Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
Bilimsel veya ilmî tarih esas itibariyle
19 yüzyılda görülmeye başlanan ve tarihi hadiseleri sadece aktarmakla
yetinmeyip eldeki rivayetler arasında tercih ve tenkit yapılması sonucunda
ortaya çıkan tarih yazma anlayışıdır. Gerçekten
de 19. Yüzyılın büyük bölümünde bu “bilimsel tarih” kavramı etkileyici olmuş, yüzyılın
sonunda da ortaya çıkan tarih yönetimini esas alan kitaplara bu anlayış tarihçilikte
zirveye çıkmıştır.
Geçen asırda tarih ustaları, yazım
çabalarında çok başarı göstermişler,kendilerinden sonra gelenler gerçekten çok
değerli yöntem ve miras bırakmışlardır. Onlar sahtelikleri ortaya çıkarma,
metinlerin gerçekliğini belirleme ve tarihlemeleri değerlendirmedeki kesin
hataları yok etmek için mükemmel teknik düzeni geliştirmişler ve
uygulamışlardır.
Bilimsel tarih türüyle birlikte olaylarda
sadece aktarma veya tarihi bilgilerden eğitim amaçlı faydalanmanın yanında,
olayları hazırlayan etkenler, olayların sebepleri ve sonuçları ile sebep sonuç
ilişkilerinin araştırılması esas hedef olmuştur. Başka bir ifadeyle neden-nasılcı
olarak adlandırılan bu tarih yazımı anlayışı sayesinde tarih ilim olma vasfını
kazanmıştır. Zira daha önceleri yapılan ilimler tasnifinde tarihe yer olmadığı,
bu faaliyetin ancak bir sanat, hatta edebiyatın bir kolu olduğu ileri sürülmüş,
bu bakış açısının bir neticesi olarak da tarihiçiler bilim adamı değil, adeta birer
“kötü romancı” olarak kabul edilmişlerdir.
Antikçağ’da Aristoteles, felsefeyi
daima değişmez, kalıcı ve evrensel bilgi peşinde koşan rasyonel bir faaliyet
(theoria), tarihi de insanı toplumsal olayların haber alınmasıyla meydana gelen
düzensiz ve bireysel oluşlar alanı kabul ederek tarihi (historia) bilimsel
faaliyet olarak kabul etmemiş, bu anlayışın neticesi olarak tarihi felsefenin
tam karşısına yerleştirmiştir. Ortaçağ ve Yeniçağ’da theoria-historia
karşıklığı devam ettirilmiş ve tarih tabiatıyla bilim sınıfına dahil
edilmemiştir. Ancak 19 asırda tarih felsefecilerinin çalışmaları sayesinde
ulaşılan metodlarla birlikte tarih bilim olarak kabul edilmeye başlanmış, bu
konuda pek çok teorik eser yazılmıştır. O kadar ki, 16. yüzyıla “Hümanizm
yüzyılı”, 17. yüzyıla “Rasyonaliz yüzyılı”, 18. yüzyıla “Aydınlanma yüzyılı”
olarak niteleyen bazı felsefe tariçhileri 19. yüzyıla da “Tarih yüzyılı” adını
vermişlerdir.
19. Yüzyılda yeni metodların ortaya
çıkmasıyla tarih bambaşka bir kimlik kazanmış, buna paralel olarak da tarih
çalışmalarının konuları ve muhtevaları değişikliğe uğramıştır. Ancak bununla
birlikte ilmi tarihin, gerek rivayetçi tarih, gerekse öğretici tarih
çalışmalarından bağımsız olarak faaliyet göstermesi mümkün değildir. Çünkü bu
tür bir bakış açısıyla yazılacak eserler ancak önceki iki türün kaynaklarından
faydalanılarak yazılabilirler. Bu durumda ilimî tarih anlayışı, rivayetçi ve
öğretici niyetle yazılmış olan eserlerin yeni metod ve bakış açılarıyla
incelenmesi anlamına gelmektedir. Günümüzde akademik anlamda yapılan tez
çalışmaları ve tarih tenkidini esas alan bağımsız tarih araştırmaları
neden-nasılcı ilmi anlayışın hemen akla gelen örnekleri olarak zikredilebilir.
Bilimsel tarih, tarihte “ne”, “neden” “niçin” sorularının cevaplarını
arar ki, bu yüzden hem hikayeci, hem de öğretici tarihten ayrılır. Bununla
birlikte “eğer” ifadesi veya “şöyle olsaydı ne olurdu” gibi farazi sorular
tarihin literatüründe bulunmaz. Yani tarihçiler farayizeyle uğraşmazlar. Zira olayların
ne yönde farklı olabileceği üzerinde spekülasyon yapmak yararsızdır. Tarihçiler
sadece ne olduğu ile ilgili gerçeği araştırırız. Benzer şekilde bilimsel
tarihçi araştırmasında “keşke”, “maalesef”, “ne yazık ki” gibi öznel nitelikli
ve kendisini açıkça taraf mevkinine konumlandıran tabirlerden de
kaçınmalıdır.
Özetle tarihçi nasıl ve niçini bilmek ister: Bu
arzusuna ancak olguların birbirleriyle olan bağlantılarına nüfuz ederek
ulaşabilir. Tarihi izah etmek, yaşanan benzerlikler sayesinde, tarihi
hadiselerin şartlarını tayin etmek, kendi ortamı içine yerleştirilen konunun
değişkenlerini anlamaya yardımcı olmaktır. O halde tarihte her sebep-sonuç
ilişkisi, kısmi bir ilişkidir. Her açıklama, iki hadise arasındaki karşılıklı
bir ilişkidir, fakat hiçbir tarihi olgu, diğer bir tarihi olgunun tek ve
münhasır sebebi değildir.
Bilimsel
anlayışla yazılan kitaplar, kahramanlardan soyutlandığı için rasyonel, aynı
zamanda soğuk fikirler taşıması sebebiyle, kaçınılmaz bir şekilde insanlardaki
tarih okuma zevkini de söndürmüştür. Çünkü insanlar-en azından insanların büyük
çoğunluğu- tarihle daha çok hissi boyutla ilgilenme temayülü taşımaktadır. Bu
sebepledir ki, uzun yıllar süren ve tez niteliğinde hazırlanan tarih kitapları
bir veya birkaç baskıyla sınırlı kalırken, ideolojik, hatta spekülatif yöne
ağır basın abartılı ve idealleştirilmiş tarih mevzulu kitaplar çoğunlukla en
fazla okunan kitaplar listesine girmiş görünmektedir. Örnek vermek gerekirse
adında –bilimsellik ve rasyonalite ile alay eder şekilde-“Çılgın” kelimesi
bulunan ve Türkiye’nin yakın tarihini konu edinen bir kitap 1995 yılının ikinci
yarısında Türkiye’da bir tarih kitabına nasip olmayan bir popülarite ve okuyucu
kitlesi kazanmış, defalarca baskı yapmıştırr. Ancak bununla birlikte, tarih ve
tarihle ilgili çalışmalar popülariteye kurban edilmeyecek kadar önemlidir ve bu
konuda bilimsel yönü ağır basan titiz çalışmaların mutlaka yapılması zarureti
bulunmaktadır. Zira tarihin hedefi, psikolojik rahatlama ve geçmişle övünme vesilesi
olma değil, geçmişi en doğru şekilde anlama çabası olmalıdır.
Yazılarınızı ilgi ve beğeniyle takip ediyor, çok da istifade ediyorum Hocam. Allah razı olsun. Ayrıca Bu yılki Urfa performansınızın önümüzdeki yıl artarak devam etmesini ümit ediyorum :)
YanıtlaSil