Filozoflar
eskiden beri insan denen varlığın toplumsal bir varlık olduğundan
bahsederler. Bu manada her insanı kendi
toplumu içinde değerlendirmek o insanı anlamada önem arz etmektedir. Çünkü
insanın kendi çevresinden etkilenen bir varlık olduğu kesindir ve çevresinin
getirdiği sorunlara kafa yoracak, toplumunun sorunlarını dert edinecektir.
30 Mayıs 2017 Salı
Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: İlim
Ebû Ömer b.
Dâvûd
İlim kelimesi, dilimizde bilgi ve bilim
anlamında kullanılır. İslâm tarihinin ilk dönemlerinde ilim dendiğinde rivayet
esaslı bilgi kastediliyordu. Rivayetleri bilmek ve daha da önemlisi ezberlemek
ilim olarak görülüyordu. Bugün de İslâm dünyasının birçok yerinde böyle
düşünülüyor. Ancak ilim kelimesinin anlamı ve kapsamı zamanla değişiyor.
Nitekim bugün ilim, İslâm diniyle doğrudan ilgili olmayan alanların dışında
kalan bilgi için de kullanılıyor. Son dönemlerde çoğu zaman, ilim yerine bilim
kelimesi tercih ediliyor.
İtikadi Münafıklık Tanımlamasından Siyasi Münafıklık Yansımasına Bir Bakış
Öğr. Gör. Cuma Karan
Kuran
ve Hadislerde çokça rastladığımız kavram ve tanımlamalardan biri de Münafık
kavramıdır. Sözlükte; “tarla faresi,”
“yuvasına girmek”, “bir kimseye olduğundan farklı görünmek” anlamına gelen “nifak” mastarından türemiş bir sıfat olan
“münafık” kelimesi; “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren kimse demektir.”[1] İbn Manzur; küfrünü gizleyip imanını izhar
eden kimse olduğunu ve bu kavramın İslam öncesi Arap toplumunda
kullanılmadığını dolayısıyla Kuran’a ait vasıflandırma ve ona has bir ıstılah
olduğunu söyler.[2]
Hudeybiye Barış Antlaşmasında Kadınların Durumu
Prof. Dr. Mehmet Salih
ARI
Resûlullah (s.a.) ile
Kureyşliler arasında akd olunan Hudeybiye Antlaşmasının önemli bir maddesi
genellikle İslâm tarihi kaynakları, araştırma ve ders kitaplarında şu anlamda
aktarılmaktadır: “Eğer Mekkelilerden bir kişi müslüman olur ve velisinin izni
dışında Medine’ye sığınırsa iade edilecek, ancak eğer müslümanlardan birisi din
değiştirip Kureyş’e sığınırsa o Müslümanlara iade edilmeyecektir.”
29 Mayıs 2017 Pazartesi
Kitap Yine Öksüz Yine Garip Kaldı
Prof.
Dr. İhsan Süreyya Sırma
Geçtiğimiz
Cuma günü(Ramazan’dan bir gün önce), Beyazıt Camii önünde, "Türkiye Kitap
ve Kültür Fuarı"nın açılışı yapıldı. Aslında bu yıl 36.sı yapılan bu
fuarın adı, 1982 yılında ilk düzenlendiğinde "Dini Yayınlar Fuarı"
idi. Daha sonraki yıllarda ismi, yayıncılığın gelişerek “dini kitaplar” formatının dışına
çıkması ve daha geniş kitlelere hitap etme amacına yönelik olarak “Kitap ve
Kültür Fuarı” olarak değiştirildi. Düzenlendiği ilk yıldan itibaren Ramazan
ayı boyunca Sultan Ahmet Camii avlusunda yapılan kitap fuarı 30 sene sonra,
açıklanmayan bir gerekçeyle nisbeten "sapa" bir yerde bulunan
Beyazıt'a alındı. Bu yer değişikliğinden dolayı, fuar her yıl biraz daha
zayıfladı ve hiçbir yayıncının memnun olmadığı bir duruma düştü.
28 Mayıs 2017 Pazar
İlimden Sanata Bir Medeniyet Şehri Olarak Mardin -Taşın Estetiğe Dönüşmesi-
Prof.
Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Kudüs, Venedik ve Mardin, insanlığın üç kadîm
şehri olarak bilinmektedir. İslâm medeniyetin önemli bir parçası, bir İslâm
şehri Mardin, sadece Müslümanlara mekânlık yapmış bir coğrafya değildir.
Asur, Sümer, Pers, Roma
ve Bizans dönemlerinde de bir uygarlık merkezidir. Dolayısıyla farklı din ve
inançların temsilcilerinin yüzyıllardır beraber yaşadığı bir şehirdir. Bu
kapsamda cami, kilise, manastır, türbe, kümbet, kale ve medreseler, medeniyet
göstergesi olarak varlıklarını korumuşlardır.
Hz. Osman Dönemi Fetihleri
Hz. Peygamber’in (sav)
vefatından sonra halîfe seçilen Hz. Ebû Bekir, ridde hareketlerini bastırdıktan
sonra Suriye ve Irak üzerine ordular göndermişti. Hz. Ömer zamanında daha da
genişletilen fetih harekâtıyla doğuda İran kontrol altına alınırken, batıda
Bizans’ın Doğu Akdeniz ve Mısır hâkimiyetine son verildi. Hz. Osman’ın
halîfeliğinde bu fetih hareketleri nihaî hedeflerine ulaştırılarak Hulefâ-i
Râşidîn döneminin en geniş sınırlarına ulaşıldı. Bu dönemde gerçekleştirilen
fetihleri, orduların harekât merkezleri dikkate alınarak aşağıdaki şekilde
tasnif etmek mümkündür.
Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Felsefe
Ebû Ömer b.
Dâvûd
Felsefe kavramının genellikle insanımızın
zihninde olumlu anlamlar çağrıştırmadığını düşünüyorum. Felsefeyle ciddi
tanışmam üniversite yıllarında oldu. Çok iyi hatırlamıyorum ama daha önce ben
de diğer birçok insan gibi felsefenin insanın aklını çelen, hatta ayağının
kaymasına sebep olan kötü bir şey olduğunu düşünüyor olmalıydım. Nasıl olsa
felsefe yapmak zındıklıktı. Ancak üniversite yıllarında ilk defa adlarını
duyduğum filozofların görüşlerini okumaya başlayınca bu konuda sağlıklı bir
düşünceye sahip olmadığımı anladım. Filozofların görüşü olarak okuduklarımın
çoğunu anlamakta zorlanıyordum. Zira hem yeterli bir altyapım yoktu, hem de
hocalarımız anlamamızı kendilerine dert etmiyorlardı. Gelenekten gelen,
teslimiyete dayalı yaklaşımın etkisi olduğunu söylemek de yanlış olmaz.
27 Mayıs 2017 Cumartesi
Mûtezile ve İktidar-II
Bu
noktada Beytü’l-Hikme gibi kurumlarda çalışanlara bu kadar özgürlükler
verilmesine rağmen, bazı meselelerde hiç de özgürce davranmayan Mûtezile
iktidarı döneminden bir örnek olayla konumuzu açıklamak, akli izahlara ve insan
özgürlüğü bağlamında Mûtezile’nin hoşgörüsüzlüğüne bir örnek teşkil etmesi
açısından, o dönemin ünlü bir bürokratı olan Afşin’in uğradığı kovuşturma
sonucu öldürülmesini örnek vererek meselenin izahına katkıda bulunmak
istiyoruz.
Müslüman ve Ramazan
İslam öncesi Arabistan’da çetin hayat şartları ve geçim zorluğu
sebebiyle Araplar arasındaki öncelikli irtibat
şekli düşmanlıktı. Buna göre aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan iki Arap
kabilesi tabiî olarak birbirlerine düşman kabul edilmiştir. Dolayısıyla kabile
savaşları İslam öncesi Arabistan’ından toplumda rutin hale gelmişti. Öyle ki, Arap
câhiliyye hayatında en önemli sosyal hadiseler olarak Eyyâmü’l-Arab adı verilen kabile savaşları
kabul edilir. Savaş halinin devamlı geçerli olduğu bu şartlarda Araplar, hac ve
ticaret gibi zorunlu faaliyetlerini îfâ edebilmek için güvenli zaman
dilimlerine ihtiyaç duymuşlardır ki, onlara bu imkânı İbrahim (as) zamanında tespit
edilmiş bulunan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem Receb gibi savaşın yasak kabul
edildiği haram aylar sağlamıştır. Nitekim Araplar Hac vazifesini de bu dönemde
gerçekleştiriyorlar; savaşsız geçen bu dönemde Arap kabileleri her taraftan
Mekke’ye geliyorlar, buralarda birkaç gün konaklıyor, ihtiyaçlarını gideriyor,
mallarını takas ediyor, gece sohbeti ve eğlenceler tertip ediyorlar, daha sonra
da güvenlik içinde yurtlarına dönüyorlardı. (Bakara, 2/197-198). Bu sebeple
cahiliye dönemi Arapları adı geçen ayları en mübarek, muteber ve makbul aylar
olarak kabul ediyorlardı.
İdil Bulgar Hanlığı
Güngör Aksu
İdil (Volga) nehrinin orta havzasında kurulmasından dolayı ve diğer
Türk-Bulgar devletleri ile karıştırılmaması için İdil Bulgar Hanlığı olarak
isimlendirilen bu devlet ilk Müslüman-Türk devletidir. Bulgarların Türk kökenli
oldukları yapılan birçok araştırma neticesinde ortaya çıkarılmıştır. İdil Bulgarları
hakkındaki bilgiler ekseri Rus ve İslam kaynaklarında dağınık bir halde
bulunmaktadır. İdil Bulgarlarının en eski ataları Ogur (Ugur) adıyla anılan
batı Türk toplulukları içinde yer alan kitlelerdir.
26 Mayıs 2017 Cuma
Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Hz. Peygamber’in (sav) İbadet Hayatı
Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
Seçkin kabiliyet ve şahsiyetleriyle çok sayıda
insan bu dünyadan geçmiş olmakla birlikte hiçbirinin yaşantısı, günlük
hayatının tüm teferruatına kadar bilinmemektedir. Hatta Hz. İbrahim Hz. Mûsâ
ve Hz. Îsâ gibi tarihi seyrini değiştiren ve insanlığın hayatını tevhidî
dinleri ve şahsî örnek hayatlarıyla etkileyen peygamberlerin dahi hayatlarından
gelecek nesillere bıraktıkları, bilinen fazla bir şey yoktur. Gerçekten de onların öğretileri kaybolmuş veya değişerek hakikî
hüviyetlerini kaybetmiştir. Hayatları, söz ve davranışları hakkındaki kayıtlar
ise son derece sınırlıdır. Her şeyden önce onların hayat hikâyeleri tamam olmayıp, milyonlarca insanın
hayranlık ve saygı duyduğu mükemmel hayat ve şahsiyetlerini yeterince
göstermemektedir. Nitekim öğretilerinin bazı kısımları zamanla tahrif olmuş ve
başka düşüncelerle karışmış olduğundan, gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde
intikal ettirilememiştir. Hiçbir din, hatta öğreti, bir peygamber veya
uygulayıcısı olmadan insanlığa telkin olunamamıştır. Muhakkak ki öğreticinin
şahsiyeti ve fiilî örnek verebilme kabiliyeti, öğreti ve misyonunun başarısı
bakımından çok önemlidir.
25 Mayıs 2017 Perşembe
Hamdaniler (294-394/906-1004)
Sümeyye
İslam Çelik
Tağlib
kabilesinin Rebai koluna mensup olan Hamdani hanedanı uzun bir süre
Cezire’de yaşamışlardı.1
Hanedanlığın kurucusu olarak bilinen Hamdan b. Hamdun, Rakka
yöresinden göçerek Musul’a yerleşmişti.2
Soyu, Hamdan b. Hamdun b. Haris b. Lokman b. Raşid b. Rafi’ b.
Mes’ud b. Delhem b. Mes’ud b. Utayf b. Mahreme b. Cariye b. Malik
b. Ganm b. Bekr b. Hubeyb b. Ömer b. Ganm b. Tağlib b. Vail b.
Kasıt b. Heneb b. Aksa b. Dü’ma b. Cüdeyle b. Esed b. Rebi’a
b. Nizar b. Ma’ad b. Adnan’dır.3
Hanedan sünni-hanefiydi, Seyfüddevle gibi bazıları ise şiiydi.4
Hamdun,
260/873 senesinden itibaren Musul’da meydana gelen karışıklıklarda
önemli bir konumda oldu. Oğlu Hamdan 272/885 yılında Harici Harun
eş-Şari ile müttefik oldu ve Mardin kalesini ele geçirdi. 281/894
senesinde Abbasi Halifesi Mu’tezid Hamdan’a karşı savaş açmış,
o da oğlu Hüseyin’i Mardin’de bırakarak kaçmıştı. Halife
Mardin’i ele geçirmiş ve kısa süre sonra da Hamdan’ı
yakalayarak Bağdat’a götürmüş ve orada hapsetmişti. Hamdan’ın
oğlu Hüseyin, Harici lideri Harun’u mağlup edince halife,
Hamdan’ı serbest bıraktı ve ona ikram ve ihsanda bulundu.
Hüseyin, Abbasilerin hizmetinde
komutan oldu ve Karmatiler’e karşı mücadele etmeye başladı.
Daha sonra halife Muktedir’e karşı ayaklandı ve kısa bir
süreliğine de olsa halifeliği ele geçirmiş olan Abdullah b.
Mu’tezz’e yardım etti. Bu nedenle Abbasi halifesi Muktedir, onu
merkezden uzaklaştırdı. Daha sonra affedip onu Kan ve Kaşan’a
vali tayin etti. Fakat kısa bir süre sonra tekrar anlaşmazlıklar
baş gösterdi ve Hüseyin, halife tarafından tevkif edildikten
sonra vefat ettiği 306/918 yılına kadar hapiste kaldı.5
Hüseyin’in
kardeşi Ebu’l Heyca Abdullah b. Hamdan, Abbasi halifesi Muktedir
tarafından 292/905 tarihinde Musul ve çevresine vali olarak
atandı.6
Abdullah’ın oğlu Hasan da onunla birlikte gitti.7
Hüseyin’in diğer kardeşleri olan İbrahim’i 307/919 yılında
Diyaru Rabia’ya, Said’i de 312/92 yılında Nihavend’e vali
olarak atadı. Aynı zamanda ailenin diğer fertlerinden bazılarını
da devlet makamlarına getirdi.8
Ebu’l-Heyca, 317/929 senesinde Muharrem ayının sonuna doğru
öldürüldü9
ve Musul valiliğine oğlu Nasıruddevle Hasan geçti.
Bu
dönemden sonra Abbasi devleti zayıflamaya başladı ve bundan
istifade eden Nasıruddevle Musul’da, kardeşi Seyfüddevle ise
Halep’te bağımsız birer devletçik kurdular.10
Nasıruddevle
Hasan, 317-319/929-931 yılları arasındaki iki sene hariç
tutulursa 308-358/920-969 tarihleri arasında bölgede hakimiyetini
korumuş, nüfuzunu Diyarbakır, Diyaru Rabia’ya kadar yaymıştır.
Halife Muttaki, ona Nasıruddevle, kardeşi Ali b. Hamdan’a11
da Seyfüddevle unvanlarını vermiştir.12
El-Ezdi bu olayın 330/941 senesi şevval ayında vuku bulduğunu
belirmiştir. Ayrıca Nasıruddevle’nin bu dönemde Emiru’l-umera
olduğunu ilave etmiştir.13
İki
kardeş de halife ile iyi geçiniyorlardı fakat bu durum uzun
sürmedi. Nasıruddevle, halktan aldığı vergileri artırarak
halifenin harcamalarını kıstı ve onun çiftliklerine el koydu. Bu
da onların arasının bozulmasına neden oldu. Bir tarafta
Nasıruddevle ve Beridiler, diğer tarafta Buveyhiler’le içi
savaşlar başlamıştı. Halife Tüzün’dan yardım istedi ve
Bağdat’taki Hamdani liderleri Musul’a geri dönmek zorunda
kaldılar. Fakat halife ve Tüzün arasında da anlaşmazlıklar
çıkınca halife, Nasıruddevle’ye sığındı ve iki taraf
arasında bir savaş vuku buldu. Bu savaş sonucunda Nasıruddevle ve
halife yenilerek Tüzün’le bir sulh imzalandı. Bu anlaşmaya
göre, Nasıruddevle, idaresi altındaki topraklara, yıllık 3
milyon 600 bin dirhem vergi ödemek şartıyla 3 yıl boyunca
hakimiyetini sağlayacaktı. Tüzün ise halifenin ona olan
düşmanlıklarından dolayı onu tevkif edip gözlerine mil
çektirmiş ve yerine de Müstekfi’yi halife ilan etmişti.14
Kısa
bir süre sonra Büveyhiler, 334/945 yılında, Bağdat’a girmiş
ve bu dönemden sonra Büveyhiler ve Abbasi halifeliği arasında
yeni bir dönem başlamıştı. Buveyhilerin lideri Muizzüddevle,
Hamdaniler’i Musul’dan çıkarmak amacıyla halife Muti ile
birlikte Nasıruddevle’ye saldırdı. O sıralarda Emiru’l-umera
olan İbn Şirzad, halife ve Muizzüddevle’nin Bağdat’tan
ayrılmasını fırsat bilerek Nasıruddevle’ye katıldı ve Bağdat
Nasıruddevle’nin eline geçti. Fakat bu şehirde ancak dört ay
hakimiyet sağlayan Nasıruddevle, Muizzüddevle’nin Bağdat’ı
geri almasıyla tekrar Musul’a dönmek sorunda kaldı. 335/946
yılında bir anlaşma imzaladılarsa da bu anlaşma aralarında
zaman zaman çıkan anlaşmazlıkları önleyemedi.15
345/956
(957) senesinde Nasıruddevle tekrar harekete geçti ve Bağdat’ı
istila etti. Fakat bu da uzun sürmedi ve Muizzüddevle Bağdat’ı
ondan geri aldı.16
Nasıruddevle, Muzizüddevle’ye vergi vermeyi bıraktı. Çünkü
Muzizüddevle, bu parayla Nasıruddevle’ye karşı bir ordu
kuruyordu. Muzizüddevle, 353/963 senesinin Recep ayında
Nasıruddevle’ye karşı harekete geçti ve Musul’u ele geçirdi.
Ardından Nasıruddevle’nin üzerine, Nusaybin’e hareket etti ve
orayı da ele geçirdi. Daha sonra Nasıruddevle, Muizzüddevle’nin
Musul’dan ayrılmasını fırsat bilip şehre girdi ve oradaki
yetmişten fazla komutanı esir alıp üzerlerindeki yüz otuz berdeh
(bin ya da on bin dirhemden oluşan para kesesi) dirhemi alarak
Musul’dan ayrıldı. Kardeşi Seyfüddevle’nin yanına Halep’e
vardı.17
Seyfüddevle’nin, Nasıruddevle’nin borçlarını üzerine alması
ve aralarını bulması ile birlikte Nasıruddevle ve Muizzüdevle,
anlaşma imzaladılar.18
Yaşadığı
bunca olumsuz olaya çok sevdiği kardeşi Seyfüddevle’nin
ölümünün de eklenmesiyle birlikte Nasıruddevle, akli dengesi
kaybetti. Oğulları da birbirlerine düşman oldu.19
Oğullarından biri olan Ebu Tağlib, babasına isyan ederek onu
Musul’da bulunan Kevaşi Kalesi’ne hapsetti. Ardından
Nasıruddevle’nin diğer oğlu Hamdan ile çarpıştı ve neticede
herkes kendi idaresi altındaki bölgede egemenliğini kurdu.
Nasıruddevle de birkaç ay sonra 358/969 senesinin Rebiülevvel
ayında vefat etti.20
Nasıruddevle’nin
vefatının ardından Musul Hamdaniler’inin zayıflaması hızlandı
ve oğulları arasındaki ihtilaf büyüdü. Sonunda iki gruba
ayrılan oğulların bir grubu Hamdan b. Nasıruddevle’nin, diğer
bir grubu ise kardeşi Ebu Tağlib’in tarafını tutuyordu. İki
grup arasındaki mücadelede Hamdan, peş peşe mağlubiyetler yaşadı
ve Bağdat’ta bulunan Büveyhi sultanı Bahtiyar’a sığınmak
zorunda kaldı. Bahtiyar onu destekledi fakat Ebu Tağlib kardeşi
Hamdan’ı hezimete uğrattı. Ebu Tağlib, Büveyhilerle mücadele
etti ve onların Irak’taki hakimiyetlerine son vermek için
çabaladı. Bahtiyar’ın Bağdat’tan ayrılmasını fırsat bilen
Ebu Tağlib, Bağdat’ı işgal ederek şehri ele geçirme noktasına
geldi. Düşmanının yapacaklarından korkan Bahtiyar, Ebu Tağlib’le
bir anlaşma imzaladı. Anlaşma şartlarına göre Ebu Tağlib
Hamdan’dan aldığı yerleri ona geri verecek buna karşılık
kendisi “Sultan” unvanı alacaktı. Fakat aralarında tekrar
savaş başladı ve bu savaş 363/973-974 yılında imzalanan
anlaşmayla sona erdi. Bundan sonra Büveyhi Sultanı Azududdevle
Musul, Diyaru Rebia, Meyyafarikin, Amid ve Diyaru Mudar’ı Ebu
Tağlib’in elinden aldı. 369/979 yılında Ebu Tağlib öldürüldü.
Hamdaniler, on yıl sonra Musul ve çevresini geri aldılarsa da bu
uzun sürmedi ve neticede Musul, 386/994 yılında Büveyhiler’in
eline geçti.21
Hamdaniler’in
ikinci kolu da Seyfüddevle unvanıyla bilinen Ali b. Hamdan
tarafından Halep’te kurulmuştu. 333/944 senesinde Seyfüddevle
Halep’e gitmiş ve orayı Yanis el-Munisi’den almıştı. Daha
sonra Humus’a gitmiş fakat orada bir başarı elde edemeyince
Cezire’ye geri dönmüştü. Sonra da tekrardan Halep’e dönerek
orada hakimiyetini kurmuş ve Bizanslılarla savaşarak onları
mağlup etmişti.22
Rivayetlere göre Seyfüddevle döneminde, Bizans’la kırk kadar
savaş yapılmış. Çoğunda Seyfüddevle galip gelmiş ve çok
sayıda Rum askerini esir almıştı. Seyfüddevle, yalnızca
Bizans’la değil Beridiler ve Türklere karşı da birçok sefer
düzenlemişti.23
Onun dönemi Bizans’la yaptığı savaşlar ve kazandığı
başarılar sayesinde Hamdaniler’in en parlak dönemi sayılmış
ve Seyfüddevle, Hamdaniler’in en başarılı sultanı diye anılır
olmuştur.24
Halep’e
hakim olan Seyfüddevle, daha sonra Şam şehri üzerine yürüdü ve
karşısına çıkan İhşid’i Kınnesrin’de yendi. Ancak daha
sonra İhşid, ordusuyla birlikte Halep’e girdi ve Şam’ı
Hamdaniler’den geri aldı. Bu savaşta İhşid galip gelmesine
rağmen Halep ve Suriye’nin kuzeyinde Halep’e komşu bölgeleri
Hamdaniler’e bırakmak ve kendilerine senelik vergi vermeleri
şartıyla onlarla anlaşma imzaladı. Fakat İhşidiler ve
Hamdaniler arasında yapılan bu anlaşma uzun sürmedi.25
324/945 senesinde İhşid, altmış
küsur yaşında Dımışk'ta vefat etmiş ve yerine oğlu
Ebü'l-Kasım Ebu Cür geçmişti. Ancak yaşı küçük olduğundan
İhşid’in kölesi Kafur atabek olmuştu. Atabek bütün memleketin
idaresini, bütün işleri kontrolünde tutuyordu. Kafur, Mısır'a
doğru gitti ve Seyfüddevle ise ardından Dımaşk'a hücum etti ve
orayı İhşid'in adamlarının elinden aldı. Kafur, bu haberi
alınca büyük bir orduyla geldi ve Seyfüddevle’yi hem Dımaşk’tan
hem de Halep’ten çıkardı. Halep’te yerine birini vekil tayin
ederek Mısır’a dönünce Seyfüddevle Halep’e saldırarak orayı
tekrardan geri aldı.26
Bir
yandan İhşid’le savaşırken diğer yandan Bizans’a karşı da
seferler düzenlemeye devam eden Seyfüddevle, bu savaşlar sırasında
birçok Rum askerini öldürmüş ve birçoklarını esir etmişti.
Seyfüddevle’nin ordusu Bizanslı komutan Konstantin b. Fardas’ı
mağlup ederek Fırat’ı geçmiş ve Fardas’ın ordusuyla tekrar
karşılaşarak onları yine mağlup etmişlerdi. Komutanlarını
öldürdükten sonra son derece önemli bir kale olan Hades’i tamir
etmeye gitti. Bu durumu gururuna yediremeyen Bizans, Seyfüddevle
üzerine kalabalık bir ordu gönderdi. İki ordu karşılaştı ve
Seyfüddevle, Fardas’ın damadını ve yeğenini esir alıp çok
sayıda Rum askerini de öldürdü. Dönemin ünlü şairleri,
şiirlerinde Seyfüddevle’nin bu zaferlerine bolca yer
vermişlerdir.27
Seyfüddevle,
23 yıllık hükümdarlığının ardından 356/967 senesinin Safer
ayında Halep’te vefat etti.28
İbn Kesir, Seyfüddevle’nin Şiiliğe meyyal olduğunu, cesur bir
kumandan ve ihsanı bol bir insan olduğunu belirtir.29
Ondan
sonra yerine oğlu Sa’dudevle Ebü'l-Mealî eş-Şerif geçmişti.
Saduddevle iktidarı sırasında Halep Hamdanileri zayıflamaya
başlamıştı. Saduddevle, 357/968 yılında dayısı meşhur şair
Ebu Firas’ı öldürmüş, babasının kölesi Karguveyh de bunun
üzerine ona karşı ayaklanarak Halep’i ele geçirmişti.
Saduddevle’yi altı yıl boyunca şehre sokmamıştı. Bunun
ardından Saduddevle, Fırat’ı geçerek Hama’ya yerleşmişti.30
358/968
senesinde Bizanslılar Humus’a girerek şehri yakmış ve 100.000
kadar kişiyi de esir almışlardı.31
Bunun üzerine Saduddevle, Humus’a girerek şehri imar etmeye
başladı. 359/969 senesinde Saduddevle ve Karguveyh barış
anlaşması imzaladılar ve anlaşma gereği Karguveyh, Halep’te
Saduddevle adına hutbe okuttu. Saduddevle ise Humus’ta kalarak
Fatımileri destekledi ve hutbeyi Fatımi halifesi Muizz için
okuttu.32
Daha
sonra Saduddevle ve Humus valiliğinden azlettiği Bakcur arasında
bir anlaşmazlık çıktı ve sonunda iki taraf karşı karşıya
geldi. Bakcur, Fatımi halifesi Aziz’den yardım istedi ve ondan
Dımaşk’ın valiliğine getirilmesini talep etti. 373 yılında
Dımaşk’a giren Bakcur, burada bulunan Fatımi halifesinin veziri
Yakup b. Kilis’in vekilini öldürdü ardından da Yakup ve
askerlerini öldürerek Fatımiler’in zulmünden korkup tekrar
Saduddevle’ye sığındı ve ondan yeniden Humus valiliğine
getirilmesini istedi. İsteği yerine getirilmesine rağmen şehirde
istikrarı sağlayamadı. Bundan sonra Fatımilerle Saduddevle
arasındaki ilişki kötüleşmeye başladı. Bakcur, tekrar Halep
şehrini ele geçirmek için Fatımi halifesi Aziz’den yardım
istedi. Bakcur’un planını haber alana Saduddevle, Bizans
İmparatoru II. Basili’ye mektup yazarak ondan yardım talebinde
bulundu. Neticede Mısırlı ve Arap askerlerin desteklediği
Bakcur’la, Rum, Ermeni, Deylemi, Türk ve Kelboğulları
kabilesinden 500 kişinin de yer aldığı bir orduyu komuta eden
Saduddevle karşılaştılar.33
Saduddevle,
Hamdani askeri arasında birlik ve beraberliği sağlamak için
savaşı bırakmayı ve barış yapmayı istemişti. Bu amaçla
Bakcur’u, kendisine Humus ve Rakka arasındaki bölgeyi ikta olarak
vermeyi teklif ederek barış yapmaya çağırdı. Fakat Bakcur, bu
durumu gururuna yediremedi ve onunla savaşmaya devam etti. Ancak
kendisi büyük bir yenilgiye uğradı.34
Ölümünden
kısa bir süre önce Fatımilerle arası açılan ve onlar üzerine
sefer düzenlemeye niyet eden Saduddevle hastalandı ve 381/991
senesinde öldü. Ölümünün ardından yerine veliaht tayin ettiği
Saidüddevle geçti. Onun dönemi Fatımilerle savaşların sıkı
sık tekrarlandığı bir dönemdi.35
Saidüddevle
bir yandan Fatımilerle diğer taraftan da babasının vasi tayin
ettiği Lü’lü’ü ile uğraşmak zorunda kalmıştı. Lü’lü’ü,
onun saltanatına göz dikmiş, bunun için de hem onu hem de onunla
evlendirdiği kızını zehirleterek öldürmüş ve Hamdani
iktidarını ele geçirmişti. Lü’lü’ü’nün 399/1008 yılında
ölümü üzerine yerine Fatımi halifesinin hakimiyetini tanıyan
oğlu Mansur geçmiş ve Fatımi halifesi adına hutbe okutmuştu.
Halife tarafından kendisine Muizzüddevle unvanı verildi. Bu
tarihten sonra Fatımi idaresi Halep’i de içine aldı ve böylece
Fatımiler Halep Hamdanilerine son vermiş oldular.36
Hamdani
sultanları, ilmi ve kültürel faaliyetleri destekledikleri gibi
kendileri de şiirle ilgilenmişlerdi. Seyfuddevle, savaş
meydanındaki başarısının yanı sıra kültür ve sanata da değer
vermiş, bundan dolayıdır çevresinde çok sayıda ilim erbabı,
şair ve edip toplanmıştır. Seyfüddevle döneminde Bizans’a
karşı kazanılan savaşların da etkisiyle bir kahramanlık
edebiyatı oluşmuş, şiirlerde bu askeri başarıyı sağlayan
Seyfüddevle’ye övgüler bolca yekun tutmuştu.37
Hamdaniler,
bir asırlık bir dönem boyunca Abbasilerin topraklarında, onlardan
bağımsız bir devletçik kurmuşlar ve Abbasi siyasetinde kendi
dönemleri boyunca etkin bir rol oynamışlardır. Gerek dış
düşmanlara karşı gerekse kendi içlerindeki çekişmeler yüzünden
zamanla zayıflamışlar ve Musul koluna Büveyhiler, Halep koluna
Fatımiler son vererek Hamdaniler’i tarih sahnesinden silmişlerdir.
KAYNAKÇA
Akbaş,
Mehmet; Hamdaniler Döneminde Cizre ve Çevresinde
Kültür ve Medeniyete Dair Öğeler, Bilim Düşünce
ve Sanatta Cizre: Uluslararası Bilim, Düşünce ve Sanatta Cizre
Sempozyumu Bildirileri, (ed. M. Nesim Duru), İstanbul-2012, s.
47-54.
-
Hamdani Sultanı Seyfüddevle Döneminde Anadolu’da İlk
Haçlı Yapılanması, Beşinci Uluslararası Orta
Doğu Semineri: İslamiyet’in Doğuşundan Osmanlı İdaresine
Kadar Orta Doğu, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları
Merkezi Yayınları, Şam, 2-4 Kasım 2010, s. 141-148.
Bosworth,
Clifford Edmund; Doğuşundan Günümüze İslam Devletleri
Tarihi; Devletler,Prenslikler, Hanedanlıklar Kronolojisi ve Soy
Kütüğü El Kitabı, (çev. Hande Canlı), Kaknüs
Yayınları, İstanbul-2005.
el-Ezdi,
Ali b. Zafer; Hamdaniler, (thk. Temime Ravvaf), (çev.
Mehmet Akbaş), Ravza Yayınları, İstanbul-2011, s. 19-20.
Hasan,
İbrahim Hasan; Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam Tarihi,
(çev. Ahmed Turan Aslan; Hamdi Aktaş; İsmail Yiğit; Sadrettin
Gümüş), Kayıhan Yayınları, İstanbul-1985.
İbnü’l-Esir,
Ebü’l-Hasen İzzüddin Ali b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybani
el-Cezeri, İslam Tarihi: el-Kamil Fi’t-Tarih Tercemesi,
(çev. Ahmet Ağırakça, Beşir Eryarsoy, Zülfikar Tüccar,
Abdulkerim Özaydın, Yunus Apaydın, Abdullah Köşe), Hikmet
Neşriyat, İstanbul-2008.
İbn
Kesir, Ebü’l-Fida’ İmadüddin İsmail b. Şihabiddin Ömer b.
Kesir b. Dav’ b. Kesir el-Kaysi el-Kureşi el-Busravi ed-Dımaşki
eş-Şafii, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye,
(çev. Mehmet Keskin) Çağrı Yayınları, İstanbul-1995.
Karaaslan,
Nasuhi Ünal; “Hamdaniler”, DİA, 1977, c. 15, s.
446.
Öztuna,
Yılmaz; Devletler
ve Hanedanlar: İslam Devletleri,
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara-1996.
1
Clifford Edmund Bosworth, Doğuşundan Günümüze İslam
Devletleri Tarihi; Devletler,Prenslikler, Hanedanlıklar Kronolojisi
ve Soy Kütüğü El Kitabı, (çev. Hande Canlı), Kaknüs
Yayınları, İstanbul-2005, s. 134
2
Nasuhi Ünal Karaaslan, “Hamdaniler”, DİA, 1977, c. 15,
s. 446
3
Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, (thk. Temime Ravvaf); (çev.
Mehmet Akbaş), Ravza Yayınları, İstanbul-2011, s. 19-20; Yılmaz
Öztuna, Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri, Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara-1996, c. 1, s. 458
4
Yılmaz Öztuna, Devletler ve Hanedanlar: İslam Devletleri,
c. 1, s. 458
5
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, (çev. Ahmed Turan Aslan; Hamdi Aktaş; İsmail Yiğit;
Sadrettin Gümüş), Kayıhan Yayınları, İstanbul-1985, c. 3-4,
s. 12
6
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 13; Clifford Edmund Bosworth, Doğuşundan
Günümüze İslam Devletleri Tarihi, s. 134
7
Clifford Edmund Bosworth, Doğuşundan Günümüze İslam
Devletleri Tarihi, s. 134
8
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 13;
9
Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 24
10
Mehmet Akbaş, Hamdaniler Döneminde Cizre ve Çevresinde Kültür
ve Medeniyete Dair Öğeler, Bilim Düşünce ve Sanatta Cizre:
Uluslararası Bilim, Düşünce ve Sanatta Cizre Sempozyumu
Bildirileri, (ed. M. Nesim Duru), İstanbul-2012, s. 47-54
11
Mehmet Akbaş, Hamdani Sultanı Seyfüddevle Döneminde
Anadolu’da İlk Haçlı Yapılanması, Beşinci Uluslararası
Orta Doğu Semineri: İslamiyet'in Doğuşundan Osmanlı İdaresine
Kadar Orta Doğu, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları
Merkezi Yayınları, Şam, 2-4 Kasım 2010, s. 141-148
12
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 13; Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler,
s. 30-31
13
Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 30-31
14
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 13-14
15
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 14-15
16
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 15
17
Ali b. Zafer el-Ezdi, Hamdaniler, s. 35-36
18
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 15
19
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 15
20
İbnü’l-Esir, Ebü’l-Hasen İzzüddin Ali b. Muhammed b.
Muhammed eş-Şeybani el-Cezeri, İslam Tarihi: el-Kamil
Fi’t-Tarih Tercemesi, (çev. Ahmet Ağırakça, Beşir
Eryarsoy, Zülfikar Tüccar, Abdulkerim Özaydın, Yunus Apaydın,
Abdullah Köşe), Hikmet Neşriyat, İstanbul-2008, c. 10, s. 237
21
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 16-18
22
İbn Kesir, Ebü’l-Fida’ İmadüddin İsmail b. Şihabiddin Ömer
b. Kesir b. Dav’ b. Kesir el-Kaysi el-Kureşi el-Busravi
ed-Dımaşki eş-Şafii, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye
Ve’n-Nihaye, (çev. Mehmet Keskin) Çağrı Yayınları,
İstanbul-1995, c. 11, s. 364-365
23
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 18
24
Mehmet Akbaş, Hamdani Sultanı Seyfüddevle Döneminde
Anadolu’da İlk Haçlı Yapılanması, s. 141-148
25
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 19-20
26
İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye,
c. 11, s. 366-368
27
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 20-21
28
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 22
29
İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye,
c. 11, s. 448-449
30
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 21-22
31
İbn Kesir, Büyük İslam Tarihi: el-Bidaye Ve’n-Nihaye,
c. 11, s. 452-453
32
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 22-23
33
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 23-24
34
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 24
35
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 24-25
36
Hasan İbrahim Hasan, Siyasi, Dini, Kültürel, Sosyal İslam
Tarihi, c. 3-4, s. 25
37
Mehmet Akbaş, Hamdaniler Döneminde Cizre ve Çevresinde Kültür
ve Medeniyete Dair Öğeler, s. 47-54
İslam Tarihinde İlk Dönem Ayrılık Hareketlerinin Siyasî Sebepleri Üzerine Mülahazalar
Prof. Dr. Âdem APAK
İslâm
tarihinde Hz. Muhammed’in (sav) vefatından sonra Hz. Ebû Bekir’e biat edilmesiyle başlayan ve Hz. Ali’nin şehit edilmesiyle sona eren sürece Hulefâ-i Râşidîn dönemi adı verilir. Bu
tanımda geçen hulefâ, halîfe kelimesinin, râşidîn ise "doğru yolda
olan, doğruya ve hakka sımsıkı sarılan, kemale ermiş" anlamındaki râşid
tabirinin çoğuludur. Dönemin bu şekilde adlandırılması "Herhangi bir
ihtilâfla karşılaştığınızda size düşen görev, benim sünnetime ve hulefâ-i
râşidînin sünnetine uymaktır" hadisine dayandırılır.[1]
Bununla birlikte, gerçek anlamda hilâfetin otuz yıl süreceği, daha sonra da
saltanata dönüşeceği şeklinde rivayet edilen hadisten[2]
hareketle bazı Sünnî âlimler, Hz. Hasan’ı da Hulefâ-i Râşidîn’in beşincisi olarak kabul etmişlerdir.
Kronolojik olarak Hz. Peygamber’in (sav) vefatından başlayıp, Muaviye’nin halîfeliği üstlenmesine kadar geçen dönem konu edileceği
için, bu çalışmada Hz. Hasan’ın kısa hilâfet süreci de Hulefâ-i Râşidîn dönemine dâhil edilecektir.
Ramazan Ayı’na Yanlış Perspektiften Bakma
Dr. Celal Emanet
Merkez Muslihiddin Efendi (k.s.) birgün talebesinden;
`Dolaptaki şişeyi getirmesini’ ister. Talebe koşup, `Hocam, burada iki şişe
var. Hangisini getireyim? ` deyince, Hocası, `Hayır, bir tane var` diye cevap
verir. Talebe ısrar edince de; `O halde birini kır` der. Talebe şişeyi kırınca,
bir de ne görsün hiçbir şişe kalmaz ortada. Meğer talebe şaşı imiş, biri iki
görüyormuş. Bu ibretlik kıssa da olduğu gibi gaflette olan insan da böyledir,
her şeyi olduğundan farklı görür. İçerisinde bulunduğumuz aylar ve yaklaşmakta
olan Ramazan ayı ise bu gafletlerden arınmada en güzel vesilelerden birisidir.
Hakkâri Bir İslâm Şehridir
Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
Müslümanların
tarihinin en kadim şehirlerinden birisi olan Hakkâri, yeniden gündeme geldi.
Bu kısacık
yazıda, Hakkâri'nin neden durup dururken gündeme geldiği üzerinde durmayacağız.
Çünkü gerçekten sebebini bilmiyoruz. Şayet uzaktan sezinlediğimiz kadarıyla bu
bir asayiş meselesi ise, bilelim ki tarih boyunca bir coğrafyadaki
asayişsizlik, o coğrafyadan değil, o coğrafyada yaşayan insanlardan kaynaklanmaktadır.
Dolayısıyla mesele dağ-taş meselesi değil, insan meselesidir. Ankara'da terör
oluyor diye, Ankara'yı Kayaş'a mı bağlayalım? Bu ne mantık?
20 Mayıs 2017 Cumartesi
Mûtezile ve İktidar-I
Prof.
Dr. Mehmet Azimli
Emevîlerle
birlikte başlayan devlet yönetimindeki baskıcı yöntemler, Ehl-i Beyt’e yapılan
kötü muameleler, Arapçılık fikrinin halka dayatılması halkta özgürlükçü bir
yapılanma isteği doğurmuştu. Bunun neticesinde de halk kesimleri alternatif bir
yönetim biçimi vaat eden Abbasîleri desteklemeye başladılar.
19 Mayıs 2017 Cuma
Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Bilimsel Tarih
Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
Bilimsel veya ilmî tarih esas itibariyle
19 yüzyılda görülmeye başlanan ve tarihi hadiseleri sadece aktarmakla
yetinmeyip eldeki rivayetler arasında tercih ve tenkit yapılması sonucunda
ortaya çıkan tarih yazma anlayışıdır. Gerçekten
de 19. Yüzyılın büyük bölümünde bu “bilimsel tarih” kavramı etkileyici olmuş, yüzyılın
sonunda da ortaya çıkan tarih yönetimini esas alan kitaplara bu anlayış tarihçilikte
zirveye çıkmıştır.
18 Mayıs 2017 Perşembe
Emanet ve Ehliyet
Emin,
emniyet ve emanet kelimeleri Arapça’da e-m-n kökünden gelir. Emin olmak,
güvenilen, kendisine emniyet edilen demektir. İman ve mümin kelimelerinin
kaynağı da aynı kelimedir. Dolayısıyla bu kelimeden İslâm dininin pek çok
kavramının türetildiğini görmemiz mümkündür. Bu terimin karşıtları ise, hain,
anarşi, kâfir gibi dinde menfî anlama gelen kavramlardır. Bu nedenledir ki, İslâm
dini, inananlarından bu kelimenin olumlu manalarını üstlerinde taşımalarını, zıt
anlamlarından da şiddetle kaçınmalarını ister.
Kamuflajları Kefen Olan Kahramanlar ve Nöbet Bekleyen Canlar
Prof. Dr. Bayram Ali Çetinkaya
Allah için, vatan için, namus için, hak için, adalet için, varlığını feda etmektir, şehitlik. Yaşadığımız topraklara hayat veren, şehitlerin vücutlarından akan ab-ı hayattır. Anadolu topraklarında kalmanın Yaratan’ın dışında hiçbir garantisi yoktur.
17 Mayıs 2017 Çarşamba
12 Mayıs 2017 Cuma
Hadislerden Hikâyeler 2 - Yüz Kişiyi Öldürüp Tövbe Eden Adam
-Hayır,
tövbe imkânın yok, dedi.
11 Mayıs 2017 Perşembe
Ebû Ömer b. Dâvûd Yazdı: Vekil
Eskiler “el-Vekîl ke’l-asîl [Vekil asil gibidir]”
derler. Bu ilke vekilin, asilin yetkilerini kullanabileceği anlamına geliyor.
Bizde milletvekili dediğimiz kişilere kısa süre önce mebus deniyordu. Yani
“gönderilen”. Halk tarafından gönderilen… Tabii halk mı gönderiyor, yoksa başkaları
mı belirliyor hep tartışılıyor. Bence bugüne kadarki sistemde vekil de dense,
mebus da dense seçilen kişilerin seçiminde halkın iradesinin yansımadığı kesin.
Vekiller, kendilerini iyi bir sıraya yerleştiren genel başkanlarına hep minnet
duymaya devam ederler. İftiharla onların adamı olduklarını söylerler. Bunun
dışına çıktıklarında sistem onları kenara atar. Durumun böyle olmasında siyasî
bilgi ve birikimleriyle değil, himayeyle siyaset yapmayı kabul eden
kişiliklerinin büyük etkisi var. Çoğunun bir ağırlığı ya da gücü olmayınca
kaçınılmaz olarak bu durumla karşılaşıyoruz. Bugün iktidar partisi,
Cumhurbaşkanı’nın oyuyla iktidarda kalmaya devam ediyor. Yani Cumhurbaşkanı’nın
oyu partinin oyundan çok daha fazla. Eğer cumhurbaşkanının oyu olmazsa partinin
dağılması mukadder.
10 Mayıs 2017 Çarşamba
Yaratılanları Sevebilmek Yaratandan Ötürü
Dr.
Celal EMANET
“Peygamberlerin gönüllerinde öyle
diriltici nağmeler vardır ki, o nağmeler, Hakk’ı arayanlara kıymet biçilmez bir
hayat bağışlar.” (Hz. Mevlânâ)
Bir varlığa duyulan muhabbet, o
muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan her şeye sirâyet eder. Meselâ
mü’minler için, binlerce dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve müstesnâ kılan,
Rasûlullâh (s.a.v.)’in ona olan husûsî muhabbetidir. Yine hicretten evvel
sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i Münevvere” haline getirip
bütün ümmete sevdiren husus da, Efendimiz (s.a.v.)’in muhabbetiyle donanmış
mübârek bir mekân oluşudur. Gerçekten “Medîne-i Münevvere”nin, mü’minlerin gönüllerinde
hiçbir memleketle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun
zikredildiği her an Rasûlullah (s.a.v.)’i hatırlatmasındandır.
Hayatımızın kıymetlenmesi, doğru
fikirler ve doğru hareketler ile kâimdir. Bu da, hakka ve hayra ulaşmak
demektir. Bunun için en önemli ve yegâne rehber, Peygamberlerdir. Çünkü Cenâb-ı
Hak onları ve hassaten Efendimiz (s.a.v.)’i, bütün insanlığa bir “nümûne-i
imtisâl” olarak göstermektedir. Mevlânâ hazretlerinin yukarıdaki beyti de bu
gerçeği terennüm etmektedir.
Rasûlullah (s.a.v.)’in insanlar
üzerindeki bu tesirleri ve örnek şahsiyeti, kendi devrinden îtibaren bütün
beşeriyeti kuşatmıştır. Ona inanmayanlar bile ahlâk ve üstünlüklerini teslim
etmek mecburiyetinde kalmışlar; ona gönül verenler ise içlerindeki duygu ve
hisleri yanık nağmeler hâlinde terennüm etmişlerdir. Ashâb-ı kirâm, “Malım,
canım, bütün varlığım sana kurban olsun ya Rasûlallah!” diyerek teslîmiyet ve
bağlılıklarını beyân etmişlerdir. Ucu kıyâmete kadar uzayan aşk kâfileleri,
O’nun sevgi ve heyecânı ile akmaktadır. Cihân, O’nun güneşten daha parlak olan
nûru ile aydınlanmıştır. İmanın lezzetine O’nunla erişilmiştir.
Nitekim Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah
(s.a.v.)’in hakîkatine yaklaşabilmek için, O’nun rûhâniyeti etrâfında âdeta
pervâne olup O’nda fânî olmayı dünyanın en büyük nimeti bilmiş ve bu sûretle
ilâhî lutuflara nâil olmuşlardır. Târih boyunca Efendimiz (s.a.v.)’in üsve-i
hasenesinden lâyıkıyla istifade eden mü’minler de fıtratlarındaki ilâhî
neşveleri kemâle erdirerek îman ve ahlâk bakımından zirveleşmişler, insanlığa
hidâyet meş’aleleri olmuşlardır. Ama bu hallere kavuşabilmek için pek çok
imtihanlarla karşı karşıya kalmışlardır.
İnsanlığın derdini her daim gönlünde
hisseden Efendimiz (s.a.v.)’in, insanların duyarsızlığı karşısında nasıl
sancılar çektiğini siyer ve megazi kitaplarında zikredilmektedir. Zira O’nun vazifesi
çok daha büyük, yükü daha ağırdı. Cenab-ı Hakk, Habib’inin (s.a.v.) kıvranışlarını
elbette görüyor ve biliyordu. Bildiğini bildiriyor ve; “Bu Kitâb’a inanmazlarsa ve bu yüzden helak olurlarsa, arkalarından
üzüntüyle neredeyse kendini harap edeceksin.” (Kehf, 18/6), “Resûlüm! Onlar iman etmiyorlar diye
neredeyse kendine kıyacaksın!” (Şu‘arâ, 26/3) ayetleriyle O’nu teselli
ediyordu.
İbn-i Sa’d, Mikdâd bin Amr’ın şöyle
dediği haberini verir: “Ben Hakem bin Keysân’ı esir almıştım. Onu alıp Rasûlullah
(s.a.v.)’e getirdim. Efendimiz (s.a.v.), ona İslâm'ı anlattı. Muhatabı dinledi,
sorular sordu. Fakat o bütün bunlara rağmen bir yakınlık göstermedi. Efendimiz
(s.a.v.) tekrar tekrar anlattı. Bir hayli vakit geçmişti. Ashab-ı Kiram adamın
ikna olmamasından dolayı rahatsız olmaya başlamış, imana gelmesinden neredeyse
ümitlerini kesmişlerdi. Sonunda Hz. Ömer (r.a.) bu duruma sabredemeyip:
"Ya Rasûlallah! Ne diye kendini bu kadar yoruyorsun; bu adam hiçbir zaman
Müslüman olmaz! Bırak, boynunu vurayım, gitsin!" Efendimiz (s.a.v.),
insanların fısıltılarına, hâriçten müdahalelere aldırış etmeden, muhatabının
iradesini elinden alacak tarzda baskı da uygulamadan nezaketle, ama ısrarla
anlatmaya devam ediyordu. Sonrasını, yine Hz. Ömer'den dinleyelim: "Bir de
baktım ki, adamcağız Müslüman oldu! Hayret; hem de çok iyi bir Müslüman oldu!
Maune kuyusu hâdisesinde şehit olup, cennete girinceye kadar İslâm için
mücadele ve mücahede etmekten geri kalmadı. Rasûlullah (s.a.v.), kendisinden
razı idi.” (Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin
Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi, 1994, 2/70-71)
Şimdi düşünelim, Hakem bin Keysan gibi
kaç kişi var etrafımızda veya yeryüzünde. "Bu kişi asla Müslüman olmaz; bu
kişiden asla adam olmaz, bu adam yola gelmez, iflâh olmaz!" dediğimiz
belki de milyarlarca insan var. Anlatmayı ve teklif etmeyi dahi aklımıza
getirmediğimiz kaç gönül, kaç dimağ var uzak ve yakın çevremizde? Ya Cehennem'e
gönderdiklerimiz; hiçbir kurtuluş ümidi, düşünme fırsatı dahi
tanımadıklarımız?!.. Defterden sildiklerimiz veya deftere dahi
kaydetmediklerimiz!
Unutmayalım ki, bu yolun başındaki o
güzel İnsan (s.a.v.), hiç kimseden ümidini kesmedi ve kimseye de önyargıyla
yaklaşmadı. O’nun rehberliğine talip olan bizlerin de ahlakı bu şekilde olmalı.
Sabır ve metanetle istikamet sahibi, güzel ahlakın timsali kimselerden olmayı
hedeflemeliyiz.