27 Mayıs 2017 Cumartesi

Müslüman ve Ramazan

 Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 İslam öncesi Arabistan’da çetin hayat şartları ve geçim zorluğu sebebiyle Araplar arasındaki öncelikli irtibat şekli düşmanlıktı. Buna göre aralarında herhangi bir anlaşma bulunmayan iki Arap kabilesi tabiî olarak birbirlerine düşman kabul edilmiştir. Dolayısıyla kabile savaşları İslam öncesi Arabistan’ından toplumda rutin hale gelmişti. Öyle ki, Arap câhiliyye hayatında en önemli sosyal hadiseler olarak Eyyâmü’l-Arab adı verilen kabile savaşları kabul edilir. Savaş halinin devamlı geçerli olduğu bu şartlarda Araplar, hac ve ticaret gibi zorunlu faaliyetlerini îfâ edebilmek için güvenli zaman dilimlerine ihtiyaç duymuşlardır ki, onlara bu imkânı İbrahim (as) zamanında tespit edilmiş bulunan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem Receb gibi savaşın yasak kabul edildiği haram aylar sağlamıştır. Nitekim Araplar Hac vazifesini de bu dönemde gerçekleştiriyorlar; savaşsız geçen bu dönemde Arap kabileleri her taraftan Mekke’ye geliyorlar, buralarda birkaç gün konaklıyor, ihtiyaçlarını gideriyor, mallarını takas ediyor, gece sohbeti ve eğlenceler tertip ediyorlar, daha sonra da güvenlik içinde yurtlarına dönüyorlardı. (Bakara, 2/197-198). Bu sebeple cahiliye dönemi Arapları adı geçen ayları en mübarek, muteber ve makbul aylar olarak kabul ediyorlardı.
İslâm dini de yukarıda zikri geçen haram ayları tanıdı ve kutsal saydı. Bu aylarda her türlü şiddet hareketini yasakladı. Ayrıca Müslümanlar için hac yine bu dönemde farz kılındı. İslâm’ın gelmesiyle Araplar arasındaki aylar konusundaki en büyük farklılık Ramazan ayında kendini gösterdi. Zira Ramazan ayı İslâm öncesi geçmişle mukayese edildiğinde ayların en üstünü ve muteberi haline geldi. Öyle ki, Müslüman toplumlar arasında zamanla bu ay on bir ayın sultanı olarak ilan edildi. İslâmî dönemde Ramazan’ın diğer ayların fevkinde görülmesinin en bariz özelliği ise bin aydan daha faziletli olan Kadir gecesinin bu ayda mevcut olmasıdır. Kadir gecesini bin aydan daha faziletli hale getiren hususiyet ise insanlığın son hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim’in bu gecede yeryüzü semasına inmeye başlamasıdır. Dolayısıyla fazilet açısında Ramazan ayını diğer ayların önüne geçiren en mühim hususiyet, bu ayda Allah’ın bütün insanlık için son mesajı ve nuru olan Kur’an’ın bu ayda inmiş olmasıdır. Ramazan için bu fazilete İslâm dininin beş temel esasından olan oruç ibadetinin bu ayda yerine getiriliyor olmasını da ilave etmemiz gerekir.
Ramazan ayı gerek Müslüman fert, gerekse Müslüman toplumların hayatında büyük etkiler bırakan müstesna bir zaman dilimini temsil eder. Gerçekten de bu ay geldiğinde insanların gönüllerinde ve sosyal hayatlarında bir heyecan ve yenilenme, toplumların manevî dünyalarında da bir canlanma, neticede de bir olgunlaşma işaretlerine şahit olunur. Öyle ki, oruç ibadetinin de etkisiyle bütün Müslüman toplumlar üzerine adeta bir melekût sukûneti hakim olur. İnananların hal, söz ve davranışlarında müspet anlamda muazzam gelişmeler meydana gelir.  
İnsanlığın son rehberi ve önderi Hz. Peygamber (sav) insanı ve Müslüman toplumları pek çok cihetten etkileyen Ramazan ayına hususi olarak hazırlanır, sahâbesine de aynı hususta hazırlık yapmalarını tavsiye ederdi. Nitekim bir Ramazan arefesinde Medine mescidinde ashabına hitabet şu minvalde bir konuşma yapmıştır ki, burada dile getirilen ifadeler, Ramazan’ın Müslüman üzerindeki olumlu etkilerini en güzel bir şekilde ortaya koyar:
 “Ey insanlar, Mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu ayın içinde bin aydan daha hayırlı kadir gecesi vardır. Orucu farz, kıyamı (teravihi) sünnettir. Bu ayda yapılan nafile bir ibadet, farz bir ibadete; farz bir ibadet ise onun yetmiş katı sevaba denktir. Ramazan, karşılığı cennet olan sabır ve ihsan ayıdır. Öyle ki, Müminlerin rızkı ramazanda çoğalır. Bir oruçlu, orucunu açtığı esnada günahları Allah tarafından bağışlanır. Bir hurma ve bir avuç su ile iftar açtırana da Allah aynı sevabı verir. Ramazan, evveli rahmet, ortası mağfiret ve sonu cehennem ateşinden kurtulma ayıdır. Kim bu ayda işçisinin işini hafifletirse, Allah onu bağışlar ve cehennem ateşinden azat eder. Ey insanlar! Ramazan ayında dört şeyi çok yapın. Bunlardan ikisi ile Rabbinizi razı edersiniz. Diğer ikisine ise sizin ihtiyacınız var. Rabbinizi razı edeceğiniz şeyler; kelime-i şahadet ve tevbe-i istiğfardır. Sizin muhtaç olduğunuz iki şey ise, Allah'tan cenneti ister, cehennemden O'na sığınırsınız. Kim oruç tutan bir mümine su ikram ederse, Allah da onu benim Kevser havuzumdan içirir. Bu havuzdan içen cennete girinceye kadar bir daha susamaz." (İbn Huzeyme, Sahih, (Thk. M. M. A’zamî), III, 191-192,).  Allah Rasûlü (sav) yukarıdaki konuşmasında ifade ettiği hususların tamamını ramazanda bizzat yaşamıştır. Onun hutbesinde dile getirdiği hususları başlıklar altında ele almak mümkündür:
Ramazan: Kur’an ayı Allah Rasulü (sav) her şeyden önce içinde nazil olmaya başlaması sebebiyle bu ayı Kur’ân ayı olarak kabul etmiştir. Dolayısıyla bir taraftan gündüz saatlerinde sahabeyle birlikte Kur’ân okur; diğer taraftan da gece saatlerinde Cebrail ile kendisine o zamana kadar nazil olmuş âyetleri mukabele ederdi. Müslümanlar bu  mukabele geleneği ni Ramazan ayında günümüze kadar devam ettirmektedirler. Ramazan aylarında sadece hatm-i şerifler okumak suretiyle Kur’ân’dan gerçek anlamıyla istifade etmiş olunamaz. Kur’ân’ın bize ne demek istediğini anlamaya çalışmak, tabiî ki asıl hedef olarak Kur’ân’ın bizden istediği şekilde yaşamaya çalışmak hususunda gayret göstermemiz de gerekir.  
Ramazan: Oruç ayı Ramazan Kur’ân ayı olduğu kadar aynı zamanda oruç ayıdır da. Çünkü farz olan oruç ibadeti bu ayda yerine getirilir. Hz. Peygamber (sav) farz olan ramazan orucuna çok ehemmiyet verirdi. Oruç ibadeti oruç tutan insanları yeme, içme ve bir takım bedeni ihtiyaçları karşılamayı erteleme yönüyle adeta nefisleri olmayan bu sebeple günah işlemeyen meleğe çevirir. Oruç ibadeti Müslümanın kendi heva ve hevesiyle mücadele etmesini, genel anlamda nefsini tezkiye etmesini sağlar. Bunu başarabilen oruçlunun mükâfatı iftar yemeğidir. Tabii ki, bu maddi mükâfattır. Gerçek mükâfat ise Allah’ın rızasıdır. Zira Allah Rasûlü (sav) inanarak ve karşılığını sadece Allah’dan bekleyerek tutulan orucun, kişinin geçmiş günahlarının tamamının kefaretine vesile olacağını garanti eder. Hz. Peygamber (sav) iftarda acele edilmesini, sahurda ise imsaka uzanan geç vakte kadar yemeyi tavsiye ederdi (Müslim, Sıyâm 48-50). Ayrıca Allah Rasûlü (sav) sahur yemeğinde bereket olduğunu söyler, oruç söz konusu olduğunda Ehl-i kitap'la Müslümanlar arasındaki farkın sahur yemeği olduğunu ifade ederdi (Müslim, Sıyâm, 46).
Ramazan: Teravih ayı : Ramazan denildiğinde bazıları için direkler arasındaki gece eğlenceleri akla gelir. Günümüzde de benzer şekilde Ramazan geceleri adeta eğlence faaliyetlerine sahne olmakta, dolayısıyla bu eğlence meclisleriyle oruç tutanların bir kısmı camiden ve tabiatıyla teravihten alıkonulmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, Ramazan’ın geceleri ancak teravih ile ihya edildiğinde Ramazan gecesi olur. Zira Ramazan ayı aynı zamanda bu aya has kılınan Teravih namazıyla bir anlam kazanır. Öyle ki Allah Rasûlü (sav) bu ayda teravihi asla ihmal etmemiştir. O ilk üç gün bunu sahabeyle birlikte cemaatle kılmış; daha sonra ümmetine farz olacağı endişesiyle evinde yalnız kılmaya devam etmiştir. Bu namaz Halife Hz. Ömer dönemine kadar da çoğunlukla münferit kılınmıştır. Ancak o, halife olduğu zaman görevlendirdiği şehir öğretmenlerine halka teravihi cemaatle kılmalarını emretmiş, böylece onun başlattığı teravih uygulaması günümüze kadar ulaşmıştır. 
Ramazan: İtikâf ayı: Ramazan ayı, yine bu aya mahsus olan itikâf ibadeti ile de ayrı bir hususiyet kazanır. Ancak zamanla bu ibadet Müslümanların neredeyse terk ettiği ve adeta ehemmiyeti unutulan bir sünnet haline gelmiştir. Halbuki Hz. Peygamber (sav) her ramazanda bir de itikâfa girerdi. Bu hususta Hz. Aişe’den gelen rivayette şöyle buyrulur: "Rasûlullah (sav) vefat edinceye kadar Ramazan'ın son on gününde itikâfa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini Ramazan'ın son on gününde arayın". (Buhârî, Fadlu Leyletü'l-Kadr 3, İtikâf 1,14; Müslim, İtikaf 5). Aynı konuda Ebu Saîd’den gelen rivayet ise şöyledir: "Biz Hz. Peygamber (sav) ile birlikte Ramazan'ın orta on gününde i'tikafa girdik, yirminci günün sabahı olunca eşyalarımızı (evlerimize) taşıdık. Rasûlullah (sav) bir hutbe irad etti ve sonra şunu söyledi: "İtikafa girmiş olanlar, itikâf mahallerine dönsünler. Zira bu gece bana Kadir gecesinin hangi gece olduğu gösterilmişti, sonra unutturuldu. Siz, son on günde ve tek gecelerde arayın. Ayrıca bu gece kendimi su ve çamur içinde secde eder gördüm." Rasûl-i Ekrem (sav) itikâf mahalline dönünce, o günün sonuna doğru hava bozdu. Mescid o sıralarda (üzeri dallarla örtülmüş) çardak şeklindeydi. Hz. Peygamber’in (sav) burnu ve burun yumuşağı üzerinde su ve çamur bulaşığını gördüm. Bu gece 21. gece idi." (Buhârî, Fadlu Leylet'l-Kadr 2, 3, İtikaf 1, 9, 13; Müslim, Sıyâm 213). Ebu Hüreyre’den gelen rivayette ise bu konuda şöyle bildirilir: "Hz. Peygamber (sav) her Ramazanda on gün i'tikafa girerdi. Vefat ettiği yılda ise yirmi gün i'tikafa girdi." (Buhârî, İ'tikaf 17; Ebu Dâvud, Savm 78, (2466). İbnu Mâce, Sıyâm 58).
Ramazan: İkram ayı: Ramazan Müslümanlar için cömertlik ayıdır. Bu hususta Allah Rasulü (sav) bütün Müslümanlar için en güzel örnekliği sunar. Öyle ki Hz. Peygamber (sav) sofrasını ramazanda herkese, özellikle de fakirlere açardı. O, hayır ve yardımlaşma konusunda insanların en cömerdi idi. Özellikle de Ramazan ayı geldiği zaman Hz. Cebrail ile görüştüğünde bu cömertliğin sınırı olmazdı. Hz. Cebrail ile görüşmesi Ramazan ayı boyunca her gün gerçekleşirdi. Onun hayır-hasenattaki cömertliği esen rüzgâra benzerdi. (Buhârî, Savm 7).
Sonuç olarak, Hz. Peygamber’in (sav) Ramazanı ayını manevî anlamda bir arınma ve temizlenme ayı olarak gördüğünü ve bir taraftan kendisini arındırmaya gayret ederken, diğer taraftan da çevresini buna göre şekillendirmeye çalıştığını da ifade etmemiz gerekir. Müslümanlara düşen de bu hususta Allah Rasûlü’nü (sav) kendilerine örnek almak olmalıdır. 



0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar