çoğunda Türkçe’nin hakimiyetini görüyoruz. En çok da Sırpça’da. Bununla ilgili güzel bir diyalog şu şekildedir;
Bir Hırvat Sırp arkadaşına, Sırpça’da bir çok Türkçe kelime kullandıkları için kızıyormuş. Sırp ise Sırpça’da hiç Türkçe kelime olmadığını iddia ediyormuş ve Hırvat arkadaşına şöyle cevap vermiş; “yok be breJ)))
I. Dünya savaşının başlamasına sebep olan Avusturya prensinin öldürüldüğü noktayı, Sırpların bir kısmını yakıp yok edebildikleri (% 30’u kurtarılmış) yazma eserler kütüphanesini ve Osmanlının ilk tramvay projesi olarak Abdülhamit’in yaptırttığı ve halen kullanılan tramvay hattını görüyoruz.
Aliya İzzetbegoviç’in yattığı şehitliği ziyaret ediyoruz. Osmanlı’dan bu yana defnedilen şehitlerle birlikte mütevazi bir yerde yatıyor. “Beni askerlerimin arasına gömün” dediği için buraya defnedilmiş. Bir grup arkadaşıyla beraber verdiği mücadele dillere destan. Dava arkadaşlarından birine mezarını kazdırtıp onu kitaplarıyla birlikte canlı olarak gömmüşler. Savaş sürecinde bin tane cami yıkılırken Aliya “bize yakışmaz” diyerek hiç kimseye kilise yıktırtmamış.
Savaş sırasında Bosna’ya hayat veren bir tünel var. Bir yaşlı Boşnak teyzenin evinden havaalanına uzanıyor. Sırp kuvvetler tarafından şehrin kuşatılması sırasında bu hayat tüneli ile gizlice buradan ulaştırılmış bir çok şey. Yiyecek, ilaç, silah böyle gelmiş. 1993'te yaklaşık dört ayda yapılmış. 800 metre uzunluğunda, 1 metre genişliğinde ve 1.5 metre yüksekliğindeki bir tünel. Günde 4 bin kişi geçiyormuş ve Saraybosna'nın kuşatmadan tek çıkış yoluymuş. Yaklaşık 200 bin insanın öldüğü savaşta 300 bin insanın hayatta kalmasına vesile olmuş. Adı; Yaşam Tüneli.
Konije’ye halkı Konya’dan gelip buraya yerleştikleri için bu ismi almışlar. Osmanlı savaş atları burada beslenirmiş. Üzerine ancak tanklar çıkarılarak yıkılabilen Osmanlı köprüsünü, tepesi uçurulan minareleri(Boşnaklar herkes görsün diye tamir etmiyorlar) görüyoruz. Bir gümrük köyü olan Poçitel Türk köyünnde Rüzgarın çokluğu ve sertliği sebebiyle uçmasın diye çatıları kesme ince  taşlar ile döşemişler. Dizdarların kaldığı muhteşem kalenin en üstünden manzarayı izliyoruz. Blagay tekkesinden güzel hatıralarla ayrılıp Mostar’a ulaşıyoruz.
Mostar
Bu muhteşem şehrin yanındaki tepeye Hırvatlar beldenin % 45’ini oluşturan Müslümanları aşağılamak için büyük bir haç dikmişler. Durumu Aliya’ya bildiren Müslümanlara Aliya’nın cevabı muhteşem olmuş, “Ne kadar yüksek yaparlarsa yapsınlar bizim sembolümüz olan ay-yıldız hep üstlerinde olacaktır.
Mostar köprüsü ve onun üstünden grubumuz adına suya atlayış yapan genç ilginçti. Tam bir Osmanlı kenti. Nehrin bir tarafında minareler, diğer tarafında kilise kuleleri yükseliyor. Boşnaklar ve Arnavutlar uzun kilise kulelerine karşı daha yüksek minareler yaparak direniyorlar. Minareler ise iki şerefeyi geçmiyor. Çünkü onlara göre üç şerefe Osmanlı sultanlarını temsil ediyor. Saygı gereği üç şerefe yapmıyorlar.
Ancak son dönem buralarda gelişen Suudi kökenli selefi gruplar inadına biraz da Boşnakların gönlündeki Osmanlı sevgisine hakaret amacıyla  üç şerefeli minareler yapmaya başlamışlar. Dahası gençlere öğrettikleri selefi şeklindeki namaz kılma şekilleriyle aileler arasında kavgalara sebep olmuşlar. Sonuçta selefiler gibi ayaklarını açan, ellerini dirsekten bağlayanların devam ettiği camiler oluşturulmuş. Buna karşın yaşlılar Osmanlıdan kalma öğretiyle Osmanlıdan kalma camilerde ibadet ediyorlarmış. Alın size fitne. Neyin mücadelesini veriyorlarsa?






[1] Bkz. Mehmet Azimli, Benim Gözümle -Coğrafyalar-, İstanbul 2015.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar