5 Şubat 2017 Pazar

Sosyal Medya Mahremiyetin Katili mi?

Doç. Dr. Yunus Emre Gördük
Şüphesiz ki gelişen teknolojinin ortaya çıkardığı bir kısım araçlar/ürünler nimet olduğu kadar külfet de oluyor bizim için. Ekseriyetle de bunların iyiye ve hayra kullanılmadığından hep şikayet edildiğini görür, duyarız. Seksenli yıllarda hayatımıza tek kanallı ve siyah-beyaz giren, daha sonra artan kanallar, renkli ve kesintisiz yayınla bizleri bir şekilde esir alan televizyon en tipik örneklerden biri. Genellikle hayra kullanılmadığı için hep şikayet edilen televizyondan kimsenin kolay kolay vazgeçemediği görülür. Oysa her evin başköşesinde duran bu büyüleyici ekran ilme, dine, eğitime, kültüre, sanata, edebiyata, ahlak ve fazilete hizmetkâr olarak kullanılamaz mıydı? Elbette ki kullanılabilirdi. Nisbeten de kullanıldığını söylemezsek haksızlık etmiş oluruz. Ne var ki televizyon denen nimet süreç içerisinde ve yine kendi ellerimizde, zamanımızdan, sağlığımızdan ve ahlâkımızdan çalan bir canavara dönüşüverdi. Nitekim başıboş/sorumsuz ve denetimsiz televizyon kanalları ile meraklı fakat bilinçsiz kullanıcıların bir araya gelişinden de ancak böyle bir neticenin çıkması beklenirdi.
Son yıllarda internetin yaygınlaşması, bilgisayar ve akıllı telefonların her eve, her cebe girmesiyle adeta yeni bir evreye ulaşılmış oldu ve sosyal medya uygulamaları hayatımızın bir parçası haline geldi. Televizyondan kurtardığımızı sandığımız yakamızı bu sefer internet marifetiyle sosyal medyaya kaptırmış olduk. Özellikle facebook, twitter, instagram gibi yaygın uygulamaları (-en azından birini-) kullanmayan kimse neredeyse kalmadı gibi. Belli bir yaşın üzerindeki insanları hariç tutmak kaydıyla, ev hanımları dâhil toplumun her kesiminin bir şekilde bu uygulamaları kullandığını, kullanabildiğini, en azından kullanmak istediğini gözlemliyoruz. Tabiî ki hayırda kullanmayı başarabilirsek teknolojinin bize sunduğu birer nimete dönüştürebileceğimiz bu uygulamaların öyle pek de masum niyetlerle ortaya çıkmadıklarını idrâk etmek hiç zor değil.
Genel merkezleri Batılı ülkeler, özellikle de ABD olan ve eğlence/arkadaşlık-tanışma/tartışma gibi sosyal faaliyetler için üretildiği iddia edilen bu uygulamaların bir tür haber ve bilgi toplama işine hizmet ettikleri anlaşılıyor. Örneğin facebook, kullanıcıların sevdiği futbol takımından, okuduğu yazara; beğendiği siyasetçiden, marketten aldığı bisküvi markasına kadar her şeyi bir şekilde soruşturup öğrenmeye çalışıyor. Kullanıcının doğum yerini, tarihini, hangi kullanıcılarla akraba olduğunu, evli mi bekar mı olduğunu, nerede çalıştığını hatta hangi tarihte nerelerde görev yapıp hangi faaliyetler içinde bulunduğunu ve buna benzer yığınla bilgiyi kaydediyor. Bunu yaparken de “sayfanı düzenle”, “bu sayfa sana ait” ambalajıyla tabiri yerindeyse “çaktırmadan” yapıyor. Arkadaş listesi itibariyle kişinin hangi eğilimde olduğunu tespit ediyor. Uygulama, açılır açılmaz “Ne düşünüyorsun?” şeklindeki soruyla kullanıcıyı bir şeyler yazmaya teşvik ediyor. Nihayet kullanıcıların “kendi şahsi sayfam” diyerek gönüllerince yazdıkları her şey de kayıt altına alınmış oluyor. Şahsa özel zannettiğimiz bilgiler, belgeler, fotoğraflar ve dokümanların hatta önce yazılıp daha sonra silinen (daha doğrusu silindiği sanılan) düşüncelerin bile kayda geçirildiği anlaşılıyor. Neticede milyarlı rakamlarla ifade edilecek kadar çok insanın, hem kendileri hem de birbirleriyle olan ilişki ağları hakkında, fark etmeyerek vermiş oldukları muazzam bir bilgi yığını adeta bir istihbarat merkezi olan uygulama sunucusunda toplanıyor. Her geçen gün büyüyen bu bilgi kaynağını da hangi istihbarat örgütlerinin ve gizli servislerin kullandığını tahmin etmek zor değil.
Sözü uzatmadan asıl üzerinde durmak istediğim meseleye geleyim. Sosyal medya uygulamalarının tehdidi altında olan birçok değerimiz var. Bunlardan biri de maalesef “mahremiyet” diye bildiğimiz şey. Kısaca her şeyi herkesle paylaşmamanın gerekli olduğunu ifade eder bu kavram. Örneğin karı-koca arasında kalması gereken, yakın akrabalara bile duyurulması uygun olmayan konular “aile mahremiyeti” alanına girer. Söz konusu uygulamalar ise sürekli bir şeyler paylaşmaya -fotoğraf ve video seçenekleri de dahil olmak üzere- teşvik ediyor. Paylaşılan şeyler beğeniliyor, yorumlar yapılıyor. Masa başında ve kapalı ortamda, esasen kafesteki kuş gibi olan ama “sosyalleştiğini” zanneden kullanıcılar ise giderek artan bir “beğenilme”, “iletişime geçme” dürtüsüyle paylaşımlara pür şevk devam ediyor. Zamanla belki farkına da pek varılamayarak; “evlilik yıldönümünde kocişimin aldığı hediye”, “oğluşumun ilk yaş günü”, “üstümdeki elbiseyi bugün aldım, yakışmış mı?”, “merdivenden düştüm dizim kanadı”, “pazara gittim maydanozlar çok yeşildi” hatta ve hatta “paylaşacak bir şey bulamadım ben de bir resmimi paylaşayım dedim” türünden tuhaflıklarla herkes her şeyini başkalarıyla paylaşmaya başlıyor. Bir diğerinden gören, bunun normal olduğunu, sosyal medyanın gereğinin bu olduğunu sanıyor. Hep beraber giderek anormalleri normal görmeye başlıyoruz. Bu da her gün azar azar şırınga edilen zehir gibi farkına varmadığımız bir hasara ve yozlaşmaya neden oluyor. 
Evet, sosyal medya böylece mahremiyetin katili oluyor… Fakat onu katil haline getiren de şüphesiz ki kullanıcıların bilinçsizliği ve aymazlığı oluyor. Bugünlerde rastladığım bir örnek üzerinden içine düştüğümüz durumun vehâmetini ifade etmeye çalışayım: Henüz nişanlı veya sözlü bir kızımız, “aşkımın doğum günü” temalı, kendisini ve “aşkı”nı yakın plandan gözlere sokan fotoğrafın altına, bin bir türlü tuhaf (kendince güzel) sözle, sözüm ona ilan-ı aşk edip bunu da sosyal medya organlarıyla bütün âleme neşrediyor... Peki acaba bunu neden yapıyor? Bu kızımız kendisini sosyal medyadan izleyen âleme ne demek istiyor? Gelin beraberce fikir yürütelim:
-Bakın nişanlım ne kadar yakışıklı ve ben ne kadar güzelim!
-Bakın birbirimize ne kadar yakışıyoruz!
-“Bu sümüklüyü kimse almaz” diyen akrabalarım! Neredesiniz?
-Hey kızlar! Siz daha nişanlanmadınız mı?
-Gördünüz mü hepinizden önce ben nişanlanırmışım!
-Ey âlem! Bakın ben ne kadar özgür ve cesurum!
-Görün işte, beni kimse kısıtlayamaz...
Bunlar mıdır acaba? Daha bunun gibi bir yığın başka şey midir? Nedir böyle bir paylaşımın verdiği mesaj? Nedir bunun faydası ve gerekçesi?! Şayet arkadaşlarla, dostlarla bir haberleşme, ilan etme gayesi varsa ve çok isteniyorsa, nişan zamanı usulünce bir resim paylaşılır -ki bence resim paylaşmak çok gereksiz ve sakıncalıdır- kısaca “Biz nişanlandık, büyüklerimizden, arkadaşlarımızdan, dostlarımızdan hayır dualarını bekleriz.” türünden bir mesaj/haber verilebilir. Bunun ötesinde, “aşkımla bugün de filan yerde filan münasebetle buluştuk” şeklindeki cıvık paylaşımların gayesi ve faydası nedir çok merak ediyorum!?
Örnekteki kızımıza şu sözlerle seslensek acaba haksızlık mı yapmış oluruz?:
Evet her kızımız fotoğrafınızda arz-ı endâm ettiğiniz üzre zât-ı âliyyeniz kadar “güzel” olmayabilir. Her kızımızın nişanlısı da sizinki kadar “yakışıklı” da olmayabilir. Hatta arkadaşlarınızın çoğu nişanlı da değildir muhtemelen. Belki kısmetleri çıkmamış, henüz isteyenleri olmamıştır. Şimdilik sizin gibi fotoğraf paylaşacakları bir “aşk”ları da yoktur fakirlerin!? Bunu sosyal medya marifeti ve görmemişliğiyle bütün cihanın gözüne sokmanız mı lazım? Herkesi muhakkak kıskandırmanız, rencide etmeniz mi gerekiyor? Ayrıca nazar diye bir şey yok mu? Gıpta damarını tahrik etmek diye bir şey yok mu? Haset diye sakınılması gereken bir duygu yok mu? Üstelik henüz sözlü veya nişanlı olduğunuzu belirttiğiniz “aşkınızla” doğal olarak evli olmadığınız anlaşılıyor. Peki bu samimiyete kim izin veriyor? Bu salahiyeti nereden aldınız? Hele ki başörtünüz ve ilahiyat diplomanız da varsa, hakikaten tadınızdan yenmez bir kıvamda olduğunuzun bu çirkin ilânatı da nedir? Evet başa döndük galiba; “kendi amelimden ben sorumluyum” diyebilirsin, eyvallah ama ne diye her özelini ve mahremini bütün cihana ağzını yayarak ilan etme gereği duyuyorsun? En önemlisi de şu: Aşk bu değil... Böyle boy boy fotoğrafla, sosyal medya cıvıklığıyla dile gelmez aşk. O dile gelen ve “aşk” diye ifade ettiğiniz şey başka bir şey hiç kusura bakılmasın. Başka nasıl ifade edilir bilemiyorum, sayfalar dolusu yazmak gerek belki, ama üç kelimeyle iktifa ediyorum: Aşk bu değil.
Evet sevgili dostlar maalesef sosyal medya penceresinden gördüğüm vahim tablo bu. Giderek daha kötüye gideceğe benziyor. Sesimiz çıktığınca, gücümüz yettiğince evvela nefsimizi sonra bizi duyan herkesi uyarmak vazifesiyle mükellef olduğumuzu düşünüyorum. Ben şahsen sosyal medyadan çok istifade ediyorum. Bazen zaman israfına sebep olduğunu inkar edemeyiz ama sayfalarını bir dergi, bir kitap gibi okuduğum, ilm-u irfanlarından kendime bir şeyler katmaya çalıştığım çok değerli hocalarım, dostlarım var. İnşaallah faydalı kısmı zararlı kısmının keffareti olur diye düşünüyorum. Ayrıca dostların acı ve tatlı günlerinden, önemli toplantılardan, yeni çıkan kitaplardan ve bunlar gibi birçok şeyden haberdar oluyoruz. Öğretim üyeleri ve öğretmenler için öğrencileriyle iletişim kurma/haberleşme işi açısından da sosyal medyanın çok faydalı olduğunu gözlemliyorum. Ne var ki gerek ölçüsüz bayan-erkek ilişkilerine vasıta gerekse mahremiyetin dolaylı katili olduğunu da görüyorum.  
“Ey Rabbim! Bize merhamet eyle. İffetimizi, hayamızı, aklımızı ve insanlığımızı ziyade eyle” diye yalvaralım... Şayet bu tempoyla giderse, bu gidiş iyi bir menzile doğru değil dostlar...
(Not: Bu yazı, çok değerli hocalarımın İslam tarihiyle ilgili değerli yazıları arasında belki biraz alakasız duracaktır ancak hem kendilerinden hem de okuyuculardan nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ve farklı bir çeşni olarak kabul etmelerini istirham eylerim.)
Formun Üstü
Formun Altı


3 yorum:

  1. Elinize, yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Gelecek nesillere güzel bir tarih bırakmak istiyorsak bu söyledikleriniz hayati önem arzediyor hocam Teşekkürler

    YanıtlaSil
  3. Gelecek nesillere güzel bir tarih bırakmak istiyorsak bu söyledikleriniz hayati önem arzediyor hocam Teşekkürler

    YanıtlaSil

Yazarlar