Yüce Allah (c), Kur’an-ı
Kerim’in muhtelif ayetlerinde insanın en mükemmel bir şekilde yaratıldığını,
yeryüzünü imar eden ve oradan sorumlu bir halife olduğunu bildirmiştir.[1]
Yine çeşitli ayetlerde insanların kadın-erkek şeklinde iki cins olarak
yaratıldığını, her bireyin özgün bir kimliğe sahip ve farklı karakterlerde
olduğunu ifade etmiştir.[2]
Sosyal hayatın en
önemli temel taşı, kadın ve erkeğin meşru birlikteliği sonucu oluşan ailedir.
Allah (c) aile vasıtasıyla kadın ve erkek arasında sevgi, şefkat ve bağlılık
oluşturmuştur.[3] Bu
sevgi temelli ailede annelik, babalık ve evlatlık gibi sosyal hayatın temel
unsurları yer almaktadır. İslâm, ortaya koyduğu hükümlerle anne-baba ve
çocuklara bazı sorumluluklar yüklemiştir. Her birinin diğeri üzerinde
haklarından bahsetmiş ve bununla ilgili çeşitli düzenlemeler getirmiştir.
Eşlerin birbirleri üzerindeki
hakları, ebeveynin çocuklar üzerindeki hakları, çocukların anne-baba üzerindeki
hakları, ayet ve hadislerde açıklanmıştır. Konumuz anne-baba sevgisi olduğu
için öncelikle anne-babanın çocuklar üzerindeki haklarından bahsedeceğiz. Genel
olarak anne-babanın çocuklar üzerindeki haklarını şöyle sıralayabiliriz:
Anne-babaya itaat etmek, onlara iyi davranmak, saygılı olmak, maddî
ihtiyaçlarını gidermek, rızalarını almak, dua etmek, kötü söz söylememek,
öldüklerinde hayırla anmak ve dostlarıyla ilişkiyi devam ettirip ikramda
bulunmaktır.
Biz burada bu maddeleri ayet ve
hadisler ışığında ele almakla beraber daha çok ailenin temelini teşkil eden
anne babaya karşı ahlakî ve vicdanî sorumluluklar üzerinde duracak ve Hz.
Peygamber’in (s) bu konudaki emir, tavsiye ve güzel uygulamalarından
bahsedeceğiz. İlk olarak Kur’an’da anne ve babayla ilgili geçen bir takım
ayetlere vurgu yapmak istiyoruz.
1.
Kur’an’da
Anne-Baba Sevgisi
Kur’an’da anne ve
babayla ilgili olarak değişik emirler yer almaktadır. Yüce Allah (c) Kur’an’da
kendine ibadet edilmesi ve şirk koşulmaması yanında anne-babaya iyiliği
emretmiştir.[4]
Ayrıca anne-babaya iyi davranılması[5],
onlarla iyi geçinilmesi,[6]
onlara güzel söz söylenmesi, öf bile denmemesi ve azarlanmamaları
emredilmiştir.[7] Başka
ayetlerde ise; onlara karşı alçakgönüllü olunması, –anne ve babaya merhamet
etmesi için- Allah’a (c) dua edilmesi tavsiye edilmiştir.[8]
Bununla beraber
anne-babanın çocuklarını Allah’a (c) şirk koşmaya zorlamaları halinde onlara
itaat edilmemesi de emredilmektedir.[9]
Kur’an’da anne ve babayı beraber zikretmenin yanı sıra sadece anneyi zikreden,
çocuğu zahmetle taşıması ve zahmetle doğurmasından bahseden ayetler de vardır.[10]
Anne-babaya iyilik
edilmesiyle ilgili olarak Allah (c), Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Allah’a
kulluk edin, O’na bir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, yakınlarına, yetimlere,
düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve
eliniz altında bulunan kimselere iyilik edin.”[11]
Yüce Allah (c),
Kur’an’da zatına şirk koşulmaması ve sadece kendisine ibadet edilmesini
istedikten sonra en önemli hak olarak anne ve babanın hakkını ve onlara iyiliği
emretmektedir. Zira anne ve baba, insanın varlığının sebebidirler. Anne ve baba
doğuştan gelen duygularla, çocuklarını korumaya yöneltilmiş bulunmaktadırlar.
Onlar her şeylerini, hatta hayatlarını çocukları yolunda feda etmeye yatkın
biçimde yaratılmışlardır. Babanın çocuğunu büyütünceye kadar yıllarca harcamada
bulunması, annenin şefkat ve merhametiyle onu büyütmesi gibi son derece büyük
iyilik ve ihsanları vardır. Ayrıca Allah (c) anne-babaya
karşı kötü sözü yasakladıktan sonra onlara karşı iyi sözü ve dua etmeyi
öğütlemiştir. Onlara güzel söz söyleme ve dua etme ile ilgili olarak
Kur’an’da: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, anne-babanıza da iyi
davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin
yanında yaşlanırsa, kendilerine “of!” bile deme; onları azarlama; ikisine de
güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve:
“Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara
(öyle) rahmet et!” diyerek dua et.”[12]
buyrulmuştur.
Allah
(c) onlara iyi
muamele etmeyi, hürmet
ve nezaketi, O’na
ibadet ve itaatle beraber zikretmiştir. Bu da açıkça göstermektedir ki, Allah’a (c) ibadetten
sonra anne-babaya itaat, en önemli görevlerden biridir ve Allah’a (c) hamd etmek gibi anne-babaya şükretmek de hem İslâmî
hem de insanî bir görevdir.[13]
Anne-babaya
itaat ve iyi muamele etmek her zaman için geçerli olup bu hüküm özellikle
yaşlandıklarında daha da önemli hale gelmektedir. Çocukların anne ve babalarını incitecek bir söz
söylememeleri veya kalplerini kıracak bir iş yapmamaları çok önemlidir. İleri
yaşlarda, anne-babanın her talebini yerine getirmek çocukları için zor olabilir. Ancak Kur’an insanlara, küçükken
anne-babalarının kendilerine baktığını ve bütün ihtiyaçlarını karşıladığını çocukluklara hatırlatarak
yaşlandıklarında anne-babaya şefkatle davranmalarını öğütlemektedir.[14]
2.
Hz.
Peygamber’in Anne-Baba Sevgisi
Hz. Peygamber (s) henüz
dünyaya gelmeden babası Abdullah b. Abdilmuttalib; altı yaşında küçük bir çocuk
iken de annesi Âmine Hatun’u kaybetmişti. Annesi, küçük Muhammed’i de
yanına alarak, onun doğumundan önce vefat eden babasının, o zamanlar ismi
Yesrib olan Medine’de bulunan kabrini ve ailenin dayıları sayılan
Neccaroğulları’nı ziyaret etmek üzere
Medine’ye gitmişti. Fakat ziyaretten dönerken Âmine Hatun, Ebvâ[15] denen yerde vefat etti ve oraya defnedildi. Böylece müstakbel peygamber henüz altı yaşında iken hem anne, hem de babadan yoksun kaldı.[16] Bu sebeple dünyada
onlara hizmet edememiş ama bir ömür boyu kalbi onların sevgisiyle dolu olarak yaşamıştır.
Çevresindeki insanlara anne ve babaya nasıl davranılması gerektiğini söylemiş,
sevgi ve saygıda kusur edilmemesini tavsiye etmiştir.
Hz. Peygamber’den (s),
anne-babaya iyiliği tavsiye eden çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bu hadislerde Allah (c) katında en değerli
ibadetin, vaktinde eda edilen namazdan sonra anne-babaya iyilik olduğu[17]
ve bunun onları Cennete sokacak bir amel olduğu,[18]
Allah’ın (c), insan üzerindeki himayesini artırma yolunun anne-babaya şefkat
etmekten geçtiği belirtilir.[19]
Anne-babanın izni olmadan cihada bile gidilmemesi gerektiği vurgulanarak[20]
anne-babaya hizmet ve itaatin önemine dikkat çekilir.
Anne-babanın cenneti
kazanmayı insana kolaylaştırdığı, anne-babası yanında ihtiyarladığı halde
cenneti kazanamayanların bedbaht insanlar olduğu hadislerde ifade edilmiştir.
Ebû Hüreyre (r) şöyle anlatıyor: “Allah Resûlü (s) bir gün: “Yazıklar olsun,
yazıklar olsun, yazıklar olsun,” dedi. “Kime
yazıklar olsun ey Allah’ın Resûlü?” diye sorulunca şu açıklamada bulundu: “Ebeveyninden
her ikisinin veya sâdece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete
giremeyene.” dedi. [21]
Abdullah
b. Mes‘ud’un (r) Hz. Peygamber’e (s) şöyle sorduğu nakledilmiştir: “Allah
katında en değerli ibadet hangisidir?” Hz. Peygamber (s) şöyle cevap
vermiştir: “Namazı zamanında eda etmendir.” Abdullah
tekrar sordu, “Ondan sonra en değerli ibadet hangisidir?” Hz. Peygamber (s) cevapladı: “Anne-babana iyi muamele etmendir.” Abdullah: “Sonra hangisi?”
deyince Hz. Peygamber (s) “Allah yolunda cihattır.” buyurdu.[22] Namaz, imandan sonra
amellerin en faziletlisidir. Burada namazla ve anne-babaya iyilik birlikte
geçmektedir. Bu da anne-babaya iyiliğin önemini göstermektedir. Anne-babaya
iyilik İslâm dininin insana yüklediği en büyük vecibelerdendir. Hatta anne-baba
kâfir bile olsa onlara iyilikle muamele ederek kendilerine itaatsizlik etmemek
gerekir. Onlara can sıkıntısı ile “of” demek bile Kur’an’da yasaklanmıştır.[23] Anne-baba Allah’a isyana
zorlamadıkça onlara itaat etmek gerekir. Ebû Bekr’in (r) kızı Esma (r) şöyle
anlatıyor: “Resûlullah (s) zamanında annem beni özleyerek ziyaretime gelmişti.
Ben Resûlullah’a: “Annemle ilgilenip onu kabul edeyim mi?” diye sordum.
Resûlullah, “Evet (onunla ilgilenip,
iyilik et)!” buyurdu. Râvi Süfyan b. Uyeyne: “Yüce Allah o kadın hakkında şu
ayeti indirmiştir: “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi
yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara âdil davranmanızı
yasaklamaz. Çünkü Allah, adaletli olanları sever.”[24] ilavesinde
bulunur.
İbn Abbas (r), Hz. Peygamber’in (s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Allah
(c) rızası için anne-babasına itaatkâr olan kişi için Cennet’in iki kapısı açık olacaktır ve
âsi olan kişi için Cehennem’in iki kapısı açık olacaktır. Ve eğer ebeveynden
sadece biri varsa, Cennet’ten bir kapı (itaatkâr için) ve Cehennemden bir kapı (asi olan
için) açılacaktır.” Burada sahabe sordu: “Bu Cehennem tehdidi, anne-baba ona zulüm etseler de geçerli midir?” Hz. Peygamber (s) üç kere buyurdu: “Anne-baba ona zulüm etseler bile.”
Bir başka ifadeyle, çocuklar anne-babaya isyan ettiğinde ve onlara kötü muamele ettiğinde Cehennem tehdidi vakidir ve çocukların ebeveynden öç almaya hiç bir hakları yoktur.[25]
Hz. Peygamber (s) şöyle
buyurmaktadır: “Allah’ın rızası, anne babanın rızasında, gazabı da anne
babanın gazabındadır.”[26]
“Büyük günahların en büyüğü Allah’a ortak koşmak ve anneye-babaya isyan ve
eza etmektir.”[27]
Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s): “Kişinin kendi anne ve babasına lanet
etmesi büyük günahlardandır.” Sahabe: “Ey Allah’ın Resûlü insan kendi
anne ve babasına nasıl lanet eder?”
Hz. Peygamber (s): “O kimse birisinin babasına söver, o da karşılık
olarak onun babasına söver, yine aynı kişi birinin annesine söver, o da
karşılık olarak onun annesine söver.” buyurdu.[28]
Hz. Peygamber (s) bazen
sadece anne veya baba haklarına vurgu yapmış, çoğunlukla anne ve baba ile
ilgili durumları birlikte zikretmiştir. Bunlara örnek vermek gerekirse Ebû
Hüreyre’den (r) rivayet edilen bir hadis şöyledir: “Kendisiyle en çok
ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının evvelemirde karşılanması ve kendisine yakın
olunması gereken kimdir?” diye sorulunca Hz. Peygamber (s) üç kere “Annendir”
buyurdu; dördüncüde “Babandır” diye ekledi. Burada anneye iyiliğin üç
defa tekrar edilmesi, annenin evlat üzerinde babanın üç misli iyilik ve ihsana
hak kazandığını ifade eder. Bunlar sırasıyla hamilelik, doğurma ve emzirme
zorluklarının karşılığıdır.[29]
Çünkü evlada en fazla hizmeti geçen annedir. Anne hamile kaldığı andan itibaren
evladı sebebiyle sıkıntı çekmeye başlar. Doğum da kolay bir hâdise değildir.
Hayatî tehlikeyi beraberinde getirir. Doğum sırasında ölen anneler çoktur.
Doğum normal cereyan etse bile, doğum sonu ve acıları başlı başına ciddî ve
tahammülü zor bir imtihandır. Annenin esas hizmeti doğumdan sonra başlar.
Çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi,
tedavisi gibi, ardı arkası kesilmeden yaklaşık on beş yıl sürecek hasbî bir
hizmet dönemi başlar. Evladın, bu hizmeti maddî bir karşılıkla ödemesi mümkün
değildir. Yapabileceği tek şey, annenin kendisine gösterdiği şefkat ve ilginin
idrakinde olması, minnettarlığının şuurunda olduğunu annesine belli etmesi, ona
sevgi ve saygıda kusur etmemesidir.
Hz. Peygamber’in (s) anneliği çok büyük bir fazilet kabul
ettiği içindir
ki, Cennet’i annelerin ayağı altına koymuş ve anneye yapılan iyiliğin Allah (c) ve ahiret yolunda
cihad etme şerefinden önce geldiğini bildirmiştir. Bir sahabi Allah’ın (c) rızasını kazanmak, ahiret sevabına
ermek için cihada
çıkmak üzere Hz. Peygamber’den (s) izin istemeye gelmişti. Hz. Peygamber (s): “Annen sağ mıdır?” diye sordu. “Evet, sağdır” cevabını alınca evine dönüp
annesine iyilik yapmasını emretti. Sahabi cihada çıkmak isteğini yineleyince Hz. Peygamber (s) de
annesini sordu ve geri dönüp ona iyilik etmesini, bakmasını emretti. Üçüncü
defasında sahabi, cihad şerefine erip zafer kazanmak isteğinde ısrar edince Hz. Peygamber (s): “Annen
sağ mıdır?” sorusunu tekrarladı. “Evet,
sağdır” cevabını alınca şöyle buyurdu: “Sözlerime dikkat etsene! Annenin ayağı dibinde otur. İşte Cennet oradadır.” Bir rivayette ise “Annenin yanından ayrılma, çünkü Cennet onun ayakları altındadır.” buyurdu.[30]
Baba ile ilgili olarak da Hz. Peygamber (s) şöyle buyurmuştur: “Baban Cennete gidişin orta kapısıdır, onu muhafaza etmek ya da yok etmek senin elindedir.”[31]
Başka bir hadiste de babayı memnun etmenin Allah’ı (c) memnun etmek sayılacağı
ifade edilerek Hz. Peygamber (s)
şöyle buyurmuştur: “Babanı memnun
etmen Allah’ı memnun etmendir, babanı
öfkelendirmen ise Allah’ı öfkelendirmendir.”[32]
Baba hakkının ne kadar önemli bir hak olduğu hususunda ise şöyle buyrulmuştur:
“Evlat babanın hakkını asla ödeyemez; onu
köle olarak almış ve azat etmiş olsa bile.”[33]
Bir sahabi Allah’ın elçisine, “Çocukların anne-babaya karşı görevleri
nelerdir?” diye sordu. Hz. Peygamber (s), “Onlar senin
Cennet’in veya Cehennem’indir.” buyurdu. Başka bir
ifadeyle, onlara itaat ve hizmet bir kişiyi Cennet’e sokar ve onlara kötü muamele etmek ya da
hoşnutsuzluklarına sebep olmak Cehennem’e sokar.[34]
En makbul duanın anne-babanın çocuğu için yaptığı dua
olduğu ifade edilmektedir.[35] Bununla beraber
anne-babasına iyilikle güzel hizmet edip, itaatlerinde bulunan kimsenin
duasının kabul edileceğine dair rivayetler de vardır. Bunların en meşhuru
Buhari’de geçen hadistir. Hz. Peygamber (s) şöyle buyurmuştur: “Üç kişi beraber yürürlerken onları yağmur
yakaladı. Hemen dağdaki bir mağaraya meyledip sığındılar. Akabinde
mağaralarının ağzına dağdan büyük bir kaya düşüp üzerlerini tamamen kapattı.
Bunun üzerine onlardan biri diğerlerine: ‘Riya ve şöhret isteği olmaksızın,
sırf Allah rızası için yapmış olduğunuz amellere bakın da, onları anmak
suretiyle Allah’a dua edin. Umulur ki, Allah mağaranın kapısını açar!’ dedi. Bu
teklif üzerine onların biri şu duayı yaptı: ‘Yâ Allah! Şu muhakkak ki, benim
yaşlı ihtiyar anne-babam ve küçük çocuklarım vardı. Ben sürü otlatarak onları
infâk eder geçindirirdim. Akşamleyin sürüyü otlaktan döndürüp onların yanına
getirdiğim zaman sütü sağar, çocuklarımdan evvel anne-babama süt içirirdim. Şu
da muhakkak ki, bir gün otlak bana uzak oldu da ben tâ akşam oluncaya kadar
sürüyü getirememiştim. Geç vakit geldiğimde onları uyumuş halde bulmuştum. Sağa
geldiğim gibi yine sütleri sağdım ve sağdığım sütü kabıyla getirip başuçlarında
dikildim. Onları uykularından uyandırmayı doğru bulmadım. Onlardan önce çocuklarıma
süt içirmeyi de uygun görmedim. Çocuklar ise ayaklarımın dibinde açlıktan
sızlanıyorlardı. İşte o gece fecir doğuncaya kadar benim hâlim böyle
dikilmekle, onların hâli de uyumakla devam etti. Şüphesiz Sen bilmektesin ki,
ben bunu sırf Sen’in rızânı istemek için yapmıştım. Bundan ötürü bizim için bir
yarık aç da, biz oradan semâyı görelim!’ diye duâ etti. Allah onlara semâyı
görecekleri kadar bir yarık açtı…”[36]
Burada anne-babaya saygı ve hürmet göstermenin, onların hukukuna riayet etmenin
önemine işaret edilmektedir. Mağaraya sığınan üç kişiden ilkinin dile getirdiği
amelin anne-baba ile ilgili olması ve bu amelini dile getirdiğinde mağaranın
ağzındaki kayanın aralanması, bu amelin Allah (c) katında makbul olduğunu
gösterir.
Sadece
anne-babaya değil onların dostlarına da ilgiyi devam ettirip, iyilik yapılması
tavsiye edilmiştir. Abdullah b. Ömer’den (r) rivayet edilen bir hadiste Hz.
Peygamber (s), “En faziletli iyilik
kişinin, babasının samimi dostuna ilgiyi ve ihsanı devam ettirmesidir.”
buyurmuştur.[37]
Görüldüğü
gibi yukarıda zikredilen âyet ve hadislerde anne-babaya iyilik etmek, onlara
asi olmamak, onlara sevgi ve saygılı olmak üzerinde hassasiyetle durulmaktadır.
Yukarıda bahsi geçen ayetler ve hadisler,
Bir Allah’a (c)
imanla beraber anne-babaya iyi muamelenin
mecbur olduğu konusunda hiç şüphe bırakmamaktadır.
Anne-babaya iyi muamele Kur’an’ın pek çok yerinde Tevhid ile beraber zikredilmektedir, bu da anne-baba ile ilgili emrin önemini yansıtmaktadır.
Şimdi de annesi ile
alâkalı bir hatırasını ve anne mevkiindeki hanımlarla alâkalı davranışlarını
sıralayarak Hz. Peygamber’in (s), annesi sağ olsaydı ona nasıl davranacağını ve
bu mevzuda Müslümanlara nasıl örnek teşkil ettiğini göstermeğe çalışacağız:
Hz. Peygamber (s), hicretten sonra, Medine’de Adiyy b. Neccâr oğullarının evlerini görünce: “İşte
annemle beraber burada konakladık, babam Abdullah’ın kabri de şu evdedir.” diyerek hüzünlenmiş, anne-babasına sevgi ve özlemini dile getirmişti.
Bundan sonra da annesi Âmine, Hz. Peygamber’in (s) kalbinde devamlı yaşayacak,
kalbi annesinin hatırasıyla çarpacak, ona duyduğu sevgi ve özlemden dolayı
zaman zaman gözlerinden yaşlar akacaktı. Ne önemli olaylar ne de geçirdiği üzüntülü günler annesine olan
sevgisini azaltacak; kucağında geçirdiği günlerin hatırasını unutturacaktı.[38] Çünkü o yetim ve öksüz olarak büyümüştü.
Anne ve babasız büyümenin zorluklarını yaşamıştı.
Hz. Peygamber (s),
Hudeybiye Umresi’nde Mekke’ye giderken Ebvâ’ya uğramıştı. Cenâb-ı Allah’tan
izin isteyerek annesinin kabrini ziyaret etti. Ziyaret esnasında kabri eliyle
düzeltti; annesinin üzerine olan rikkat ve şefkatini hatırlayarak kabrin
yanında ağladı.[39] Hz.
Peygamber’in (s) ağladığını gören Müslümanlar da ağladılar. Bu sırada, niçin
ağladığını soranlara, Hz. Peygamber (s), “Annemin benim hakkımda şefkat ve
merhametini hatırladım da ağladım” cevabını verdi.[40]
Abdullah b. Mes‘ûd (r) şöyle demiştir: “Resûlullah (s)
bir gün Medine’den çıktı. Biz de onunla beraber çıktık. Bir kabristana varıncaya kadar gittik. Bize oturmamızı emredince oturduk. Sonra kabirlerin arasından
gitti ve bir kabre varınca onun yanına
oturdu. Uzun süre dua ve niyazda bulundu. Sonra yüksek sesle ağladı. Resûlullah’ın (s) ağlamasıyla biz de ağladık. Kalkıp bize doğru gelirken Ömer b.
el-Hattâb (r) onu karşıladı: “Seni
ağlatan nedir ki ey Allah’ın Resûlü, o hal bizi de ağlattı ve korkuttu” dedi. Resûlullah (s),
Ömer’in elini tuttu ve bize işaret etti. Biz
de yanına vardık. “Benim ağlamam sizi korkuttu mu?”
buyurdu. “Evet, korkuttu, ey
Allah’ın Resûlü.” dedik. Sorusunu üç defa tekrarladıktan
sonra: “Yanında niyazda bulunduğumu gördüğünüz kabir annem Âmine bint Vehb’in
kabridir. Ben onu ziyaret etmem için Rabbimden izin istedim de bana izin verdi.”
buyurdu.[41]
İnsanlığın anne babaya karşı sevgi, saygı ve iyi
davranış olarak tanıdığı en yüce duyguyu
kalbinde derinden hisseden Hz. Peygamber’in (s) anne babasına duyduğu sevgi ve
özlemi ifade eden bir hadisi aktarmak istiyorum. “Akşam namazına durup Fâtiha’yı da okumuş bulunduğum bir sırada anne-babama veya birisine kavuşsam da
onlar da bana: “Ya Muhammed!” diye seslenseler, “Buyur!” diye karşılık veririm.”[42]
Amcası Ebû Leheb’in
cariyesi Süveybe, Hz. Peygamber (s) doğduğunda onu ilk emziren kişiydi. Süveybe
Hz. Peygamber’i (s) bir hafta kadar emzirmişti. Hz. Peygamber (s), hayatı
boyunca bu hanıma çok iyi davranmış ve iyilik etmiştir. Hz. Peygamber (s),
Medine’ye göç ettiğinde ona sürekli olarak yiyecek gönderir, gidip gelenler
aracılığıyla devamlı selâm yollar, hâl hatır sorardı. Hz. Peygamber (s) bu
ilgisini Hayber dönüşü, Süveybe Hatun’nun ölüm haberini alıncaya kadar sürdürdü. Hatta onun ölüm haberini aldıktan
sonra da Hz. Peygamber (s), bir yakını olup olmadığını, oğlu Mesrûh’un ne olduğunu soruşturmuş, oğlunun annesinden önce
öldüğünü öğrenmiş ve başka da kimsesi olmadığını tespit etmişti.[43]
Hz. Peygamber’i (s) emziren, sütannesi Halime es-Sa‘diyye’ye karşı
iyiliği ise gayet açıktı. Zira bu muhterem kadın, hangi şekilde olursa olsun annelik sevgisiyle onun kalbini doldurmuştu. Halime
Hatun, bir defasında Mekke’ye gelmiş ve Hz. Peygamber’e (s) “Büyük bir
kıtlık geçirmekte olduklarını, kuraklıktan hayvanların kırıldığını...”
söylemişti. Bu sırada Hz. Hatice (r) ile evli olan ve henüz Mekke’de bulunan
Hz. Peygamber (s), Halime Hatun’a kırk koyun ile binip gitmek ve yüklerini taşımak
üzere bir de deve vermişti. Yine bir gün sütannesi Halime, Hz. Peygamber’in (s)
huzuruna gelmişti. Hz. Peygamber (s) hemen ayağa kalktı: “Anneciğim!
Anneciğim!” diye hürmet ve muhabbet gösterdi, abasını sererek üzerine
oturttu.[44] Bir başka zamanda, Hz. Peygamber (s), Huneyn gazvesinde alınan esirler arasında sütanneleri, sütanne dolayısıyla halaları ve teyzeleri vardı. Bunlara
hürmeten esirleri serbest bıraktı.
Esirleri serbest bırakmasının
sebeplerinden biri de bazı esirlerin sütannesi Halime’nin kabilesinden oluşları idi.[45]
Medine’ye
gidişlerinde kendisine ve annesine yol arkadaşlığı yapan ve Ebvâ köyünde
kendisiyle beraber annesinin ölümünü gören Habeşli cariyesi Ümmü Eymen Bereke’yi de (r) burada rahmetle analım. Hz. Peygamber
(s), uzun süre kendisine hizmet eden bu hanımı çok sever sayardı. Yaşadığı
sürece Ümmü Eymen’i her gördüğünde kalbi rikkate gelir ve annesinin hatırası tazelenirdi. Hz.
Peygamber (s) bu hanıma o kadar hürmet ederdi ki; “Bu benim ev halkımdan sağ kalanıdır. O,
annemden sonra benim annemdir.”
derdi.[46]
Bu ifade, Hz. Peygamber’in (s) dadısı Ümmü Eymen’i annesi kadar sevdiğini, onu
kendisine ve kendisini ona annesi kadar yakın hissettiğini belirtmesi
bakımından önem arz eder. Ümmü Eymen’in cariye statüsünde yetişmiş bir kadın
olduğu dikkate alınırsa Hz. Peygamber’in (s) ona “Annem” diye hitap
etmesinin mana ve önemi daha iyi anlaşılır. Çünkü câhiliye çağı Araplarında
cariyeler her çeşit insanî ve tabiî haklarından mahrum idiler. İşte böyle bir
ortamda Hz. Peygamber (s), Ümmü Eymen’i anne mevkiine yükseltiyordu.
Burada
bir de Ebû Talib’in hanımı Fatma bint Esed’den bahsetmeyi gerekli görüyoruz.
Hz. Peygamber’in (s), ona karşı son derece sevgi ve saygısı vardı. Bu hanım,
sekiz yaşından itibaren evine gelen Hz. Peygamber’e (s) öz oğulları gibi
davranmış ve onu bağrına basmıştı. Kendi çocuklarından önce Hz. Peygamber’i (s)
doyurup gözetirdi.[47]
Annesi Âmine, Fatma bint Esed’in şahsiyetinde belirmişti. Bu kadın ona, çocukluk
günlerinde, amcası Ebû Talib’in
evinde bakmış, annesinden sonra kendisine annelik yapmıştı.
Hz. Peygamber (s)
küçükken kendisine hizmeti geçen diğer kadınlara olduğu gibi, Fatma Hatun’a da
ömrü boyunca iyi davranmış, hürmette kusur etmemişti. Çeşitli vesilelerle onu
sık sık ziyaret eder, hatırını sorardı. Fatma Hatun öldüğünde Hz. Peygamber (s)
“Annem öldü” ifadesini kullanmış, gözlerinden yaşlar akmıştı. Gömleğini
ona kefen olarak sardırmış, cenaze namazını kıldırmış, cenazesinin üzerine
yetmiş tekbir almış, gömüleceği kabrin kazılmasıyla bizzat ilgilenmiş,[48]
kabrin içine inip yanının üzerine uzandıktan sonra onu kabre eliyle indirmişti.
Çevresindekiler, Fatma Hatun’un ölümü karşısında Hz. Peygamber’in (s)
gösterdiği sıcak alâkanın sebebini, “Ya
Resûlallah, Fatma için yaptığını başka hiç bir kimseye yaptığını görmedik.” diyerek sebebini sorduklarında
şöyle cevap verdi: “Ebû Talib’ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği
dokunan hiç bir kimse yoktur. Ahirette cennet elbiselerinden giyinmesi için ona
gömleğimi kefen olarak verdim. Kabre ısınması, alışması için; kabir hali kendisine
kolay gelsin diye oraya kendisiyle birlikte uzandım.”
Hz. Peygamber’in (s),
Fatma Hatun’un ölümü karşısındaki üzüntüsünden hayret edenlere söylemiş olduğu
şu söz daha manidardır: “O benim annemdi! Kendi çocukları aç durur,
suratlarını asarlarken o, önce benim karnımı doyurur, saçımı tarardı, o benim
annemdi!” [49]
Cebrail, Yüce Rabbim tarafından: “Bu
kadın, Cennetliklerdendir!” diye bana haber verdi” buyurmuş ve “Allah seni yarlıgasın ve hayırla
mükâfatlandırsın! Allah sana rahmet etsin ey annem! Sen, benim annemden sonra,
annemdin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin çıplak durur, beni
giydirirdin! En nefis nimetlerden kendi nefsini alıkor, bana tattırırdın! Bunu
da, ancak Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu umarak yapardın! Allah ki,
diriltendir, öldürendir, hiç ölmeyen diridir O! Yâ Allah! Annem Fâtıma bint
Esed’i af ve mağfiret et! Ona hüccet ve delilini anlat! Girdiği yeri genişlet!
Ben peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duamı kabul
buyur ey merhametlilerin en merhametlisi olan Allah!” [50]
diyerek, onun hakkında dua etmiştir.
Evet,
Hz. Peygamber (s), annesini bu kadınların şahsında daima hatırladı. Kızları büyüyüp anne
olduklarında da onların annesine benzediğini gördü. Çocuğuna sevgi gösteren her
annede kendi annesinin şeklini gördü. Bu
tarihî hakikatleri sıraladıktan sonra rahatlıkla ifade edebiliriz ki, âlemlere
rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’de (s) anne sevgisi çok kuvvetli idi.
Sonuç
Allah (c) Kur’an’da
kendine ibadet edilmesi ve şirk koşulmaması yanında anne-babaya iyiliği
emretmiştir. Ayrıca anne-babaya iyi davranılması, onlarla iyi geçinilmesi,
onlara güzel söz söylenmesi, öf bile denmemesi ve azarlanmamaları
emredilmiştir. Başka ayetlerde ise; onlara karşı alçakgönüllü olunması ve
onlara merhamet etmesi için Allah’a (c) dua edilmesi tavsiye edilmiştir. Hz.
Peygamber’den (s), anne-baba ile ilgili çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bu
hadislerin bir kısmında Allah (c) katında en değerli ibadetin, vaktinde eda
edilen namazdan sonra anne-babaya iyilik olduğu ve bunun onları Cennete sokacak
bir amel olduğu, Allah’ın (c), insan üzerindeki himayesini artırma yolunun
anne-babaya şefkat etmekten geçtiği belirtilmiştir. Anne-babanın izni olmadan
cihada bile gidilmemesi gerektiği vurgulanarak anne-babaya hizmet ve itaatin
önemine dikkat çekilmiştir.
Babası Abdullah ve
annesi Âmine Hatun’un kabrini ziyaret etmesi ve teessüründen gözyaşı dökmesi;
büyüdüğünde -vaktiyle kendisine çok az bir süre de olsa süt emziren-
Süveybe’ye çeşitli yardımlarda bulunması, sütannesi Hz. Halime’ye rastladıkça “Anneciğim,
anneciğim!” diye hitap etmesi ve ihtiyaçlarını gidererek yardımda
bulunması; öz annesinin yokluğunu hissettirmemek için elinden gelen gayreti
gösteren Ümmü Eymen’e: “Sen benim ikinci annem sayılırsın” diyerek teşekkür
etmesi, aynı şekilde uzun bir süre sofrasında yemek yediği amcası Ebû Talib’in
eşi Fatma Hatun için “O benim annemdi!” demesi, Hz. Peygamber’de (s)
anne-baba sevgisinin ne kadar kuvvetli olduğunu göstermektedir.
Böylece Müslümanlar her
konuda olduğu gibi anne-babaya merhamet, iyilik, hürmet, şefkat, sevgi ve saygı
konusunda da en güzel örnekleri Hz. Peygamber’in (s) şahsında görmektedirler.
* Bu makale, Harran
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nin 2007 yılı, 17. sayısında
yayımlanmıştır.
* Yrd. Doç. Dr., Harran Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi,
İslâm Tarihi Ana Bilim Dalı. Assistant Professor, Harran University, Faculty of Theology, Department of
Islamic History. Şanlıurfa/Turkey.
(omersabuncu@harran.edu.tr). ORCID ID orcid.org/0000-0001-8424-8481
[1] En‘am, 6/165.
[2] Hucurat, 49/13.
[3] Rûm,
30/21.
[4] Bakara,
2/83; En‘am, 6/151; Ahkaf, 46/15.
[5] Nisa,
4/36; Ankebut, 29/8; Lokman, 31/14.
[6] Lokman,
31/15.
[7] İsra,
17/23.
[8] İsra,
17/24; Ahkaf, 46/15; Lokman, 31/14.
[9] Ankebut,
29/8; Lokman, 31/15.
[10] Ahkaf, 46/15; “Biz
insana, anne-babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesini onu
nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde
olur. (İşte bunun için) önce bana, sonra da anne-babana şükret diye tavsiyede
bulunmuşuzdur. Dönüş ancak banadır.”[10] Lokman, 31/14.
[11] Nisa,
4/36.
[12] İsra,
17/23–24.
[13] Sîret Ansiklopedisi,
Haz.: Afzalu’r-Rahman, İnkılâb Yayınları, II. Baskı, Nisan 1996, II, 217.
[14] Sîret Ansiklopedisi,
II, 218.
[15] Ebvâ: Mekke ile Medine
yolu üzerinde, Medine’ye daha yakın, 190 km. uzaklıkta olan bir köydür.
Âmine’nin kabrinin bulunduğu yer olması sebebiyle İslâm kaynaklarında çokça
zikredilmiştir. Geniş bilgi için bk.: Fayda, Mustafa, DİA, “Ebvâ”, İstanbul 1994, X, 378-379.
[16] Sîret Ansiklopedisi,
II, 230.
[17] Sîret
Ansiklopedisi, II, 218.
[18] Sîret
Ansiklopedisi, II, 218.
[19]
Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyâme, 48.
[20] Buharî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (ö. 256/870),
el-Câmi‘u’s-Sahîh, Sahîh-i Buhârî ve Tercemesi, ter.: Mehmed Sofuoğlu,
Ötüken Neşriyat, İstanbul 1989, “Kitabü’l-Edeb”, XIII, 5975.
[21] Müslim, Ebü’l-Hüseyn
Müslim b. Haccac el-Kuşeyrî (ö. 261/874), el-Câmi‘u’s-Sahîh, Sahîh-i Müslim
ve Tercemesi, ter.: Mehmed Sofuoğlu, İrfan Yayınevi, İstanbul 1970,
“Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla ve’l-Âdâb”, XIII, 17-18; Cânan, II, 483.
[22]
Buharî, “Kitabü’l-Edeb”, 5973; Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 349.
[23] İsra,
17/23-24.
[24] Mümtehine,
60/8.
[25] Sîret
Ansiklopedisi, II, 218.
[26] Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa (ö. 279/892),
Sünen-i Tirmizi, Ter.: Osman Zeki Mollamehmetoğlu, Yunus Emre Yayınevi,
İstanbul ty, “Birr ve Sıla”, III, 350; eş-ŞEYBÂNÎ, Abdurrahman b. Ali b. Deybe,
(944/1537), Hadîs Ansiklopedisi: Kütüb-i Sitte: Teysîru’l-Vüsûl ila
Câmi’i‘l-Usûl min Hadîsi’r-Resûl, terceme ve şerh eden: İbrahim Cânan, Akçağ Yayınları, İstanbul
1988, II, 484.
[27] Buharî, “Kitabü’l-Edeb”,
5980; Tirmizî, “Birr ve Sıla”, III, 351.
[28]
Buharî, “Kitabü’l-Edeb”, 5976; Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 352.
[29] Buharî, “Kitabü’l-Edeb”,
5974; Müslim, “Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla ve’l-Âdâb”, XIII, 8-9; Kütüb-i
Sitte, II, 478; Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 348.
[30] Suyûtî, Celâluddin
Abdrrahmân (ö.911/1505), el-Câmi’ü’s-Sağîr,
sürüm: 3.22, hadis no: 3642. bk. http://muhaddith.org; Benzer rivayetler için
bk.: Buharî, “Kitabü’l-Edeb”, 5975; Müslim, “Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla
ve’l-Âdâb”, XIII, 10-11.
[31]
Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 350.
[32]
Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 350.
[33]
Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 355.
[34] Sîret
Ansiklopedisi, II, 218.
[35]
Tirmizî , “Birr ve Sıla”, III, 354.
[36]
Buharî, “Kitabü’l-Edeb”, 5977.
[37]
Müslim, “Kitabü’l-Birr ve’s-Sıla ve’l-Âdâb”, XIII, 19; Tirmizî , “Birr ve
Sıla”, III, 352.
[38] Aişe Abdurrahman bintü’ş-Şatı’, Rasulullah (s)’in
Annesi ve Hanımları, Çev: İsmail Kaya, 6. Baskı, Uysal Kitabevi, Konya
1994, s. 157.
[39] Topaloğlu, Bekir, DİA,
“Âmine”, İstanbul 1991, III, 64; Sîret Ansiklopedisi, II, 230; Aişe
Abdurrahman, s. 158.
[40] Aişe
Abdurrahman, s. 158.
[41] Aişe
Abdurrahman, s. 158–159.
[42] Aişe
Abdurrahman, s. 165.
[43] Aişe
Abdurrahman, s. 161.
[44] Aişe
Abdurrahman, s. 162.
[45] Sîret
Ansiklopedisi, II, 230.
[46] Aişe
Abdurrahman, s. 161.
[47]
Aykaç, Mehmet, DİA, “Fâtıma bint
Esed”, İstanbul 1995, XII, 225; Aişe Abdurrahman, s. 158.
[48] Aykaç, XII, 225.
[49] Aişe
Abdurrahman, s. 163.
[50] Köksal, Mustafa Asım, İslâm Tarihi, İstanbul
1987, II, 81–82.
0 yorum:
Yorum Gönder