28 Mart 2017 Salı

İslâm Tarihinin Ana Kaynakları ve Müracaat Eserleri

Prof. Dr. Âdem APAK*
Hadîs, rivayet ve dirayetten meydana gelir.[1]Hadîsler; âdâb, haber, görüş ve hükümler şeklinde Hz. Peygamber’den (sav) rivayet edilen sözler olup, Hz. Peygamber’den (sav) aktarım şeklindeki rivayet yoluyla bize ulaşmıştır. Öyle ki hadîsi sahabe Hz. Peygamber’den (sav) rivayette bulunmuş, ardından haleflerine iletmiş, söz konusu nesil de kendilerini takip edenlere aktarmış, nesilden nesile intikal ederek sonuçta tedvin edenlere kadar varmıştır. Hadîsin muttasıl olması gereken bir senedi vardır; buna göre her bir ravinin rivayette bulunduğu kimseyi bilmesi gerekir. Aynı şekilde seneddeki bütün şahısların, yani ravilerin tamamının iman, doğruluk, ilim ve ahlâka sahip olduğu düşünülen sika/güvenilir kimseler olması şarttır.
Hadîs rivayetinde sadece rivayetin doğruluğunun tespiti yeterli değildir. Buna ilave olarak muhaddisin yani hadîsi ezberleyen ve insanlara aktaran âlimin dirayet sahibi de olması gerekir. Dirayet Hz. Peygamber’den (sav) rivayet edilen hadîsler hakkında onların manası, lafzı, söylendiği anın şartları ve dile getirildiği zamanda onlarla güdülen gayeye dair bilgi demektir. Bir hadîs sahih ve Hz. Peygamber’den (sav) geldiği sabit olup da neshedilmiş olabilir, yani Hz. Peygamber (sav) zamanında onun tatbiki yürürlükten kaldırılmıştır. Bu durumda muhaddisin hem hadîste söz konusu olan rivayetin sıhhatine, hem de hadîse ve hadîsle ilişkili konulara dair geniş bir bilgiye sahip olması gerekir.
Tarih de aynı hadîs gibi bizden öncekilerden rivayet edilen haberler demektir. Dolayısıyle tarihçinin de hem hakkında açıklamalarda bulunduğu ya da birşeyler kaleme aldığı hâdiselerin rivayetinin sıhhati, hem de bu hâdiselerle alakalı şartlara dair geniş bir dirayete sahip olması lazımdır.
Hadîsin sıhhatini kontrol noktasında söz konusu olan bu metodlar, müslüman alimler arasında “Mustalahu’l-hadîs” adıyla bilinir. Gerçekten de batıdaki Metodoloji[2] Mustalahu’l-hadîs ilminden çok farklı değildir, aksine onunla yakın ilişkiye sahiptir. Dolayısıyla nasıl hadîs rivayet ve dirayetten ibaretse tarih de öyledir. İslâm alimlerinin hadîste doğruya ulaşmak amacıyla asırlar öncesinden ortaya koydukları kaideler özü ve hedefi itibariyle daha sonra Avrupalı bilginlerin metodoloji disiplinini kurarken ortaya koydukları kurallar ile paralellik arz eder.  Şayet Orta ve Yeni çağdaki Avrupa tarihçileri hadîs alimlerinin eserleri hakkında malumata sahip olsalardı metodoloji ilmini kurmada XVIII. asrın sonlarına kadar beklemezlerdi. Batılı meslektaşlarımıza onların övündükleri bu kabil şeylerin bizim memleketimizde ortaya çıkıp geliştiğini açıkça dile getirip vurgulayabiliriz. Dolayısıyla onun öğretimi ile temellerini ve kurallarını pratiğe dökme noktasında biz daha çok hak sahibiyiz.[3]
Biz bu fasılda tarihin sadece rivayet cihetinden bahsedeceğiz. En basit tarifiyle tarih,-her ne kadar tarifler arasında en doğrusu bu olmamakla birlikte-geçmişe dair bir haberden ibaret olduğuna göre, bize düşen öncelikle aktarılan söz konusu haberin doğruluğundan emin olmaktır. Geçmişle bağlantımızı sağlayan şey, bize kadar gelen veya geçmişten bize ulaşan belgelerdir. Şu halde bizim ana kaynaklar ve müracaat eserleri şeklinde sınıflanan bu belgeleri incelememiz gerekir:
Masdar
Masdar, incelemeyi istediğimiz asırdan geriye kalan veya o asırla ilgili bize ulaşan kayıt/dökümandır. Bu, gözle görülen bir eser, ayakta kalan bir bina, yazılı bir vesika veya telif edilmiş bir kitap olabilir. Mesela Hirar (harrenin çoğulu) yani özellikle Arap Yarımadası’nın kuzey batısında sıkça bulunan volkanik arazilerr, Nemâre Kitâbesi[4], Kâbe-i Müşerrefe ve benzeri eski kalıntı binalar ile Kur’ân-ı Kerîm, bunların hepsi, bu kitapta** kültür ve medeniyetini ele alacağımız cahilî ve İslâmî dönem şartlarını incelemeye yönelik kaynaklardır.
Câhiliye araplarından bize ulaşan dil, darb-ı meseller, şiirler, hitabeler, vasiyetnameler, her ne kadar ortaya çıktıkları dönemde yazıya aktarılmamış da olsalar, Câhiliye dönemine ait kaynaklar arasında yer alırlar. Zira bunların (veya büyük bölümünün) sahih olduğu yönünde söz konusu olan icma (fikir birliği) onlar açısından tedvin yerine geçer.
Merci‘
Merci‘ genellikle herhangi bir asra dair olup o asır geçtikten sonra yazılan eserlerdir. Merci‘, olaylarını ve durumunu ele aldığı asra ne kadar yakın yazılmışsa, o kadar önemli ve güvenilir olur. Müracaat eserleri temelde iki çeşittir: Birincisi, müelliflerinin, kaybolmuş kitaplara dayanarak ortaya koydukları eserlerdir. Mesela Kitabu’l-Ağânî müellifi Isfahânî, eserinde, nakilde bulunduğu ve istinad ettiği bir takım kitap isimleri verir, fakat bu kitaplar bize kadar ulaşmamıştır. Bundan dolayı Kitabu’l-Ağânî ana kaynaklar arasında yer alır, yani bu ana kaynak (masdar) kabilinden bir müracaat (merci‘) eseridir. Biz bugün bu kitabı etkinliği itibariyle Câhiliye hayatı ve İslâm’ın başlangıç dönemi açısından ana kaynaklardan (masâdır) biri olarak kabul ediyoruz.
Müracaat kaynaklarının ikinci çeşidi ise Corci Zeydan’ın Târihü Âdâbi’l-Luğati’l-Arabiyye’si gibi, müelliflerinin elimizde bulunan ana kaynak (masdar) ve müracaat eserlerini dayanak aldıkları kitapları içine alır. Söz konusu kitap elimizde bulunan eserlere dayanır. Dolayısıyla Arab edebiyat tarihine dair çalışmalarımızda bu kitaba değil, elde bulunan ana kaynak ve müracaat eserlerine gitmek gerekir. Fakat Târihu Âdabi’l-Luğa gibi bir müracaat eseri; büyüklüğü, şümûlü ve her bir şair, hatip, lugat ve nahiv âliminin hal tercümesini aktardıktan sonra ana kaynak ve müracaat kaynaklarını vermeye çalışması yönüyle iki açıdan fayda (avantaj) sağlar: Birincisi eserini incelemeyi istediğimiz edible ilgili kısa sürede sonuç çıkarmada veya edip hakkında yüzeysel malumat toplamada, ikincisi ise bu tür müracaat eserlerinde incelediğimiz edibin hayatı ve diğer özellikleri ile ilgili kapalı bir yönü aydınlatan tefsirleri, ta‘lilleri, ve mülahazaları tesadüfen bulmada. Şurası muhakkak ki, biz kaynak eserden hakikatleri ve kanaatleri, müracaat eserinden ise sadece kanaatleri alırız.
Ana kaynaklar diğer bir açıdan da iki kısma ayrılır: Esas kaynaklar, yardımcı kaynaklar.  Çeşitli tarih dönemleri hakkında eser telif etmek istediğimizde tabii olarak esas kaynakları, yani müelliflerin, belli dönem hakkında kaleme aldıkları ve bu döneme ait olaylarla o dönemin kültürel şartlarını müzakere etmeyi amaçladıkları kaynakları dayanak alırız. Ancak kimi zaman, eser sahiplerinin tarih anlatmak ya da bir medeniyeti nitelemek amacıyla kaleme almadıkları eserlerde de bazı olaylara ve medeniyetin içinde bulunduğu duruma ilişkin tarihi gerçeklere dağınık bir biçimde rastlarız. Şiir divanları, sözlükler, fıkıh ve mûsikî kitapları bu tür eserlerdendir. Ele aldığımız çevrenin dil, edebiyat, sosyoloji ve sanata ilişkin yönlerine ait kaynak olmalarının yanı sıra, bu kitaplarda zaman zaman siyasî tarihle ilgili önemli ipuçları  da bulabiliriz.
Tarih konusunda yazmayı amaçlayan kişi, kitabını üzerine bina edeceği olayları seçmeye ve olayların birbiriyle irtibatlandırmaya çalışır. O, ya bilmeden, ya da kasıtlı olarak serdetmeye çalıştığı olaylarla mantık ve anlatım silsilesi (kurgusu) itibarıyla uyum arzetmiyor diye bazı şeyleri görmezden gelebilir. Mesela bir şair ortamı hiç düşünmeksizin bir olaya işaret eder de bu işaret bazen aynı konuda tarihçiden gelen bilgiden tarihî vakıaya daha uygun olabilir ve  hâdiselerin mantığını da daha iyi ortaya koyabilir. Şiir divanlarına, fıkıh kitaplarına, sözlüklere tarih yazımı esnasında ana kaynak olarak itibar etmeyip, bunların hepsini bazen temel tarih kitaplarında az veya çok kapalı bir halde bulunan hâdiseleri açıklamada bize yardımcı olan eserler olarak aldığımızdan dolayıdır ki biz, bu tür kitapları yardımcı ana kaynaklar olarak isimlendiririz.
Aynı zamanda hem ana kaynak (masâdır) hem de müracaat eseri (meraci‘) olan kitaplar da vardır ki, bunlardan bir kısmı sadece bir asrı ele alır. Üsame b. Münkız’ın (v. H.584=M.1188) el-İ’tibâr isimli eseri, Haçlılarla yapılan savaşta onun şahit olduğu çok sayıda olay ve durumdan bahseder de bunun dışındaki olaylara geçmez. Bu durumda Kitabu’l-İ’tibâr sadece h. 6.asır (m.12. asır) Haçlı savaşları tarihi kaynaklarından biri olmaktadır.
İzzeddin Ebu’l-Hasen Ali b. Esîr tarihe dair kapsamlı bir eser telif etmiş, eserini, insanlığın yaratılışından başlatıp h.622 (m.1231) yılı ile bitirmiştir.  İbnü’l-Esîr’in h.632 (m.1234) yılında vefat etmiş olması hasebiyledir ki, onun Târihu’l-Kâmil adındaki kitabı, altıncı hicri asrın son yılları ile yedinci hicri asrın ilk üçte birlik dönemi (Miladi XII. asrın son yılları ve XIII. asrın ilk üçte birlik dönemi) için ana kaynak (masdar) olurken, kendisinden önceki dönem için ise müracaat eseri (merci‘) niteliğini taşır. Taberî, Mes‘ûdî ve İbn Haldun’un eserleri gibi genel tarih kitaplarının çoğu bu çeşit kaynaklardandır. 
Bütün yukarıda söylenenleri göz önünde bulundurarak, şu sebeplerden dolayı Câhiliye tarihinin kaynağı olarak telakki ettiğimiz eserler hakkında çerçeveyi geniş tututup Orta çağda (h. IX. asrın sonu, m. XV. asrın sonuna kadar) yazılmış olan bu kitapları asıl kaynaklar (masdar) olarak kabul ederiz:
a) Araplar arasında ilim bu döneme kadar sonrakinin öncekinden aktarımda bulunması şeklindeki rivayete dayanıyordu. İlim adamı, farklı bölgelerdeki ilim adamlarından nakilde bulunma amacıyla ilmî seyahate (rihle) ve tedvine dayanmayı sürdürüyordu. Bundan dolayı bu dönemden önce telif edilmiş kitapların çoğunun, konuları ve rivayetleri itibariyle orijinal kitaplar olduğunu söyleyebiliriz.
b) Mısır ve Şam’daki Haçlı savaşları, doğuda Tatarlar’ın İslâm alemini yok etmeleri ve Avrupalıların arapların Endülüs’ten çıkarılmasına yardımcı olmaları, beraberinde kütüphanelerin büyük bir kayba maruz kalmasını getirmiştir. Dolayısıyla bu uzun dönemde bize ulaşan eserleri, her ne kadar bir kısmı diğerinden alıntı da olsa kaynak eserler olarak kabul ederiz. Çünkü bu eserler kaybolmuş olup da pratik bakımında yerlerini aldıkları eserleri temsil ederler.
c) Câhiliye şiirinin bir kısmının intihal (şairlere söylemedikleri kendilerine şeyleri atfetme) olduğu bir gerçektir. Yine Kitabu’l-Mehâsin ve Kitabu’t-Tâc fî Ahlâki’l-Mülûk (ki bunların ikisi de Cahız’a nisbet edilir) ve (İbn Kuteybe’ye nisbet edilen) el-İmâme ve’s-Siyâse[5] isimli eserler gibi uydurma olduğu söylenen kitaplar da vardır. Ayrıca bugünkü Kâbe binası onun ilk cahilî dönemdeki yapısı değildir. Çünkü Kâbe gerek Câhiliye, gerekse İslâmî dönemde birçok kere yıkılmış, sonra da her defasında yeniden inşa edilmiştir.
Şu halde biz Câhiliye şiirinin tamamını (doğru olsun, şüpheli olsun) Câhiliye hayatının ana kaynaklarından biri olarak kabul ederiz. Çünkü Câhiliye şiirine bu miktardaki eklemeyi yapanlar da neticede Câhiliyeye mensup kimselerin anlayış ve ifade özelliklerini taklit etmeyi istemişlerdir. Bu durumda uydurma şiir de orijinal şiirin anlamını taşır. (Ancak edebiyat alanında Câhiliye dönemi şairlerine nisbet edilen uydurma şiiri cahilî şiir olarak kabul etmeyiz). Mevzu kitapların durumu da Câhiliye şiiri gibidir
Kâbe de böyledir: “Hz. Peygamber’in (sav) doğumunun 35. yılında (Hicretten önce 17=m.605) Kureyş Kâbe’yi yıktı. Onların Kâbe’yi yıkmalarının sebebi onun taştan (radîme)[6] yapılmış ve ancak bir adam boyu yüksekliğinde oluşu idi; bu sebeple de onu yükseltmek ve üstüne bir çatı yapmak istediler”.[7] Hacerü’l-Esved’i yerine kimin yerleştireceği konusunda ihtilafa düştüklerinde bu konuda peygamberliği öncesinde Muhammed b. Abdullah’ı hakem tayin ettiler.[8]Seksen sene sonra Yezid b. Muaviye döneminde Zilhicce 63 (Ağustos 682) tarihinde Müslim b. Ukbe’nin saldırısı neticesinde Kâbe yandı. Yezid’in ölümünden sonra istikrarı sağlayan Abdullah b. Zübeyr isabet eden mancınık taşları sebebiyle duvarları eğilmiş olan Kâbe’yi zemine kadar yıktırdı. Temeli kazdırdığında deve büyüklüğünde temel taşları buldu (büyük taşı kastediyor)... binanın bu temel üzerine yapılmasını emretti. Ayrıca birisi giriş diğeri çıkış için olmak üzere iki ayrı kapı yaptı. Bu faaliyet h.64 veya 65 (m.673-74) yıllarında gerçekleşmiştir.[9]
ANA KAYNAKLARIN SIRASI VE TÜRLERİ
Ana kaynakların en üstünü Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm hö. 13. seneden hicretin 11. yılına kadar (m.610-632) 23 yıl boyunca peyderpey (yani ihtiyaca göre münferit sûre ve âyetler şeklinde) nâzil olmuştur.  Sûreler ve âyetler indiği anda yazılıyordu. Biri Hz. Ebû Bekir, diğeri Hz. Osman zamanında olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm iki defa cem‘ edilmiştir. (Sûreler sıralanmıştır; zira âyetler, indirilişinden itibaren bu şekilde sıralı idi). Kur’ân-ı Kerîm Câhiliye dönemine en yakın yazılı vesikadır. Dahası o bir indirmedir (inzâl), onun ne önüne de sonuna da batıl karışmış değildir.
Kitabeleri zikretmeyi en sona bıraktık. Zira bunların sayısı hem azdır, hem de diğer ana kaynaklara (masdar) nisbeten Câhiliye tarihine ait işaretleri zayıftır. (Nemâre kitabesi ile ilgili olarak 3. sayfadaki dipnota bak).
Ana kaynaklar sıralamasında Kur’ân-ı Kerîm’i Hadîs-i şerîf takip eder: Bildiğimiz kadarıyla hadîsin tedvini Ömer b. Abdülaziz’den önce (v.h.101=m.711) başlamış değildir, maalesef bu tedvin de bize kadar ulaşmamıştır. Hadîsin kıymeti, onun, Kur’ân’ın özet olarak kaydettiğini tafsilatlandırması ve Kur’ân’ın zikrettiklerini açıklamasından kaynaklanır. Bundan dolayı Kur’ân’da ortaya konulanlara uygun olduğu takdirde hem din hem de tarih konusunda hadîse güvenebiliriz.
Hadîs mecmuaları oldukça çoktur. Ebû Yûsuf b. Ya‘kûb b. Şeybe’nin (v.h.262=m.875) rivayet ettiği Emîri’l-Mü’minîn Ömer b. Hattab’ın Müsned’i de bunlardandır. İmam Mâlik’in (v. h.179=m.975) Muvatta’ı, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’i, Dârimî’nin Sünen’i, Buhârî’nin Sahîh’i, Müslim’in Sahîh’i, Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen’leri (bu müellifler h.303=m.915’ten önce vefat etmişlerdir) de hadîs mecmuaları içinde yer alır.
Kur’ân’da kısa tutulanları veya kendisine kısa bir göndermede bulunanları ya da Kur’ân’ın bize kapalı gelen teşbih, istiare ve lafızlarını açıklamak veyahut ahkâmı ortaya koymak amacıyla âlimlerin yazdıkları Kur’ân tefsirleri vardır. Bunların en meşhuru ve mühimi, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin (v. h.310=m. 963) Tefsirü’t-Taberî ismiyle şöhret bulan Câmiu’l-Beyân an Te’vîli’l-Kur’ân’ıdır. Taberî tefsiri, âyetleri nüzûlüne eşlik eden, tarihî ve sosyal şartları zikretmek suretiyle tefsir etmeye çalışan tarihî bir tefsirdir. Bunda bir gariplik yoktur, çünkü esas itibariyle Taberî bir tarihçidir. O, âyetlerin tefsirinde hadîs, tarih ve edebiyata dair bütün rivayetleri aktarmakta, bundan sonra da onları derecelendirmeye tabi tutmakta ve âyetlerin metni ile çelişmeyenlerden kendine göre vakıaya en yakın olanı tercih etmektedir. Müellif tefsirinde selefî bir yol takip etmektedir. Zira Taberî, yok olan (yani kendisiyle amel edilmeyen) mezhep sahibi fakihlerden biridir. Dolayısıyla o, sahih rivayet ile tarihî gerçekliğin ortaya koyduğu şeye daha yakındır.
Bu tefsirden başka Ebu’l-Kasım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî’nin Tefsirü’z-Zemahşerî olarak tanınan el-Keşşâf an Hakaîki Ğavâmizi’t-Tenzîl ve’l-Uyûni’l-Ekâvîl isimli eseri vardır. Müellif tefsirinde birinci derecede dil ve belağata dayalı bir yol takip eder ve bu sebeple de tefsir ederken tarihî hâdiselere dayanmaktan daha çok belağat zevkini esas alır. Ayrıca kendisi varlık tezahürlerini/görünüşlerini tarihî ve dinî rivayetlerden daha çok akla dayalı düşünüş yoluyla açıklamaya çalışan muteziledendir. Bu nedenle fukaha Zemahşerî tefsirini itibara almamıştır.
Esbâb-ı Nüzûl (âyet ve sûrelerden her birinin indiği zamanda inişine vesile olan sebeplerden) ve Nâsih Mensûh’ten (hükmün geçersiz olması sebebiyle neshedilen âyetlerden ve mensûh âyetlerin yerine geçen nasih âyetlerden) bahseden eserler de tefsir kitapları arasında yer alır. Nâsih ve Mensûh ismiyle birçok kitap vardır; en meşhurları da şüphesiz İbn Hazm el-Endelüsî’nin (v.h. 456=m.1064) eseridir. Aynı konuda ve aynı adla Tabatabâî er-Rassî (v. h.246=m.860), Ebu’l-Mansûr Abdü’l-Kâhir b. Tâhir el-Bağdâdî (v.h.429=m.1037), İbnü’l-Cevzî (v.597=1200) ve başka âlimlere ait daha başka eserler de vardır. Esbâbu’n-Nüzûl konusunda Ebu’l-Hasen Ali el-Vâhidî en-Nîsâburî (v.h.648=m.1075) ile Suyûtî’nin de (v.h.911=m.1505) kitapları bulunmaktadır.
Hadîs alanında da nâsih ve mensûhe dair eserler vardır. Ebû Hafs Ömer b. Ahmed b. Şâhîn’in (v. h.385=m.995) Nâsihu’l-Hadîs ve Mensûhuh isimli kitabı bunlardandır. 
Câhiliye hayatının esas kaynaklarındandan biri de Câhiliye dönemi edebiyatıdır. Câhiliye edebiyati şiir ve nesirden oluşmaktadır. Bu dönemden bize rivayet yoluyla ulaşan Câhiliye şiiri, Câhiliye nesrine nazaran gerçekten çok fazladır.  Câhiliye edebiyatının, gerek Kur’ân’ın nuzûlünden, gerekse hadîsten zaman bakımında daha eski olmasına rağmen biz, onu, tedvininin sonra olması ve ravilerin Kuran’ın tedvini, toplanması ve çoğaltılması noktasında sıhhat ve doğruluğu tahkik etmede sergiledikleri duyarlılığı onun sıhhat ve doğruluğu noktasında sergilememiş olduklarından dolayı ana kaynak sırası itibariyle geriye aldık. Ayrıca Câhiliye edebiyanının çoğu kaybolmuş, ardından birçok kişi bir şiir veya sözü sahibinden başkasına nisbet ederek ya da şair ve nesir yazıcılarının dilinden birşeyler uydurarak Câhiliye edebiyatına ilaveler yapmaya kalkışmıştır.[10] Bütün bunlara rağmen Câhiliye şiiri yine de tarih için yardımcı kaynak teşkil eder.
Mufaddal b. ed-Dabbî’nin (v.yaklaşık h.170=m.786) el-Mufaddaliyyât, el-Asmaî’nin (h.216=m.831) el-Asmaiyyât, Ebû Temmâm’ın Dîvânü’l-Hamâse’si, Buhturî’nin Hamâse’si, Ebû Bekir el-Enbârî’nin Şerhu’l-Muallakâti’s-Seb‘it-Tıvâli’l-Cahiliyye’si, Kureşî’nin Cemheretü Eş’âri’l-Arab’ı, Zevzenî’nin Şerhu’l-Muallakât es-Seb‘i, Ebû Zeyd Tebrîzî’nin (v.h. 502=m. 1190) Şerhu’l-Muallakât’il-Aşrî ve Ebû Temmâm et-Tebrîzî’nin Şerhu Hamâse’si Câhiliye şiir mecmualarının başlıcalarıdır.
Matbu Câhiliye şiiri divanları da şunlardır: Divanu’ş-Şuarâi’l-Huzeliyyîn, İmruü’l-Kays, Amr b. Kamîe, Ubeyd b. Ebras, Alkame el-Fahl, Evs b. Hacer, eş-Şenferî, el-Efvehü’l-Evdî, el-Mütelemmis, Tarafe, Tarafe’nin kız kardeşi el-Hırnık, el-Musakkib’el-Abdî, Amr b. Külsûm, Temîm b. Ebi’l-Mukbil, el-Hâris b. Hıllîze, Tufeyl el-Ğanevî, Ebû Dudâ el-Eyadî, el-Kattal el-Kilabî, en-Nâbiğa ez-Zübyânî, Hâtem et-Tâî, Cirân el-Avd en-Nemirî, Selâme b. Cendel, Abdülkays b. Hifâf el-Burcumî, Antere, es-Semev’el, Züheyr, Lebîd, Ka’b b. Züheyr, A’şâ Kays, el-Hansâ, Ümeyye b. Ebî’s-Salt divanları. Bu şiir mecmualarına Dabbî’nin Emsâlü’l-Arab, Ebû Hilal el-Askerî’nin Cemheretü’l-Emsâl, Zemahşerî’nin el-Mustaksâ fî Emsâli’l-Arab ve Meydanî’nin Mecmau’l-Emsâl adlarındaki nesir derlemeleri de dâhil edilebilir. Ayrıca Ahmed Zeki Safvet’in Cemheretü Hutabi’l-Arab adıyla anılan bir hitabe mecmuası da bulunmaktadır.
Câhiliye hayatı ana kaynakları arasında lugat kitapları da bulunur. Düz yazı ve şiirde kullandığımız Arap dili, Câhiliye asrının ürünüdür. Bu nedenle sahip olduğu lafızlar aracılığıyla hala lugat kitapları Câhiliye kültürünün çeşitli yönlerini açıklamaya devam etmektedir. Günümüzdeki Arapça kelime dağarcığı, sadece Arapça değil aynı zamanda Sami kelime dağarcığıdır da. Çünkü dilbilimciler Arapça’nın konuşulduğu beldelerde kullanılmakta olan kelimelerin tamamını dile dair eserlerinde ve özellikle sözlüklerde derlemişlerdir. Arapça’da yabancı oldukları belirtilen lafızların çoğu Bâbil, Keldânî, Himyerî, Arâmî ve benzeri dillerin kalıntıları olsa gerekir.
Arap dili sözlüğü, sadece dilsel ifadeleri değil, gerçekte dilsel ifadelerin yanı sıra coğrafî, tarihî, ilmî, amelî ve sanatsal bilgileri de bir araya getirir. Bundan dolayı Arapçaya dair eserler, özellikle sözlükler Câhiliye hayatı için önemli kaynaklardır. Büyük Arap kamusları, Firuzabadî’nin el-Kâmûsu’l-Muhît’i, İbn Manzûr’un Lisânu’l-Arab’ı ve Murtaza ez-Zebîdî’nin Tâcu’l-Arûs’udur. Bu sözlüklerden başka, her biri kelimelerin bir yönüyle, ya da kelimelerin incelenmesi esnasında kullanılan bir metodla ilgilenen teknik terim sözlükleri de vardır. Bu sözlükler kelimelerin doğru şekilde kullanılmalarına yardım ederler. Çünkü diğer sözlükler kelimeleri harf sistemine göre el yordamıyla ayırırken, bunlar kelimeleri ilgili ve doğru anlam alanında bir araya getirirler. Seâlibî’nin Fıkhu’l-Luğa, İbn Cinnî’nin el-Hasâis, İbn Seyde’nin el-Muhassas, Şihabuddin el-Hafacî’nin Şifâü’l-Ğalîl fî mâ fî Kelâmi’l-Arab mine’d-Dahîl, İbn Haleveyh’in Leyse Kelâmi’l-Arab, Ebû Hanîfe ed-Dineverî’nin Kitabu’n-Nebât, Ebû Ubeyde Ma’mer b. Müsennâ’nın Kitabu’l-Hayl, İbnü’l-Kelbî’nin Kitâbu’l-Esnâm, İbn Kuteybe’nin Kitâbu’l-Enva‘ isimli eserleri bu tür lügatlar arasında yer alır. Bunlardan başka edebiyat, coğrafya, tarih ve sosyoloji gibi alanlara girerek kelimeler ile diğer lugavî malumatı bir araya getiren kitaplar da vardır. Ebû İsmail Ali b. Muhammed el-Kâlî’nin el-Emâlî fî Luğati’l-Arab’ı, Ebu’l-Abbas el-Müberred’in el-Kâmil fi’l-Luğa’sı, Abdülkadir el-Bağdadî’nin Hizânetü’l-Edeb ve Lübbü Lisani’l-Arab’ı, Suyûtî’nin el-Müzhir fî Ulûmi’l-Luğa’sı, Ebû Münzir Hişâm b. Muhammed el-Kelbî’nin Ensâbu’l-Hayl fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm’ı bunlar arasındadır.
Nahiv kitapları da lügat kitaplarına dahil edilir. Sayıları gerçekten çoktur. Ancak burada Kitâbu Sibeveyh, Zemahşerî’nin el-Mufassal, Ebu’l-Berekât Abdurrahman b. Muhammed el-Enbarî’nin el-İnsâf fî Mesâili’l-Hilâf beyne Nahviyyîn el-Basriyyîn ve’l-Kûfiyyîn isimli eserlerini zikretmek yeterlidir.
Câhiliye dönemi hayatının temel kaynakları (masâdır) ise coğrafya ve tarih kitaplarıdır.  Hemdânî’nin Sıfatu Cezîreti’l-Arab, Bekrî’nin Mu‘cem Ma’s-ta‘cem, bundan başka Yâkut el-Hamevî er-Rûmî’nin Mu‘cemu’l-Buldân’ı coğrafya kitaplarındandır. Mu‘cemu’l-Buldân aslında çoğunluğu coğrafyaya ait bilgiler içeren bir ansiklopedidir. Ancak onda sıkça konu dışına çıkılarak tarih ve edebiyata dair bilgiler de verilir; kitapta kültür ve medeniyete ilişkin de çok sayıda değerlendirmeler mevcuttur.
Araplar nazarında en önde gelen tarih kitabı şüphesiz Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî’nin Tarîhu’r-Rusül ve’l-Mülûk (veya Ümem ve’l-Mülûk) isimli eseridir. Müellif aynen tefsirinde yaptığı gibi[11] kendisine ulaşan bütün rivayetleri toplamıştır. Ancak tarihinde, bir kaç istisna dışında rivayetleri herhangi bir tercihte bulunmaksızın aktarır. İbnü’l-Esîr’in Târîhu’l-Kâmil’i, İbn Hişâm’ın es-Sîre’si, İbnü’l-Kelbî’nin Kitâbu’l-Esnâm’ı, İbn Kuteybe’nin el-Meârif’i, Mes‘ûdî’nin et-Tenbîh ve’l-İşrâf, Mürûcü’z-Zeheb ve Ahbâru’z-Zamân’ı, Ebû Hanîfe Ahmed b. Dâvûd ed-Dineverî’nin el-Ahbâru’t-Tıvâl’ı, İbn Abdirabbih’in el-lkd’i, Ebû Hâtim Secistânî’nin Kitâbu’l-Muammerîn’i ve İbn Haldûn’un Kitâbu’l-İber’i de tarih kitapları arasında yer alır.
Bunlardan başka tarihin ictimaî yönünü ele alan kitaplar da vardır ki, kıymet bakımından bunların en meşhur ve en mühimi İbn Haldûn’un Kitâbu’l-İber’inin Mukaddimetü İbn Haldûn olarak bilinen ilk cildidir. Ayrıca 18 cilt halinde yayınlanan Şihâbuddin en-Nuveyrî’nin Nihâyetü’l-Ereb fî Funûni’l-Arab’ı da bu tür kitaplardandır. Şüphesiz Nuveyrî, Arap kültürünün tüm yönlerini bir kitapta toplamaya çalışmıştır.
Edebiyat kitapları da Câhiliye dönemi ana kaynakları arasında yer alır. Edebiyat kitapları arasında ana kaynak yerine geçen, Arap hayatının edebî yönünü inceleyen ve az veya çok Câhiliye dönemini ele alan müracaat kaynakları da vardır. İbn Kuteybe’nin Uyûnu’l-Ahbâr ve Ebu’l-Ferec el-Isfahânî’nin Kitâbu’l-Eğânî’si Arap hayatının edebî ve ictimaî açıdan tasvir edilmesine dair en derli toplu edebiyat kitaplarıdır. Merzubânî’nin Mu‘cemu’ş-Şuarâ’sı, İbn Sellâm el-Cümahî’nin Tabakâtu’ş-Şuarâ’sı, İbn Kuteybe’nin eş-Şi‘r ve’ş-Şuarâ’sı ve Câhız’ın el-Beyân ve’t-Tebyîn ile el-Hayevân’ı da aynı tür eserler cümlesindendir.
Şüphesiz Câhiliye hayatı ile uzak veya yakın ilişkisi bulunan edebiyat kitapları da son derece çoktur. Bunlardan büyük bir kısmı Câhiliye hayatının farklı yönüyle ilgili mufassal tarihlerdir. Câhiliye asrı için ana kaynak (masâdır) veya müracaat kaynağı (merci‘) eseri olan bu kitapların büyük kısmının aynı zamanda İslâmî asır (Hz. Peygamber (sav), Hulefâ-i Râfşidîn ve Emeviler dönemleri) için de ana kaynak ve müracaat eseri olduğunu bilmemiz yerinde olur.
İncelemeye çalıştığımız asır (Câhiliye asrı) hakkında yazılmış olan Yunan ve Süryani kitaplarında da Araplara göndermeler vardır. Ancak bu göndermelerden Câhiliye tarihi, yani yakın Câhiliye dönemi Kuzey Arapları ile ilgili olanları azdır.
Câhiliye döneminin siyasî, ictimaî ve fikrî tarihiyle ilgili müracaat kaynakları ise sayılamayacak kadar çoktur. Fakat burada şunu ifade etmeden de geçemeyiz. Câhiliye tarihi müracaat eserlerinin muhteva bakımından en geniş ve en yenisi Dr. Cevad Ali’nin el-Mufassal fi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslâm’ıdır.[12] Müellif Yemen, Necid, Hicaz, Irak ve Şam’da Câhiliye tarihi hakkında geçmişte ve günümüzde ne söylendiyse kitabına almaya çalışmış, ardından da müsteşrıklerin bu konuda söylediklerini eserine ilave etmiştir. Şüphesiz bu kitap, birçok tarih usûlü ve müracaat eserine başvurmaya ihtiyaç bırakmamaktadır. Kitabın sınırlarının geniş olmasına ve tarihin muhtelif yönlerine dair ele aldıklarının çeşitliliğine rağmen müellif, ana kaynaklar ve müracaat eserlerinin rivayetlerini müzakere etmekte, rivayetleri birbirleriyle kıyaslamakta, ayrıca rivayetler arasında tercih yapmaktadır. Bu nedenle eser, İslâm öncesi Arap tarihi hakkında yazılmış eserlerin en mütekâmilidir.
Her ikisi de Corci Zeydan tarafından yazılmış olan Târihu’l-Arab Kable’l-İslâm ile Târihu Temeddüni’l-İslâmî”nin birinci cildi de Câhiliye tarihine dair müracaat eserlerindendir. Ayrıca aşağıdaki kaynaklar da bu konuda zikredilmelidir: Muhammed Şükrü el-Âlûsî’nin Bulûğu’l-Ereb fî Ma‘rifeti Ahvâli’l-Arab’ı, Esmaî’nin el-Arab ve Etvâruhum: Tavru’l-Arab ve Arabbiyye fî Etvâri’l-Câhiliyye’si, Muhammed Şükrü’nün, Mısır h.1329=m. 1911) Medeniyyetü’l-Arab fi’l-Câhiliyye ve’l-İslâm’ı, Muhyiddin b. İbrahim el-Attâr’ın Bulûğu’l-Ereb fî Meâsiri’l-Arab’ı, Karlo Nalino’nun Târihu’l-Felek ‘Inde’l-Arab’ı, Henri Corc Farmer’in Târihu’l-Mûsîka’l-Arabiyye, Nâsıruddîn el-Esed’in el-Kıyân ve’l-Ğına fî’l-Asri’l-Câhilî’si, Dr. Şevket eş-Şattî’nin Tezkire fî Tarihi’t-Tıb Kable’l-İslâm’ı, Mahmud Sellâm Zenâtî’nin Ihtılâtu’l-Cinseyn Inde’l-Arab: Dırasat Havle Vazı‘l-Mer’eti’l-İctimaî ve’l-Kânûnî fî’l-Usûri’l-Kadîme’si.
Nâsıruddin el-Esed’in Masâdıru’ş-Şi‘ri’l-Cahilî ve Kıymetuhâ, Mustafa Sadık er-Rafî’nin Târihu Âdâbi’l-Arab, Carl Brockelmann’ın Târihu’l-Ebebi’l-Arab’ının ilk cildi (Bu eseri Abdulhalim en-Neccâr Arapça’ya çevirmiştir) ve Corci Zeydan’ın Târihu Âdâbi’l-Luğati’l-Arabiyye adlı eserleri de edebiyat hakkında günümüzde kaleme alınmış kaynaklar arasında yer alır.
Dr. Tâhâ Huseyn 1926 yılında Fi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî isimini verdiği bir eser yayınlamış ve bu eserde Câhiliye şiirinin sihhatini ele almıştır. Câhiliye şiirinin sihhati konusu bilinen ve hakkında eski edebiyat kitaplarının tamamında açıklamalar bulunan bir meseledir. Ancak Tâhâ Huseyn işi daha ileri götürüp Kâbe’nin bina edilmesi hakkındaki rivayetin sihhatine dayandırmış, bu da dinî ve edebî bir tartışmanın başlamasına neden olmuştur. Edebî tartışma, Muhammad Hadır Huseyn’in Nakzu Kitab fi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî, Muhammed Ferid Vecdî’nin Nakdü Kitabi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî, Muhammed Ahmed el-Ğamravî’nin en-Nakdü’t-Tahlîl li Kitabi’ş-Şi‘ri’l-Cahilî”si gibi reddiye türünden eserlerin yayınlanmasıyla gün yüzüne çıkmıştır. Dinî tartışma ise Tâhâ Huseyn’i dile getirdiği fikirlerinden dolayı özür dilemeye ve eserini, tartışmaya sebep olan bölümleri çıkardıktan sonra 1933 yılında Fi’l-Edebi’l-Cahilî adıyla yeniden yayınlamaya sevk etmiştir.
Tarih felsefesi, bilimsel tarih metodu ve Arap tarihçileri hakkında daha fazla bilgi için müracaat eserleri: Aşağıdaki liste bu iki ilmi ifade eder, ancak bu alanda yazılmış kitapların tamamını burada ele almak mümkün değildir. Bazılarının yabancı dillerden nakledilmiş olduğunu bilmemiz gerekir. Keza bir kısmı da diğerlerinden daha moderndir/yenidir.  (Zikrettiklerimizin bir kısmı bu konuda zikretmediklerimizin yerini tutmaktadır.)
Kavâ‘idu’t-Tahdîs min Funûni Mustalahi’l-Hadîs, Seyyid Cemalüddun el-Kasımî ed-Dımeşki, Dımeşk 1353 (M.1935).
Mukaddimetü İbn Haldun.
Dirasât an Mukaddimeti İbn Haldun, Sâti‘ el-Husarî, İkinci Baskı Kahire 1935. 
Mustalahu’t-Tarih, Dr. Esed Rüstem, Beyrut 1939.
Tarih: Mecâlühü ve Felsefetühü, Nuri Cafer, Bağdad, 1955.
Menhecü’l-Bahsi’t-Tarihî, Huseyn Osman, Kahire 1943.
İlmü’t-Tarih ‘Inde’l-Müslimîn Franz Rosenthall (terc. Salih Ahmed Ali), Bağdad 1963.
Neş’etü’t-Tedvîni’t-Tarihî ‘İnde’l-Arab, Huseyn Nassâr, Kahire tarihsiz.
Bahs fî Neş’eti İlmi’t-Tarih ‘Inde’l-Arab, Dr. Abdülaziz ed-Dûrî, Bağdad 1960.
Muhtasaru Dirâseti’t-Tarih, Arnold Toynbee, (terc. Fuad Muhammed Şibl), Kahire 1960, 1962.
Mâ Sâheme bihi el-Muerrihûne’l-Arab fi’l-Mie Seneti’l-Ehîrati fî Dirâseti’t-Tarihi’l-Arab ve Ğayrihi bi İşrafi Hey’eti’d-Diraseti’l-Arabiyyeti fi’l-Câmiati’l-Emirikiyyeti, Beyrut 1959.
Nahnu ve’t-Tarih, Dr. Kostantin Züreyk, Beyrut (Daru’l-İlmi’l-Melayin), 1959.
Felsefetü’t-Tarih ve İlmü’l-İctimâ‘, Abdülaziz İzzet, Kahire 1960.
Tarih ve’l-Muerihûne’l-Arab, Abdülaziz Sâlim, Kahire (Daru’l-Kitabi’l-Arabi li’t-Tibâa‘ ve’n-Neşr) 1967.
History of Philosophy of History, Robert Flint, Edinburg 1893.
Introduction to the Study of History, V.Langlois and Ch.Seignobos (terc. G.G.Berry),       N.Y.
L’historie et sa philosophie, Henri Gaston Gauhier, Paris 1952.
De la connaisance historique, Henri Irénée Marrou, Paris 1958.
History: its purpose and Method, Gustaaf Johannes Renier, London 1950.
Kritik der historischen Vernunft, von Alois Dempf, München 1957.
The intrepretation of history: Confucius to Toynbee, Alban Widgery, London 1961.
Lectures on Arabic historians, D.S. Margoliouth, Calcutta 1930.








*    Bu çeviri Ömer Ferrûh’un Tarihu Sadri’l-İslâm ve’d-Devletü’l-Ümeviyye isimli eserinin Beyrut 1976 baskısının 17-35 sayfalarını ihtiva etmektedir. (İstem: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikî Dergisi, 2003, c. I, sy.1, s. 171-181).
[1]    Kavâidü’t-Tahdis, Cemalüddin el-Kasımî, Dımeşk 1353, s. 51-53; Mustalahu’l-Hadîs, Abdülganî Mahmud, Mısır, İkinci baskı, h.1331 m.1912, s. 2-5.
[2]    Metodoloji: Beşeri bilgileri incelememizin mantıkî yoludur. (Eğitimi, sınıflandırma, mantık ve delil esasları üzerine tanzim etmektir.)
[3]    Mustalahu’t-Tarih, Dr. Esed Rüstem, Beyrut 1939, vav ve ze başlıkları.
[4]    Nemâre Kitâbesi, bir mezar taşı üzerine Nabâtî yazıyla yazılmış bir kitabedir. (Bu yazının bazı harfleri, Aramî yazısına berzer ve harfleri bitişik yazılmıştır, bazıları da  İbrânî yazısına benzer ve ayrık yazılmıştır). Metin beş satırdan meydana gelir. (Yaklaşık 50 kelime). Bazı lafızları fasih Arapça, bazıları da değildir. Bir kısmı da Arapçaya yakın dillerdendir. (Yani Aramî ve Nabâtî’dir). Bu yazıtın kelimelerinde hareke yoktur, tarihi de miladi 328 yılına kadar gider. (bk. el-Arab Kable’l-İslâm, Corci Zeydan, s. 226-228; Tarihu Âdâbi’l-Arabiyye, Corci Zeydan, I, 33; Tarihu’l-Arab Kable’l-İslâm, Cevad Ali, İkinci baskı, III, 189 vd.).
      Bu metin o zamanki Arapçayı temsil etmez. (Yani bize ulaşan Muallakat dilinden yaklaşık yüz, Kur’ân-ı Kerîm dilinden üç yüz sene önceki dil.) Çünkü Arapça’nın Câhiliye şiirinde olduğu haliyle çok asırlar önce tamamlanmış olması gerekir. Şu halde bu yazının dar, mahalli bir dille yazılmış olması mümkündür. Bu yazıdaki “bir” (ber) kelimesi Aramice’de Ibn kelimesini karşılar. Melik kelimesi ise şeyh ve reis kelimesinden öte bir anlam taşımasa gerek. Arab kelimesi bedevi kelimesine karşılık gelir. Şu halde söz konusu metni tarihsel olarak doğru anladığımızı kabul edersek, muhtemelen bu melik çok sayıda Arap ileri geleniyle savaşmış, onları yenilgiye uğratmış, akabinde de kabilelerine hakim olmuştur. Onun Rumlara ve İranlılara yaptığı hizmet (metnin bahsettiği gibi), onlar için vergi toplamanın ve iki imparatorluğun sınırlarına kabilelerin yaptıkları hücumları (gerek Arap gerekse başka milletlerin ordularıyla) önlemenin ötesine geçmez. Bu metin, Bizans ve İran’a hizmet adına Necid kökenli bedevî kabilelerle savaşma şeklinde Menâzir ve Gassan tarihinde gördüğümüz bilginin ötesinde tarihî bir kıymete sahip değildir. Ayrıca bu yazıtın dilinin Arapça açısından da bir değeri yoktur.  Çünkü Arapça bu yazıya göre gerçekten büyük gelişme kaydetmiştir.
**   Bu kitapta İslâm tarihinin başlangıç döneminin tamamını aktaracağız. (Hz. Peygamber (sav) asrı, Hulefa-i Raşidîn ve Emevi dönemi.)
[5]    bk. Cebrâil Cebbûr’un makalesi; “Kitabü’l-İmâme ve’s-Siyâse el-Mensûb li İbn Kuteybe, men hüve müellifüh?”).  (Mecellet’l-Ebhâs, Beyrut, sy. XIII, 30 Eylül 1960).
[6]    Üst üste dizilmiş taştan yapılmış bina. (Harç kullanılmadan yapılmış).
[7]    İbnü’l-Esir, II, 17
[8]    İbnü’l-Esir, II, 17
[9]    İbnü’l-Esir, IV, 87
[10]   bk. s. 3-4.
[11]   bk. s. 7.
[12]   8 cilt halinde Irak’da Matbuatü’l-Mecma‘i’l-İlmi el-Irakî’de yayınlandı. Bağdad’da  (Tefvîz Matbaası’nda tab‘ edilen kitabın birinci cildindeki 1379 rakamı matbaa hatasıdır) 1369 senesi ile 1378 hicri yılları arasında (m. 1950-1959) çeşitli matbaalarda basımı gerçekleşmiştir. (Eser 1970 yılında Beyrut’ta Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn’de  10 cilt halinde basılmıştır.

1 yorum:

  1. Saygıdeğer hocam, makaledeki kıymetli bilgilerden ziyadesiyle müşteriden oldum. Lakin verilen bazı tarihlerde -gözünüzden kaçtığını düşündüğüm- hatalar var. Taberi'nin vefat tarihi 310/963 verilmiş ancak malumunuz miladi olarak vefat tarihi​ 922'dir. İmam Malik'in vefat tarihinde ve diğer bazı yerlerdede benzer yanlışlıklar var. Düzeltilmesi okuyucuların faydasına olacaktır diye düşünüyorum. Saygılarımla

    YanıtlaSil

Yazarlar