29 Mayıs 2017 Pazartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazî Yazdı: Oruç ve Hikmetleri


Ebu’l-Beşer el-Ebyazî
 Ramazan, on bir ayın sultanı, aynı zamanda bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini içinde barındıran mübarek bir aydır.  Bu ayın diğer bir özelliği de İslâm’ın şartlarından olan oruç ibadetinin bu ay boyunca farz kılınmış olmasıdır.
Orucun genelde cemiyet hayatına özelde de fert hayatına önemli katkıları vardır. Bu ibadete Cenâb-ı Allah, diğer ibadetlere göre ayrıcalık tanımış, oruç tutanların mükafatını kat kat vereceğini beyan etmiştir. Bir Hadis-i Kudsi’de şöyle buyurulmuştur. “Adem oğlunun her ameli kat kat verilir. Bir amel on mislinden yediyüze kadar mükâfatlandırılır. Yalnız oruç müstesna. Onun mükâfatını ben veririm. Zira oruçlu kimse yemesini içmesini ve nefsanî arzularını benim için terk ediyor.”( Buhari, Savm, 2, 9).
Oruç tarif edilirken, müminin günün belli vakitlerinde yemeden-içmekten ve nefsanî arzularından kendini alıkoyması olarak tarif edilir. Bu hal de mümini, insanî vasıflardan sıyırıp melek seviyesine çıkarmaktadır. Zira melekler de yeme içme gibi ihtiyaçları olmayan ve kendilerine nefsanî arzular verilmeyen varlıklardır. Kendisinde bu tür ihtiyaç ve arzular verilmesine rağmen bunları sınırlandırabilen, nefsinin isteklerini karşı koyabilen bir mümin elbette ki melekler seviyesine ulaşacak, belki de onlardan daha üstün mertebeye çıkacaktır. 
Orucun makbul olabilmesi için sadece yukarıdaki tarifte ifade edilenlerin yerine getirilmiş olması yetmez. Başka bir ifadeyle oruç tutmak aç ve susuz kalmak değildir.  Oruçlu insan her türlü uzvundan meydana gelebilecek menfî davranışlardan da kaçınmak durumundadır. Oruçlu mümin dilini yalandan, gıybetten alıkoyacak, kulağını kötü söz duymaktan, gözünü kötü şeylere bakmaktan koruyacak, kısacası vücudunun her yönüyle oruçlu olacaktır. Aksi takdirde oruç ibadeti bir perhiz durumuna düşer. Bu gerçeği Hz. Peygamber şu şekilde dile getirir. “Yalan, gıybet ve dedikodu gibi sözleri terk etmedikten sonra bir kişinin yemesini içmesini terk etmesine (oruç tutmasına) Allah’ın ihtiyacı yoktur”. (Buhari, Savm, 8, Edeb 51).  
Orucun farz kılınmasında insanî, ahlakî, ictimaî, ruhî ve sıhhî yönlerden bir çok maddî ve manevî hikmetler vardır.  Evvela bu ibadet, müminin Allah’a karşı kulluk vasifesinin ifasıdır.  Bunun karşılığı da günahlardan arınmaktır. Oruç, insana diğergamlığı, şefkati, merhameti öğretir. Bencilliğin en zirvede olduğu, herkesin kendi menfaatine koştuğu bir dünyada oruç, mümin için büyük bir terbiye metodudur. 
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, farziyetindeki hikmetleri ve müslümanlara sağladığı faydalar göz önüne alınırsa orucun, Allah’ın insanlara bahşettiği büyük bir ihsan olduğu ortaya çıkar.  Bu durumda müminlere düşen görev, bu ibadeti en iyi şekilde yerine getirmek, belki de bundan önemlisi oruç sayesinde elde ettiği güzel hasletleri ramazan haricinde oruçlu olmadığı zamanlarda da devam ettirmek olacaktır.  Şâyet özelde fertler, genelde de toplum bu şekilde kendilerine istikamet verirlerse, şu anda cemiyetimizin yüz yüze kaldığı birçok problem rahatlıkla çözülmüş olacaktır. O halde müminler, hem dünya huzuru hem de ahiret saadetine ulaşmak için bu ibadetten en iyi şekilde istifade etmek için gayret sarfetmelidir. Ne mutlu oruçları makbul olan, bu ibadet sayesinde melek mertebesine ulaşan ve hayatlarının tamamını Ramazan olarak yaşayabilen bahtiyar müminlere!


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar