Öğr. Gör. Cuma Karan
Kuran
ve Hadislerde çokça rastladığımız kavram ve tanımlamalardan biri de Münafık
kavramıdır. Sözlükte; “tarla faresi,”
“yuvasına girmek”, “bir kimseye olduğundan farklı görünmek” anlamına gelen “nifak” mastarından türemiş bir sıfat olan
“münafık” kelimesi; “inanmadığı halde kendisini mümin gösteren kimse demektir.”[1] İbn Manzur; küfrünü gizleyip imanını izhar
eden kimse olduğunu ve bu kavramın İslam öncesi Arap toplumunda
kullanılmadığını dolayısıyla Kuran’a ait vasıflandırma ve ona has bir ıstılah
olduğunu söyler.[2]
Münafık
kavramı her ne kadar inanç ile ilgili dini bir kavram olarak literatürümüzde
yerini almışsa da sonraki dönemlerde “Münafığın üç alameti olan; “konuştuğunda
yalan konuşur, söz verdiğinde sözünü yerine getirmez ve emanete hıyanet eder”[3] hadisinin ifadesiyle münafıklığın eylemsel/amelî
bir tarafından yola çıkarak “ameli münafık” diye bir tanımlama daha ortaya
çıkmıştır.
İnsanların
günlük yaşamlarında özellikle de idari/siyasi söylem ve davranışlarında da
geçmişte olduğu gibi günümüzde “siyasi münafıklık” tabiri anlam ve işlevi
açısından itikati ve ameli parametreler ile tam örtüşen yeni bir tamlamadan
bahsedebiliriz. Hatta işlevsel anlamda bu
tanımlama ilk tarihi kullanımıyla başlandığı dönem kadar eskiye gidiyor.
Tanımın
bu yönünü merkeze alarak “siyasi münafık” tanımlamasına bakarsak; o içinde
bulunduğu siyasi çevrenin insanı olmadığı halde, ondan görünen, onları kalben
sevmediği halde seviyormuş gibi davranan, ağzı onları övmekte iken, kalbi de
onlara buğz etmektedir. Bedeni burada ama bütün hissiyatıyla diğer taraftadır.
Kendisini içinde bulunduğu siyasi yapının fedaisi olarak tanımlar ancak bizzat diğer
siyasi çevrenin adamıdır.
“Siyasi
münafıklığı” tanımak için, genel anlamda olan “münafıkları” Kuran’ın
tanımlamasıyla kavrarsak onları daha net tanımış oluruz. Zira kalbi bir maraz,
bir inanç hastalığı olduğu için onları en güzel tanımlama olan Kur’an-ı
Kerim’in tavsifi ile tanımlamaya çalışalım:
Onların
karakterlerini en iyi bir şekilde bize tanıtan sure, şüphesiz ki onların ismiyle inen “Münafîkûn”
süresidir. İlk ayetler de nifakı kendileri için bir huy, bir ahlak haline
getirdiğini ve bu sebeple kalpleri Allah tarafından mühürlendiğini ifade
etmektedir. “Onlar inandılar, sonra inkâr ettiler bu yüzden kalplerinin üzeri
mühürlendi. Artık onlar inanmazlar.”[4] Kuran, surenin devamında
onları şekilsel olarak da bize tanıtmaktadır; “Onları gördüğün zaman cisimleri
hoşuna gider, söz söylerler sözlerini dinlersin, ama onlar sanki elbise
giydirilmiş kütüklerdir. Her bağırtıyı aleyhinde sanırlar, onlar düşmandır.
Onlardan sakının, Allah onları kahretsin…”[5]
Temel
karakteristik olarak Münafıkları böyle tanımladıktan sonra onların şu belirgin
vasıfları yine Kuran şöyle sıralar:
“Onlar Allaha ve ahiret inandık derler ancak
inanmamışlardır. Allah’ı ve Müminleri aldatmaya çalışıyorlar. Ancak kendilerini
aldatırlar.”[6]
“Çok korkak bir topluluktu. Eğer sığınacak bir yer
bulsalar hemen sığınırlar. Gönlünüzü hoş etmek için size Allah’a yemin ederler.
Ancak inanmamışlardır.”[7]
“Ele geçirmek üzere ganimetlere doğru hareket
ettiğinizde savaştan geri kalanlar, Allah’ın sözünü değiştirmeyi dileyerek;
“bizi engellemeyin de size katılalım” diyecekler. Deki; “asla peşimize
takılmayacaksınız. Allah sizin için daha önce böyle buyurdu.” Bunun üzerine;
“Hayır siz bizi çekemiyorsunuz” diyecekler. Tam aksine kendileri kavramakta
güçlük çekiyorlar.”[8]
Bu ve buna benzer Kuran’ın birçok ayetin
tanımlamasından şu kısa tanım ve evsafı gördükten sonra bu vasıfların “siyasi
münafıklık” kavramıyla bir karşılaştıralım:
Öncelikle Kuran Münafıkların karakter bozukluğundan
bahseder.[9] Bunda da; ya menfaat ya da korku dürtüsü sebep
olmaktadır. Hâlbuki insanı insan yapan karakteridir. Çünkü menfaat da zarar da
Allah’ın elindedir.[10]
“Siyasi münafıklar” tanımlamasında da menfaat görülen
veya görülme ihtimali belirlenen her yerde bu tür insanlar herkesten önce orada
yerlerini alan menfaatperest kimselerdirler. Risk veya zarar durumu, hatta ihtimali dahi hissedildiğinde ilk gemiyi
terk edenler de yine bunlar olurlar. Menfaatte önde, çalışmada geri olanlardır.
Bunların başka alamet-i farikası; menfaati gereği içinde
bulunduğu siyasi/idari yapının asla cefasını çekmemiş ve bir yolunu bulup oranın
sefasına konmuş olmalarıdır.
Bunlar, bulundukları siyasi yapı için zahiren çok âşık
oldukları, eskide; “padişahım çok yaşa”, bugün ise; “canımız sana feda”
nakaratını o kadar gür bir sesle söylerler ki başkalarının bütün seslerini
bastırırlar. Seslerinin gürlüğünü samimiyetlerinin alameti olarak telakki
ederler. Zaman zaman Hz. Ali (ra)’ın şu
betimlemesine tam uyarlar; “Münafık gözlerine hâkim olup istediği şekilde
ağlayabilen”[11]
ve timsah gözyaşlarını akıtmaktan asla çekinmezler. Aslında Kuran’ın
ifadesiyle; “kütük” konumunda olan sadece görüntüleridir. Kendi siyasi/idari
yapısı için çok olumlu sözler söyler, ekrandan ekrana, meydandan meydana
koşarlar, ama iç yüzleri ise diğerlerinin yanındadırlar.
“Siyasi Münafıklar” yukarda da değindiğimiz gibi Kuran’ın
genel olarak Münafıklar için tanımladığı şekli ile “Çok korkaktırlar”. Her an kendi siyasi
çevresini bırakıp diğer çevreye koşarlar. Yeter ki o anda sığınılacak bir çevre
bulsunlar.
Bunların temel felsefesi; ilkeli, kararlı ve dürüst
olmaktan uzak, “dün dündü, bugün bugündür.” Bunun için her türlü manevrayı, takiyyeyi,
hile ve yalanı (bulundukları dönemi savaş ortamı olarak da gördüklerinde) caiz
görürler.
Bunlar içinde bulundukları yapının ana merkezlerini
ellerinde tutarlar. Gariban, samimi taraftarları asla merkeze yaklaştırmamayı bulundukları
çevrelerine olan samimi sevgilerinin (!)
bir alamet-i farikası olarak görürler.
Bunlar; uyarıda
bulunan iyi niyetli insanları; “düşman, hain, satılmış,” vasıflarla damgalayıp,
gür bir sesle ilan ederek, samimi insanların
seslerini, soluklarını keserler. Zira bu
konuda uzmandırlar. Az oldukları halde hep beraber seslendikleri için sesleri gür
çıkar.
“Siyasi Münafıklar”; tavsiyeye, eleştiriye kapalı, her
türlü lehteki tezahürata ve alkışa hazır ve aynı zamanda övgü ve medhiyyenin de
beklentisi içindedirler.
Bunlar, en kritik dönemlerde köşe taşlarını da
ellerinde tuttukları için kendilerine havadan sudan bahanelerle haklı çıkarıp
şeklen dâhil oldukları çevreyi bırakıp aslen, kalben bağlı oldukları dostlarına
koşarlar, önceki bulundukları yeri de her türlü kötülemeye, bütün mahremiyetiyle
ortaya koyup, toplumda itibarlarının bitirilmesine azami derecede gayret
gösterirler. Bunlar vefa yerine sefayı tercih ederler. Hâlbuki “vefa” kavramı, atamız
Hz. İbrahim’in vasfı olarak Kuran bize hatırlatmaktadır.[12]
Yakın tarihin-Osmanlı son dönemin, meşrutiyetin ve
Cumhuriyet döneminin- tanıklarından Said Nursi kendi döneminde yaşadığı bir
olayı şöyle anlatır: Bir zaman, bu garazkârâne tarafgirlik neticesi olarak
gördüm ki, mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasîsine muhalif bir âlim-i
salihi, tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı,
hürmetkârâne medhetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ وَالسِّيَاسَةِ dedim, o zamandan beri hayat-ı
siyasiyeden çekildim.[13]
Münafıklığın bu üç veçhiyle; itikadi, ameli ve siyasi
tanımlamaya adeta mihenk ve prototipi olan Abdullah b. Selul b. Ubey de
aynısını yapmıştı; önce 600 Yahudi’yi yanına alarak Uhud savaşına katılmak
istemiş. Ancak Hz. Peygamber tarafından bu isteğinin geri çevrilmesi üzerine bu
planı tutmayınca bu sefer ikinci sinsi plana başvurmuştur. Uhud savaşında 3 bin
Mekke müşrik ordusu Medine’ye dayandığı sırada bin kişilik Müslüman ordusu içinde
üçte bir oranında üç yüzden fazla insanı yanına almış ve Müslümanlar düşmanla
karşı karşıya geleceği sırada savaş meydanından ayrılıp; “Muhammed bizi
dinlemedi, çoluk çocuğun sözüne kulak verdi, bizi ölüme getirdi, canımızı yerde
bulmadık.”[14]
Deyip Müslümanları düşmanla baş başa bırakmıştır.
“Siyasi Münafıklar”;
İmkânı imtihan olarak gören samimi siyasetdaşının tam aksine bunlar, bu
imkânları “fırsat” olarak görmekten kaçınmazlar. Adeta barajdan sızan suya samimi siyasetdaş
israf olmasın veya baraj yıkılmasın diye canlarını siper ederken, “Siyasi
Münafıklar”, içinde bulunduğu idari/parti amblemli su bidonuyla gediği biraz
daha açarak nemalanmanın yollarını ararlar. Sorulsa, “partimizin amblemiyle
partimiz için yaptık” derler.
Hâlbuki İslam, “reel politik” yerine “İslami duruş”
bakışını esas alır. Zira İslam günlük bireysel menfaat uğruna başkasına zarar
vermekten uzak hatta düşmanın bile; bedenini imha yerine; beynini ikna, kalbini
feth ve duygularını ıslah etmeyi hedefler. Bu sebeple “emr olunduğun gibi dost doğru
ol”[15] ayetiyle Müslüman; istikameti
esas alıp “Muhammedu’l-Emin’’ sıfatının kendi döneminin temsilcisi olmalıdır. Sözünde
durmanın, peygamberin Müslümanlara canları pahasına da olsa ayrılmaması gereken
bir vasıf olduğunu asla unutmamalıdır.
Şu tarihi ibretlik olay bunu açıklar mahiyettedir. Bedir savaşının başlamasına az bir zaman kala
Huzeyfetu’l-Yeman babasıyla beraber Bedir’e giderken Mekkeli müşrikler
tarafından yolda yakalandıklarında, Medine’ye gideceklerini, Bedre gidip
Müslümanlara yardımda bulunmayacaklarına dair söz verirler. Bunun üzerine
serbest bırakılırlar. Bedir’de Hz. Peygamber’in yanına gidip durumu
söylediklerinde Hz. Peygamber onlara; “Medine’ye dönünüz, onlara verdiğiniz
sözü yerine getiriniz.” der.[16]
Sonuç olarak; “Siyasi münafıklık”, geçmişte olduğu
gibi bugün de vardır ve yarın da var olacağı bir vakadır. Bunları bitirmek veya
ortadan kaldırmak tamamen mümkün olmasa da şerlerinden emin olmak adına azami
derecede Kuran ve Hz. Peygamber’in uyarılarını dikkate alarak İslam’ın temel
ilkelerine uymak bir nebze de olsa zararı azaltabilir.
İtikadi, ameli ve siyasi münafıklığın bütün
türevlerine karşı Samimi Müslümanlık zırhına bürünmek her dönem için her
Müslümanın ana hedefi olmalıdır. Samimi İslam
toplumunun inşası, Muttaki bireylerin yetişmesi, korku ve baskının ortadan
kaldırılması küçük yaştan itibaren vicdan eğitiminin verilmesi gibi bazı
önlemler “Münafıklık türevleri” bataklığını kurutan önemli adımlardan bazılarıdır.
Trabzon,
29.05.2017
[1] Rağıb el-İsfahani, el-Müfredat, ‘’nfk’’ md.
[2] İbni Manzur, Lisanu’l Arap, Beyrut (t.y)
X/359
[3] Buhari, İman 24; Müslim, İman
107
[4] Munafikûn 63/3
[5] Munafikûn 63/4
[6] Bakara 2/8-16
[7] Tövbe 9/67
[8] Fetih 48/15
[9] Adnan Demircan, Hz. Peygamber
Devrinde Münafıklar, Beyan Yayınları 2016, s.31
[10] Bakara 2/212
[11] Deylemi, el-Firdevs bi Me’sur
el-Hitap, Beyrut 1986, IV/203; İmam
Suyuti, el-Cami’us-Sağir fi Ahadisi el-Beşir el-Nezir, Beyrut 2010, Hadis no: 9237
[12] Necm 53/37
[13] Said Nursi, Mektubat, 22.
Mektup.
[14] İbni Hişam, Siyeru’n-Nebi,
III/8
[15] Hud 11/112
[16] Ahmeb b. Hanbel, Musned,
V/395; Zehebi, A’lamü’n-nübela, II/262; Zehebi, Tarihu’l İslam II/153.
0 yorum:
Yorum Gönder