Prof. Dr. Adnan Demircan
Bilindiği gibi bazı insanlarla ilgili yakıştırmalar onlar hakkında bir algı oluşturur ve adeta onlara yapışır kalır. Hz. Ömer de sertliğiyle, sürekli birilerini öldürmeyi teklif etmesiyle anılan biridir. Mesela Mustalıkoğulları Gazvesi dönüşü Hz. Peygamber’e Abdullah b. Übey’i öldürmeyi teklif ettiği, ancak Hz. Peygamber’in bunu kabul etmediği söylenir. Cahiliye döneminde kızını diri diri gömerek öldürdüğüne dair hikâyenin uydurma olduğunu yıllar önce yazmıştık, ancak bu hikâye hala insanlar arasında tedavüldedir.
Hz. Ömer, çevresinde olup
bitene karşı duyarsız olmayan bir kişiliğe sahipti ve fikri olduğu her konuda
konuşmayı itiyat haline getiren biriydi. Bazen görüşlerini sert bir şekilde de
ifade ederdi. Ancak elinde kılıç sürekli insan öldüren biri değildi. Zaten o
toplumda fiilen bunu yapma imkânı da olmazdı. Öldürülen bir kişinin yakınları
elbette intikam alacaklardı. Özellikle cinayet gibi etkileri devam eden bir
konuyla ilgili rivayetleri, söz konusu olayın başka rivayetlerde yansımalarını
araştırmak ve bunları ona göre değerlendirmek gerekir.
Hz. Ömer sürekli kişilerin
öldürülmesine kail biri olarak gösterilmesine rağmen fiilen bunu yapmış mıdır
diye sorulursa bu soruya müspet cevap vermek mümkün değil. Bunun anlatılan bir
istisnası var galiba… Ama anlatılan… Bu anlatılan gerçek midir, aşağıda
değerlendirdiğimiz rivayetler bunu bir nebze açıklayacak.
Tarih ve hadis kaynaklarında
geçmeyen, ancak bazı tefsirlerde nakledilen bir hikâye var. Bu hikâye Nisâ
suresinin 65. ayetinin nüzul sebebi olarak zikrediliyor. Ayet-i kerime şöyle:
“Hayır! Rabbine andolsun
ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da
verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun
eğmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisâ 4/65)
Ayetin sebeb-i nüzulüne
baktığımızda Mukâtil’den başlayarak hem tefsirlerde hem de hadis kaynaklarında
zikredilen olay Zübeyr b. el-Avvâm ile bir komşusu arasında gelen sel suyunun
kullanımı sebebiyle geçen ihtilaftır. Konu Hz. Peygamber’e intikal edince
tarafları dinlemiş ve Zübeyr’e önce arazisini sulamasını, sonra da suyu
komşusuna salmasını söylemiş. Ancak Zübeyr’in komşusu Hz. Peygamber’in bu
kararını halasının oğlunu kayırması olarak yorumlamış. Bunun üzerine ayet nazil
olmuş. Mukâtil, Zübeyr’in hasmının Hâtıb b. Ebî Belta‘a el-Ansî olduğunu
söylüyor.[1]
Ancak diğer kaynaklarda bu kişinin Ensâr’dan biri olduğu ifade ediliyor.[2]
Hz. Ömer’le ilgili olan
rivayet ise şöyle: İki kişi ihtilaf ettikleri bir konuyu Allah Elçisi’ne (sas)
götürdüler. Hz. Peygamber de onlar arasında hüküm verdi. Aleyhinde karar
verilen kişi Hz. Peygamber’den kendilerini Ömer’e (ra) göndermesini istedi. O
da taleplerini yerine getirdi. Bu iki şahıs Hz. Ömer’e gittiler. Lehine karar
çıkan kişi Hz. Peygamber’e gittiklerini ve kararın lehine çıktığını, ancak
hasmının bunu kabul etmeyerek yanına gelmek istediğini söyledi. Hz. Ömer,
durumu diğer kişiye de teyit ettirdikten sonra aralarında hüküm vermesi için
biraz beklemelerini söyleyerek yanlarından ayrıldı. Biraz sonra kılıcını
kuşanmış olarak gelip kendilerini Hz. Ömer’e göndermelerini isteyen kişiyi
öldürdü. Diğeri ise koşarak Hz. Peygamber’e gidip olanları anlattı ve kaçmamış
olsaydı kendisini de öldüreceğini söyledi. Hz. Peygamber, “Ömer’in bir mümini
öldürmeye yelteneceğiniz sanmıyorum” dedi. Bundan sonra yukarıdaki ayet nazil
oldu ve Hz. Ömer’in öldürdüğü adamın kanı heder edildi. Yani onun için diyet
dahi verilmedi. Ancak Allah bunun sünnet olmasını istemedi ve şu ayeti indirdi:
“Eğer biz onlara, ‘Hayatlarınızı feda edin veya yurtlarınızdan çıkın’ diye
yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Eğer kendilerine
verilen öğütleri tutsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de
(imanlarını) daha çok pekiştirici olurdu” (Nisâ 4/66).[3]
Bu ayetle olay arasında nasıl bir bağlantı var, açık değil.
Rivayetin geçtiği en eski metin
İbn Vehb’in (ö. 197/813) tefsirinde yer
alıyor. Rivayet İbn Ebî Lehîa’dan
nakledilmiştir. Bundan sonra metin ise İbn Ebi Hâtim’in (ö. 327/938) tefsirinde
geçmektedir.[4]
Bu rivayet İbn Vehb’te geçen rivayetin aynısıdır. Sadece İbn Vehb’in rivayeti “Bize
İbn Lahîa, Ebü’l-Esved’ten haber vermiştir” şeklinde bir senetle nakledilirken
İbn Ebî Hâtim’in rivayeti, “Bize Yunus Abdüla‘lâ’dan kıraat yoluyla haber
verdi. O İbn Vehb’ten, o Abdullah b. Lahîa’dan o da Ebü’l-Esved’ten haber verdi”
şeklindedir. Bu da muhtemelen yazılı metnin İbn Ebi Hâtim’e ulaştığını
gösteriyor. Hikâyenin sonraki kaynaklara büyük ölçüde İbn Ebi Hâtim’deki
rivayetten geçtiği anlaşılmaktadır. İbn Ebî Hâtim’in bu rivayetten önce
yukarıda Zübeyr b. Avvâm’la ilgili rivayeti zikrettiğini de ifade etmek
gerekir.
Sa‘lebî (ö. 427/1035) ise Mücâhid
ve Şa‘bî’den naklen yukarıdaki ayetin Bişr el-Münâfık ve Yahudi kıssasıyla
ilgili olarak nazil olduğunu söylüyor.[5]
Böylece zamanla olayın kahramanlarının kimlikleri değişiyor ya da netleşiyor.
İbn Kesîr (ö. 774/1373) de rivayeti
tefsirinde İbn Lahîa’dan naklediyor. Ancak İbn Ebî Hâtim yoluyla… Ayrıca bu
rivayeti İbn Merdûye’den (ö. 410/1020) yine İbn Lahîa’nın isnadıyla naklediyor.
Ardından rivayetin mürsel olduğunu söylüyor ve İbn Lahîa’nın zayıf biri olduğunu
ekliyor.[6]
Bildiğiniz gibi Mürsel isnadında sahabî ravisi olmayan ya da ravilerinden biri
zikredilmeyen hadistir. Yani rivayetin isnadında sorun bulunmaktadır. Ardından
İbn Kesîr başka bir rivayet daha nakletmektedir. Bu rivayette farklı olarak hasımların
önce Hz. Ebû Bekir’e gittikleri, onun başka bir karar vermemesi üzerine Hz.
Ömer’e gittikleri anlatılır. Böylece hikâyeye Hz. Ebu Bekir de eklenmiştir.[7]
Hikâyenin bir diğer kaynağı da
Süyûtî (ö. 911/1505) olmalıdır. Süyûtî, İbn Kesîr’in naklettiği iki rivayetten
başka iki rivayet daha nakletmektedir.[8]
Bu rivayetlerden birisindeki ayrıntı, Hz. Ömer’e Faruk lakabının bu olay
sebebiyle verildiği şeklindedir. Buna göre Hz. Ömer adamı öldürdükten sonra
Cebrail (as) gelerek “Ömer adamı öldürdü. Allah hak ile batılın arasını Ömer’in
diliyle ayırdı” dedi. Böylece Ömer’e Fârûk (hak ile batılı birbirinden ayıran)
dendi.[9]
Süyûtî’nin bu rivayetinin kaynağı Hakîm et-Tirmîzî’dir (ö. 320/932).[10]
Bu ayrıntının rivayete eklenmesi dikkat çekicidir ve rivayetlerin zamanla nasıl
değişime uğrayabildiği hususunda fikir verebilir.
Hz. Ömer’in Faruk lakabıyla
ilgili olarak yukarıdaki rivayetle ilişkilendirmeden Hz. Peygamber’in “Allah
hakkı Ömer’in diline ve kalbine koymuştur. Onunla hak ile batılın arasını
ayırmıştır” buyurduğu nakledilir.[11]
Rivayet bazı küçük farklılıklarla birçok kaynakta geçmektedir.
Tefsir kitaplarında anlatılan
yukarıdaki hikâyenin görebildiğimiz kadarıyla tarih kaynaklarında anlatılmaması,
bu kadar önemli ve etki bırakacak bir olayın suskunlukla geçiştirilmiş olması
garip değil mi? Bunun sebebinin rivayetin ayetin sebeb-i nüzul için kurgulanmış
olması olabilir mi?
Tefsirlerde yer alan sebeb-i
nüzul rivayetlerinin kurgularla birlikte önemli olduğu muhakkaktır. Ancak bize
ulaşan her bilgiye de gözü kapalı inanmamalıdır.
Sonuç olarak Hz. Ömer’in
keyfi bir şekilde insanları öldüren bir insan olmadığını, onunla ilgili
oluşturulan bu algının ise sağlam bir tarihî dayanağının bulunmadığını,
insanları kalıplaşmış algılar üzerinden değerlendirmenin yanlış olduğunu
söyleyebiliriz.
Kaynakça
el-Buḫârî, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. İsmâʿîl (ö.256/870), el-Câmiʿu'l-Musnedu'ṡ-Ṡaḥîḥu'l-Muḫtaṡar
(nşr.), I-VI, Dâru İbn Keŝîr, Beyrut 1407/1987.
el-Ḥakîm et-Tirmiẑî, EbûʿAbdullâh Muḥammed b. ʿAlî (ö.320/932), Nevâdiru'l-Uṡûl fî Eḥâdîŝi'r-Rasûl (nşr.
ʿAbdurraḫmân ʿAmîre), I-IV, Dâru'l-Cîl, Beyrut.
İbn Ebî Ḥâtim, Ebû Muḥammed ʿAbdurraḥman b. Muḥammed er-Râzî (ö.327/938), Tefsîru'l Ḳurʾâni'l-ʿAzîm (nşr. Esʿad Muḥammed
eṭ-Ṭayyib), Mektebetu Nizâr Muṡṭafâ el-Bâz, 1419/1998.
İbn Keŝîr, Ebû'l-Fidâʾ İsmâîl b. ʿOmer b. Keŝîr ed-Dimeşḳî (ö.774/1373), Tefsîru'l-Ḳur'âni'l-ʿAẓîm (nşr. Sâmî b.
Muḥammed Selâme), I-VIII, Dâru Ṭayyibe, 1420/1999.
İbn Saʿd, Ebû ʿAbdullâh Muḥammed b. Saʿd b. Menîʿ (ö.230/845), eṭ-Ṭabaḳât (nşr. ʿAlî Muḥammed ʿOmer),
I-XI, Mektebetu'l-Ḫancî, Kahire 1421/2001.
İbn Vehb, Ebû Muḥammed ʿAbdullâh b. Vehb el-Mıṡrî el-Ḳureşî (ö.197/813), Tefsîru'l-Ḳur'ân mine'l-Câmiʿ (nşr.
Miklos Muranyi), I-III, Dâru'l-Ğarbi'l-İslâmî, 2003.
Muḳâtil b. Suleymân, Ebû'l-Ḥasen Muḳâtil b. Suleymân el-Belḫî
(ö.150/767), Tefsîru Muḳâtil b. Suleymân
(nşr. ʿAbdullâh Maḥmûd Şeḥâte), I-V, Beyrut, 1423/2002.
eŝ-Ŝaʿlebî, Ebû İsḥâḳ Aḥmed b. Muḥammed b. İbrâhîm (ö.427/1036), el-Keşf ve'l-Beyân (nşr. Ebû Muḥammed b.
ʿÂşûr), I-X, Dâru İḥyâi't-Turâŝi'l-ʿArabî, Beyrut 1422/2002.
es-Suyûṭî, Celâlu'd-Dîn ʿAbdurraḥmân b. Ebî Bekr (ö.911/1505), ed-Durru'l-Menŝûr, I-VIII, Beyrut.
[1] Muḳâtil b. Suleymân, et-Tefsîr, I, 386.
[2] Mesela bk. el-Buḫârî, eṡ-Ṡaḥîḥ, II,
832 [hadis no: 2232].
[3] İbn Vehb, Tefsîru'l-Ḳur'ân, I, 71.
[4]
İbn Ebî Ḥâtim, et-Tefsîr, III, 994.
[5] eŝ-Ŝaʿlebî, el-Keşf ve'l-Beyân, III, 340.
[6] İbn Keŝîr, et-Tefsîr, II, 351.
[7] İbn Keŝîr, et-Tefsîr, II, 351-352.
[8] es-Suyûṭî, ed-Durru'l-Menŝûr,
II, 585-586.
[9] es-Suyûṭî, ed-Durru'l-Menŝûr,
II, 586.
[10] el-Ḥakîm et-Tirmiẑî, Nevâdiru'l-Uṡûl, I, 232.
[11] İbn Saʿd,
eṭ-Ṭabaḳât, III, 251.
0 yorum:
Yorum Gönder