Tarih
ilminin insanlara sağladığı en büyük faydalardan birisi kuşkusuz insanların yaşamları
için yeni yolların inkişâfını sağlamasıdır. Nitekim En’am Sûresi 90’da meâlen ‘İşte,
o peygamberler, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Sen de onların
tuttuğu yola uy.’ denilerek sözünü ettiğimiz inkişâfın bir veçhesi
gösterilmiş olmaktadır.
Çağlar
boyunca insanlar, tarihî rivâyetler bağlamında, hakîkatın vücûbiyeti ve açığa
çıkarılması konusunda ittifâk etmişler ancak bunun ortaya konmasında takip
edilecek yollar hususunda, doğal olarak farklı görüşlere sahip olabilmişlerdir.
Bir genelleme yapılacak olursa ki genellemeler kronik hataları da beraberinde sürükler,
Ortaçağ’ın ortalarından itibaren tarihçilerin de dâhil olduğu bir kısım zevât,
tarihin işlevini sadece dünyada Tanrı’nın amaçlarını ortaya koyuşunun
kaydedilmesi olarak tasvîr etmiştir. Belki bu tasavvurlardan, Ortaçağ’ın
son müelliflerinden İbn Haldûn’un görüşlerini ayrı tutmak lâzımdır ancak o da
tarihî meselelerin akılla izâh edilmesini gerekli görürken, naklin durumunu ortaya
koymada sıkıntı yaşamıştır. Bizim buradaki amacımız elbette mezkûr işlevsel
durumu tartışmaya açmak değildir. Aksine Mâide Sûresi, 13’te ‘يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَن مَّوَاضِعِهِ’, meâlen ‘Sözleri
yerinden değiştirerek tahrif ederler.’ âyetinde işâret edilen, sözleri
bağlamından kopararak hâdiselerin olduklarından farklı biçimlerde takdim
edilmesini temel problem olarak göstermektir.