25 Mayıs 2017 Perşembe

Ramazan Ayı’na Yanlış Perspektiften Bakma

Dr. Celal Emanet
Merkez Muslihiddin Efendi (k.s.) birgün talebesinden; `Dolaptaki şişeyi getirmesini’ ister. Talebe koşup, `Hocam, burada iki şişe var. Hangisini getireyim? ` deyince, Hocası, `Hayır, bir tane var` diye cevap verir. Talebe ısrar edince de; `O halde birini kır` der. Talebe şişeyi kırınca, bir de ne görsün hiçbir şişe kalmaz ortada. Meğer talebe şaşı imiş, biri iki görüyormuş. Bu ibretlik kıssa da olduğu gibi gaflette olan insan da böyledir, her şeyi olduğundan farklı görür. İçerisinde bulunduğumuz aylar ve yaklaşmakta olan Ramazan ayı ise bu gafletlerden arınmada en güzel vesilelerden birisidir.
Hasretle beklenen Ramazan-ı Şerif ayına çok az vakit kalmasına rağmen Müslümanlarda bu mübarek ayın barındırdığı rahmete yönelik ciddi hazırlıklar yapıldığı da pek söylenemez. Benim bu sözlerime bazı insanlar belki alınabilirler de!.. Zira Ramazan ayının yaklaşmasıyla pek çok şeyin çehresi değişmekte ve bu aya münhasıran her yerde bir hazırlık içerisine girilmektedir. İşte onlardan bir kısmını burada zikredecek olursak; Ramazan ayına has olmak üzere radyo ve televizyonlarda iftar ve sahur programları yapılacak, fırınlarda pide çıkacak, minareler kandil ve mahyalarla donatılarak aydınlatılacak, bazı yerlerde Ramazan çarşıları kurulup Ramazan şenlikleri yapılacak, teravih sonrasında gece yarılarına kadın erkek herkes kurulan bu çarşılarda Ramazan eğlencesi adı altında (güya meşru imiş gibi!) eğlenmelerine bakacaklar, bazı kesimlerde Ramazan ayı bahanesiyle verilecek iftarlarla İbrahimî dinler adı altında herkesi bir çatı altında toplama gayreti (insanlık açlık ve sefaletle boğuşurken!) içerisine gireceklerdir. Daha neler neler...
İnsanların Ramazan’a hazırlık olarak algıladıkları bu tarz sosyal aktiviteler ise, bunun büyük bir yanılgı olduğunu buradan belirtmeliyim. Zira bu sayılanların ve buna benzer pek çok programın Ramazan’ın barındırdığı manevi güzelliklerle veya İslâm’ın ruhuyla ve esasıyla ne ilgisi var ki?.. Kaldı ki bugün dünya Müslümanlarının büyük çoğunluğunun boyunları bükük, mazlum, mağdur, pek çok sıkıntı ve zulümler altında inlemektedirler. İşte bunun en son örneklerden birisi de Uygur Türklerine yapılan Çin zulmü. Hâlbuki oradaki Müslümanlar üzerindeki baskılar, yasaklar ve sırf Müslüman olduğu için katledilmeler yıllardır devam etmektedir. Müslümanlar için şartlar o kadar kötü hale getirilmiştir ki; Ramazan’da oruç tutmak devlet daireleri dâhil okullarda bile yasaktır. Gece sahur yapmak için lambalarını yakan insanlar tespit edilerek cezalandırma yoluna gidilmektedir. Dünyanın diğer ülkelerindeki Müslümanların durumları da Uygur Türklerinden farksız değildir aslında... Myanmar, Suriye, Filistin, Irak, Pakistan, Keşmir, Afganistan...
Gelin hiç olmazsa bu Ramazan ayını bari hakkını vererek ihya edelim. Bunun da yolu Efendimiz (s.a.v.)’in sünnet ve ahlâklarını takip etmekle olacaktır. Peki, Rasûlullah (s.a.v.) bu ayı ülkemizde olduğu gibi şenlik ve panayır havasında mı geçirirdi, hâşâ! Aksine kendisini mescidde ibadet ve kulluğa öyle bir verirdi ki; Ramazan’ın son on günü itikâfa girer hanımlarıyla bile görüşmezdi. Yani son on gün dünyalık olabilecek her şeyden kendisini bedenen de soyutlardı. Sahabe Efendilerimiz de bu yolu takip ederek daha dünyadayken Allah’ın rızasına kavuşmaya namzet kullardan oldular; ama buna rağmen onların kulluklarında hiçbir değişiklik, gevşeme olmadı. Peki, burada sormak istiyorum: “Bizlere ne oluyor ki yılın diğer günlerinde ibadetlerimizde, kulluğumuzda hassas davranmazken, Ramazan’da cennetten müjde gelmiş gibi rahat hareket edebilmekteyiz. Ya da yılın bütününde farz ibadetlerimizde olması gereken titizliği göstermiyoruz da Ramazan’da yaptığımız birkaç ibadeti dinin bütününü yapmış gibi sayıyoruz? Rabbimiz ve sevgili Habibi’nin emirlerinde ve bu emirlerin muhataplarında bir değişme de yok iken…
Ramazân-ı Şerîf, ömür takvimi içerisinde müstesna bir lütuf ve rahmet ayıdır. Mü’minler için manevi kıymetlerle dolu ilâhî bir hazinedir. Şayet bu ayı ibadet ve salih amellerle ihyâ edip ferdî ve ictimâî manada kulluk vazifelerimizi lâyıkıyla îfâ edebilirsek, Efendimiz (s.a.v.)’in müjdelediği ilâhî af ve mağfiret vaadi bizleri bekliyor. Fakat bunun zıddına, bu ilâhî rahmet hazinesine bigâne kalıp ihmalkâr davranırsak, yine Efendimiz (s.a.v.)’in ikaz ettiği, ilâhî rahmetten mahrumiyet tehlikesi mevcuttur.
Ramazan ayı müminler için âdeta yoğunlaştırılmış bir manevi tekâmül mektebidir. Öyle ki; gönüllerin manevi iklimlere yelken açmasına vesile olan; oruç, iftar, sahur, teravih, mukabele, dua-zikir, fitre-zekât, itikâf, Kadir Gecesi ve sonundaki bayram, bu mektebin temel dersleridir. Bütün bu dersleri lâyıkıyla idrak ve ihya ederek imtihanlarından geçtikten sonra ilâhî af bayramına ererek ebedî kurtuluş beratını almaya namzet kimseler arasına gireceğiz İnşaallah.
Geçen Ramazan ayında hayatta olan yakınlarımızdan, dost ve akrabamızdan bazıları artık aramızda değiller. Bizler de bu gufrân ayını son Ramazanımız olabileceği şuuruyla değerlendirip ondan tertemiz çıkmaya gayret etmeliyiz. Zira bizler, ilâhî imtihan sahası olan bu dünya mektebinin talebeleriyiz. Tahsilimiz ise ecel geldiğinde sona erecek, amellerimizle toprağa gömüleceğiz. Sonra ebedî bir hayat başlayacak. Orada dünya mektebinin karnesini alacağız. “Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.”[1] buyurulacak.
Bu nedenle Müslümanların önünde iki ihtimal var: Ya bu sene de bu mübarek ayın kıymetini bilemeden televizyon karşısında, çarşı pazarlarda, insanların kul olarak duyarlılıklarını bile artırmayan programlara katılarak, dostlar alışverişte görsün misali fakirlerin davet edilmediği sofralarda verilen davetlerle bu ayın feyiz ve bereketinden mahrum bir şekilde tamamlayacaklar ya da Allah’ın rızası istikametinde ibadetlerini ifa ederek büyük bir ticaret yapacaklardır. Seçim bize aittir. Vesselam.




[1] Kur’ân-ı Kerîm, 17/14

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar