30 Mayıs 2017 Salı

İbn Rüşt ve Endülüs-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Filozoflar eskiden beri insan denen varlığın toplumsal bir varlık olduğundan bahsederler.  Bu manada her insanı kendi toplumu içinde değerlendirmek o insanı anlamada önem arz etmektedir. Çünkü insanın kendi çevresinden etkilenen bir varlık olduğu kesindir ve çevresinin getirdiği sorunlara kafa yoracak, toplumunun sorunlarını dert edinecektir.

Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: İlim

Ebû Ömer b. Dâvûd
 İlim kelimesi, dilimizde bilgi ve bilim anlamında kullanılır. İslâm tarihinin ilk dönemlerinde ilim dendiğinde rivayet esaslı bilgi kastediliyordu. Rivayetleri bilmek ve daha da önemlisi ezberlemek ilim olarak görülüyordu. Bugün de İslâm dünyasının birçok yerinde böyle düşünülüyor. Ancak ilim kelimesinin anlamı ve kapsamı zamanla değişiyor. Nitekim bugün ilim, İslâm diniyle doğrudan ilgili olmayan alanların dışında kalan bilgi için de kullanılıyor. Son dönemlerde çoğu zaman, ilim yerine bilim kelimesi tercih ediliyor.

İtikadi Münafıklık Tanımlamasından Siyasi Münafıklık Yansımasına Bir Bakış

   
   Öğr. Gör. Cuma Karan

Kuran ve Hadislerde çokça rastladığımız kavram ve tanımlamalardan biri de Münafık kavramıdır. Sözlükte;  “tarla faresi,” “yuvasına girmek”, “bir kimseye olduğundan farklı görünmek” anlamına gelen  “nifak” mastarından türemiş bir sıfat olan “münafık” kelimesi; “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren kimse demektir.”[1]  İbn Manzur; küfrünü gizleyip imanını izhar eden kimse olduğunu ve bu kavramın İslam öncesi Arap toplumunda kullanılmadığını dolayısıyla Kuran’a ait vasıflandırma ve ona has bir ıstılah olduğunu söyler.[2]

Hudeybiye Barış Antlaşmasında Kadınların Durumu

Prof. Dr. Mehmet Salih ARI
Resûlullah (s.a.) ile Kureyşliler arasında akd olunan Hudeybiye Antlaşmasının önemli bir maddesi genellikle İslâm tarihi kaynakları, araştırma ve ders kitaplarında şu anlamda aktarılmaktadır: “Eğer Mekkelilerden bir kişi müslüman olur ve velisinin izni dışında Medine’ye sığınırsa iade edilecek, ancak eğer müslümanlardan birisi din değiştirip Kureyş’e sığınırsa o Müslümanlara iade edilmeyecektir.”

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Oruç ve Hikmetleri


Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 Ramazan, on bir ayın sultanı, aynı zamanda bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini içinde barındıran mübarek bir aydır.  Bu ayın diğer bir özelliği de İslâm’ın şartlarından olan oruç ibadetinin bu ay boyunca farz kılınmış olmasıdır.

Kitap Yine Öksüz Yine Garip Kaldı

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
Geçtiğimiz Cuma günü(Ramazan’dan bir gün önce), Beyazıt Camii önünde, "Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı"nın açılışı yapıldı. Aslında bu yıl 36.sı yapılan bu fuarın adı, 1982 yılında ilk düzenlendiğinde "Dini Yayınlar Fuarı" idi. Daha sonraki yıllarda ismi, yayıncılığın gelişerek  “dini kitaplar” formatının dışına çıkması ve daha geniş kitlelere hitap etme amacına yönelik olarak “Kitap ve Kültür Fuarı” olarak değiştirildi. Düzenlendiği ilk yıldan itibaren Ramazan ayı boyunca Sultan Ahmet Camii avlusunda yapılan kitap fuarı 30 sene sonra, açıklanmayan bir gerekçeyle nisbeten "sapa" bir yerde bulunan Beyazıt'a alındı. Bu yer değişikliğinden dolayı, fuar her yıl biraz daha zayıfladı ve hiçbir yayıncının memnun olmadığı bir duruma düştü.

28 Mayıs 2017 Pazar

Hz. Ömer ve Hz. Abbas Arasındaki İhtilaf

Ebû Ömer b. Dâvud 
Hz. Ömer döneminde Müslümanlar çoğalınca, mescit onlara dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Ömer -Hz. Abbas’ın eviyle müminlerin annelerinin odaları hariç- mescidin etrafındaki evleri satın aldı. Bir gün Ömer, Abbas’a şöyle dedi:

İlimden Sanata Bir Medeniyet Şehri Olarak Mardin -Taşın Estetiğe Dönüşmesi-

Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya

 Kudüs, Venedik ve Mardin, insanlığın üç kadîm şehri olarak bilinmektedir. İslâm medeniyetin önemli bir parçası, bir İslâm şehri Mardin, sadece Müslümanlara mekânlık yapmış bir coğrafya değildir.
Asur, Sümer, Pers, Roma ve Bizans dönemlerinde de bir uygarlık merkezidir. Dolayısıyla farklı din ve inançların temsilcilerinin yüzyıllardır beraber yaşadığı bir şehirdir. Bu kapsamda cami, kilise, manastır, türbe, kümbet, kale ve medreseler, medeniyet göstergesi olarak varlıklarını korumuşlardır.

Hz. Osman Dönemi Fetihleri

 Prof. Dr. Âdem APAK
Hz. Peygamber’in (sav) vefatından sonra halîfe seçilen Hz. Ebû Bekir, ridde hareketlerini bastırdıktan sonra Suriye ve Irak üzerine ordular göndermişti. Hz. Ömer zamanında daha da genişletilen fetih harekâtıyla doğuda İran kontrol altına alınırken, batıda Bizans’ın Doğu Akdeniz ve Mısır hâkimiyetine son verildi. Hz. Osman’ın halîfeliğinde bu fetih hareketleri nihaî hedeflerine ulaştırılarak Hulefâ-i Râşidîn döneminin en geniş sınırlarına ulaşıldı. Bu dönemde gerçekleştirilen fetihleri, orduların harekât merkezleri dikkate alınarak aşağıdaki şekilde tasnif etmek mümkündür.

Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Felsefe

Ebû Ömer b. Dâvûd
Felsefe kavramının genellikle insanımızın zihninde olumlu anlamlar çağrıştırmadığını düşünüyorum. Felsefeyle ciddi tanışmam üniversite yıllarında oldu. Çok iyi hatırlamıyorum ama daha önce ben de diğer birçok insan gibi felsefenin insanın aklını çelen, hatta ayağının kaymasına sebep olan kötü bir şey olduğunu düşünüyor olmalıydım. Nasıl olsa felsefe yapmak zındıklıktı. Ancak üniversite yıllarında ilk defa adlarını duyduğum filozofların görüşlerini okumaya başlayınca bu konuda sağlıklı bir düşünceye sahip olmadığımı anladım. Filozofların görüşü olarak okuduklarımın çoğunu anlamakta zorlanıyordum. Zira hem yeterli bir altyapım yoktu, hem de hocalarımız anlamamızı kendilerine dert etmiyorlardı. Gelenekten gelen, teslimiyete dayalı yaklaşımın etkisi olduğunu söylemek de yanlış olmaz.

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Mûtezile ve İktidar-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Bu noktada Beytü’l-Hikme gibi kurumlarda çalışanlara bu kadar özgürlükler verilmesine rağmen, bazı meselelerde hiç de özgürce davranmayan Mûtezile iktidarı döneminden bir örnek olayla konumuzu açıklamak, akli izahlara ve insan özgürlüğü bağlamında Mûtezile’nin hoşgörüsüzlüğüne bir örnek teşkil etmesi açısından, o dönemin ünlü bir bürokratı olan Afşin’in uğradığı kovuşturma sonucu öldürülmesini örnek vererek meselenin izahına katkıda bulunmak istiyoruz.

Müslüman ve Ramazan

 Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 İslam öncesi Arabistan’da çetin hayat şartları ve geçim zorluğu sebebiyle Araplar arasındaki öncelikli irtibat şekli düşmanlıktı. Buna göre aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan iki Arap kabilesi tabiî olarak birbirlerine düşman kabul edilmiştir. Dolayısıyla kabile savaşları İslam öncesi Arabistan’ından toplumda rutin hale gelmişti. Öyle ki, Arap câhiliyye hayatında en önemli sosyal hadiseler olarak Eyyâmü’l-Arab adı verilen kabile savaşları kabul edilir. Savaş halinin devamlı geçerli olduğu bu şartlarda Araplar, hac ve ticaret gibi zorunlu faaliyetlerini îfâ edebilmek için güvenli zaman dilimlerine ihtiyaç duymuşlardır ki, onlara bu imkânı İbrahim (as) zamanında tespit edilmiş bulunan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem Receb gibi savaşın yasak kabul edildiği haram aylar sağlamıştır. Nitekim Araplar Hac vazifesini de bu dönemde gerçekleştiriyorlar; savaşsız geçen bu dönemde Arap kabileleri her taraftan Mekke’ye geliyorlar, buralarda birkaç gün konaklıyor, ihtiyaçlarını gideriyor, mallarını takas ediyor, gece sohbeti ve eğlenceler tertip ediyorlar, daha sonra da güvenlik içinde yurtlarına dönüyorlardı. (Bakara, 2/197-198). Bu sebeple cahiliye dönemi Arapları adı geçen ayları en mübarek, muteber ve makbul aylar olarak kabul ediyorlardı.

İdil Bulgar Hanlığı

Güngör Aksu
İdil (Volga) nehrinin orta havzasında kurulmasından dolayı ve diğer Türk-Bulgar devletleri ile karıştırılmaması için İdil Bulgar Hanlığı olarak isimlendirilen bu devlet ilk Müslüman-Türk devletidir. Bulgarların Türk kökenli oldukları yapılan birçok araştırma neticesinde ortaya çıkarılmıştır. İdil Bulgarları hakkındaki bilgiler ekseri Rus ve İslam kaynaklarında dağınık bir halde bulunmaktadır. İdil Bulgarlarının en eski ataları Ogur (Ugur) adıyla anılan batı Türk toplulukları içinde yer alan kitlelerdir.

26 Mayıs 2017 Cuma

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Hz. Peygamber’in (sav) İbadet Hayatı

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 Seçkin kabi­liyet ve şahsiyetleriyle çok sayıda insan bu dünyadan geçmiş olmakla birlikte hiçbirinin yaşantısı, günlük hayatının tüm teferruatına kadar bi­linmemektedir. Hatta Hz. İbrahim Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ gibi tarihi seyrini değiştiren ve insanlığın hayatını tevhidî dinleri ve şahsî örnek hayat­larıyla etkileyen peygamberlerin dahi hayat­larından gelecek nesillere bıraktıkları, bili­nen fazla bir şey yoktur. Gerçekten de onların öğretileri kaybolmuş veya değişerek hakikî hüviyetlerini kaybetmiştir. Hayatları, söz ve davranışları hakkındaki kayıtlar ise son derece sınırlıdır. Her şeyden önce onların hayat hikâyeleri tamam olmayıp, milyonlar­ca insanın hayranlık ve saygı duyduğu mükemmel hayat ve şahsiyetlerini yeterince göstermemektedir. Nitekim öğretilerinin bazı kısımları zamanla tahrif olmuş ve başka düşüncelerle karışmış olduğundan, gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde intikal ettirilememiştir. Hiçbir din, hatta öğreti, bir pey­gamber veya uygulayıcısı olmadan insanlığa telkin olunamamıştır. Muhakkak ki öğreti­cinin şahsiyeti ve fiilî örnek verebilme kabi­liyeti, öğreti ve misyonunun başarısı bakımın­dan çok önemlidir.

25 Mayıs 2017 Perşembe

Hamdaniler (294-394/906-1004)

Sümeyye İslam Çelik
Tağlib kabilesinin Rebai koluna mensup olan Hamdani hanedanı uzun bir süre Cezire’de yaşamışlardı.1 Hanedanlığın kurucusu olarak bilinen Hamdan b. Hamdun, Rakka yöresinden göçerek Musul’a yerleşmişti.2 Soyu, Hamdan b. Hamdun b. Haris b. Lokman b. Raşid b. Rafi’ b. Mes’ud b. Delhem b. Mes’ud b. Utayf b. Mahreme b. Cariye b. Malik b. Ganm b. Bekr b. Hubeyb b. Ömer b. Ganm b. Tağlib b. Vail b. Kasıt b. Heneb b. Aksa b. Dü’ma b. Cüdeyle b. Esed b. Rebi’a b. Nizar b. Ma’ad b. Adnan’dır.3 Hanedan sünni-hanefiydi, Seyfüddevle gibi bazıları ise şiiydi.4
Hamdun, 260/873 senesinden itibaren Musul’da meydana gelen karışıklıklarda önemli bir konumda oldu. Oğlu Hamdan 272/885 yılında Harici Harun eş-Şari ile müttefik oldu ve Mardin kalesini ele geçirdi. 281/894 senesinde Abbasi Halifesi Mu’tezid Hamdan’a karşı savaş açmış, o da oğlu Hüseyin’i Mardin’de bırakarak kaçmıştı. Halife Mardin’i ele geçirmiş ve kısa süre sonra da Hamdan’ı yakalayarak Bağdat’a götürmüş ve orada hapsetmişti. Hamdan’ın oğlu Hüseyin, Harici lideri Harun’u mağlup edince halife, Hamdan’ı serbest bıraktı ve ona ikram ve ihsanda bulundu. Hüseyin, Abbasilerin hizmetinde komutan oldu ve Karmatiler’e karşı mücadele etmeye başladı. Daha sonra halife Muktedir’e karşı ayaklandı ve kısa bir süreliğine de olsa halifeliği ele geçirmiş olan Abdullah b. Mu’tezz’e yardım etti. Bu nedenle Abbasi halifesi Muktedir, onu merkezden uzaklaştırdı. Daha sonra affedip onu Kan ve Kaşan’a vali tayin etti. Fakat kısa bir süre sonra tekrar anlaşmazlıklar baş gösterdi ve Hüseyin, halife tarafından tevkif edildikten sonra vefat ettiği 306/918 yılına kadar hapiste kaldı.5
Hüseyin’in kardeşi Ebu’l Heyca Abdullah b. Hamdan, Abbasi halifesi Muktedir tarafından 292/905 tarihinde Musul ve çevresine vali olarak atandı.6 Abdullah’ın oğlu Hasan da onunla birlikte gitti.7 Hüseyin’in diğer kardeşleri olan İbrahim’i 307/919 yılında Diyaru Rabia’ya, Said’i de 312/92 yılında Nihavend’e vali olarak atadı. Aynı zamanda ailenin diğer fertlerinden bazılarını da devlet makamlarına getirdi.8 Ebu’l-Heyca, 317/929 senesinde Muharrem ayının sonuna doğru öldürüldü9 ve Musul valiliğine oğlu Nasıruddevle Hasan geçti.
Bu dönemden sonra Abbasi devleti zayıflamaya başladı ve bundan istifade eden Nasıruddevle Musul’da, kardeşi Seyfüddevle ise Halep’te bağımsız birer devletçik kurdular.10
Nasıruddevle Hasan, 317-319/929-931 yılları arasındaki iki sene hariç tutulursa 308-358/920-969 tarihleri arasında bölgede hakimiyetini korumuş, nüfuzunu Diyarbakır, Diyaru Rabia’ya kadar yaymıştır. Halife Muttaki, ona Nasıruddevle, kardeşi Ali b. Hamdan’a11 da Seyfüddevle unvanlarını vermiştir.12 El-Ezdi bu olayın 330/941 senesi şevval ayında vuku bulduğunu belirmiştir. Ayrıca Nasıruddevle’nin bu dönemde Emiru’l-umera olduğunu ilave etmiştir.13
İki kardeş de halife ile iyi geçiniyorlardı fakat bu durum uzun sürmedi. Nasıruddevle, halktan aldığı vergileri artırarak halifenin harcamalarını kıstı ve onun çiftliklerine el koydu. Bu da onların arasının bozulmasına neden oldu. Bir tarafta Nasıruddevle ve Beridiler, diğer tarafta Buveyhiler’le içi savaşlar başlamıştı. Halife Tüzün’dan yardım istedi ve Bağdat’taki Hamdani liderleri Musul’a geri dönmek zorunda kaldılar. Fakat halife ve Tüzün arasında da anlaşmazlıklar çıkınca halife, Nasıruddevle’ye sığındı ve iki taraf arasında bir savaş vuku buldu. Bu savaş sonucunda Nasıruddevle ve halife yenilerek Tüzün’le bir sulh imzalandı. Bu anlaşmaya göre, Nasıruddevle, idaresi altındaki topraklara, yıllık 3 milyon 600 bin dirhem vergi ödemek şartıyla 3 yıl boyunca hakimiyetini sağlayacaktı. Tüzün ise halifenin ona olan düşmanlıklarından dolayı onu tevkif edip gözlerine mil çektirmiş ve yerine de Müstekfi’yi halife ilan etmişti.14
Kısa bir süre sonra Büveyhiler, 334/945 yılında, Bağdat’a girmiş ve bu dönemden sonra Büveyhiler ve Abbasi halifeliği arasında yeni bir dönem başlamıştı. Buveyhilerin lideri Muizzüddevle, Hamdaniler’i Musul’dan çıkarmak amacıyla halife Muti ile birlikte Nasıruddevle’ye saldırdı. O sıralarda Emiru’l-umera olan İbn Şirzad, halife ve Muizzüddevle’nin Bağdat’tan ayrılmasını fırsat bilerek Nasıruddevle’ye katıldı ve Bağdat Nasıruddevle’nin eline geçti. Fakat bu şehirde ancak dört ay hakimiyet sağlayan Nasıruddevle, Muizzüddevle’nin Bağdat’ı geri almasıyla tekrar Musul’a dönmek sorunda kaldı. 335/946 yılında bir anlaşma imzaladılarsa da bu anlaşma aralarında zaman zaman çıkan anlaşmazlıkları önleyemedi.15
345/956 (957) senesinde Nasıruddevle tekrar harekete geçti ve Bağdat’ı istila etti. Fakat bu da uzun sürmedi ve Muizzüddevle Bağdat’ı ondan geri aldı.16 Nasıruddevle, Muzizüddevle’ye vergi vermeyi bıraktı. Çünkü Muzizüddevle, bu parayla Nasıruddevle’ye karşı bir ordu kuruyordu. Muzizüddevle, 353/963 senesinin Recep ayında Nasıruddevle’ye karşı harekete geçti ve Musul’u ele geçirdi. Ardından Nasıruddevle’nin üzerine, Nusaybin’e hareket etti ve orayı da ele geçirdi. Daha sonra Nasıruddevle, Muizzüddevle’nin Musul’dan ayrılmasını fırsat bilip şehre girdi ve oradaki yetmişten fazla komutanı esir alıp üzerlerindeki yüz otuz berdeh (bin ya da on bin dirhemden oluşan para kesesi) dirhemi alarak Musul’dan ayrıldı. Kardeşi Seyfüddevle’nin yanına Halep’e vardı.17 Seyfüddevle’nin, Nasıruddevle’nin borçlarını üzerine alması ve aralarını bulması ile birlikte Nasıruddevle ve Muizzüdevle, anlaşma imzaladılar.18
Yaşadığı bunca olumsuz olaya çok sevdiği kardeşi Seyfüddevle’nin ölümünün de eklenmesiyle birlikte Nasıruddevle, akli dengesi kaybetti. Oğulları da birbirlerine düşman oldu.19 Oğullarından biri olan Ebu Tağlib, babasına isyan ederek onu Musul’da bulunan Kevaşi Kalesi’ne hapsetti. Ardından Nasıruddevle’nin diğer oğlu Hamdan ile çarpıştı ve neticede herkes kendi idaresi altındaki bölgede egemenliğini kurdu. Nasıruddevle de birkaç ay sonra 358/969 senesinin Rebiülevvel ayında vefat etti.20
Nasıruddevle’nin vefatının ardından Musul Hamdaniler’inin zayıflaması hızlandı ve oğulları arasındaki ihtilaf büyüdü. Sonunda iki gruba ayrılan oğulların bir grubu Hamdan b. Nasıruddevle’nin, diğer bir grubu ise kardeşi Ebu Tağlib’in tarafını tutuyordu. İki grup arasındaki mücadelede Hamdan, peş peşe mağlubiyetler yaşadı ve Bağdat’ta bulunan Büveyhi sultanı Bahtiyar’a sığınmak zorunda kaldı. Bahtiyar onu destekledi fakat Ebu Tağlib kardeşi Hamdan’ı hezimete uğrattı. Ebu Tağlib, Büveyhilerle mücadele etti ve onların Irak’taki hakimiyetlerine son vermek için çabaladı. Bahtiyar’ın Bağdat’tan ayrılmasını fırsat bilen Ebu Tağlib, Bağdat’ı işgal ederek şehri ele geçirme noktasına geldi. Düşmanının yapacaklarından korkan Bahtiyar, Ebu Tağlib’le bir anlaşma imzaladı. Anlaşma şartlarına göre Ebu Tağlib Hamdan’dan aldığı yerleri ona geri verecek buna karşılık kendisi “Sultan” unvanı alacaktı. Fakat aralarında tekrar savaş başladı ve bu savaş 363/973-974 yılında imzalanan anlaşmayla sona erdi. Bundan sonra Büveyhi Sultanı Azududdevle Musul, Diyaru Rebia, Meyyafarikin, Amid ve Diyaru Mudar’ı Ebu Tağlib’in elinden aldı. 369/979 yılında Ebu Tağlib öldürüldü. Hamdaniler, on yıl sonra Musul ve çevresini geri aldılarsa da bu uzun sürmedi ve neticede Musul, 386/994 yılında Büveyhiler’in eline geçti.21
Hamdaniler’in ikinci kolu da Seyfüddevle unvanıyla bilinen Ali b. Hamdan tarafından Halep’te kurulmuştu. 333/944 senesinde Seyfüddevle Halep’e gitmiş ve orayı Yanis el-Munisi’den almıştı. Daha sonra Humus’a gitmiş fakat orada bir başarı elde edemeyince Cezire’ye geri dönmüştü. Sonra da tekrardan Halep’e dönerek orada hakimiyetini kurmuş ve Bizanslılarla savaşarak onları mağlup etmişti.22 Rivayetlere göre Seyfüddevle döneminde, Bizans’la kırk kadar savaş yapılmış. Çoğunda Seyfüddevle galip gelmiş ve çok sayıda Rum askerini esir almıştı. Seyfüddevle, yalnızca Bizans’la değil Beridiler ve Türklere karşı da birçok sefer düzenlemişti.23 Onun dönemi Bizans’la yaptığı savaşlar ve kazandığı başarılar sayesinde Hamdaniler’in en parlak dönemi sayılmış ve Seyfüddevle, Hamdaniler’in en başarılı sultanı diye anılır olmuştur.24
Halep’e hakim olan Seyfüddevle, daha sonra Şam şehri üzerine yürüdü ve karşısına çıkan İhşid’i Kınnesrin’de yendi. Ancak daha sonra İhşid, ordusuyla birlikte Halep’e girdi ve Şam’ı Hamdaniler’den geri aldı. Bu savaşta İhşid galip gelmesine rağmen Halep ve Suriye’nin kuzeyinde Halep’e komşu bölgeleri Hamdaniler’e bırakmak ve kendilerine senelik vergi vermeleri şartıyla onlarla anlaşma imzaladı. Fakat İhşidiler ve Hamdaniler arasında yapılan bu anlaşma uzun sürmedi.25 324/945 senesinde İhşid, altmış küsur yaşında Dımışk'ta vefat etmiş ve yerine oğlu Ebü'l-Kasım Ebu Cür geçmişti. Ancak yaşı küçük olduğundan İhşid’in kölesi Kafur atabek olmuştu. Atabek bütün memleketin idaresini, bütün işleri kontrolünde tutuyordu. Kafur, Mısır'a doğru gitti ve Seyfüddevle ise ardından Dımaşk'a hücum etti ve orayı İhşid'in adamlarının elinden aldı. Kafur, bu haberi alınca büyük bir orduyla geldi ve Seyfüddevle’yi hem Dımaşk’tan hem de Halep’ten çıkardı. Halep’te yerine birini vekil tayin ederek Mısır’a dönünce Seyfüddevle Halep’e saldırarak orayı tekrardan geri aldı.26
Bir yandan İhşid’le savaşırken diğer yandan Bizans’a karşı da seferler düzenlemeye devam eden Seyfüddevle, bu savaşlar sırasında birçok Rum askerini öldürmüş ve birçoklarını esir etmişti. Seyfüddevle’nin ordusu Bizanslı komutan Konstantin b. Fardas’ı mağlup ederek Fırat’ı geçmiş ve Fardas’ın ordusuyla tekrar karşılaşarak onları yine mağlup etmişlerdi. Komutanlarını öldürdükten sonra son derece önemli bir kale olan Hades’i tamir etmeye gitti. Bu durumu gururuna yediremeyen Bizans, Seyfüddevle üzerine kalabalık bir ordu gönderdi. İki ordu karşılaştı ve Seyfüddevle, Fardas’ın damadını ve yeğenini esir alıp çok sayıda Rum askerini de öldürdü. Dönemin ünlü şairleri, şiirlerinde Seyfüddevle’nin bu zaferlerine bolca yer vermişlerdir.27
Seyfüddevle, 23 yıllık hükümdarlığının ardından 356/967 senesinin Safer ayında Halep’te vefat etti.28 İbn Kesir, Seyfüddevle’nin Şiiliğe meyyal olduğunu, cesur bir kumandan ve ihsanı bol bir insan olduğunu belirtir.29
Ondan sonra yerine oğlu Sa’dudevle Ebü'l-Mealî eş-Şerif geçmişti. Saduddevle iktidarı sırasında Halep Hamdanileri zayıflamaya başlamıştı. Saduddevle, 357/968 yılında dayısı meşhur şair Ebu Firas’ı öldürmüş, babasının kölesi Karguveyh de bunun üzerine ona karşı ayaklanarak Halep’i ele geçirmişti. Saduddevle’yi altı yıl boyunca şehre sokmamıştı. Bunun ardından Saduddevle, Fırat’ı geçerek Hama’ya yerleşmişti.30
358/968 senesinde Bizanslılar Humus’a girerek şehri yakmış ve 100.000 kadar kişiyi de esir almışlardı.31 Bunun üzerine Saduddevle, Humus’a girerek şehri imar etmeye başladı. 359/969 senesinde Saduddevle ve Karguveyh barış anlaşması imzaladılar ve anlaşma gereği Karguveyh, Halep’te Saduddevle adına hutbe okuttu. Saduddevle ise Humus’ta kalarak Fatımileri destekledi ve hutbeyi Fatımi halifesi Muizz için okuttu.32
Daha sonra Saduddevle ve Humus valiliğinden azlettiği Bakcur arasında bir anlaşmazlık çıktı ve sonunda iki taraf karşı karşıya geldi. Bakcur, Fatımi halifesi Aziz’den yardım istedi ve ondan Dımaşk’ın valiliğine getirilmesini talep etti. 373 yılında Dımaşk’a giren Bakcur, burada bulunan Fatımi halifesinin veziri Yakup b. Kilis’in vekilini öldürdü ardından da Yakup ve askerlerini öldürerek Fatımiler’in zulmünden korkup tekrar Saduddevle’ye sığındı ve ondan yeniden Humus valiliğine getirilmesini istedi. İsteği yerine getirilmesine rağmen şehirde istikrarı sağlayamadı. Bundan sonra Fatımilerle Saduddevle arasındaki ilişki kötüleşmeye başladı. Bakcur, tekrar Halep şehrini ele geçirmek için Fatımi halifesi Aziz’den yardım istedi. Bakcur’un planını haber alana Saduddevle, Bizans İmparatoru II. Basili’ye mektup yazarak ondan yardım talebinde bulundu. Neticede Mısırlı ve Arap askerlerin desteklediği Bakcur’la, Rum, Ermeni, Deylemi, Türk ve Kelboğulları kabilesinden 500 kişinin de yer aldığı bir orduyu komuta eden Saduddevle karşılaştılar.33
Saduddevle, Hamdani askeri arasında birlik ve beraberliği sağlamak için savaşı bırakmayı ve barış yapmayı istemişti. Bu amaçla Bakcur’u, kendisine Humus ve Rakka arasındaki bölgeyi ikta olarak vermeyi teklif ederek barış yapmaya çağırdı. Fakat Bakcur, bu durumu gururuna yediremedi ve onunla savaşmaya devam etti. Ancak kendisi büyük bir yenilgiye uğradı.34
Ölümünden kısa bir süre önce Fatımilerle arası açılan ve onlar üzerine sefer düzenlemeye niyet eden Saduddevle hastalandı ve 381/991 senesinde öldü. Ölümünün ardından yerine veliaht tayin ettiği Saidüddevle geçti. Onun dönemi Fatımilerle savaşların sıkı sık tekrarlandığı bir dönemdi.35
Saidüddevle bir yandan Fatımilerle diğer taraftan da babasının vasi tayin ettiği Lü’lü’ü ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Lü’lü’ü, onun saltanatına göz dikmiş, bunun için de hem onu hem de onunla evlendirdiği kızını zehirleterek öldürmüş ve Hamdani iktidarını ele geçirmişti. Lü’lü’ü’nün 399/1008 yılında ölümü üzerine yerine Fatımi halifesinin hakimiyetini tanıyan oğlu Mansur geçmiş ve Fatımi halifesi adına hutbe okutmuştu. Halife tarafından kendisine Muizzüddevle unvanı verildi. Bu tarihten sonra Fatımi idaresi Halep’i de içine aldı ve böylece Fatımiler Halep Hamdanilerine son vermiş oldular.36
Hamdani sultanları, ilmi ve kültürel faaliyetleri destekledikleri gibi kendileri de şiirle ilgilenmişlerdi. Seyfuddevle, savaş meydanındaki başarısının yanı sıra kültür ve sanata da değer vermiş, bundan dolayıdır çevresinde çok sayıda ilim erbabı, şair ve edip toplanmıştır. Seyfüddevle döneminde Bizans’a karşı kazanılan savaşların da etkisiyle bir kahramanlık edebiyatı oluşmuş, şiirlerde bu askeri başarıyı sağlayan Seyfüddevle’ye övgüler bolca yekun tutmuştu.37
Hamdaniler, bir asırlık bir dönem boyunca Abbasilerin topraklarında, onlardan bağımsız bir devletçik kurmuşlar ve Abbasi siyasetinde kendi dönemleri boyunca etkin bir rol oynamışlardır. Gerek dış düşmanlara karşı gerekse kendi içlerindeki çekişmeler yüzünden zamanla zayıflamışlar ve Musul koluna Büveyhiler, Halep koluna Fatımiler son vererek Hamdaniler’i tarih sahnesinden silmişlerdir.






KAYNAKÇA
Akbaş, Mehmet; Hamdaniler Döneminde Cizre ve Çevresinde Kültür ve Medeniyete Dair Öğeler, Bilim Düşünce ve Sanatta Cizre: Uluslararası Bilim, Düşünce ve Sanatta Cizre Sempozyumu Bildirileri, (ed. M. Nesim Duru), İstanbul-2012, s. 47-54.
- Hamdani Sultanı Seyfüddevle Döneminde Anadolu’da İlk Haçlı Yapılanması, Beşinci Uluslararası Orta Doğu Semineri: İslamiyet’in Doğuşundan Osmanlı İdaresine Kadar Orta Doğu, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Şam, 2-4 Kasım 2010, s. 141-148.
Bosworth, Clifford Edmund; Doğuşundan Günümüze İslam Devletleri Tarihi; Devletler,Prenslikler, Hanedanlıklar Kronolojisi ve Soy Kütüğü El Kitabı, (çev. Hande Canlı), Kaknüs Yayınları, İstanbul-2005.
el-Ezdi, Ali b. Zafer; Hamdaniler, (thk. Temime Ravvaf), (çev. Mehmet Akbaş), Ravza Yayınları, İstanbul-2011, s. 19-20.
Hasan, İbrahim Hasan; Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, (çev. Ahmed Turan Aslan; Hamdi Aktaş; İsmail Yiğit; Sadrettin Gümüş), Kayıhan Yayınları, İstanbul-1985.
İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasen İzzüddin Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybani el-Cezeri, İslam Tarihi: el-Kamil Fi’t-Tarih Tercemesi, (çev. Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Zülfikar Tüccar, Abdulkerim Özaydın, Yunus Apaydın, Abdullah Köşe), Hikmet Neşriyat, İstanbul-2008.
İbn Kesir, Ebü’l-Fida’ İmadüddin İsmail b. Şihabiddin Ömer b. Kesir b. Dav’ b. Kesir el-Kaysi el-Kureşi el-Busravi ed-Dımaşki eş-Şafii, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye, (çev. Mehmet Keskin) Çağrı Yayınları, İstanbul-1995.
Karaaslan, Nasuhi Ünal; “Hamdaniler”, DİA, 1977, c. 15, s. 446.
Öztuna, Yılmaz; Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara-1996.
1 Clifford Edmund Bosworth, Doğuşundan Günümüze İslam Devletleri Tarihi; Devletler,Prenslikler, Hanedanlıklar Kronolojisi ve Soy Kütüğü El Kitabı, (çev. Hande Canlı), Kaknüs Yayınları, İstanbul-2005, s. 134
2 Nasuhi Ünal Karaaslan, “Hamdaniler”, DİA, 1977, c. 15, s. 446
3 Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, (thk. Temime Ravvaf); (çev. Mehmet Akbaş), Ravza Yayınları, İstanbul-2011, s. 19-20; Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara-1996, c. 1, s. 458
4 Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri, c. 1, s. 458
5 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, (çev. Ahmed Turan Aslan; Hamdi Aktaş; İsmail Yiğit; Sadrettin Gümüş), Kayıhan Yayınları, İstanbul-1985, c. 3-4, s. 12
6 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 13; Clifford Edmund Bosworth, Doğuşundan Günümüze İslam Devletleri Tarihi, s. 134
7 Clifford Edmund Bosworth, Doğuşundan Günümüze İslam Devletleri Tarihi, s. 134
8 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 13;
9 Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 24
10 Mehmet Akbaş, Hamdaniler Döneminde Cizre ve Çevresinde Kültür ve Medeniyete Dair Öğeler, Bilim Düşünce ve Sanatta Cizre: Uluslararası Bilim, Düşünce ve Sanatta Cizre Sempozyumu Bildirileri, (ed. M. Nesim Duru), İstanbul-2012, s. 47-54
11 Mehmet Akbaş, Hamdani Sultanı Seyfüddevle Döneminde Anadolu’da İlk Haçlı Yapılanması, Beşinci Uluslararası Orta Doğu Semineri: İslamiyet'in Doğuşundan Osmanlı İdaresine Kadar Orta Doğu, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi Yayınları, Şam, 2-4 Kasım 2010, s. 141-148
12 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 13; Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 30-31
13 Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 30-31
14 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 13-14
15 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 14-15
16 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 15
17 Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 35-36
18 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 15
19 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 15
20 İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasen İzzüddin Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybani el-Cezeri, İslam Tarihi: el-Kamil Fi’t-Tarih Tercemesi, (çev. Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Zülfikar Tüccar, Abdulkerim Özaydın, Yunus Apaydın, Abdullah Köşe), Hikmet Neşriyat, İstanbul-2008, c. 10, s. 237
21 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 16-18
22 İbn Kesir, Ebü’l-Fida’ İmadüddin İsmail b. Şihabiddin Ömer b. Kesir b. Dav’ b. Kesir el-Kaysi el-Kureşi el-Busravi ed-Dımaşki eş-Şafii, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye, (çev. Mehmet Keskin) Çağrı Yayınları, İstanbul-1995, c. 11, s. 364-365
23 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 18
24 Mehmet Akbaş, Hamdani Sultanı Seyfüddevle Döneminde Anadolu’da İlk Haçlı Yapılanması, s. 141-148
25 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 19-20
26 İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye, c. 11, s. 366-368
27 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 20-21
28 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 22
29 İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye, c. 11, s. 448-449
30 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 21-22
31 İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye, c. 11, s. 452-453
32 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 22-23
33 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 23-24
34 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 24
35 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 24-25
36 Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi, c. 3-4, s. 25
37 Mehmet Akbaş, Hamdaniler Döneminde Cizre ve Çevresinde Kültür ve Medeniyete Dair Öğeler, s. 47-54

İslam Tarihinde İlk Dönem Ayrılık Hareketlerinin Siyasî Sebepleri Üzerine Mülahazalar

Prof. Dr. Âdem APAK
İslâm tarihinde Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’e biat edilmesiyle başlayan ve Hz. Ali’nin şehit edilmesiyle sona eren sürece Hulefâ-i Râşidîn dönemi adı verilir. Bu tanımda geçen hulefâ, halîfe kelimesinin, râşidîn ise "doğru yolda olan, doğruya ve hakka sımsıkı sarılan, kemale ermiş" anlamındaki râşid tabirinin çoğuludur. Dönemin bu şekilde adlandırılması "Herhangi bir ihtilâfla karşılaştığınızda size düşen görev, benim sünnetime ve hulefâ-i râşidînin sünnetine uymaktır" hadisine dayandırılır.[1] Bununla birlikte, gerçek anlamda hilâfetin otuz yıl süreceği, daha sonra da saltanata dönüşeceği şeklinde rivayet edilen hadisten[2] hareketle bazı Sünnî âlimler, Hz. Hasan’ı da Hulefâ-i Râşidîn’in beşincisi olarak kabul etmişlerdir. Kronolojik olarak Hz. Peygamber’in (sav) vefatından başlayıp, Muaviye’nin halîfeliği üstlenmesine kadar geçen dönem konu edileceği için, bu çalışmada Hz. Hasan’ın kısa hilâfet süreci de Hulefâ-i Râşidîn dönemine dâhil edilecektir.

Ramazan Ayı’na Yanlış Perspektiften Bakma

Dr. Celal Emanet
Merkez Muslihiddin Efendi (k.s.) birgün talebesinden; `Dolaptaki şişeyi getirmesini’ ister. Talebe koşup, `Hocam, burada iki şişe var. Hangisini getireyim? ` deyince, Hocası, `Hayır, bir tane var` diye cevap verir. Talebe ısrar edince de; `O halde birini kır` der. Talebe şişeyi kırınca, bir de ne görsün hiçbir şişe kalmaz ortada. Meğer talebe şaşı imiş, biri iki görüyormuş. Bu ibretlik kıssa da olduğu gibi gaflette olan insan da böyledir, her şeyi olduğundan farklı görür. İçerisinde bulunduğumuz aylar ve yaklaşmakta olan Ramazan ayı ise bu gafletlerden arınmada en güzel vesilelerden birisidir.

Hakkâri Bir İslâm Şehridir

            Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
Müslümanların tarihinin en kadim şehirlerinden birisi olan Hakkâri, yeniden gündeme geldi.
Bu kısacık yazıda, Hakkâri'nin neden durup dururken gündeme geldiği üzerinde durmayacağız. Çünkü gerçekten sebebini bilmiyoruz. Şayet uzaktan sezinlediğimiz kadarıyla bu bir asayiş meselesi ise, bilelim ki tarih boyunca bir coğrafyadaki asayişsizlik, o coğrafyadan değil, o coğrafyada yaşayan insanlardan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla mesele dağ-taş meselesi değil, insan meselesidir. Ankara'da terör oluyor diye, Ankara'yı Kayaş'a mı bağlayalım? Bu ne mantık?

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Mûtezile ve İktidar-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Emevîlerle birlikte başlayan devlet yönetimindeki baskıcı yöntemler, Ehl-i Beyt’e yapılan kötü muameleler, Arapçılık fikrinin halka dayatılması halkta özgürlükçü bir yapılanma isteği doğurmuştu. Bunun neticesinde de halk kesimleri alternatif bir yönetim biçimi vaat eden Abbasîleri desteklemeye başladılar.

19 Mayıs 2017 Cuma

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Bilimsel Tarih

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî 
 Bilimsel veya ilmî tarih esas itibariyle 19 yüzyılda görülmeye başlanan ve tarihi hadiseleri sadece aktarmakla yetinmeyip eldeki rivayetler arasında tercih ve tenkit yapılması sonucunda ortaya çıkan tarih yazma anlayışıdır.  Gerçekten de 19. Yüzyılın büyük bölümünde bu “bilimsel tarih” kavramı etkileyici olmuş, yüzyılın sonunda da ortaya çıkan tarih yönetimini esas alan kitaplara bu anlayış tarihçilikte zirveye çıkmıştır.

18 Mayıs 2017 Perşembe

Emanet ve Ehliyet


Prof. Dr. Adem APAK
Emin, emniyet ve emanet kelimeleri Arapça’da e-m-n kökünden gelir. Emin olmak, güvenilen, kendisine emniyet edilen demektir. İman ve mümin kelimelerinin kaynağı da aynı kelimedir. Dolayısıyla bu kelimeden İslâm dininin pek çok kavramının türetildiğini görmemiz mümkündür. Bu terimin karşıtları ise, hain, anarşi, kâfir gibi dinde menfî anlama gelen kavramlardır. Bu nedenledir ki, İslâm dini, inananlarından bu kelimenin olumlu manalarını üstlerinde taşımalarını, zıt anlamlarından da şiddetle kaçınmalarını ister.  

Mümin Genç ve Kâfir Kral

Ebû Ömer b. Dâvud 
Resulullah (s) şöyle buyurdu:
Sizden öncekiler arasında bir kral vardı. Onun bir de sihirbazı vardı. Sihirbaz yaşlanınca krala,
-Artık yaşlandım. Bana bir genç gönder ki ona sihir yapmayı öğreteyim, dedi.

Kamuflajları Kefen Olan Kahramanlar ve Nöbet Bekleyen Canlar



                                                                                Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Allah için, vatan için, namus için, hak için, adalet için, varlığını feda etmektir, şehitlik. Yaşadığımız topraklara hayat veren, şehitlerin vücutlarından akan ab-ı hayattır. Anadolu topraklarında kalmanın Yaratan’ın dışında hiçbir garantisi yoktur. 

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Savrulma

Ebû Ömer b. Dâvûd
Her medeniyetin kendisine has kaynakları ve doğuş süreci bulunmaktadır. Buna uygun olarak medeniyetlerin bilgi kaynakları ve ilim geleneği oluşur. Medeniyetler birbirlerinden etkilendiği gibi farklılık da gösterir.

12 Mayıs 2017 Cuma

Hadislerden Hikâyeler 2 - Yüz Kişiyi Öldürüp Tövbe Eden Adam

Ebû Ömer b. Dâvud 
 Sizden önce yaşayanlar arasında doksan dokuz kişiyi öldüren bir adam vardı. Bir ara yeryüzünün en bilgin kişisini sordu. Kendisine bir rahip tarif edildi. Ona gidip, doksan dokuz kişi öldürdüğünü, kendisi için bir tövbe imkânının olup olmadığını sordu. Rahib,
-Hayır, tövbe imkânın yok, dedi.

11 Mayıs 2017 Perşembe

Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Vekil

Ebû Ömer b. Dâvûd
Eskiler “el-Vekîl ke’l-asîl [Vekil asil gibidir]” derler. Bu ilke vekilin, asilin yetkilerini kullanabileceği anlamına geliyor. Bizde milletvekili dediğimiz kişilere kısa süre önce mebus deniyordu. Yani “gönderilen”. Halk tarafından gönderilen… Tabii halk mı gönderiyor, yoksa başkaları mı belirliyor hep tartışılıyor. Bence bugüne kadarki sistemde vekil de dense, mebus da dense seçilen kişilerin seçiminde halkın iradesinin yansımadığı kesin. Vekiller, kendilerini iyi bir sıraya yerleştiren genel başkanlarına hep minnet duymaya devam ederler. İftiharla onların adamı olduklarını söylerler. Bunun dışına çıktıklarında sistem onları kenara atar. Durumun böyle olmasında siyasî bilgi ve birikimleriyle değil, himayeyle siyaset yapmayı kabul eden kişiliklerinin büyük etkisi var. Çoğunun bir ağırlığı ya da gücü olmayınca kaçınılmaz olarak bu durumla karşılaşıyoruz. Bugün iktidar partisi, Cumhurbaşkanı’nın oyuyla iktidarda kalmaya devam ediyor. Yani Cumhurbaşkanı’nın oyu partinin oyundan çok daha fazla. Eğer cumhurbaşkanının oyu olmazsa partinin dağılması mukadder.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Yaratılanları Sevebilmek Yaratandan Ötürü

Dr. Celal EMANET
“Peygamberlerin gönüllerinde öyle diriltici nağmeler vardır ki, o nağmeler, Hakk’ı arayanlara kıymet biçilmez bir hayat bağışlar.” (Hz. Mevlânâ)
Bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan her şeye sirâyet eder. Meselâ mü’minler için, binlerce dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve müstesnâ kılan, Rasûlullâh (s.a.v.)’in ona olan husûsî muhabbetidir. Yine hicretten evvel sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i Münevvere” haline getirip bütün ümmete sevdiren husus da, Efendimiz (s.a.v.)’in muhabbetiyle donanmış mübârek bir mekân oluşudur. Gerçekten “Medîne-i Münevvere”nin, mü’minlerin gönüllerinde hiçbir memleketle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun zikredildiği her an Rasûlullah (s.a.v.)’i hatırlatmasındandır.
Hayatımızın kıymetlenmesi, doğru fikirler ve doğru hareketler ile kâimdir. Bu da, hakka ve hayra ulaşmak demektir. Bunun için en önemli ve yegâne rehber, Peygamberlerdir. Çünkü Cenâb-ı Hak onları ve hassaten Efendimiz (s.a.v.)’i, bütün insanlığa bir “nümûne-i imtisâl” olarak göstermektedir. Mevlânâ hazretlerinin yukarıdaki beyti de bu gerçeği terennüm etmektedir.
Rasûlullah (s.a.v.)’in insanlar üzerindeki bu tesirleri ve örnek şahsiyeti, kendi devrinden îtibaren bütün beşeriyeti kuşatmıştır. Ona inanmayanlar bile ahlâk ve üstünlüklerini teslim etmek mecburiyetinde kalmışlar; ona gönül verenler ise içlerindeki duygu ve hisleri yanık nağmeler hâlinde terennüm etmişlerdir. Ashâb-ı kirâm, “Malım, canım, bütün varlığım sana kurban olsun ya Rasûlallah!” diyerek teslîmiyet ve bağlılıklarını beyân etmişlerdir. Ucu kıyâmete kadar uzayan aşk kâfileleri, O’nun sevgi ve heyecânı ile akmaktadır. Cihân, O’nun güneşten daha parlak olan nûru ile aydınlanmıştır. İmanın lezzetine O’nunla erişilmiştir.
Nitekim Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah (s.a.v.)’in hakîkatine yaklaşabilmek için, O’nun rûhâniyeti etrâfında âdeta pervâne olup O’nda fânî olmayı dünyanın en büyük nimeti bilmiş ve bu sûretle ilâhî lutuflara nâil olmuşlardır. Târih boyunca Efendimiz (s.a.v.)’in üsve-i hasenesinden lâyıkıyla istifade eden mü’minler de fıtratlarındaki ilâhî neşveleri kemâle erdirerek îman ve ahlâk bakımından zirveleşmişler, insanlığa hidâyet meş’aleleri olmuşlardır. Ama bu hallere kavuşabilmek için pek çok imtihanlarla karşı karşıya kalmışlardır.
İnsanlığın derdini her daim gönlünde hisseden Efendimiz (s.a.v.)’in, insanların duyarsızlığı karşısında nasıl sancılar çektiğini siyer ve megazi kitaplarında zikredilmektedir. Zira O’nun vazifesi çok daha büyük, yükü daha ağırdı. Cenab-ı Hakk, Habib’inin (s.a.v.) kıvranışlarını elbette görüyor ve biliyordu. Bildiğini bildiriyor ve; “Bu Kitâb’a inanmazlarsa ve bu yüzden helak olurlarsa, arkalarından üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin.” (Kehf, 18/6), “Resûlüm! Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şu‘arâ, 26/3) ayetleriyle O’nu teselli ediyordu.
İbn-i Sa’d, Mikdâd bin Amr’ın şöyle dediği haberini verir: “Ben Hakem bin Keysân’ı esir almıştım. Onu alıp Rasûlullah (s.a.v.)’e getirdim. Efendimiz (s.a.v.), ona İslâm'ı anlattı. Muhatabı dinledi, sorular sordu. Fakat o bütün bunlara rağmen bir yakınlık göstermedi. Efendimiz (s.a.v.) tekrar tekrar anlattı. Bir hayli vakit geçmişti. Ashab-ı Kiram adamın ikna olmamasından dolayı rahatsız olmaya başlamış, imana gelmesinden neredeyse ümitlerini kesmişlerdi. Sonunda Hz. Ömer (r.a.) bu duruma sabredemeyip: "Ya Rasûlallah! Ne diye kendini bu kadar yoruyorsun; bu adam hiçbir zaman Müslüman olmaz! Bırak, boynunu vurayım, gitsin!" Efendimiz (s.a.v.), insanların fısıltılarına, hâriçten müdahalelere aldırış etmeden, muhatabının iradesini elinden alacak tarzda baskı da uygulamadan nezaketle, ama ısrarla anlatmaya devam ediyordu. Sonrasını, yine Hz. Ömer'den dinleyelim: "Bir de baktım ki, adamcağız Müslüman oldu! Hayret; hem de çok iyi bir Müslüman oldu! Maune kuyusu hâdisesinde şehit olup, cennete girinceye kadar İslâm için mücadele ve mücahede etmekten geri kalmadı. Rasûlullah (s.a.v.), kendisinden razı idi.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi, 1994, 2/70-71)
Şimdi düşünelim, Hakem bin Keysan gibi kaç kişi var etrafımızda veya yeryüzünde. "Bu kişi asla Müslüman olmaz; bu kişiden asla adam olmaz, bu adam yola gelmez, iflâh olmaz!" dediğimiz belki de milyarlarca insan var. Anlatmayı ve teklif etmeyi dahi aklımıza getirmediğimiz kaç gönül, kaç dimağ var uzak ve yakın çevremizde? Ya Cehennem'e gönderdiklerimiz; hiçbir kurtuluş ümidi, düşünme fırsatı dahi tanımadıklarımız?!.. Defterden sildiklerimiz veya deftere dahi kaydetmediklerimiz!

Unutmayalım ki, bu yolun başındaki o güzel İnsan (s.a.v.), hiç kimseden ümidini kesmedi ve kimseye de önyargıyla yaklaşmadı. O’nun rehberliğine talip olan bizlerin de ahlakı bu şekilde olmalı. Sabır ve metanetle istikamet sahibi, güzel ahlakın timsali kimselerden olmayı hedeflemeliyiz. 

Yazarlar