26 Eylül 2020 Cumartesi

İslam Tarihinin İlk Dönemlerindeki Evliliklerle İlgili Çağdaş Tartışmalara Dair (3)

 

Adnan Demircan

Merhum Taberi, önemli bir tarihçi… Aynı zamanda tefsir ve fıkıh alanında söz sahibi âlimlerden… İçtihatları sebebiyle mezhep sahibi kabul edilmiş. Ancak Ceririye denen bu mezhebin tabileri kalmadığı için zamanla kaybolmuş. H. 310 (m. 923) yılında vefat etmiş. Yani ilk dönem âlimlerinden biri…


Bu yazıda Taberi’nin hayatını anlatmaya niyetim yok. Onun İslam tarihinin ilk üç asır için önemli bir kaynak olan Târîḫu’l-ümem ve’l-mülûk adlı kitabının mukaddimesinde yazdığı metoduyla ilgili bazı tespitlerine değineceğim. Diyor ki Taberi:

“Kitabımıza göz atan bilmelidir ki zikrettiğim her hususta esas aldığım şey, rivayet ettiğim haberler ve ravilere isnat ettiğim rivayetlerdir. Çok azı hariç bu hususta akli delillere başvurmam ve kendi fikrimle sonuç çıkarmam söz konusu değildir. Zira geçmişte yaşamış olanların ve onlardan sonra gelenlerin haberleri, onları görmeyen bizlere ulaşması ancak habercilerin verdiği haberler ve ravilerin naklettiği rivayetlerle mümkün olmaktadır. Bu akılla ve fikirle elde edilecek şeyler değildir. Bu nedenle bu kitapta zikredilen ve okuyucunun hoş görmediği ya da duyanın çirkin bulduğu ve sıhhati hakkında şüpheye düştüğü ve hakikatini idrak edemediği bilgilerle karşılaşırsa bilsin ki bu bilgilerin kaynağı biz değiliz, belki ravileri tarafından nakledilmiştir. Bunlar bize nasıl intikal ettiyse biz de o şekilde aktarmış olduk.”[1]

Yaklaşık 1100 yıl önce geçmişle ilgili anlatılanların nasıl bilinebileceğini ve anlatılanların düşünülerek bulunulamayacağını söylüyor.

Bugün tarihte yaşanmış olayları ele aldığımızda elimizde malzeme ve bu malzemeyi değerlendirebileceğimiz sağlam bir usulden başka yol yok. Bir rivayet bize mantıklı gelmiyorsa neden mantıklı olmadığını makul bir yöntemle izah etmek gerekiyor.

“Benim aklıma yatmıyor. Benim inancıma aykırı” gibi yaklaşımlar geçmişle ilgili tasvir yapmaya imkân vermez. Belki inkâra ve seçmeci bir yönteme yol açar.

Öte yandan geçmişte meydana gelen hadiselerin mutlaka doğru olduğu şeklindeki yüceltici bir tutumun da geçmişi yerin dibine sokma şeklindeki yerici tutumun da duvara toslamamıza sebep olacak yöntemler olduğu muhakkak. Bunların pek çok örnekleriyle karşılaşıyoruz.

Daha önce yazdığım iki giriş yazısının ardından burada bir giriş daha yaparak İslam tarihinin ilk dönemlerindeki evliliklerdeki yaş meselesini ele almaya çalışacağım. Daha önce yazdığım iki yazı okunmadığında bundan sonra söyleyeceklerimin bir kısmı havada kalabilir. Bu sebeple biraz zaman ayırıp onları da okumanızı istirham ediyorum.

Merhum üstadımız Taberi gibi, kişisel kabullerimizi, önyargılarımızı, hatta inancımızı bir kenara bırakarak geçmişe bakmaya çalışalım ve “İslam Tarihinin ilk döneminde kadınlar ve erkekler kaç yaşında evleniyorlardı?” sorusunu soralım.

Bu soruya nasıl cevap verebiliriz?

Söz konusu dönemle aramızda 14 asırlık bir zaman var.

On yıl önce meydana gelen birçok olay hakkında görüş birliğimizin olmadığı, farklı bilgilerle karşılaştığımız bir ortamda 14 asır önce meydana gelenler hakkında nasıl bilgi edineceğiz?

Elimizde o dönemden bahseden Kur’an var. O dönem hakkında bilgiler veren rivayetler var. Bu rivayetleri anlamamıza yarayacak yaşayan bir kültür var. Olgunun 14 asır boyunca nasıl anlaşıldığına imkân verecek tali veriler var.

Kur’an en önemli veri. Ancak Kur’an’ın tarih kaynağı olarak kullanılması, bir müminin bakışıyla okunmasından farklı bir metot gerektiriyor. Bunun üzerinde ayrıntılı duracak değilim. Konuyla ilgili daha önce kısa bir makale yazmıştım.[2] Arzu edenler bu makaleye bakabilir.[3]

Yeri gelmişken şunu da ifade etmeliyim ki, Kur’an’ın kendi tarihiyle ilişkisi, bugün elimizdeki imkânlarla ayetler arasında sörf yaparken ileri sürdüğümüz iddialardan çok farklı. Bir bakıma bugün Kur’an’la kurduğumuz bağ ile geçmişteki Müslümanların kurdukları bağ, imkânlar, dönemsel farklılıklar, algı ve anlayış farklılıkları sebebiyle değişken…

Kur’an’da iddet süresinden bahseden bir ayette şöyle buyuruluyor: “Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir.”[4]

Başka bir ayette evlilik yaşıyla ilişkilendirebileceğimiz bir ifade şöyledir: “Yetimleri deneyin. Evlenme çağına erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin.”[5]

Amacımız buradan fıkhi bir hüküm çıkarmak değil, dönemin uygulamasına dair verileri göstermek. Zaten tarihçinin işi fetva vermek değil. Dikkat ederseniz “ama” diyerek tevil etmeye çalışmıyorum, anlamaya çalışıyorum.

İlk ayette geçen “henüz âdet görmeyenler” ibaresini Müslümanlar nasıl anlamışlar, sorusunu cevaplandırmanın en iyi yolu tefsirlere bakmak. Ben de öyle yaptım ve tefsirlere kronolojik olarak baktım. Çünkü biraz önce Müslümanların kültürlerinin ve nasıl anladıklarının da önemli olduğunu arz etmiştim.

Mukatil b. Süleyman, bununla hayız görmediği halde nikâhlanan kızlar kastediliyor, diyor. Mukatil’den sonra yazılmış tefsirlere de baktım, onlar da buna benzer ifadelerle açıklıyorlar. Bazıları “küçük oldukları için hayız görmeyenler” açıklamasını ekliyorlar. Mesela Taberi (ö. 310), Sa‘lebî (ö. 427), Mekkî (ö. 437), Tûsî (460), Vâhidî (468), Sem‘ânî (489), Beğavî (516), Zemahşerî (538), İbnü’l-Arabî (543), Kurtubî (671), Nesefî (710), İbn Cüzey (741),  Hâzin (741), İbn Hayyân (745), Nîsâbûrî (850), İbn Âdil (880), Bikâî (885), Suyutî (911), Şerbînî (977), Ebu’s-Suûd (982), Şevkânî (1250), Âlûsî (1270), Merâğî (1371) bunlardandır.[6] Geç dönem müfessirlerinden Müzhirî (1216), “küçük ya da yaşının buluğa ermeye yakın olmasında fark yok” diyor. İbâdî müfessir İtfiyyiş (1332), henüz buluğa ermemiş olanların yanı sıra hayatları boyunca hayız görmeyenler açıklamasını da ekliyor. Geçen asırda vefat etmiş bir zat. Seyyid Kutub (1387) ise “küçüklüklerinden ya da bir hastalıktan dolayı” açıklaması yapıyor. Kâsımî (1332) cinsel berberlikten sonra boşamadan söz ediyor.

Yukarıda parantez içinde verdiğim tarihler, müellifin hicri vefat tarihleridir. Yani İslam tarihi boyunca yaşamış müfessirlerden bir kısmına atıf yaptım.

Müslümanlar tarihte bu ve benzeri ayetleri nasıl anlamışlar, ayetleri anlamlandırmada ne zaman düşüncelerinde değişiklik olmuş, bunları izlemek bizim için önemli bir açılım olacak. Bu sebeple tefsir tarihi çalışan arkadaşların bu konuları çalışmalarına ihtiyacımız var.

Yukarıdaki ayetlerin nasıl anlaşıldığını fakihlerin fetvaları üzerinden de izlemek mümkün. Ancak biz fetvayı değil, kültürel kodları arıyoruz. Bunun için de tefsirlere bakmayı tercih ettik.

Yukarıdaki ayetleri Müslümanlar nasıl anlamış, bu önemli… Bugünün Müslümanının ne anladığı da önemli… Yeter ki “şimdiye kadar kimse anlamamış, ben anladım” iddiasında bulunarak, diğerlerini dışlamasın. Tabii ki bunu bir Müslüman olarak temenni ediyorum, ama bu şekilde bir söyleme sahip olanları tarihçi olarak tespit etmekle yetinirim.

Öte yandan iki ayetin birisinde evlilikte buluğ yaşından bahsediyor, diğeri ise hayız görmeyen kadını boşamadan. Bu ayetleri fakihler okuduklarında norm oluşturmak için harekete geçeceklerdir, ama bizim böyle bir niyetimiz yok.

Esasen sözünü ettiğim ayetler, uygulamaya ve yaygınlığına ilişkin merak ettiğimiz cevapları vermiyor bize… Onu belki rivayetlerde görebileceğiz.

Onlara da önümüzdeki yazıda değineyim nasip olursa…

Bir şeyleri savunmak ya da inkâr etmek gibi bir derdim yok, acelem de yok… Sabırla konunun sonuna geleceğiz inşaallah…



[1] Tarihu’t-Taberi, çev. Cemalettin Saylık, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2018, I, 47.

[2] “Kur’ân’ın, Nüzûl Dönemi Putperest Arapları İçin Kaynaklığı Üzerine”, İSTEM: İslâm San’at, Tarih, Edebiyat ve Mûsikîsi Dergisi, 2004, cilt: II, sayı: 4, s. 53-62.

[4] Talak 65/4.

[5] Nisa 4/6.

[6] Bu tefsirlere el-Câmiu’t-Târîhî li-Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm programından baktım.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar