19 Eylül 2020 Cumartesi

Potomac Nehri’nin kenarında “ellem ğullem”leri duymak…


 

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Yaşlı Tarihçi seyahati çok sevdiği için, zamanla sıkıntılarına katlanmayı da öğrenmişti. Daha doğrusu katlanmak zorundaydı. “Gülü seven, dikenine katlanır” derler ya, tarihçininki de o misal. Ya seyahati sevmeyeceksin, ya da seyahatler sırasındaki sıkıntılara, “ah! vah!” deyip sızlanmayacaksın! Ama nihayetinde Tarihçi de bir insandı ve zaman zaman karşılaştığı sıkıntılar karşısında kendi kendine, “yahu senin bu çöllerde, dağlarda, kayalıklarda, nehir çağlayanlarında ne işin var? Pervari bahçeleri, dereleri, patikaları, uçurumları,  seni tabiata doyurmadı mı? ” deyip kızdığı da olmuyor değildi…

Bu sefer de öyle olmuş; sıkıntı üzerine sıkıntılar yaşamıştı. Daha önceki Kanada seyahatlerinde gördüğü bir dağa doyamamış, tekrar o dağı görmek için Toronto’ya gitmişti. Fakat gel gör ki, onu karşılayan arkadaşı kötü bir haber verdi: Hocam Korona diye bir hastalık çıkmış; ülkedeki bütün programlar altüst olmuş. Türkiye uçakları da uçuşlarını durdurduklarından, maalesef burada kalacaksın. Ya da Amerika’dan Türkiye’ye dönüş daha kolay olduğundan, istersen vakit kaybetmeden seni arabamla oraya götüreyim. Çünkü yakında ABD’ye olan uçuşlar da iptal edilebilir!

Zavallı Tarihçi apışıp kalmıştı. Naçar, “Hadi götür; bari Washington’a kadar götür de, orada başımın çaresine bakarım!” dedi. 

Candan arkadaşı o kadar uzun yolu teperek, Tarihçiyi Washington’a götürüp hemen geri döndü. Çünkü Korona pandemisinden dolayı, o da çıktıktan sonra bir daha Kanada’ya dönemeyebilirdi.

Tarihçi, şehir merkezine uzak, banliyö denebilecek ucuz bir semte gidip pansiyon gibi bir yer arıyordu. Yürüye yürüye kıvrıla kıvrıla akan bir nehrin kıyısına vardı. Bu nehir, Potomac Nehriydi… Nehrin kıyısında, Tarihçi gibi yaşlı bir Amerikalı, balık avlıyordu. Kendisi gibi yıllanmış fötr şapkasıyla, yarıya kadar içtiği “Küba sarması puro sigarasıyla” tipik bir kovboy yaşlısı intibaını veriyordu. Hemen ilerisinde de kulübeye benzer bir bina gördü ve oraya yaklaştı. Köhnemiş kapısında “Hostel” yazıyordu. Yani bir pansiyon! Tarihçinin kapıyı üçüncü çalışında ancak kapı açıldı ve kendisinden daha yaşlı, saçı sakalı birbirine karışmış, kamburumsu bir adam kapıyı açtı. Kendisine göre baya genç olan Tarihçiye bakıp, tam bir kovboy ağzıyla,

-Yes? dedi. 

-Tarihçi,

-I want to stay in your hostel if possible!

-Pansiyon sahibi yaşlı,

-Ya! Ya! Come in! deyip Tarihçiyi içeri aldı. 

Koronadan dolayı Tarihçi sonunun ne olacağını bilmediğinden kaç gün kalacağını söylemedi. Mamafih Pansiyoncunun da soracak hâli yoktu.

Sabah erken kalkan Tarihçi, tâ Kanada’da çantasına koyduğu ekmeği çıkarıp, pansiyonun avlusunda bulunan eski buzdolabına bir $ koyup aldığı sütle, bir gün önce nehir kenarında balık avlayan balıkçıyı görmeye gitti. Gitti amma balıkçı yoktu. O da Potomac nehrinin kenarındaki bir taşa oturup ekmeğini yemeye, sütünü de üzerine içmeye başladı. 

Potomac Nehri, Kuzey Amerika’nın, yani ABD’nin en büyük nehirlerinden biridir. Batı Virjinya'daki Apalaş Dağlarından doğar; Güneydoğuya doğru akarak Washington'u geçtikten sonra Chesapeake Körfezine dökülür. 

Potomac Nehrinin kıyısındaki bu nefis kahvaltıdan sonra, sırt çantasındaki küçük radyoyu çıkarıp bir yerlerden haberleri dinlemek istedi. Birçok istasyona ulaşıyor; ama konuşmalarından fazla bir şey anlamıyordu. Oysaki İngilizcesi fena değildi Tarihçinin… 

Nihayet İngilizcesini anladığı bir istasyona rastladı ki, tevafuk, spiker bir Müslümanın yazdığı havasını veren yarı Arapça, yarı Türkçe bir makaleyi okuyordu.

Makale şöyleydi:

تعال يا بن عمي نتفاهم

 

         Müslüman Dünyası”(!)[1]nda neler oluyor?

Arapçada şöyle bir söz vardır:

أمور يضحك السفهاء منها ويبكي من عواقبها اللبيب

“Manasını bilen biliyor, bilmeyen de merak edip öğrensin. Ama yazımızın siyak ve sibakından ne demek istediğimiz anlaşılacaktır zannediyoruz.

“Rivayet odur ki, Hz. İbrahim(a.s)’ın iki oğlundan birisin adı İsmail, diğerinin adı da İshak’tır. Hz. İbrahim, Hz. Allah’ın emri üzerine Mekke’ye gidince, Hacer validemizden doğan oğlu İsmâil’i yanında götürmüş; ikinci hanımı Sara’dan doğan İshâk’ı da, annesiyle birlikte Mısır’da bırakmıştır. Bilahare Hz. İsmâil ve annesi Mekke’de yerleşip orayı; annesi Sara ile birlikte Mısır’dan ayrılıp Filistin’e yerleşen İshâk da orayı vatan edinmişler… 

“O tarihlerden itibaren de Araplar, Hz. İsmâil’den; Yahudiler de, Hz. İshak’tan geldiklerine inanırlar.

“Kısaca soy itibariyle Araplarla Yahudiler, amca çocuklarıdırlar. Allah(c.c.) gerek Hz. İsmâil, gerekse Hz. İshak’ın neslinden de başka peygamberler göndermiştir ki, bunların hepsi “Hak Peygamberler”dir. 

“Allah(c.c)’un insanlığa gönderdiği son Peygamberi de Hz. Muhammed(s.a.s)dir.

“Her ne hikmetse, Hz. İshak’ın torunları olan Yahudiler, Allah’ın göndermiş olduğu son iki Peygamber’e inanmadıkları gibi; bunlardan birini, yani Hz. İsâ(a.s)’ı çarmıha gerip öldürmek bile istediler. Oysaki Hz. İsâ(a.s) da Yahudiler gibi bir Filistinliydi.

Yahudi zihniyeti değişmiyor

“Allah(c.c) son peygamberi olan Hz. Muhammed(s.a.s)’i gönderdiğinde de, MedineFedek ve Hayber’de bulunan Yahudiler ona inanmadıkları gibi, onu da öldürmek istediler. Tabir caizse Yahudiler, Allah’ın gönderdiği Peygamberler içerisinde istediklerine inanıyor, istemediklerine de inanmıyorlardı. Nitekim Hz. İsâ(a.s) Yahudi toplumundan birisi olmasına rağmen ona da inanmadıkları için yukarıda arz ettiğimiz gibi, öldürmek için onun çarmıha bile gerilmesini istediler. Ondan önce Zekeriyya(a.s) ile Hz. Yahya(a.s)’ı da şehid edenler, keza Yahudilerdir…

“Allah’ın Mekke’de görevlendirdiği son Peygamber Hz. Muhammed(s.a.s), Medine’ye hicret edip orada bir devlet kurunca, bu durum Medine ve Hayber’de yaşayan Yahudilerin zoruna gitti. 

“Yahudiler, Hz. Peygamber(s.a.s)’e inanmadıkları gibi, daha önceki Peygamberleri öldürdükleri gibi, onu öldürmek için de suikastlar, komplolar düzenleyip, Ka’b ibnu’l-Eşref adındaki liderlerinin yazdığı ve o günün medyası sayılan şiirler vasıtasıyla Resûlullah(s.a.s) aleyhinde “algı operasyonları” yapıp, Peygamberliğiyle alay ettiler. 

“Yahudiler, Hz. Peygamber(s.s.s)’e inanmadıkları gibi, onunla savaş durumuna girince, Hz. Peygamber(s.a.s) de onlarla savaştı ve onları Medine’den sürgün etti.

“Tedricen bu fitneci Yahudiler, Hicaz bölgesinden çıkarılınca, bir kısmı kuzeyde Filistin’e, bir kısmı da Yemen’e gittiler.

“Her ne hikmetse bu Yahudiler gittikleri her yerde fitne çıkardıklarından, ülkeden ülkeye sürülmüşlerdir. 

.  .  .

 

Makale şöyle devam ediyordu:

“15. yüzyılda Katolikler İspanya’daki Müslüman ve Yahudilere “engizisyon” uyguladılar. Eskiden beri Yahudiler yatırımlarını paraya, yani altın ve gümüşe yaptıklarından, bir yerden başka bir yere göç etmeye alışmışlardı. Onun için o zamanın en büyük devleti olan Osmanlı Devletinden sığınma talebinde bulundular.

“Osmanlı Devleti Yahudilerin bu talebini kabul etmeseydi; hem de onları ülkesinin en güzel yerleri olan Selanik, Edirne, Balıkesir, İzmir ve İstanbul’a yerleştirmemiş olsaydı, İspanyollar onları yeryüzünden sileceklerdi. Çünkü hiçbir Batı ülkesi Yahudileri istemiyor, onlardan nefret ediyorlardı.

Yahudiler fitne çıkarmadan duramaz

“Yukarıda arz ettiğimiz gibi, Osmanlılar onları İspanya zulmünden kurtarıp, topraklarının en verimli yerlerine yerleştirdi.

“Ama tıynetlerinde ihanet etme akidesi bulunduğundan, Osmanlının bu iyiliğine, ihanetle cevap verip, Filistin’e/Kudüs’e göz diktiler. Ve tabi öngörüleri “sıfır” olan Jön Türk ve İttihad ve Terakki komiteleri de, Yahudileri Filistin’e yaklaştırmayan Sultan Abdulhamid’e karşı durup, Siyonistlerin safında yer aldılar; Siyonist Yahudilerin isteklerine engel olan Sultan Abdulhamid’i de hal’etiler. 

“Sultan Abdulhamid’i halleden “acemi Jön Türk generalleri”; başta Enver, Talat ve Cemal paşalar olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’na girmemize sebep oldular; müttefikleri Almanlar yenilince de Osmanlı da “yenilmişler” safına girmiş oldu. Bu yenilginin neticesi olarak, Sultan Abdulhamid’i devirmiş olan generaller ve takipçileri sayesinde Filistin cephesi âdetâ “buyurun” denilerek boş bırakıldı; Kutu’l-Ammare’de galip gelmiş olan Osmanlı komutanları Kuzey’e çağrılarak İngiliz ve Yahudilerin işgaline zemin hazırlandı; hatta Kutu’l-Ammare komutanının Anadolu’ya girişi bile yasaklandı. Daha sonraki yıllarda da Filistin’e bigâne kalan CHP iktidarları, İngilizlerin oyununa gelerek, sanki Yahudilere “buyurun sizin olsun!” deyip İsrail devletini tanıdılar!!!

“Türk Devletinin bir şehri olan Kudüs işgal edilip üzerinde bir Siyonist devlet kuruluyor; Türk Devleti ise, âdeta Yahudileri kutlar gibi Amerika’dan sonra o Siyonist devleti kabul eden ilk devlet oluyor!

“Ne var ki Yahudiler, her zaman yaptıkları gibi kendilerine bırakılmış/verilmiş(!) olan yerlerle yetinmediler; her fırsatta orada yaşayan Filistinlilerle savaşarak, gün be gün topraklarına toprak kattılar. 

“1967 Haziran savaşında ise Batı’nın/Amerika’nın himâyesinde olan İsrail, işgal etmiş olduğu topraklar üzerinde Müslümanlara âdeta Nazi işkencesi uygulayarak, çoğunu katletti ya da Filistin’den uzaklaştırdı.

“Müslüman dünyası(!) ise siyon katillerinin bu cinayetlerine sessiz kalıyor, sessiz kaldıkça da İsrail daha çok cesaretlenerek kuduruyor, katliamlarına yeni katliamlar ekliyordu.

“Geriye, sadece sapanlarındaki taşları katil İsrail askerlerine atan çocuklar kaldı…

“Şimdi

“Şimdi, yani içinde yaşadığımız şu günlerde ise Müslümanlar, özellikle de Arap Müslümanlar üzerinde öyle bir oyun oynanıyor ki, geçmiş tarihte bunun misli görülmedi.

“Kâğıt üzerinde Hıristiyan görünen ABD Başkanı Trump, kız alıp-verme kombinezonlarıyla öylesine Yahudilerin emrine girdi ki, neredeyse Netenyahu’dan fazla Siyonistlerin emriyle kalkıp-oturur oldu! 

“ABD Başkanı Trump öylesine fırıldaklar çeviriyor ki, tarihte bunun mislini göremiyoruz. Sözüm ona bazı Arap liderlerini (Birleşik Arap Devleti, Bahreyn vs.) Tel Aviv’e getirtip(davet ederek değil emirle) onlara, (Tel Aviv’e götürdüğü Arap liderlerine yarı telkin, yarı tehdidle) şöyle diyor:

Bakın çocuklar; ey benim sadık kullarım! Siz Araplarla Yahudiler, zaten tarihten gelen bir akrabalık içerisindesiniz; yani amca çocuklarısınız! Neden birbirinizle savaşıyorsunuz? Birleşip Netanyahu kardeşinizin emrinde tek devlet olsanıza! Bugün itibariyle kardeşiniz İsrail sizden daha güçlü olduğu için onun emrine giriniz ve tek devlet olarak, diğer Müslüman ülkelerin boyunduruğundan kurtulunuz! Zaten sırasıyla onları da halledeceğiz. Bu günkü konjonktürde, uzak Müslüman devletlerin bir tehlikesi yok gibi. Mısır emrimde! Geriye İran ve Türkiye kalıyor! Ama özellikle Türkiye! Zaten ayak direten Türkiye olmasaydı, biz şimdiye dek çoktan siz Arapları İsrail’le birleştirip, yeni başkentiniz olan Tel Aviv’i ilan etmiştim! Merak etmeyin Suudi Arabistan da yola girdi gibi! Haydi, birbirinize تعال يا بن عمي نتفاهم“ey emmi oğlu” deyip kucaklaşın bakalım!

“Trump’ın bu söyledikleri karşısında afallayan Arap liderleri, şaşkınlık içerisinde, Yahudi kardeşleri olan Netanyahu ile kucaklaşıyor/öpüşüyor; İsrail’in bu zaferini beraber kutluyorlar!

“Trump’ın, Yahudiler adına çevirdiği bu fırıldaktan sonra bakarsınız bundan sonra Suudi Arabistan, Hacca veya Umreye gidecek olan Müslümanlara şöyle diyecek:

Hacca ve umreye gelmek isteyen Müslümanlar, bundan böyle vizelerini kendi ülkelerindeki Suud elçiliklerinden değil, Tel Aviv’den alacaklar! Çünkü, zaten amca çocukları olan Araplar ve Yahudiler barışıp kardeş oldular!

Ve Netenyahu ile akrabası Trump Arapça olarak tempo tutturacaklar:

تعال يا بن عمي نتفاهم! تعال يا بن عمي نتفاهم ونرقص!

 

Tarihçi, kendisi gibi yaşlı olan küçük radyosundan duydukları bu “felaket kokan” haber üzerine öylesine şaşırmış ve üzülmüştü ki, neredeyse Potomac Nehrine düşüp boğulacaktı…

Mamafih bunları duymuş olmak, ölümden de beterdi!

Küçük radyosunu kapattı ve çoktandır akmayan gözyaşlarını sile sile, “bu ne “ellem ğullem”lerdir Müslümanlara yapılanlar Yâ Rabbȋ” deyip, kendisi gibi perişan olan pansiyona doğru yürüyüp gözden kayboldu gitti… 

 

 

 



[1] Böyle bir dünya var mı, yok mu bilmiyoruz!

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar