Prof. Dr. Adnan Demircan
Son dönemlerde moda bir akım var. İslam dünyasında insanların hoşlanmadıkları her şeyi Emevilere nispet ederek onları suçlamak… Namazı mı beğenmiyorsunuz? Bu namaz Emevilerin icadıdır deyin. Akide mi hoşunuza gitmedi? Sorumlusu Emevilerdir. İslam dünyası geri mi kaldı. Tabii ki Emeviler yüzünden…
Bu Emevi düşmanlığı Şiiliğin
genetiğinde var. Tabii tarihî sebepleri de mevcut. Emin olun itaatle mükellef
olduklarına inandıkları imamlarından ve ehl-i beytten daha çok düşmanlar
Emevilere… Mesela Hz. Hüseyin’in oğlu Ali b. Hüseyin Yezid’e biat edip biatini
devam ettirmede bir mahzur görmemiş. Abdullah b. Hanzale Yezid’in biatini
reddedip kendisine biate çağırınca Ali, Yezid’e biatini devam ettirmekten yana
tavır koymuş. Üstelik bu Ali, Kerbela’da hasta olduğu için çatışmalara
katılmamış, hayatta kalanlardan… Ama bugünün Şiileri Yezid’e küfretmeyenlere
kâfir diyor. Hz. Muaviye diyen kâfirdir diye ahkâm kesiyor.
Tarihçi olaya bakar.
Birisinin keyfi için kimseye küfretmez, kimseyi övmez. Durumu tespit eder.
Ancak fanatizmin tarihe baktığı yok. Olanlar çok önemli değildir fanatikler
için… Nasıl kabul ettikleri önemli…
Aşurenin Kerbela’yı
unutturmak için Emeviler tarafından uydurulduğu da tahriflerden biri… Her yıl
Kerbela olayının yıldönümünde tekrarlanır. Gerçekten bu iş Emevilerin işi mi
yoksa daha sonra mı ortaya çıktı?
Öncelikle şunu ifade edelim
ki Hz. Hüseyin’in katledildiği 680 yılı ile Emevi Devleti’nin yıkılışı olan 750
yılı arasında geçen 70 yıl boyunca Kerbela’yı anma törenleri yapılmış değil. Ancak
bazı Şiilerin pişmanlık duygularıyla intikam alma düşünceleri var. Bu bakımdan Emevilerin
öyle Kerbela’yı unutturma gibi bir dertleri yok. Bilakis Kerbela konusunda
kendilerini haklı görüyorlar. Çünkü Hz. Hüseyin’in ellerindeki iktidara
uzanmaya kalkıştığını söylüyorlar. Doğal olarak bu bakışları hanedanın resmi
görüşünü yansıtıyor.
Aşureye gelince konuyla
ilgili hikâyeyi doğru anlatmazsak rivayetlerde anlatılanları karıştırmak
kaçınılmaz olur.
Öncelikle Araplar cahiliye
döneminde aşura günü, yani Muharrem’in onunda bir gün oruç tutuyorlar. Bu
âdetin özellikle Kureyş’te bulunduğu biliniyor. Kaynaklarda bu vurgu var.[1]
Diğer kabilelerde böyle bir adetin mevcut olup olmadığı kesin olarak bilinmiyor.
Müslümanlar da Medine’ye hicrete kadar bu günde oruç tutmuşlar.
Medine’ye hicretten sonra da
Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuklarını görmüşler. Muhtemelen bu oruç
Yahudilerin oruçlarından birisinin yerel bir uygulamasıdır. Müslümanların
hicretleri sırasında 10 Muharrem’e denk gelmiş olması da mümkün, Yahudilerin bu
orucu Arap kültürüyle ilişkili olarak 10 Muharrem’de tutmaları da mümkün.
Şimdilik bunu netleştirme imkânımız yok. Aşura’nın Hz. Musa’nın Mısır’dan
çıkışlarıyla ilişkilendirilmesi, muhtemelen Müslümanların bir yorumu. Yahudilerin
yönlendirici bir açıklaması da olabilir. Aslında Mısır’dan çıkış ayrıca bayram
olarak kutlanıyor. Bu günde oruç tutmak yerine sevinç izharı anlamına gelen
etkinlikler yapılıyor daha makul… Nitekim bu gün Fısıh (Pesah, hamursuz)
bayramı olarak anılıyor. Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in Yahudilere neden
oruç tuttuklarını sorduğu, onların da Allah’ın Musa’ya Firavun’a karşı yardım
ettiğini söyledikleri, bunun üzerine Hz. Peygamber’in kendilerinin bunda daha
çok hak sahibi olduklarını belirttiği ifade edilir.[2]
Yahudilerin önemli bir günleri daha var: Yom Kippur… Yani Kefaret Günü… Bu
günde oruç tutmak anlaşılabilir, çünkü kişinin günahlarının affedilmesini
dileyeceği gün… Müslümanlar bu iki gündeki etkinlikleri birbirleriyle
karıştırmış olabilirler ya da Medine’deki Yahudilerin uygulaması yerel bir
uygulamaydı. İlginç bir şekilde Aşura günü orucunu kefaretle ilişkilendiren
rivayetler var. Hz. Peygamber’in şöyle dediği rivayet edilir: “Arefe günü orucu
iki yılın kefaretidir. Bir önceki yılın ve bir sonraki yılın… Aşura günü
tutulan oruç ise bir yılın kefaretidir.”[3]
Kefaret kelimesinin geçmediği rivayetler de var. Buna göre Hz. Peygamber şöyle
demiş: “Aşura günü tutulan oruç bir yıl tutulan oruca denktir. Arefe günü
tutulan oruç ise iki yıl tutulan oruca denktir.”[4]
Hicretin ikinci yılında Ramazan
orucunun farz kılınmasından sonra Hz. Peygamber aşura günü oruç tutmayı
Müslümanların tercihine bıraktı.[5]
Ramazan orucunun farz kılınmasından önce aşura orucunun farz olduğu söylenir.[6]
Ancak bazı rivayetlerde ibadetlerinin Yahudilerinkinden farklı olması için bir
gün öncesiyle ya da bir gün sonrasıyla oruç tutmalarını tavsiye ettiği
nakledilir.[7]
Araplar bugün tuttukları
oruçla ilgili olarak üç olaydan bahsederler. Ancak ilk kaynaklarda bunların
hepsi bir arada zikredilmez. Zamanla bu konudaki ilişkilendirmeler artmış
görünüyor. Ancak bu artış da muhtemelen Kerbela ile ilgli resmi yas
törenlerinden sonra şekillenmiş olmalı. arapların zikrettikleri önemli olaylar
şunlardır: Allah’ın Hz. Âdem’in tövbesini kabul ettiği gün olması,[8]
Hz. Nuh’un gemisinin karaya inmesi[9]
ve Hz. Musa’nın denizi geçerek İsrailoğullarını Mısır esaretinden kurtardığı
gün olması.[10]
Daha geç kaynaklarda Hz. Yunus’tan sıkıntıyı kaldırdığı gün olarak da
zikredilir.[11]
Elbette zikredilen olayların
10 Muharrem’de meydana geldiğini tespit etmek mümkün değil. Bu bilgileri
efsanevi anlatımlar olarak kabul etmek gerekir. Bunların dışında kaynaklarda yer
alan olayların aşura günüyle ilişkilendirilmesi sonradan ortaya çıkan
eklemelerdir.
Buraya kadar çizdiğimiz çerçeve
aşura gününün oruç ibadetiyle geçirilen bir gün olduğunu gösteriyor. Oruç vurgusu
önemli. Hatta Feth b. Şahref isimli bir şahsın her gün karıncalara ekmek
ufalttığını, ancak aşura günü ufalttığı ekmeği yemediklerini söylediği
anlatılır.[12]
İbn Sa‘d’ın çağdaşı birisinin kitabında geçen bu anekdotu doğruluğu bir yana,
oruç vurgusu taşıdığı için paylaştık.
Aşura gününün bayram günü
olduğuna dair ifade Muaviye’ye nispet edilmektedir. Muaviye, “Aşura günü bayram
günüdür. Dileyen bu günde oruç tutar. Bu günde oruç tutulur. Dileyen de tutmaz.
Tutmamasında bir sakınca yoktur” demiştir.[13]
Bu açıklama da esasında Hz. Peygamber’in Müslümanları aşura orucu konusunda
muhayyer bırakmasına atıf gibi görünüyor.
O halde aşura gününü bir
sevinç günü olarak uydurduğu söylenenler bu rivayetlerin kaynaklarda yer
almasına nasıl razı oldular?
Hz. Hüseyin, hicretin 61. yılında
aşura gününde yani 10 Muharrem’de katledildi. (10 Ekim 680). Onu katleden ordu
Kufelilerden oluşuyordu. Bu cinayetten sonra onu Kufe’ye davet edip yalnız
bırakan Kufeliler arasında pişmanlık duyanlar oldu. Onlardan bazıları kanlarını
onun intikamını almak üzere dökmeye karar verdiler. Bunlara Tevvâbûn (tövbe
edenler/ pişman olanlar) denir. Ayrıca Kerbela olayından dört-beş yıl sonra Muhtar
b. Ebî Ubeyd es-Sekafî’nin etrafında toplanan ve intikam duygusuyla yanıp
tutuşanlar da vardı. Bu iki hareket aynı zamanlarda gelişti. Tevvâbûn grubu
giriştikleri savaşta büyük bir kısmı kılıçtan geçirildi. Muhtâr ise Kerbela
olayına karışan insanlara karşı insan avı başlattı ve birçok kişiyi öldürttü.
Buraya kadar çizdiğim
çerçevede temel kaynak olarak kullandığımız hadis, siyer, tefsir, tarih ve
tabakat kaynaklarında yemek pişirip dağıtmadan söz edilmez. Üstelik bu
kitapların büyük çoğunluğu Emevi Devleti yıkıldıktan sonra Abbasiler döneminde
Emevi düşmanlığının pirim yaptığı bir dönemde kaleme alınmıştır. Eğer
Kerbela’yı sevinçle karşılama anlamında bir Kerbela kutlaması söz konusu
olsaydı ballandıra ballandıra anlatırlardı.
Tekrar ifade edelim ki ilk
kaynaklarda Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katlinden önce ya da sonra aşure
pişirilip dağıtıldığına dair herhangi bir kayıt yoktur. Esasen aşura günü bir
ibadet günü olarak zikredilmektedir. Oysa yemek pişirip yemek ve ikram etmek,
ibadetten çok şenlik havasında yapılabilecek bir şeydir. Aşure dağıtmak belki
infak boyutuyla bir ibadet olarak telakki edilebilir, ama özellikle belirli bir
günde yapılması dikkat çekicidir.
Şiilerin Kerbela’ya
ziyaretleri ve bu olayın intikam duygularını bileyen bir gelişme olarak
kullanılması zamanla şekillenen bir anlayışın ürünü… Bu sebeple tarihte Kerbela’daki
mezarlarla ilgili inişli çıkışlı kararlar ve uygulamalar var. Bunlar da
Abbasiler dönemine tesadüf eder. Mesela Kerbela’da Şiilerin türbeyi ziyareti
Abbasi halifelerinden Mütevekkil zamanında yasaklanmış. Hatta bu dönemde türbe
yıktırılarak alan tarlaya çevrilmiş ve burada ekin ekilmiş.
Büveyhoğullarından
Muizzüddevle’nin sultanlığı döneminde 352 yılında resmi Kerbela anma
programları yapılmış. Ayrıca Gadir Bayramı gibi kutlamalar da resmi olarak
yapılmış. Bu dönemde Şiilerin Bağdat’taki taşkınlıkları sebebiyle onlara tepki
gösteren Sünnilerle aralarında çatışmalar çıkmış. Nitekim daha Büveyhiler
zamanında yaklaşık sekiz yıl sonra törenler durdurulmuş. Sonra tekrar serbest
bırakılmış.
Selahaddin Eyyûbî, Fatımiler
Devleti’ne son verdikten sonra orada Kerbela’nın yıl dönümünde yas tutulduğunu
görmüş ve bugün çeşitli hububatların pişirildiği bir aş dağıtarak farklı bir
etkinlik ortaya koymuş. Osmanlılar döneminde de bu uygulama devam etmiş.
İlk dönem kaynaklarında
konunun Emevilerle ilişkisi hakkında bilgi yok. Abbasiler dönemindeki
gelişmelerle ilgili mesele…
Biruni’de geçen bir bilgi var
ki bunun da yaşadığı dönemin algısının yansıması olması kuvvetle muhtemel… Biruni,
Kerbela olayında olanları birkaç cümle ile anlattıktan sonra şöyle diyor:
“Ümeyyeoğulları bugünde yeni elbiselerini giydiler, süslendiler, sürme
sürdüler, bayramlaştılar, davet yemekleri ve ziyafetler verdiler, tatlılar ve
güzel yemekler ikram ettiler. Onların iktidarlarında halka uygulamaları bu
şekilde oldu. Onların iktidarı son bulduktan sonra da bu uygulamalar onların
arasında devam etti.[14]
Biruni ardından Şiilerin Bağdat ve diğer şehirlerde yas tuttuklarını,
ağladıklarını ve ağıt yaktıklarını söylüyor. Emeviler döneminde Bağdat şehrinin
henüz inşa edilmemiş olduğu malum. Aslında müellif Bağdat’ın kuruluşundan
sonraki dönemi anlatıyor.
Biruni’deki bilgiyi Eyüp
Baş’ın konuyla ilgili makalesinde gördüm.[15]
Orijinal metni bulup okudum. Biruni’nin burada anlattıklarının Abbasiler
dönemindeki uygulamaya ilişkin kişisel bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum.
Çünkü Büveyhiler döneminde Kerbela anma törenleri icra edilince bu ve başka
uygulamalara tepkili olan insanlar muhalif bir tutum takınmışlardı. İşte Biruni
yaşadığı döneme yakın bu gelişmeleri Emeviler dönemiyle ilişkilendirerek
anlatmış. Tarihçiler zaman zaman mevcut durumun geçmişte olduğunu zannederek
yanılabiliyorlar.
Şiiler, kendilerine muhalif
olan insanları Nasibiyye veya Nevasıb olarak niteliyorlardı. Bununla da Emevici
olduklarını söylemek istiyorlardı. Bu nitelemeyi Emevi Devleti yıkıldıktan
sonra da kullanmaya devam etmişlerdir. Bugün de Şiiler ya da Aleviler kendi
görüşlerini ve inançlarını benimsemeyen insanları Emevici, Muaviyeci, Yezidi
gibi sıfatlarla niteleyebiliyorlar. Biruni’nin bundan dolayı anakronizme
düştüğünü zannediyoruz.
Emevilerin aşure pişirip
dağıttıkları doğru değil. Abbasiler döneminde mezheplerin şekillenmesinden ve
mezhepçiliğin gerilime yol açtığı dönemlerde bu, mümkün… Ama Emeviler döneminde
bir karşılığı yok. Kaldı ki ülkemizde aşure pişirip dağıtanların Hz. Hüseyin’in
katline sevinmeleri mümkün değil. Hatta bazı yörelerde aşure pişirip ikram etme
âdeti Aleviler arasında var.
Kaynaklar
ʿAbdurrezzâḳ, Ebû Bekr ʿAbdurrezzâḳ b. Hemmâm es-Ṡanʿânî (ö.211/827), el-Muṡannef (nşr. Heyet), Dâru't-Teʿṡîl,
I-X, Kahire 1435/2015.
Aḥmed b. Ḥanbel, Ebû ʿAbdullâh Aḥmed b. Muḥammed b. Ḥanbel
eş-Şeybânî (ö.241/856), Feḍâilu'ṡ-Ṡaḥâbe
(nşr. Vaṡiyyullâh Muḥammed ʿAbbâs), I-II, Muessesetu'r-Risâle, Beyrut
1404/1983.
Aḥmed b. Ḥanbel, Ebû ʿAbdullâh Aḥmed b. Muḥammed b. Ḥanbel
eş-Şeybânî (ö.241/856), el-Musned
(nşr. Şuʿayb el-ʾArnavûṭ, ʿÂdil Murşid v.dğr), Muessesetu'r-Risâle, 1421/2001.
Baş, Eyüp, “Aşûre Günü, Tarihsel Boyutu ve Osmanlı
Dinî Hayatındaki Yeri Üzerine Düşünceler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: XLV, sayı: 1, s. 167-190
el-Bîrûnî, Ebu'r-Reyḥân Muḥammed b. Aḥmed el-Ḫârezmî (ö.440/1049), el-Âŝâru'l-Bâḳıye ʿani'l-Ḳurûni'l-Ḫâliye.
el-Buḫârî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. İsmâʿîl (ö.256/870), el-Câmiʿu'l-Musnedu'ṡ-Ṡaḥîḥu'l-Muḫtaṡar
(nşr. Muḥammed Zuheyr en-Nâṡır), I-IX, Dâru Ṭûḳu'n-Necât, Beyrut 1422 H.
el-Burculânî, Ebû Caʿfer Muḥammed b. el-Ḥuseyn (ö.238/853), Min Ḥadîŝi İbni'l-ʿAskerî (nşr. ʿÂmir
Ḥasen Ṡabrî), Dâru İbn Ḥazm, Beyrut 1412H.
ed-Dârimî, Ebû Muḥammed ʿAbdullâh b. ʿAbdurrahman et-Temîmî (ö.255/869), Sunenu'd-Dârimî (nşr. Ḥuseyn
Selîm ʾEsed ed-Dârânî), I-IV, Dâru'l-Muğnî, 1412/2000.
Ebû Yûsuf, Ebû Yûsuf Yaʿḳûb b. İbrâhîm el-Enṡârî (ö.182/798), el-Âŝâr (nşr. Ebû'l Vefâ), Dâr'u'l-Kutubi'l-ʿİlmiyye,
Beyrut.
el-Ḥumeydî, Ebû Bekr ʿAbdullâh b. ez-Zubeyr el-Ḳureşî el-Esedî (ö.219/834), el-Musned (nşr. Ḥabîbu'r-Raḥmân
el-Aʿẓamî), I-II, Dâru'l-Kutubi'l-ʿİlmiyye, Beyrut.
İbn ʿAsâkir, Ebû'l-Ḳâsım ʿAlî b. el-Ḥasen (ö.571/1176), Târîḫu Dimeşḳ (nşr. ʿAmr b. Ğurâme el-ʿUmrevî), I-LXXX,
Dâru'l-Fikr, 1415/1995.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr b. Ebî Şeybe ʿAbdullâh b. el-ʿAbsî (ö.235/850), el-Muṡannef (nşr. Saʿîd el-Laḥḥâm),
I-VIII, Dâru'l-Fikr.
İbn Manẓûr, Ebû'l-Faḍl Muḥammed b. Mukerrem b. ʿAlî Cemâluddîn b. Manẓûr
er-Ruveyfiʿî (ö.711/1311), Muḫtaṡaru
Târîḫi Dimeşḳ (nşr. Rûḥiyye en-Neḥḥâs, Riyâḍ ʿAbdulḥamîd Murâd, Muḥammed
Muṭîʿ), I-XXIX, Dâru'l-Fikr, Dimeşḳ 1402/1984.
İbn Saʿd, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. Saʿd b. Menîʿ (ö.230/845), eṭ-Ṭabaḳât (nşr. ʿAlî Muḥammed ʿOmer),
I-XI, Mektebetu'l-Ḫancî, Kahire 1421/2001.
Mâlik b. Enes, Ebû ʿAbdullâh Mâlik b. Enes b. Mâlik el-Medenî (ö.179/796), el-Muvaṭṭaʾ (Rivâyetu'ş-Şeybânî) (nşr.
ʿAbdulvehhâb ʿAbdullaṭîf), el-Mektebetu'l-ʿİlmiyye.
Muḳâtil b. Suleymân, Ebû'l-Ḥasen Muḳâtil b. Suleymân el-Belḫî
(ö.150/767), Tefsîru Muḳâtil b. Suleymân
(nşr. ʿAbdullâh Maḥmûd Şeḥâte), I-V, Beyrut, 1423/2002.
er-Rebîʿ b. Ḥabîb, er-Rebîʿ b. Ḥabîb el-Baṡrî (ö.180/797), el-Câmiʿu'ṡ-Ṡaḥîḥi'l-Musned (nşr.
Muḥammed İdrîs, ʿÂşûr Yûsuf), Dâru'l-Ḥikme, Beyrut 1415H.
es-Serî bin Yaḥyâ, Ebû'l-Heyŝem es-Serî b. Yaḥyâ b. İyâs
eş-Şeybânî (ö.167/784), el-Eḥâdîŝ, Yazma,
2004.
eş-Şâfiʿî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. İdrîs (ö.204/820), el-Musned (nşr. ),
Dâru'l-Kutubi'l-ʿİlmiyye, Beyrut 1400H.
eş-Şeybânî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. el-Ḥasen (ö.189/805), el-Âŝâr (nşr. Ḫâlid el-ʿAvvâd), Dâru'n-Nevâdir,
1429/2008.
Yezîd b. Ebî Ḥabîb, Ebû Recâʾ Yezîd b. Ebî Ḥabîb el-Ezdî el-Mıṡrî
(ö.128/746), Eḥâdîŝu Yezîd b. Ebî Ḥabîb
el-Mıṡrî (nşr. Ḥamza Aḥmed ez-Zeyn), Dâru'l-Ḥadîŝ, Ḳahire 2004.
[1]
Yezîd b. Ebî Ḥabîb, el-Eḥâdîŝ, s. 39; er-Rebîʿ b. Ḥabîb, el-Musned, s. 127; eş-Şâfiʿî, el-Musned, s. 161; Aḥmed b. Ḥanbel, el-Musned, XL, 11, 278; ed-Dârimî, es-Sunen, II, 1105; el-Buḫârî, eṡ-Ṡaḥîḥ, III, 24.
[2]
İbn Ebî
Şeybe, el-Muṡannef, s. 471; Aḥmed b.
Ḥanbel, el-Musned, IV, 393; ed-Dârimî,
es-Sunen, II, 1103..
[3]
es-Serî bin Yaḥyâ, el-Eḥâdîŝ, s. 124. Ayrıca bk. Aḥmed b. Ḥanbel, el-Musned, XXXVII, 215, 221, 224, 278,
325.
[4]
Ebû
Yûsuf, el-Âŝâr, s. 177; eş-Şeybânî, el-Âŝâr, s. 298.
[5]
Yezîd b.
Ebî Ḥabîb, el-Eḥâdîŝ, s. 39; el-Buḫârî,
eṡ-Ṡaḥîḥ, II, 148..
[6]
Mâlik b.
Enes, el-Muvaṭṭaʾ (Rivâyetu'ş-Şeybânî),
s. 131.
[7]
Aḥmed b.
Ḥanbel, Feḍâilu'ṡ-Ṡaḥâbe, II, 985.
[8]
Muḳâtil
b. Suleymân, et-Tefsîr, II, 32;
ʿAbdurrezzâḳ, el-Muṡannef, IV, 105.
[9]
İbn Saʿd, eṭ-Ṭabaḳât,
I, 24.
[10]
Muḳâtil b. Suleymân, et-Tefsîr, II, 60; el-Ḥumeydî, el-Musned, I, 239.
[11]
İbn ʿAsâkir, Târîḫu
Dimeşḳ, LXII, 264; İbn Manẓûr, Muḫtaṡaru
Târîḫ Dimeşḳ, XXVI, 207.
[12]
el-Burculânî,
Min Ḥadîŝi İbni'l-ʿAskerî, s. 66.
[13]
İbn Ebî Şeybe, el-Muṡannef, s. 473.
[14]
el-Bîrûnî, el-Âŝâru'l-Bâḳıye, s. 411
[15]
Eyüp Baş, s. 175.
Buveyhiler ilk Aşure pişirenler olabilir mi? Şii ritülelerini törenlerini ve ziyaretlerinin tarihte en çok üzerinde duran devlet olduğunu biliyorum. Sanki meydanlarda kazanlarla aşure kaynattıklarına dair bir şeyler de okumuştum. Belki bu gün birtakım Aleviyerin yaptığı gibi Hüseyin (AS) A nezir olsun diye yapılıp dağıtılıyor olabilir mi?
YanıtlaSil