Bu
noktada Beytü’l-Hikme gibi kurumlarda çalışanlara bu kadar özgürlükler
verilmesine rağmen, bazı meselelerde hiç de özgürce davranmayan Mûtezile
iktidarı döneminden bir örnek olayla konumuzu açıklamak, akli izahlara ve insan
özgürlüğü bağlamında Mûtezile’nin hoşgörüsüzlüğüne bir örnek teşkil etmesi
açısından, o dönemin ünlü bir bürokratı olan Afşin’in uğradığı kovuşturma
sonucu öldürülmesini örnek vererek meselenin izahına katkıda bulunmak
istiyoruz.
Afşin
Afşin,
Abbasî devletinde bürokraside en üst düzeye ulaşmış ve ünü gittikçe artan Türk
asıllı bir komutandır. Afşin’in babası, Orta Asya’dan savaşlarda kullanılmak
üzere orduya getirilen Türklerden idi. Afşin askerlik mesleğinde temayüz ederek
gayet başarılı ve takdir toplayan saygın bir komutan olmuştu. Mısır’da
gerçekleşen isyanların bastırılmasında kendini gösteren Afşin, stratejik bir
Anadolu kenti olan Ammûriye’nin fethedilmesinde de önemli rol oynamıştı.
Afşin
bu başarılarıyla dönemin hakim unsuru olan Türk komutanlar arasında ilk sıraya
yükseltildi. Bunun arkasından Afşin,
Mûtezile’nin iktidarda olduğu dönemin en büyük problemi olan Bâbek (223/837)
isyanını bastırarak Mûtezile’nin iktidar süresini hatta devletin iktidar
süresini uzatmıştı. Sıra ile gönderilen altı komutan ve düzenli ordunun
bastıramadığı bu büyük isyanı bastırması onu bir anda devlet bürokrasisinde
zirveye taşımıştı. Bundan dolayı kendisine Sind eyaleti valiliği verilmişti.
Afşin’in
bu yükselişi çok göze battı. Onu kıskananlar -ki bunların başında vezir Ebû
Duâd gelmektedir- bazı olayları onun aleyhine kullanmaya çalıştılar. Afşin’in
kayınbiraderi Mengüçür (224/ 838) Azerbaycan’da isyan edince, Afşin’in ona
destek olduğu iddia edildi. Ayrıca onun hakkında devletten para gasbettiği, o
sıralar isyan eden Mazyar’ı (224/838) isyana teşvik mektupları yazdığı,
Sasanîliği ihya etmek için çalıştığı ve hatta Müslüman olmadığı iddiaları
ortaya atıldı. Bu iddia ve suçlamalar üzerine Hazarlara kaçmak isteyen Afşin,
225/840’ta tutuklandı. Mûtezilî vezir Ebû Duâd, mahkemede Afşin’i yukarıdaki
iddiaların dışında sünnetsiz olmak, Zerdüşt mabedini camiye çeviren imama had
uygulamak, Kelile ve Dimne isimli kitabı okumak ve evinde Batıni kitapları
bulundurmakla itham etti.
Afşin,
mahkemede kendisine yöneltilen suçlamaları çok güzel mantıksal
değerlendirmelerle cevaplandırdı. Fakat
onun bu cevapları önemsenmedi. Mûtasım’ın Afşin’e gösterilen ilgi ve iltifattan
korkması ve vezir Ebû Duâd’ın kıskançlığı sonucu Abbasîleri tarihlerinin bu en
zor ve en baş edilmez isyanından kurtaran Afşin, 227/841’de hapiste kırbaç
altında aç bırakılarak akıl kabul etmez işkenceyle öldürüldü. Tarihin bir cilvesidir ki burada da “Devrim
kendi evlatlarını yer!” kuralı gerçekleşti. Oysa Afşin iddia edildiği gibi
Batınî inanışa sahip bir kimse olsaydı, Abbasîleri yirmi yıldır uğraştıran ve
bir anlamda Batınî karaktere sahip olan Bâbek ile isyanında yaptığı savaşları
çok ciddi tutmazdı.
Mûtezilî
temsilcilerin bu olaydaki hoşgörüsüzlüğü de dikkat çekicidir. Afşin’e yapılan
ithamların hemen hepsi delilsiz, mesnetsiz, önemsiz, suç teşkil etmeyen
şeylerdir. Fakat bunların karşılığı verilen ceza ise tamamen siyasîdir ve bu
suçlamaların karşılığı değildir. İktidar dönemi öncesi geçirdiği süreç boyunca,
benzer bir şekilde önemsiz suçlamalarla itham edilen Mûtezile, iktidar
döneminde ise bu tip uygulamaları başkalarına yapması ilginçtir.
Aklı
ön plana alan bir yönelimin temsilcisi olan Mûtezile’nin, Afşin gibi kendisine
yapılan ithamları akli çerçevede çok güzel çözümlerle izah eden bir komutanı, sırf başında bulunduğu saltanatçı yönetimin
maslahatını düşünerek akıldışı yöntemlerle ortadan kaldırarak en ağır şartlarda
öldürmesi izahı zor olaylardan biridir. Ayrıca bu olay, hür düşünceyi temsil
ettiğini iddia eden Mûtezilî görüşün, çelişkiler yumağı haline gelen bir
resmidir.
Bu
olay devrin ordusunda hâkim bir güç olan, dinî olayları çok yakından takip
etmeyen Türklerde bir hayal kırıklığına sebep olacak ve Abbasîlerle
ilişkilerini gözden geçirmelerine, hatta artık siyasete karışmaya başlamalarına
yol açacaktı. Nitekim Türk komutanlar Vâsık’tan sonra Mûtezile’yi ortadan
kaldıran Mütevekkil’e destek vereceklerdir.
Sonuçta
Abbasîler bu yanlış politikalarının bedeli olarak, siyasî olaylara karışmaya
başlayan Türklerin baskısına boyun eğmek zorunda kalkacaklardır. Hatta bu durum
Abbasîlerin eski hâkimiyetlerini bir daha elde edemeyecek şekilde
kaybetmelerine sebep olacaktır.
İktidardan
düşüş
Mütevekkil’in
tahta geçmesi, Mûtezile’nin iktidardan düşüşünün başlangıcını gösteren
tarihtir. Mûtezilî baskı müthiş bir Sünnî tepki doğurmuştu. Bu bağlamda ilk
olarak Mütevekkil tarafından kelamî tartışmalar yasaklandı.
Mütevekkil,
daha sonra Mûtezilî temsilcileri bürokrasideki mevkilerinden aldı, hatta
bazılarının mallarını müsadere etti ve yerine de Mûtezile karşıtı düşünce
sahiplerini bürokrasiye yerleştirmeye başladı.
Bu bağlamda eski Mûtezilî vezir İbn Zeyyât (233/ 847) işkence ile
öldürüldü. Mûtezilî âlimler hapislere girerken Hadisçiler ve Hanbelî düşünceyi
benimseyenler diyebileceğimiz muhalif düşünce sahipleri serbest bırakıldılar.
Beytü’l-Hikme
zor günler yaşamaya başladı. Kindî (252/867) gibi bilginler Abbasî sarayından
uzaklaştırıldı. Mütercimlerin maaşları kesildi, Yunancadan tercüme yapmaları
yasaklandı, hatta Mevalî kıyafeti giymeye zorlandılar. Böylece yakın bir
zamanda Bağdat’a akın eden bilginler buradan uzaklaşmaya başladılar.
Mûtezile
düşüncesi devlet kurumlarından kovulmakla
kalmadı, halkın yanındaki etkisi de yok edilmek istendi ve muhaliflerin
etkisinde kalan halife, bir emirname ile Mûtezilî uygulamalardan vazgeçtiğini
ilan etti. Para ile Mûtezilî fikirler karşıtı hadisler okuyan hadisçiler
tutuldu. Neticede Mûtezile karşıtı bir
hadis edebiyatı ortaya çıktı. Mûtezilî
bilginlerin yazdıkları eserlerin büyük çoğunluğu tahrip edildi.
Mûtezile
artık belini doğrultamadı, yalnızlığa itildi, küçük düşürüldü, devlet gücü ile
sindirildi ve Hanbelîler tarafından Cehmiyye sıfatı verilerek kötülendi.
İktidar olduğu dönemdeki baskıcı uygulamalar yüzünden de kendisine yapılan bu
uygulamalara karşı halktan bir destek bulamadı. Mûtezilîlerin düştüğü en büyük
hata kendilerini devlete ve siyasete bağlamaları olmuştur. Sünnî bir ihtilalle
devrilip toplum ve düşünce alanında geri plana itilmekle birlikte gayrı mâkulun
önünün açılmasına ve bu akımın Arap-İslam kültür sahasında yeni mevzîler
kazanmasına sebep olmuştur. Böylece
Mûtezile sonrası iktidara gelenler aklı devre dışı bırakıp durgunlaşmaya vesile
olmuşlardır.
Sonuç
Abbasîlerin
yükseliş döneminde gerçekleşen kısa süreli Mûtezile iktidarı, tarihe çok önemli
notların düşüldüğü bir dönemdir. İslam’ın tarihi boyunca gerçekleşen ilk ve tek
uygulamaların barındığı bir kısa dönem de diyebiliriz. İslam kurumlar tarihinde
ortaya konulabilen benzer bir örneğini göremediğimiz bir uygulama olan
Beytü’l-Hikme kurumu bu dönemin gerçekleştirdiği dev bir projedir.
Aklı
ön plana alan ve insanın özgür iradesine vurgu yapan Mûtezile muhalefet
yıllarında olgunlaştırdığı bu fikirlerini, iktidarı ele geçirdiği dönemde halka
benimsetebilmek için baskıcı yöntemler kullanma yolunu seçmiştir. Muhalefette
iken akla uygun ve insan özgürlüğüne dayalı güzel söylemler geliştiren
Mûtezile, Abbasîlerin resmi mezhebî olduğunda ise iktidarın gücünü arkasına
alarak muhaliflerine karşı akıl-dışı ve baskıcı sindirme politikası uygulamıştır.
Abbasî
yönetimi, Mûtezilî temsilciler aracılığıyla Mûtezilî fikrî benimsemeyenlerin
üzerinde resmi kovuşturma (mihne) sürecini başlatarak muhalefeti yok etme
yoluna gitmiştir. Mûtezile’nin devlet baskısıyla zorunlu tuttuğu İslam yorumu
ise, halk tarafından benimsenmemiştir. Bu noktada sadece mihne olayıyla sınırlı
kalınmamış saltanatın başındaki şahısların kendilerinin ikbali için tehlikeli
gördükleri kişiler, değişik yaftalarla suçlanmış ve kovuşturmaya uğrayarak yok
edilmiştir. Akla ve insan özgürlüğüne değer veren Mûtezilî temsilciler ise bu
kovuşturmalara destek vererek bu akıl dışı haksızlıklara destek olarak
yıllardır savundukları değerlerden iktidarları dönemlerinde vazgeçmişlerdir.
Bu
politikaların uygulanmasında iktidar ile ortak hareket eden Mûtezilî
temsilciler, bu sürecin sonuçlarına katlanmak zorunda kalmışlardır. İktidarı
devralan Selefi-Sünni yapılanma resmi kovuşturmaların faturasını haklı olarak
Mûtezile’ye biçerek, Mûtezile’nin tarihteki fonksiyonunu sona erdirmiştir.
Mihne süreci hem Mûtezile’nin hem de İslam düşüncesinin tarihi seyrini derinden
etkilemiştir. Mûtezile gibi yeni filizlenen hür, akılcı, üreten, taklit etmeyen
bir fikrî hareketin de tarihin sayfalarına gömülmesine neden olmuştur.
Sonuç
olarak akleden, düşünen insanlar oluşturması hedeflenen bir projede acele
edilerek toplumsal değişiminin belli bir sürece ve şartlara bağlı olduğu ilkesi
unutulmuş, değişim yasaları hesaplanamamıştı. Sonuçlar erken görülmek
istenmişti. Sonuçta ise değişim yasaları işledi.[1]
0 yorum:
Yorum Gönder