19 Mayıs 2017 Cuma

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Bilimsel Tarih

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî 
 Bilimsel veya ilmî tarih esas itibariyle 19 yüzyılda görülmeye başlanan ve tarihi hadiseleri sadece aktarmakla yetinmeyip eldeki rivayetler arasında tercih ve tenkit yapılması sonucunda ortaya çıkan tarih yazma anlayışıdır.  Gerçekten de 19. Yüzyılın büyük bölümünde bu “bilimsel tarih” kavramı etkileyici olmuş, yüzyılın sonunda da ortaya çıkan tarih yönetimini esas alan kitaplara bu anlayış tarihçilikte zirveye çıkmıştır.
Geçen asırda tarih ustaları, yazım çabalarında çok başarı göstermişler,kendilerinden sonra gelenler gerçekten çok değerli yöntem ve miras bırakmışlardır. Onlar sahtelikleri ortaya çıkarma, metinlerin gerçekliğini belirleme ve tarihlemeleri değerlendirmedeki kesin hataları yok etmek için mükemmel teknik düzeni geliştirmişler ve uygulamışlardır.  
Bilimsel tarih türüyle birlikte olaylarda sadece aktarma veya tarihi bilgilerden eğitim amaçlı faydalanmanın yanında, olayları hazırlayan etkenler, olayların sebepleri ve sonuçları ile sebep sonuç ilişkilerinin araştırılması esas hedef olmuştur. Başka bir ifadeyle neden-nasılcı olarak adlandırılan bu tarih yazımı anlayışı sayesinde tarih ilim olma vasfını kazanmıştır. Zira daha önceleri yapılan ilimler tasnifinde tarihe yer olmadığı, bu faaliyetin ancak bir sanat, hatta edebiyatın bir kolu olduğu ileri sürülmüş, bu bakış açısının bir neticesi olarak da tarihiçiler bilim adamı değil, adeta birer “kötü romancı” olarak kabul edilmişlerdir.
Antikçağ’da Aristoteles, felsefeyi daima değişmez, kalıcı ve evrensel bilgi peşinde koşan rasyonel bir faaliyet (theoria), tarihi de insanı toplumsal olayların haber alınmasıyla meydana gelen düzensiz ve bireysel oluşlar alanı kabul ederek tarihi (historia) bilimsel faaliyet olarak kabul etmemiş, bu anlayışın neticesi olarak tarihi felsefenin tam karşısına yerleştirmiştir. Ortaçağ ve Yeniçağ’da theoria-historia karşıklığı devam ettirilmiş ve tarih tabiatıyla bilim sınıfına dahil edilmemiştir. Ancak 19 asırda tarih felsefecilerinin çalışmaları sayesinde ulaşılan metodlarla birlikte tarih bilim olarak kabul edilmeye başlanmış, bu konuda pek çok teorik eser yazılmıştır. O kadar ki, 16. yüzyıla “Hümanizm yüzyılı”, 17. yüzyıla “Rasyonaliz yüzyılı”, 18. yüzyıla “Aydınlanma yüzyılı” olarak niteleyen bazı felsefe tariçhileri 19. yüzyıla da “Tarih yüzyılı” adını vermişlerdir.
19. Yüzyılda yeni metodların ortaya çıkmasıyla tarih bambaşka bir kimlik kazanmış, buna paralel olarak da tarih çalışmalarının konuları ve muhtevaları değişikliğe uğramıştır. Ancak bununla birlikte ilmi tarihin, gerek rivayetçi tarih, gerekse öğretici tarih çalışmalarından bağımsız olarak faaliyet göstermesi mümkün değildir. Çünkü bu tür bir bakış açısıyla yazılacak eserler ancak önceki iki türün kaynaklarından faydalanılarak yazılabilirler. Bu durumda ilimî tarih anlayışı, rivayetçi ve öğretici niyetle yazılmış olan eserlerin yeni metod ve bakış açılarıyla incelenmesi anlamına gelmektedir. Günümüzde akademik anlamda yapılan tez çalışmaları ve tarih tenkidini esas alan bağımsız tarih araştırmaları neden-nasılcı ilmi anlayışın hemen akla gelen örnekleri olarak zikredilebilir.
Bilimsel tarih, tarihte  “ne”, “neden” “niçin” sorularının cevaplarını arar ki, bu yüzden hem hikayeci, hem de öğretici tarihten ayrılır. Bununla birlikte “eğer” ifadesi veya “şöyle olsaydı ne olurdu” gibi farazi sorular tarihin literatüründe bulunmaz. Yani tarihçiler farayizeyle uğraşmazlar. Zira olayların ne yönde farklı olabileceği üzerinde spekülasyon yapmak yararsızdır. Tarihçiler sadece ne olduğu ile ilgili gerçeği araştırırız. Benzer şekilde bilimsel tarihçi araştırmasında “keşke”, “maalesef”, “ne yazık ki” gibi öznel nitelikli ve kendisini açıkça taraf mevkinine konumlandıran tabirlerden de kaçınmalıdır. 
Özetle  tarihçi nasıl ve niçini bilmek ister: Bu arzusuna ancak olguların birbirleriyle olan bağlantılarına nüfuz ederek ulaşabilir. Tarihi izah etmek, yaşanan benzerlikler sayesinde, tarihi hadiselerin şartlarını tayin etmek, kendi ortamı içine yerleştirilen konunun değişkenlerini anlamaya yardımcı olmaktır. O halde tarihte her sebep-sonuç ilişkisi, kısmi bir ilişkidir. Her açıklama, iki hadise arasındaki karşılıklı bir ilişkidir, fakat hiçbir tarihi olgu, diğer bir tarihi olgunun tek ve münhasır sebebi değildir.
Bilimsel anlayışla yazılan kitaplar, kahramanlardan soyutlandığı için rasyonel, aynı zamanda soğuk fikirler taşıması sebebiyle, kaçınılmaz bir şekilde insanlardaki tarih okuma zevkini de söndürmüştür. Çünkü insanlar-en azından insanların büyük çoğunluğu- tarihle daha çok hissi boyutla ilgilenme temayülü taşımaktadır. Bu sebepledir ki, uzun yıllar süren ve tez niteliğinde hazırlanan tarih kitapları bir veya birkaç baskıyla sınırlı kalırken, ideolojik, hatta spekülatif yöne ağır basın abartılı ve idealleştirilmiş tarih mevzulu kitaplar çoğunlukla en fazla okunan kitaplar listesine girmiş görünmektedir. Örnek vermek gerekirse adında –bilimsellik ve rasyonalite ile alay eder şekilde-“Çılgın” kelimesi bulunan ve Türkiye’nin yakın tarihini konu edinen bir kitap 1995 yılının ikinci yarısında Türkiye’da bir tarih kitabına nasip olmayan bir popülarite ve okuyucu kitlesi kazanmış, defalarca baskı yapmıştırr. Ancak bununla birlikte, tarih ve tarihle ilgili çalışmalar popülariteye kurban edilmeyecek kadar önemlidir ve bu konuda bilimsel yönü ağır basan titiz çalışmaların mutlaka yapılması zarureti bulunmaktadır. Zira tarihin hedefi, psikolojik rahatlama ve geçmişle övünme vesilesi olma değil, geçmişi en doğru şekilde anlama çabası olmalıdır.

1 yorum:

  1. Yazılarınızı ilgi ve beğeniyle takip ediyor, çok da istifade ediyorum Hocam. Allah razı olsun. Ayrıca Bu yılki Urfa performansınızın önümüzdeki yıl artarak devam etmesini ümit ediyorum :)

    YanıtlaSil

Yazarlar