Prof.
Dr. Adem APAK
Tarih boyunca son
peygamber Hz. Muhammed’in (sav) insanlığa tanıtılması gayesiyle muhtelif
coğrafya, kültür ve dönemlerde farklı tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş, bu
konuda muazzam bir literatür meydana getirilmiştir. Öyle ki, dünyada Hz.
Peygamber (sav) kadar hakkında eser yazılmış başka bir insan yoktur. Bu tür
çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir. Zira Rasûlüllah’ın (sav)
hayatını anlama ve onu örnek alma ihtiyacı hiçbir zaman sona ermeyecektir.
Zamanın ve şartların değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya
görüşlerinin de farklılık arz ettiği için, bu değişimleri doğru olarak
algılamak suretiyle asrımız insanına Allah Rasûlü’nü (sav) örnek sunulabilecek
bir anlayışla tanıtmak Müslüman aydınların öncelikli görevleridir.
Günümüzde
teknolojik imkanların gelişmesiyle birlikte, matbu yayınların yanı sıra medya
kanalıyla da Hz. Peygamber’in (sav) ve onun öğretilerinin önce Müslümanlar,
daha sonra da bütün insanlığa sunulması imkânı doğmuştur. Bilhassa Ramazan ayı
başta olmak üzere bazı mübarek gün ve gecelerde görsel medyada bu konuda pek
çok program sunumu gerçekleştirilmektedir. Bazen de haftanın belli günlerinde
yayınlanan ve ilahiyatçıların sundukları dinî muhtevalı programların içeriğinde
Hz. Peygamber’e (sav) dair doğrudan veya dolaylı bilgi ve anekdotların
aktırıldığına da şahit olunmaktadır. Bu tebliğde bahsi geçen televizyon
kanallarında sunulan konulardan özellikle siyerli ilgili bahisler hakkında öncelikli
olarak vâkıa tespiti yapılacak, ardından da bu bahisteki teklifler üzerinde
durulacaktır.
Öncelikli
olarak ifade etmek gerekir ki, günümüzde televizyonlar, kâr amaçlı yayın yapın ticarî
müesseselerdir. Dolayısıyla onların öncelikli hedefi, halka doğru ve faydalı bilgi
vermekten ziyade, daha fazla seyirci çekebilmektir. Hatta televizyonların,
kanal sahiplerinin ekonomik ve ticarî çıkarlarını korumak amacıyla kurulup
işletildikleri, şirket ve şirketlerin menfaatlerini kamunun menfaatinin önüne
aldıkları, televizyonların iktidar savaşlarında silahı olarak kullanıldığı
şeklinde yorumlar da yapılmaktadır. Bütün bu sebeplerle, toplum içinde
televizyonların faydalarından daha çok, zararları gündeme gelmekte, bu bağlamda
çocuklar ve gençlerin televizyonun zararlarından nasıl korunacağına dair
konular gündeme gelmektedir. Televizyonlarla ilgili bu konular sadece ülkemizle
ilgili olmayıp, global düzeyde tartışılmaktadır.
Ticarî
kaygılarla kurulmuş ve reyting esasına göre strateji belirleyen ulusal televizyon
programları, daha çok izlenebilmek uğruna seyircilerin dikkatlerini çekebilmek,
rakipleri durumundaki televizyonlardan farklı olduklarını ortaya koyabilmek ve kendilerince
orijinal sunumlar yapabilmek için tabiatıyla bilinenlerden çok farklı olanı,
aykırı ve marjinal olanı öne çıkarmak durumunda kalırlar. Bazen de izleyicileri
şaşırtıcı, hatta şok edici bilgi ve görüntüler sunarlar. Reyting denen sihirli
güç bunu zorunlu kılmaktadır. Nitekim sadece reyting ölçümlerinde –bu
ölçümlerin ne kadar gerçeği yansıttığı ayrı bir konu olmakla birlikte-
bekleneni veremediği ileri sürülerek nice nitelikli program, film, dizi
yayından kaldırılırken, buna karşılık, sanatsal değeri düşük, toplumsal yararı
tartışmalı pek çok yapım daha uzun süre ekranları işgal etmektedir. Çünkü, televizyonlara
göre reyting her şeydir. Nitekim yıllardır televizyonda dini konularda
programlar yapan ve kanaatimce diğer dini içerikli programlardan farklı
değerlendirilmesi gereken bir hocamız, meselenin içinde olan bir kişi
sıfatıyla bu hususu “Televizyonun
kendine has hususiyetleri var. Bir defa günümüzde televizyonlar reyting üzerine
kurulmuş durumda. Yani yaptığı programın bir getirisi varsa, o sayede pastadan
pay alabiliyorsa, size o kadar yer veriliyor” sözleriyle dile getirmektedir.
Buradan yola çıkarak hoca, dini programlarda asla reyting ölçümünün
olmamasının, hatta bunun yasak olmasının gereğini dile getirmektedir. Çünkü
reytingi esas alan televizyoncuların seyirci çekebilmek adına salt hissiyatı
öne çıkaran gözyaşlı sunum talep ettiklerini, dinin sahih bilgileri yerine menkıbe
ve hikayeler anlatılmasını istediklerini ifade ediyor. Bu sebeple hocaların bu
ve benzeri talepler ihtiva eden programlardan kaçınmaları ve ancak kendilerinin
belirledikleri prensip ve kurallar çerçevesinde televizyona çıkmalarını tavsiye
ediyor. (Mustafa Karataş, Şefkat Dergisi, Mart 2011 sayısından yayınlanan
röportaj, s. 12-14).
Burada
görsel medya ile ilgili olarak yaptığımız değerlendirmeler, bilhassa popüler
yayın yapan ve reyting esaslı çalışan kâr amaçlı medya organlarıyla alâkalıdır.
Mutlaka bunların yanında, büyük medya gruplarının ticarî kaygı gütmeden finanse
ettikleri kültür ve sanat kanalları da bulunabilir. Benzer şekilde bir kamu
kurumu olan TRT’nin de farklı kanallarında benzer hassasiyetlerini gözettiğini
de biliyoruz. Ancak bu ikincilerde salt sanat ve edebiyat kaygılarıyla
hazırlanmış ve reyting esasına dikkate almayan programların yapılmış olması, bizim
burada genel anlamda görsel medya ile ilgili temel tespitlerimizi geçersiz
kılmaz.
Görsel
medya ile alâkalı olarak yapmış olduğumuz tespitlerden sonra yazımızın esas
konusu olan görsel medyada siyer konusuna geçmeden önce, bununla doğrudan
bağlantılı olarak “görsel medyada din” bahsini gündeme almak gerekir. Çünkü her
şeyden önce din konusunu Hz. Peygamber’in (sav) sîresinden ayırmak mümkün
değildir. Ayrıca görsel medyada din ile doğrudan alâkalı yapılan programlarda
siyer bahislerine sık sık temas edilmekte, konular açıklanmak ve örneklendirmek
için Hz. Peygamber’in (sav) hayatına atıflar yapılmaktadır. Bu hususta kanaatimizce
üzerinde durulması gereken iki husus, dinî programlarının tamamındaki veya
müstakil olarak siyer sunumlarındaki bilgilerinin hangi bağlamda anlatıldığı,
ikincisi ise bu bilgilerin sıhhat derecesidir.
Tespit
edebildiğimiz kadarıyla ulusal kanallarda gösterilen dini içerikli programlarda
siyer konularının aktarımı, Hz. Peygamber’i (sav) bütün yönleriyle tanıtmak yerine,
sadece belli hususiyetlerini, belli hadiseleri gündeme getirmek şeklinde
seçmeci bir takdimi şeklindedir. Üstelik aktarılan konuların ortak tarafı, daha
çok duygusal ağırlıklı, insanları düşünmek yerine doğrudan ağlamaya çağıran,
hatta ajite edici özelliğinin ağır basmasıdır. Örneklendirmek gerekirse, siyer
mevzuunda eğer Risâletin Mekke dönemi ile ilgili anlatımlar yapılacaksa
özellikle “işkence” tabiri ve etrafında gerçekleşen tasvirler ön plana çıkar. Hz.
Peygamber’in (sav) müşriklerden gördüğü işkence gündeme getirilince de , bunun
zirve örneği olarak da namaz kılması esnasında üzerine kesilmiş bir hayvanın iç
organlarının konulması zikredilir. İlk Müslümanlarla ilgili bir bahis
açıldığında ise mutlaka Bilal-i Habeşi’ye yapılanlar, Yâsir ailesine reva
görülen fiziki baskılar özellikle dramatik bir şekilde aktarılır. Medine dönemi
ile ilgili bilgiler verilirken sürekli bir şekilde ele alınan favori konular
ise Uhud’da Hz. Hamza’nın şehit edilmesi ve ardında cesedine yapılan muamele
ile Hendek savaşı hazırlıkları esnasında başta Hz. Peygamber (sav) başta olmak
üzere bütün Müslümanları çektikleri yokluk ve sıkıntılar, bilhassa bu esnada açlıktan
karınlarına taş bağlanılması hadisesidir. Dikkat edildiğinde burada zikredilen
hadiselerin ortak tarafı, insanların salt duygularına ve acıma hislerini hedef
alan, onları ajite eden, netice de anlama değil, ağlatma hedefli sunumlar
olmasıdır. Halbuki Müslümanların Hz. Peygamber (sav) için ağlamak yerine, onu
anlamaya daha çok ihtiyaçları vardır. Hatta insanların peygamber için değil
kendi halleri için ağlamaları daha anlamlı ve öğreticidir. Televizyonlarda niçin
his-yoğun konuların tercih edildiği sorusunun cevabı ise açıktır: Reyting. Bu
cevabı hem televizyonlarda bu faaliyetlerin içinde olanlardan, hem de ortalama izleyiciden
duymak mümkündür.
Görsel
medyada seçilerek sunulan siyer konularının aktarımında verilen bilgilerin
sıhhat durumu da üzerinde düşünülmesi gereken diğer mühim meseledir. Her şeyden
önce şunu ifade etmek gerekir ki, genel anlamda siyer konulu yazılmış olan
kitaplardaki bilgilerin sıhhati konusunda, başka bir ifadeyle kitaplarda sağlam
rivayetlerin kullanılıp kullanılmadığı hususunda büyük tereddütler mevcuttur. Buna
siyer konusunda ehil olmayan, siyerin esas ve ana kaynaklarından habersiz
kişilerin siyer yazmaları da eklendiğinde, durum daha da içinden çıkılmaz hale
gelir. Kabul etmek gerekir ki, siyer sahasındaki bu problem, zamanımızın
meselesi olmayıp daha eskilere dayanmaktadır. Çeşitli sebeplerle, Allah
Rasûlü’nün (sav) insanlara takdimi konusu, insanların ilgi ve alakasını çekme
adına, ilmî bakış açısından salt edebî anlayışa terk edilmiş görünmektedir.
Bunun doğal sonucu olarak yazarlar ve özellikle de şairler -bir çoğu samimi
gayretlerle de olsa- tarihte yaşamış olan ve temel kaynakların bize tanıttığı gerçek
peygamber yerine, his ve sezgilerinin coşkusu etkisinde kendi hayallerinde
canlandırdıkları peygamberi takdim etmişlerdir. Onların eserlerinde aktarmış
oldukları bilgilerin Kur’ân’ın tarif ettiği peygamber kimliğine ve tarihî
gerçeklere uyup uymadığı, ayrıca sağlam kaynaklarca desteklenip desteklenmediği
hususu umumiyetle ikinci planda kalmıştır. Ortalama Müslümanlar da, zamanla
peygamber tasavvurlarını şair ve yazarların tasvirleriyle şekillendirmişlerdir.
Bu tasvirler gün geçtikçe siyer malzemesinin en çok rağbet gören kısmını teşkil
etmiştir. Günümüzde görsel medyada dinî programlara gelince, buralarda sunulan programlardaki
siyer bilgileri içerisinde de çok miktarda siyere sonradan eklenmiş hilaf-ı
hakikat rivayetler bulunmaktadır. Üstelik reyting kaygısı mevzuya gayr-i sahih
malumatın girişini daha da körüklemektedir. Sunulan rivayetlerin büyük kısmı, mucize
ve benzeri olağanüstü hadiseler formunda karşımıza çıkar. Kabul etmek gerekir
ki, bu durumda hayatının her anı mucizelerle bezeli olan bir peygamberin
ortalama insanlar için örnek olma özelliği tamamen ortadan kalkacaktır. Netice
olarak da sunulan programlardaki siyer anlatımında sık sık dile getirilen, Hz.
Peygamber’i (sav) tanımak, anlamak ve
örnek alma hedefi tamamen devre dışı kalmış, Allah Rasûlü (sav) sanki bir
efsane kişilik ve halk kahramanı olarak takdim edilmiştir ki, bu anlayışla onun
gönderiliş gayesi olan “en mükemmel örnek” ve “Alemlere rahmet” oluşu misyonu
geçersiz hale gelmiş olur.
Çalışmanın tespitler kısmında sonuç olarak ifade etmek gerekirse, görsel medyada siyer
sunumu, seçme konular çerçevesinde genelde izleyici kazanma, reyting elde etme
hedefli olduğu için, -bir kısmı iyi niyetle de yapılmış olsa- Hz. Peygamber’in
(sav) tanıtımında katkı sağlamak bir yana, menfî neticeler ortaya
çıkarmaktadır. Bu durumda popüler kanallarda bu konunun işlenmesinin faydalı ve
uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu olumsuz durumu telafi için de televizyonun
işleminin tamamen inkarı yerine alternatif önerilerin getirilmesi de gerekir. Kanaatimizce
siyer ile ilgili sunumların reyting kaygılarıyla yayın yapan popüler
televizyonlar yerine, seyirci endişesi taşımayan kültür kanallarında
yayınlanması, teşvik edilmelidir. Bu programlarda da seçme yaparak siyerin
sadece belli bölümlerini sunmak yerine bir bütün halinde aktarılması, Hz. Peygamber
(sav) ve öğretisinin doğra anlaşılması açısından son derece önemlidir. Tabii ki
bu programların sadece “ilahiyatçı” kisvesiyle tanınan kişilerin değil, hatta
İslâm tarihi hocalarının değil, bilhassa siyer konularında araştırmalar yapmış,
ana kaynaklara vakıf uzman kişiler tarafından yapılması, bu gerçekleşmezse en
azından onların danışmanlığı ve murakabesi altında yürütülmesi esas olmalıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder