30 Kasım 2017 Perşembe

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Emanete Riâyet

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Emanet kelimesi çok geniş anlamlı bir kavramdır. İnsanın en önemli görevi olan Allah’a kulluk görevinden, insanların korunması için bize bıraktıkları en küçük eşyaya varıncaya kadar her şey emanet kavramıya açıklanabilmektedir. Bu durumda Allah’ın bize bahşettiği hayat nimeti ve hayatımız boyunca faydalandığımız, koruma sorumluluğunu üstlendiğimiz her şey bizim için emanet statüsündedir. 
Emanet peygamberlerde bulunması gereken sıfatlardan birisidir. Yani peygamberler güvenilir (emin) kabul edilen, kendilerine tebliğ görevi, dini yayma emaneti verilen insanlardır. Nitekim Hz. Muhammed (sav) daha peygamber olmadan önce, insanların güvenini kazanması sebebiyle Muhammedü’l-Emin lakabıyla tanınmıştır. Hz. Peygamber’e düşmanlık yapan, hatta onu öldürme girişiminde bulunan Mekke müşrikleri dahi ticaret amacıyla şehir dışına çıktıklarında ellerindeki nakit para ve malları birbirlerine emanet edemezler, Hz. Peygamber’e verirlerdi. Allah Rasûlü’nün Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında evinde Hz. Ali’ye emanet ettiği malların neredeyse tamamı Mekke müşriklerine aitti. Zira o dönemde tamamı Medine’ye hicret ettiği için Mekke’de müslüman kalmamıştı. Dolayısıyla bizler düşmanlarının bile emin olarak kabul ettiği bir peygamberin ümmetleri olma şerefini taşımaktayız.
Emaneti yüklenmek bir sorumluluktur, bu emaneti yerinde kullanmak, gereğini yerine getirmek ise bir üst derecede sorumluluktur. Buna göre herkes kendi canından başlamak üzere himayesi altında olanlardan, kendisine bahşedilen her türlü can mal ve servetten hesap vermek durumundadır.  Bu hususu Allah Rasûlü şu meşhur hadisiyle açıklar:

“Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlığınızdan sorumlusunuz. Devlet reisi halkıyle ilgilenmekten sorumludur. Kişi ailesinin koruyucusu ve eli altında olanlardan sorumludur.  Kadın, eşinin evinin koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malının koruyucusu ve eli altında bulunanlardan sorumludur”[1]. Hz. Peygamber’in saymaya çalıştığı bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Buna göre görev büyüdükçe, görevi yerine getirenin sorumluluğu da artmaktadır. O nedenle insanları idare gibi önemli bir göreve getirilecek, yani idare emanetini yüklenecek insanların iyi seçilmesi, hem işin iyi yürümesi hem de idare edilenlerin hak ve menfaatlerinin korunması açısından önem kazanmaktadır. Bu da “görevin ehline verilmesi” prensibini ortaya koyar.
Görevin ehline verilmesi, emanete riâyet prensibinin en temel şubelerinden birisidir. Çünkü emanete riâyet edilmesini beklemeden önce, o emanete riâyet edebilecek yönetme yükümlülüğünü yerine getirebilecek kişinin seçilesi gerekir. Bu hususun önemini Kur’ân-ı Kerim şöyle vurgular:
“Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenini emrediyor. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve görendir”[2]. Hz. Peygamber de kıyametin ne zaman kopacağını soran bir ashabına emanetler zayi olduğunda kıyametin kopacağını söylemiş, emanetin zayi olmasının ne anlama geldiği sorulduğunda da “İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle”[3] buyurmuşlardır.
Allah Rasûlü’nün (sav) birçok askerî ve siyasî uygulamasında devlet idaresinde emaneti ehline verme siyasetini takip ettiğini görmemiz mümkündür. Hz. Muhammed (sav), kendisini vali tayin etmesini isteyen Ebu Zerr’e şu cevabı vermiştir:
“Ey Eba Zerr, sen zayıfsın, bu valilik bir emanettir, gerçekten kıyamet gününde o perişanlıktır. Yalnız onu hakkıyla alan, o hususta üzerine düşeni yapan müstesna”[4]. İlk Müslümanlardan olan ve ashab arasında mümtaz bir yere sahip olan Ebu Zerr’e valilik görevi verilmezken, çok geç dönemde İslâm’a giren ancak askerî ve siyasî alanda üstün kabiliyete sahip olan ehil kişiler Allah Rasûlü (sav) tarafından önemli görevlere getirilmişlerdir.  Mesela Bedir savaşına sebep olan, Uhud ve Hendek savaşlarında müşrik ordusuna komutanlık yapan Mekke reisi Ebû Süfyan idareciliğindeki tecrübesi sebebiyle Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber tarafında Taif’e elçi, ayrıca başka bölgelere zekât memuru olarak görevlendirilmiş,[5] bazı tarihi kaynaklara göre de Necran’a vali tayin edilmiştir[6]. Yine Hz. Peygamber (sav) Mekke fethinde önce Medine’ye gelip müslümanlığını ilân eden Arap dahisi Amr b. el-Âs’ı, siyasî ve askerî alandaki ehliyeti sebebiyle Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi ashab önderlerinin bulunduğu bir orduya komutan olarak tayin etmiştir[7]. Hz. Peygamber’in bu uygulamasının daha sonraki dönemdeki örneklerini, uzun süre halifelik görevinde bulunmuş Hz. Ömer’in idaresinde de görmek mümkündür. II. Halife, birçok sahabe dururken, İslâmî geçmişi yeni olan fakat siyasette dahi sayılan Muaviye b. Ebi Süfyan, Amr b. el-Âs, Muğire b. Şu’be gibi kişileri en önemli eyaletlerin sorumluluğuna getirmiştir[8].
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, gerek ferdi gerekse toplumsal sorumlulukların bilincinde olarak bizlere emanet bırakılan her şey üzerinde titizlik göstermek hem bizim hem de toplumumuzun menfaatine olacaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) emanete hiyanette bulunmanın münafıklığın alametlerinden olduğu şeklindeki uyarısını[9] unutmamamız gerekir.  Emanetleri ehline vermek de diğer önemli görevimiz olmalıdır.  





[1]    Buhârî, Cumua, 11
[2]    Nisâ, 58
[3]    Buhârî, İlim, 2; Rikak, 35
[4]    Müslim, İmamet, 17; Ebu Davud, Vesâyâ, 4; Nesaî, Vesâyâ, 4
[5]    Belâzurî, Ensâbü’l-Eşrâf, I (thk. Muhammed Hamidullah), Jarusalem 1963, I, 229-230
[6]    İbn Habib, Kitabu’l-Muhabber, (thk. Eliza Lichtenstater), Beyrut ts. (Daru’l-Afaki’l-Cedide),  s. 126; İbn Hacer, el-İsâbe, I-IV, Mısır 1328, II, 189
[7]    Vâkıdî, Kitabu'l-Meğâzî, I-III, (thk. Marsden Jones), Beyrut 1984, II, 771
[8]    Şiblî, Mevlana, Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, I-II, (çev. Talip Yaşar Alp), İstanbul 1980, II, 43
[9]    Buhârî, İman, 24

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar