27 Mayıs 2017 Cumartesi

Mûtezile ve İktidar-II

Prof. Dr. Mehmet Azimli
Bu noktada Beytü’l-Hikme gibi kurumlarda çalışanlara bu kadar özgürlükler verilmesine rağmen, bazı meselelerde hiç de özgürce davranmayan Mûtezile iktidarı döneminden bir örnek olayla konumuzu açıklamak, akli izahlara ve insan özgürlüğü bağlamında Mûtezile’nin hoşgörüsüzlüğüne bir örnek teşkil etmesi açısından, o dönemin ünlü bir bürokratı olan Afşin’in uğradığı kovuşturma sonucu öldürülmesini örnek vererek meselenin izahına katkıda bulunmak istiyoruz.
Afşin
Afşin, Abbasî devletinde bürokraside en üst düzeye ulaşmış ve ünü gittikçe artan Türk asıllı bir komutandır. Afşin’in babası, Orta Asya’dan savaşlarda kullanılmak üzere orduya getirilen Türklerden idi. Afşin askerlik mesleğinde temayüz ederek gayet başarılı ve takdir toplayan saygın bir komutan olmuştu. Mısır’da gerçekleşen isyanların bastırılmasında kendini gösteren Afşin, stratejik bir Anadolu kenti olan Ammûriye’nin fethedilmesinde de önemli rol oynamıştı.
Afşin bu başarılarıyla dönemin hakim unsuru olan Türk komutanlar arasında ilk sıraya yükseltildi.  Bunun arkasından Afşin, Mûtezile’nin iktidarda olduğu dönemin en büyük problemi olan Bâbek (223/837) isyanını bastırarak Mûtezile’nin iktidar süresini hatta devletin iktidar süresini uzatmıştı. Sıra ile gönderilen altı komutan ve düzenli ordunun bastıramadığı bu büyük isyanı bastırması onu bir anda devlet bürokrasisinde zirveye taşımıştı. Bundan dolayı kendisine Sind eyaleti valiliği verilmişti.
Afşin’in bu yükselişi çok göze battı. Onu kıskananlar -ki bunların başında vezir Ebû Duâd gelmektedir- bazı olayları onun aleyhine kullanmaya çalıştılar. Afşin’in kayınbiraderi Mengüçür (224/ 838) Azerbaycan’da isyan edince, Afşin’in ona destek olduğu iddia edildi. Ayrıca onun hakkında devletten para gasbettiği, o sıralar isyan eden Mazyar’ı (224/838) isyana teşvik mektupları yazdığı, Sasanîliği ihya etmek için çalıştığı ve hatta Müslüman olmadığı iddiaları ortaya atıldı. Bu iddia ve suçlamalar üzerine Hazarlara kaçmak isteyen Afşin, 225/840’ta tutuklandı. Mûtezilî vezir Ebû Duâd, mahkemede Afşin’i yukarıdaki iddiaların dışında sünnetsiz olmak, Zerdüşt mabedini camiye çeviren imama had uygulamak, Kelile ve Dimne isimli kitabı okumak ve evinde Batıni kitapları bulundurmakla itham etti.
Afşin, mahkemede kendisine yöneltilen suçlamaları çok güzel mantıksal değerlendirmelerle cevaplandırdı.  Fakat onun bu cevapları önemsenmedi. Mûtasım’ın Afşin’e gösterilen ilgi ve iltifattan korkması ve vezir Ebû Duâd’ın kıskançlığı sonucu Abbasîleri tarihlerinin bu en zor ve en baş edilmez isyanından kurtaran Afşin, 227/841’de hapiste kırbaç altında aç bırakılarak akıl kabul etmez işkenceyle öldürüldü.  Tarihin bir cilvesidir ki burada da “Devrim kendi evlatlarını yer!” kuralı gerçekleşti. Oysa Afşin iddia edildiği gibi Batınî inanışa sahip bir kimse olsaydı, Abbasîleri yirmi yıldır uğraştıran ve bir anlamda Batınî karaktere sahip olan Bâbek ile isyanında yaptığı savaşları çok ciddi tutmazdı.
Mûtezilî temsilcilerin bu olaydaki hoşgörüsüzlüğü de dikkat çekicidir. Afşin’e yapılan ithamların hemen hepsi delilsiz, mesnetsiz, önemsiz, suç teşkil etmeyen şeylerdir. Fakat bunların karşılığı verilen ceza ise tamamen siyasîdir ve bu suçlamaların karşılığı değildir. İktidar dönemi öncesi geçirdiği süreç boyunca, benzer bir şekilde önemsiz suçlamalarla itham edilen Mûtezile, iktidar döneminde ise bu tip uygulamaları başkalarına yapması ilginçtir.
Aklı ön plana alan bir yönelimin temsilcisi olan Mûtezile’nin, Afşin gibi kendisine yapılan ithamları akli çerçevede çok güzel çözümlerle izah eden bir komutanı,  sırf başında bulunduğu saltanatçı yönetimin maslahatını düşünerek akıldışı yöntemlerle ortadan kaldırarak en ağır şartlarda öldürmesi izahı zor olaylardan biridir. Ayrıca bu olay, hür düşünceyi temsil ettiğini iddia eden Mûtezilî görüşün, çelişkiler yumağı haline gelen bir resmidir.
Bu olay devrin ordusunda hâkim bir güç olan, dinî olayları çok yakından takip etmeyen Türklerde bir hayal kırıklığına sebep olacak ve Abbasîlerle ilişkilerini gözden geçirmelerine, hatta artık siyasete karışmaya başlamalarına yol açacaktı. Nitekim Türk komutanlar Vâsık’tan sonra Mûtezile’yi ortadan kaldıran Mütevekkil’e destek vereceklerdir.
Sonuçta Abbasîler bu yanlış politikalarının bedeli olarak, siyasî olaylara karışmaya başlayan Türklerin baskısına boyun eğmek zorunda kalkacaklardır. Hatta bu durum Abbasîlerin eski hâkimiyetlerini bir daha elde edemeyecek şekilde kaybetmelerine sebep olacaktır.
İktidardan düşüş
Mütevekkil’in tahta geçmesi, Mûtezile’nin iktidardan düşüşünün başlangıcını gösteren tarihtir. Mûtezilî baskı müthiş bir Sünnî tepki doğurmuştu. Bu bağlamda ilk olarak Mütevekkil tarafından kelamî tartışmalar yasaklandı.
Mütevekkil, daha sonra Mûtezilî temsilcileri bürokrasideki mevkilerinden aldı, hatta bazılarının mallarını müsadere etti ve yerine de Mûtezile karşıtı düşünce sahiplerini bürokrasiye yerleştirmeye başladı.  Bu bağlamda eski Mûtezilî vezir İbn Zeyyât (233/ 847) işkence ile öldürüldü. Mûtezilî âlimler hapislere girerken Hadisçiler ve Hanbelî düşünceyi benimseyenler diyebileceğimiz muhalif düşünce sahipleri serbest bırakıldılar.
Beytü’l-Hikme zor günler yaşamaya başladı. Kindî (252/867) gibi bilginler Abbasî sarayından uzaklaştırıldı. Mütercimlerin maaşları kesildi, Yunancadan tercüme yapmaları yasaklandı, hatta Mevalî kıyafeti giymeye zorlandılar. Böylece yakın bir zamanda Bağdat’a akın eden bilginler buradan uzaklaşmaya başladılar.
Mûtezile düşüncesi devlet kurumlarından kovulmakla  kalmadı, halkın yanındaki etkisi de yok edilmek istendi ve muhaliflerin etkisinde kalan halife, bir emirname ile Mûtezilî uygulamalardan vazgeçtiğini ilan etti. Para ile Mûtezilî fikirler karşıtı hadisler okuyan hadisçiler tutuldu.  Neticede Mûtezile karşıtı bir hadis edebiyatı ortaya çıktı.  Mûtezilî bilginlerin yazdıkları eserlerin büyük çoğunluğu tahrip edildi.
Mûtezile artık belini doğrultamadı, yalnızlığa itildi, küçük düşürüldü, devlet gücü ile sindirildi ve Hanbelîler tarafından Cehmiyye sıfatı verilerek kötülendi. İktidar olduğu dönemdeki baskıcı uygulamalar yüzünden de kendisine yapılan bu uygulamalara karşı halktan bir destek bulamadı. Mûtezilîlerin düştüğü en büyük hata kendilerini devlete ve siyasete bağlamaları olmuştur. Sünnî bir ihtilalle devrilip toplum ve düşünce alanında geri plana itilmekle birlikte gayrı mâkulun önünün açılmasına ve bu akımın Arap-İslam kültür sahasında yeni mevzîler kazanmasına sebep olmuştur.  Böylece Mûtezile sonrası iktidara gelenler aklı devre dışı bırakıp durgunlaşmaya vesile olmuşlardır.

Sonuç
Abbasîlerin yükseliş döneminde gerçekleşen kısa süreli Mûtezile iktidarı, tarihe çok önemli notların düşüldüğü bir dönemdir. İslam’ın tarihi boyunca gerçekleşen ilk ve tek uygulamaların barındığı bir kısa dönem de diyebiliriz. İslam kurumlar tarihinde ortaya konulabilen benzer bir örneğini göremediğimiz bir uygulama olan Beytü’l-Hikme kurumu bu dönemin gerçekleştirdiği dev bir projedir.
Aklı ön plana alan ve insanın özgür iradesine vurgu yapan Mûtezile muhalefet yıllarında olgunlaştırdığı bu fikirlerini, iktidarı ele geçirdiği dönemde halka benimsetebilmek için baskıcı yöntemler kullanma yolunu seçmiştir. Muhalefette iken akla uygun ve insan özgürlüğüne dayalı güzel söylemler geliştiren Mûtezile, Abbasîlerin resmi mezhebî olduğunda ise iktidarın gücünü arkasına alarak muhaliflerine karşı akıl-dışı ve baskıcı sindirme politikası uygulamıştır.
Abbasî yönetimi, Mûtezilî temsilciler aracılığıyla Mûtezilî fikrî benimsemeyenlerin üzerinde resmi kovuşturma (mihne) sürecini başlatarak muhalefeti yok etme yoluna gitmiştir. Mûtezile’nin devlet baskısıyla zorunlu tuttuğu İslam yorumu ise, halk tarafından benimsenmemiştir. Bu noktada sadece mihne olayıyla sınırlı kalınmamış saltanatın başındaki şahısların kendilerinin ikbali için tehlikeli gördükleri kişiler, değişik yaftalarla suçlanmış ve kovuşturmaya uğrayarak yok edilmiştir. Akla ve insan özgürlüğüne değer veren Mûtezilî temsilciler ise bu kovuşturmalara destek vererek bu akıl dışı haksızlıklara destek olarak yıllardır savundukları değerlerden iktidarları dönemlerinde vazgeçmişlerdir.
Bu politikaların uygulanmasında iktidar ile ortak hareket eden Mûtezilî temsilciler, bu sürecin sonuçlarına katlanmak zorunda kalmışlardır. İktidarı devralan Selefi-Sünni yapılanma resmi kovuşturmaların faturasını haklı olarak Mûtezile’ye biçerek, Mûtezile’nin tarihteki fonksiyonunu sona erdirmiştir. Mihne süreci hem Mûtezile’nin hem de İslam düşüncesinin tarihi seyrini derinden etkilemiştir. Mûtezile gibi yeni filizlenen hür, akılcı, üreten, taklit etmeyen bir fikrî hareketin de tarihin sayfalarına gömülmesine neden olmuştur.
Sonuç olarak akleden, düşünen insanlar oluşturması hedeflenen bir projede acele edilerek toplumsal değişiminin belli bir sürece ve şartlara bağlı olduğu ilkesi unutulmuş, değişim yasaları hesaplanamamıştı. Sonuçlar erken görülmek istenmişti. Sonuçta ise değişim yasaları işledi.[1]







[1] Kaynak bilgisi için bkz. Mehmet Azimli, Tarih Okumaları, Ankara 2010.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar