14 Kasım 2020 Cumartesi

Palandöken Dağı’nın Eteklerindeki Muhacirleri Hatırlamak Göç göç oldi… Göçler yola dizildi…


 Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma

Nuru Osmaniye camisinin Cağaloğlu’na bakan bahçe kapısından yeni çıkmıştı ki,  soldaki dükkânların birinin TV’sinden şu haber geçiyordu:

“Yine deniz, yine göçmen faciası! Müslüman ülkelerden, gayrimüslim ülkelere göç etmek üzere Akdeniz’de yol alan “şişme bot” patladı ve onlarca göçmen denize döküldü… Alınan haberlere göre yaşlı ve çocukların çoğu boğuldu; geri kalanları da yüzerek kurtulmaya çalışıyorlar… Bu zavallı mültecileri kurtarmaya giden ekipler, ancak beş kişiyi kurtarabildiler. Donmak üzere olan mültecilerden genç bir kadın, “Bebeğim! Bebeğim!” diye çığlık atıyordu. Çocuğunu kurtaramamış; Akdeniz’in sularında kaybetmişti yavrucağını…..”

Bu hazin haberi daha fazla dinleyemedi ve Cağaloğlu’na doğru yoluna devam etti. Ama birden bire durdu; yürüyemiyordu… TV haberlerinden duyduğu “mülteci faciası” haberi üzerine öyle çarpılmıştı ki, yolun solundaki “kafe”ye zor attı kendini.

*  *  *

20. yüzyılın ilk çeyreği… Rusya dâhil, içinde diğer Avrupa ülkelerinin de bulunduğu “Yakın Dünya”, yine savaşa, yine kana, yine esarete, yine ölüme susamıştı… Birbirlerinden ve fakat daha çok Müslümanlardan habire insan öldürüyorlardı… 

Ey insanoğlu! Nedir bu açgözlülük, bu doymazlık, bu kan dökme sevdasıdır tutunduğun? Neden Allah’ın size bahşettiği dille değil, silahla, kanla, tehcirlerle uğraşıyorsunuz?

Ey gözü doymayan “müstemleke dini”nin müntesipleri olan Batı; Avrupa ve yüzyıldır sahneye yeni çıkmış “Kızılderili katilleri” olan Amerika’nın “öküz çobanları”/cowboy’lar!  İnananı, inanmayanı, şu geçici dünyada birbirinin kanını içmeden yaşayamaz mısınız? İllaki kandan mı besleneceksiniz? Dünya savaşlarında katlettiğiniz milyonlarca insanın kanını içe içe doymadınız mı ki, hâlâ insanları öldürmek için yarışıyor; “öldürme paktları” kuruyorsunuz!

Son iki “dünya savaşı”nda, öldürdüğünüz 50 milyonun kanı sizi doyurmadı mı? Yoksa öldürmeye doydunuz da, işkence çektire çektire öldürmeye mi doymadınız ey muhterisler?

Ya sizler ey Müslümanlar? Ey inandığınızı söylediğiniz Allah’ı ve Peygamberini nasıl da unutup birbirinizin düşmanı oldunuz kedi ve köpekler gibi? Öyle bir hâle düştünüz ki, aldığınız isimler sizden utanıyor, nimetini yediğiniz topraklar size lanet okuyor? Camiler, minareler, medreseler, kütüphaneler ve içerisindeki kitaplar utanıyor size ait olduklarından…

* * *

Muhtemelen bu satırları okuyanlar, “Bu Cuma sabahında, Cağaloğlu’ndan aşağıya doğru inen şu “hoca kılıklı adam” neler sayıklıyor kendi kendine?” diye kafanızı sağa-sola çevirip, “Allah akıl versin!” diye siz de mırıldanacaksınız kendi kendinize… 

Bakalım neler mırıldanıyor “hoca kılıklı adam”… 

“Yirminci yüzyılın birinci yarısı… Avrupa ve “Yakın Asya”nın tamamı ve Avrupa savaş hâlinde. Avrupa’da milyonlarca ve bir o kadar da Türkiye başta olmak üzere Asya’da insanlar ölüyor; evlerinden, yurtlarından hicret ediyorlardı bir yerlere sığınmak için… Bir kısmı da tehcir ediliyor, tehcir yollarında can veriyorlardı…

Doğu Anadolu; özellikle Kars, Erzurum, Erzincan ve Bayburt yöreleri de, bu felâketin “felâketzedeleri”ndendiler… 

Zaten tarihte hep böyle olmamış mı? 

Maiyetlerinde bulunan insanları idare etmekten aciz olan ve bu acziyetin neticesi olan “Savaş felaketleri”ne sebebiyet veren Devlet Başkanları, Reisleri, İmparatorları, Kralları; savaşların neticesi ne olursa olsun, makamlarında durmaya devam ediyor; zavallı maiyetleri kurban olup gidiyor…

İşte Dünya Savaşının o hengâmesinde Doğu Anadolu, Ermeni çeteleri tarafından desteklenen Ruslar tarafından işgal edilmiş; zavallı halk, canlarını kurtarmak için, Anadolu’nun içlerine doğru hicret etmek mecburiyetinde kalmıştı… Aziziye ve Palandökenin etrafındaki Tabyalar birer birer düşüyor; fetih toprakları, Rusların eline geçiyordu… Mukavemet edemeyenler şehid oluyor; Palandöken’in toprakları, kayalıkları, bodur bitkileri; kengerler bile şehid kanlarını gözyaşı yapıp ağlıyor, yas tutuyordu…  

Hicret edemeyecek durumda olan yaşlılar, yaralılarsa, hüzünlerinden bağırlarına taş basıyor, gözyaşlarının ağızlarına kadar vardığı tutulmuş dilleriyle zar zor ağıtlar yakıyorlardı çaresizlikten:

 

Göç göç oldi göçler yola düzüldü

Uyku geldi elâ gözler süzüldü

oy süzüldü

O zaman da elim yardan üzüldü

Ağam nerden aşar yolu yaylanın Bingöl’ün

Yaylanın, ey yaylanın

***

Doldur doldur nargilemi tezele

Sarardı soldu rengim döndü gazele

Anam gazele, yavrum gazele

Dut kolumdan endir beni mezere, oy mezere

Ağam nerden aşar yolu yaylanın Bingöl’ün

Yaylanın, ey yaylanın”.

         “Hoca kılıklı adam”, son mırıldanmalarını bitirerek; tutamadığı gözyaşlarını sildi ve Cağaloğlu yokuşundan inmeye başladı söylenerek:

-Hey gidi “Batı emperyalizmi”ne uşak olmak üzere kendini ve çoluk çocuğunu tehlikeye atan Müslüman muhacir kardeşlerim! Ülkenizde, kendi coğrafyanızda size zulmeden Müslüman(!) idarecilerden kaçıp, o idarecilerinizi idare eden Batı emperyalizminin zulüm kokan coğrafyalarına “hicret” etmek için, kendinizi, çoluk-çocuğunuzu Akdeniz sularında tehlikeye atarken, ne büyük felaketlerin sizi beklediğini biliyor musunuz? Biliyor musunuz ki sizleri her türlü tehlikeyi göze alıp hicret etmeye zorlayan idarecilerinizin tamamı, ya Avrupa, ya da Amerika “yetiştirmeleridirler!” Batı emperyalizminin bir piyonu olmak üzere, Ak Deniz’in çılgın dalgalarıyla boğuşup can vereceğinize, sizi bu göçe zorlayan “tağutlar”ınızla mücadele etseniz, hem daha az zayiat verir, hem de kutsal bir görevi yerine getirmiş olursunuz! Emin olunuz ki onlarla mücadele, hem denizdeki muhaceretinizden daha az tehlikeli ve çok daha kutsaldır!

Haydi, olmayan nargileme, sizin için söyleneyim:

 

Doldur doldur nargilemi tezele

Sarardı soldu rengim döndü gazele…

 


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar