1 Mayıs 2017 Pazartesi

Görsel Medyada Siyer

Prof. Dr. Adem APAK    
Tarih boyunca son peygamber Hz. Muhammed’in (sav) insanlığa tanıtılması gayesiyle muhtelif coğrafya, kültür ve dönemlerde farklı tasavvurlar ve sunumlar geliştirilmiş, bu konuda muazzam bir literatür meydana getirilmiştir. Öyle ki, dünyada Hz. Peygamber (sav) kadar hakkında eser yazılmış başka bir insan yoktur. Bu tür çalışmalar günümüzde de artarak devam etmektedir. Zira Rasûlüllah’ın (sav) hayatını anlama ve onu örnek alma ihtiyacı hiçbir zaman sona ermeyecektir. Zamanın ve şartların değişmesiyle birlikte insanların anlayışları ve dünya görüşlerinin de farklılık arz ettiği için, bu değişimleri doğru olarak algılamak suretiyle asrımız insanına Allah Rasûlü’nü (sav) örnek sunulabilecek bir anlayışla tanıtmak Müslüman aydınların öncelikli görevleridir.
Günümüzde teknolojik imkanların gelişmesiyle birlikte, matbu yayınların yanı sıra medya kanalıyla da Hz. Peygamber’in (sav) ve onun öğretilerinin önce Müslümanlar, daha sonra da bütün insanlığa sunulması imkânı doğmuştur. Bilhassa Ramazan ayı başta olmak üzere bazı mübarek gün ve gecelerde görsel medyada bu konuda pek çok program sunumu gerçekleştirilmektedir. Bazen de haftanın belli günlerinde yayınlanan ve ilahiyatçıların sundukları dinî muhtevalı programların içeriğinde Hz. Peygamber’e (sav) dair doğrudan veya dolaylı bilgi ve anekdotların aktırıldığına da şahit olunmaktadır. Bu tebliğde bahsi geçen televizyon kanallarında sunulan konulardan özellikle siyerli ilgili bahisler hakkında öncelikli olarak vâkıa tespiti yapılacak, ardından da bu bahisteki teklifler üzerinde durulacaktır.
Öncelikli olarak ifade etmek gerekir ki, günümüzde televizyonlar, kâr amaçlı yayın yapın ticarî müesseselerdir. Dolayısıyla onların öncelikli hedefi, halka doğru ve faydalı bilgi vermekten ziyade, daha fazla seyirci çekebilmektir. Hatta televizyonların, kanal sahiplerinin ekonomik ve ticarî çıkarlarını korumak amacıyla kurulup işletildikleri, şirket ve şirketlerin menfaatlerini kamunun menfaatinin önüne aldıkları, televizyonların iktidar savaşlarında silahı olarak kullanıldığı şeklinde yorumlar da yapılmaktadır. Bütün bu sebeplerle, toplum içinde televizyonların faydalarından daha çok, zararları gündeme gelmekte, bu bağlamda çocuklar ve gençlerin televizyonun zararlarından nasıl korunacağına dair konular gündeme gelmektedir. Televizyonlarla ilgili bu konular sadece ülkemizle ilgili olmayıp, global düzeyde tartışılmaktadır.
Ticarî kaygılarla kurulmuş ve reyting esasına göre strateji belirleyen ulusal televizyon programları, daha çok izlenebilmek uğruna seyircilerin dikkatlerini çekebilmek, rakipleri durumundaki televizyonlardan farklı olduklarını ortaya koyabilmek ve kendilerince orijinal sunumlar yapabilmek için tabiatıyla bilinenlerden çok farklı olanı, aykırı ve marjinal olanı öne çıkarmak durumunda kalırlar. Bazen de izleyicileri şaşırtıcı, hatta şok edici bilgi ve görüntüler sunarlar. Reyting denen sihirli güç bunu zorunlu kılmaktadır. Nitekim sadece reyting ölçümlerinde –bu ölçümlerin ne kadar gerçeği yansıttığı ayrı bir konu olmakla birlikte- bekleneni veremediği ileri sürülerek nice nitelikli program, film, dizi yayından kaldırılırken, buna karşılık, sanatsal değeri düşük, toplumsal yararı tartışmalı pek çok yapım daha uzun süre ekranları işgal etmektedir. Çünkü, televizyonlara göre reyting her şeydir. Nitekim yıllardır televizyonda dini konularda programlar yapan ve kanaatimce diğer dini içerikli programlardan farklı değerlendirilmesi gereken bir hocamız, meselenin içinde olan bir kişi sıfatıyla  bu hususu “Televizyonun kendine has hususiyetleri var. Bir defa günümüzde televizyonlar reyting üzerine kurulmuş durumda. Yani yaptığı programın bir getirisi varsa, o sayede pastadan pay alabiliyorsa, size o kadar yer veriliyor” sözleriyle dile getirmektedir. Buradan yola çıkarak hoca, dini programlarda asla reyting ölçümünün olmamasının, hatta bunun yasak olmasının gereğini dile getirmektedir. Çünkü reytingi esas alan televizyoncuların seyirci çekebilmek adına salt hissiyatı öne çıkaran gözyaşlı sunum talep ettiklerini, dinin sahih bilgileri yerine menkıbe ve hikayeler anlatılmasını istediklerini ifade ediyor. Bu sebeple hocaların bu ve benzeri talepler ihtiva eden programlardan kaçınmaları ve ancak kendilerinin belirledikleri prensip ve kurallar çerçevesinde televizyona çıkmalarını tavsiye ediyor. (Mustafa Karataş, Şefkat Dergisi, Mart 2011 sayısından yayınlanan röportaj, s. 12-14).
Burada görsel medya ile ilgili olarak yaptığımız değerlendirmeler, bilhassa popüler yayın yapan ve reyting esaslı çalışan kâr amaçlı medya organlarıyla alâkalıdır. Mutlaka bunların yanında, büyük medya gruplarının ticarî kaygı gütmeden finanse ettikleri kültür ve sanat kanalları da bulunabilir. Benzer şekilde bir kamu kurumu olan TRT’nin de farklı kanallarında benzer hassasiyetlerini gözettiğini de biliyoruz. Ancak bu ikincilerde salt sanat ve edebiyat kaygılarıyla hazırlanmış ve reyting esasına dikkate almayan programların yapılmış olması, bizim burada genel anlamda görsel medya ile ilgili temel tespitlerimizi geçersiz kılmaz.
Görsel medya ile alâkalı olarak yapmış olduğumuz tespitlerden sonra yazımızın esas konusu olan görsel medyada siyer konusuna geçmeden önce, bununla doğrudan bağlantılı olarak “görsel medyada din” bahsini gündeme almak gerekir. Çünkü her şeyden önce din konusunu Hz. Peygamber’in (sav) sîresinden ayırmak mümkün değildir. Ayrıca görsel medyada din ile doğrudan alâkalı yapılan programlarda siyer bahislerine sık sık temas edilmekte, konular açıklanmak ve örneklendirmek için Hz. Peygamber’in (sav) hayatına atıflar yapılmaktadır. Bu hususta kanaatimizce üzerinde durulması gereken iki husus, dinî programlarının tamamındaki veya müstakil olarak siyer sunumlarındaki bilgilerinin hangi bağlamda anlatıldığı, ikincisi ise bu bilgilerin sıhhat derecesidir.
Tespit edebildiğimiz kadarıyla ulusal kanallarda gösterilen dini içerikli programlarda siyer konularının aktarımı, Hz. Peygamber’i (sav) bütün yönleriyle tanıtmak yerine, sadece belli hususiyetlerini, belli hadiseleri gündeme getirmek şeklinde seçmeci bir takdimi şeklindedir. Üstelik aktarılan konuların ortak tarafı, daha çok duygusal ağırlıklı, insanları düşünmek yerine doğrudan ağlamaya çağıran, hatta ajite edici özelliğinin ağır basmasıdır. Örneklendirmek gerekirse, siyer mevzuunda eğer Risâletin Mekke dönemi ile ilgili anlatımlar yapılacaksa özellikle “işkence” tabiri ve etrafında gerçekleşen tasvirler ön plana çıkar. Hz. Peygamber’in (sav) müşriklerden gördüğü işkence gündeme getirilince de , bunun zirve örneği olarak da namaz kılması esnasında üzerine kesilmiş bir hayvanın iç organlarının konulması zikredilir. İlk Müslümanlarla ilgili bir bahis açıldığında ise mutlaka Bilal-i Habeşi’ye yapılanlar, Yâsir ailesine reva görülen fiziki baskılar özellikle dramatik bir şekilde aktarılır. Medine dönemi ile ilgili bilgiler verilirken sürekli bir şekilde ele alınan favori konular ise Uhud’da Hz. Hamza’nın şehit edilmesi ve ardında cesedine yapılan muamele ile Hendek savaşı hazırlıkları esnasında başta Hz. Peygamber (sav) başta olmak üzere bütün Müslümanları çektikleri yokluk ve sıkıntılar, bilhassa bu esnada açlıktan karınlarına taş bağlanılması hadisesidir. Dikkat edildiğinde burada zikredilen hadiselerin ortak tarafı, insanların salt duygularına ve acıma hislerini hedef alan, onları ajite eden, netice de anlama değil, ağlatma hedefli sunumlar olmasıdır. Halbuki Müslümanların Hz. Peygamber (sav) için ağlamak yerine, onu anlamaya daha çok ihtiyaçları vardır. Hatta insanların peygamber için değil kendi halleri için ağlamaları daha anlamlı ve öğreticidir. Televizyonlarda niçin his-yoğun konuların tercih edildiği sorusunun cevabı ise açıktır: Reyting. Bu cevabı hem televizyonlarda bu faaliyetlerin içinde olanlardan, hem de ortalama izleyiciden duymak mümkündür.
Görsel medyada seçilerek sunulan siyer konularının aktarımında verilen bilgilerin sıhhat durumu da üzerinde düşünülmesi gereken diğer mühim meseledir. Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, genel anlamda siyer konulu yazılmış olan kitaplardaki bilgilerin sıhhati konusunda, başka bir ifadeyle kitaplarda sağlam rivayetlerin kullanılıp kullanılmadığı hususunda büyük tereddütler mevcuttur. Buna siyer konusunda ehil olmayan, siyerin esas ve ana kaynaklarından habersiz kişilerin siyer yazmaları da eklendiğinde, durum daha da içinden çıkılmaz hale gelir. Kabul etmek gerekir ki, siyer sahasındaki bu problem, zamanımızın meselesi olmayıp daha eskilere dayanmaktadır. Çeşitli sebeplerle, Allah Rasûlü’nün (sav) insanlara takdimi konusu, insanların ilgi ve alakasını çekme adına, ilmî bakış açısından salt edebî anlayışa terk edilmiş görünmektedir. Bunun doğal sonucu olarak yazarlar ve özellikle de şairler -bir çoğu samimi gayretlerle de olsa- tarihte yaşamış olan ve temel kaynakların bize tanıttığı gerçek peygamber yerine, his ve sezgilerinin coşkusu etkisinde kendi hayallerinde canlandırdıkları peygamberi takdim etmişlerdir. Onların eserlerinde aktarmış oldukları bilgilerin Kur’ân’ın tarif ettiği peygamber kimliğine ve tarihî gerçeklere uyup uymadığı, ayrıca sağlam kaynaklarca desteklenip desteklenmediği hususu umumiyetle ikinci planda kalmıştır. Ortalama Müslümanlar da, zamanla peygamber tasavvurlarını şair ve yazarların tasvirleriyle şekillendirmişlerdir. Bu tasvirler gün geçtikçe siyer malzemesinin en çok rağbet gören kısmını teşkil etmiştir. Günümüzde görsel medyada dinî programlara gelince, buralarda sunulan programlardaki siyer bilgileri içerisinde de çok miktarda siyere sonradan eklenmiş hilaf-ı hakikat rivayetler bulunmaktadır. Üstelik reyting kaygısı mevzuya gayr-i sahih malumatın girişini daha da körüklemektedir. Sunulan rivayetlerin büyük kısmı, mucize ve benzeri olağanüstü hadiseler formunda karşımıza çıkar. Kabul etmek gerekir ki, bu durumda hayatının her anı mucizelerle bezeli olan bir peygamberin ortalama insanlar için örnek olma özelliği tamamen ortadan kalkacaktır. Netice olarak da sunulan programlardaki siyer anlatımında sık sık dile getirilen, Hz. Peygamber’i (sav)  tanımak, anlamak ve örnek alma hedefi tamamen devre dışı kalmış, Allah Rasûlü (sav) sanki bir efsane kişilik ve halk kahramanı olarak takdim edilmiştir ki, bu anlayışla onun gönderiliş gayesi olan “en mükemmel örnek” ve “Alemlere rahmet” oluşu misyonu geçersiz hale gelmiş olur.
Çalışmanın tespitler kısmında sonuç olarak ifade etmek gerekirse, görsel medyada siyer sunumu, seçme konular çerçevesinde genelde izleyici kazanma, reyting elde etme hedefli olduğu için, -bir kısmı iyi niyetle de yapılmış olsa- Hz. Peygamber’in (sav) tanıtımında katkı sağlamak bir yana, menfî neticeler ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda popüler kanallarda bu konunun işlenmesinin faydalı ve uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak bu olumsuz durumu telafi için de televizyonun işleminin tamamen inkarı yerine alternatif önerilerin getirilmesi de gerekir. Kanaatimizce siyer ile ilgili sunumların reyting kaygılarıyla yayın yapan popüler televizyonlar yerine, seyirci endişesi taşımayan kültür kanallarında yayınlanması, teşvik edilmelidir. Bu programlarda da seçme yaparak siyerin sadece belli bölümlerini sunmak yerine bir bütün halinde aktarılması, Hz. Peygamber (sav) ve öğretisinin doğra anlaşılması açısından son derece önemlidir. Tabii ki bu programların sadece “ilahiyatçı” kisvesiyle tanınan kişilerin değil, hatta İslâm tarihi hocalarının değil, bilhassa siyer konularında araştırmalar yapmış, ana kaynaklara vakıf uzman kişiler tarafından yapılması, bu gerçekleşmezse en azından onların danışmanlığı ve murakabesi altında yürütülmesi esas olmalıdır. 




















0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar