Ebu’l-Beşer
el-Ebyazî
Ramazan,
on bir ayın sultanı, aynı zamanda bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini
içinde barındıran mübarek bir aydır. Bu
ayın diğer bir özelliği de İslâm’ın şartlarından olan oruç ibadetinin bu ay
boyunca farz kılınmış olmasıdır.
Orucun
genelde cemiyet hayatına özelde de fert hayatına önemli katkıları vardır. Bu
ibadete Cenâb-ı Allah, diğer ibadetlere göre ayrıcalık tanımış, oruç tutanların
mükafatını kat kat vereceğini beyan etmiştir. Bir Hadis-i Kudsi’de şöyle
buyurulmuştur. “Adem oğlunun her ameli kat kat verilir. Bir amel on mislinden
yediyüze kadar mükâfatlandırılır. Yalnız oruç müstesna. Onun mükâfatını ben
veririm. Zira oruçlu kimse yemesini içmesini ve nefsanî arzularını benim için
terk ediyor.”( Buhari, Savm, 2, 9).
Oruç
tarif edilirken, müminin günün belli vakitlerinde yemeden-içmekten ve nefsanî
arzularından kendini alıkoyması olarak tarif edilir. Bu hal de mümini, insanî
vasıflardan sıyırıp melek seviyesine çıkarmaktadır. Zira melekler de yeme içme
gibi ihtiyaçları olmayan ve kendilerine nefsanî arzular verilmeyen
varlıklardır. Kendisinde bu tür ihtiyaç ve arzular verilmesine rağmen bunları
sınırlandırabilen, nefsinin isteklerini karşı koyabilen bir mümin elbette ki
melekler seviyesine ulaşacak, belki de onlardan daha üstün mertebeye
çıkacaktır.
Orucun
makbul olabilmesi için sadece yukarıdaki tarifte ifade edilenlerin yerine
getirilmiş olması yetmez. Başka bir ifadeyle oruç tutmak aç ve susuz kalmak
değildir. Oruçlu insan her türlü
uzvundan meydana gelebilecek menfî davranışlardan da kaçınmak durumundadır.
Oruçlu mümin dilini yalandan, gıybetten alıkoyacak, kulağını kötü söz
duymaktan, gözünü kötü şeylere bakmaktan koruyacak, kısacası vücudunun her
yönüyle oruçlu olacaktır. Aksi takdirde oruç ibadeti bir perhiz durumuna düşer.
Bu gerçeği Hz. Peygamber şu şekilde dile getirir. “Yalan, gıybet ve dedikodu
gibi sözleri terk etmedikten sonra bir kişinin yemesini içmesini terk etmesine
(oruç tutmasına) Allah’ın ihtiyacı yoktur”. (Buhari, Savm, 8, Edeb 51).
Orucun
farz kılınmasında insanî, ahlakî, ictimaî, ruhî ve sıhhî yönlerden bir çok
maddî ve manevî hikmetler vardır. Evvela
bu ibadet, müminin Allah’a karşı kulluk vasifesinin ifasıdır. Bunun karşılığı da günahlardan arınmaktır. Oruç,
insana diğergamlığı, şefkati, merhameti öğretir. Bencilliğin en zirvede olduğu,
herkesin kendi menfaatine koştuğu bir dünyada oruç, mümin için büyük bir
terbiye metodudur.
Sonuç
olarak ifade etmek gerekirse, farziyetindeki hikmetleri ve müslümanlara
sağladığı faydalar göz önüne alınırsa orucun, Allah’ın insanlara bahşettiği
büyük bir ihsan olduğu ortaya çıkar. Bu
durumda müminlere düşen görev, bu ibadeti en iyi şekilde yerine getirmek, belki
de bundan önemlisi oruç sayesinde elde ettiği güzel hasletleri ramazan
haricinde oruçlu olmadığı zamanlarda da devam ettirmek olacaktır. Şâyet özelde fertler, genelde de toplum bu
şekilde kendilerine istikamet verirlerse, şu anda cemiyetimizin yüz yüze
kaldığı birçok problem rahatlıkla çözülmüş olacaktır. O halde müminler, hem
dünya huzuru hem de ahiret saadetine ulaşmak için bu ibadetten en iyi şekilde
istifade etmek için gayret sarfetmelidir. Ne mutlu oruçları makbul olan, bu
ibadet sayesinde melek mertebesine ulaşan ve hayatlarının tamamını Ramazan
olarak yaşayabilen bahtiyar müminlere!
0 yorum:
Yorum Gönder