Dr.
Celal Emanet
“Hiç kimse Hz. Muhammed’in prensiplerinden daha ileri
bir adım atamaz. Avrupa'ya nasip olan bütün başarılara rağmen, bizim konulmuş
olan bütün kanunlarımız, İslâm kültürüne göre eksiktir. Biz Avrupa milletleri
medeni imkanlarımıza rağmen Hz. Muhammed’in son basamağına varmış olduğu
merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki, hiç kimse bu yolda O’nu
geçemeyecektir.”
Johann
Wolfgang Von Goethe (1749-1832)
Müslüman, hayatının her
alanında Allah’ın emirlerini, Rasûlullah (sav)’in sünnet ve ahlaklarını
kendisine rehber edinendir. Bu yüzden onların ibadetleri, ahlakları, tepkileri,
üslupları ve tavırları da bu ölçüye göredir. Allah’ın rızasına talip olan bir
insan hangi dönemde veya hangi koşullar altında yaşarsa yaşasın, Allah'ın Hz.
Âdem (a.s.)'dan bu yana insanlara emrettiği ve bildirdiği hâl üzeredir.
Teknolojinin ilerlemesi, çağın değişmesi, imkanların artması ya da azalması
onun bu ahlakını değiştirmez. Müslüman nerede olursa olsun akılcı, itidalli,
dengeli, mülayim, sevecen, şefkatli, merhametli, vefalı, sadık, kolaylaştırıcı
ve güzelleştirici insandır. Eğer bir insan ‘devir artık değişti’ diyerek,
‘Kur’an ve Sünnet’e uyarsam toplum tarafından kabul görmem, ezilirim,
dışlanırım’ endişesiyle bu üstün ahlaklardan taviz veriyorsa, o kişi Kur’an’a
ve Sünnet’e değil, bambaşka bir yola uymuş demektir.
Mümin işyerinde,
sokakta, okulda, kafede gördüğü, televizyondan veya internetten izlediklerini
körü körüne taklit etmez. Onların yaşantısına, üsluplarına özenmez. Onlar gibi
olmaya çalışmaz. Onlara kendini kabul ettirmek için biraz onlar gibi biraz
Müslüman gibi hareket etmez. Onların çirkin esprilerini, mimiklerini,
tepkilerini modernlik zannederek üzerine almaz. Müslüman kendisi için Efendimiz
(sav)’in hayâsını, edebini, şefkatini, sevgisini, asaletini, nezaketini örnek
alır. Kullukları ve ahlaklarından ötürü Allah'ın övdüğü peygamberleri örnek
alır. Onlar gibi vakarlı ve takva dairesi içinde olmaya gayret eder. Gayet iyi
bilir ki, ihlâslı olarak Kur’ân'a uyan, Efendimiz (sav)’in yolunu izleyen bir
insan olabilecek en modern, kaliteli, en güzel yaşantıya sahip insandır.
Maalesef günümüz
Müslüman toplumları ekonomik, politik, kültürel ve sosyal bakımdan pek çok
problemlerle karşı karşıyadır. Bu içinde bulunduğu sıkıntıların en önemli
nedenlerinden birisi de Yahudi, Hıristiyan ve Batı toplumunun kendi adetlerine
özenmeleri ve onları taklit etmeleridir. “Sizden öncekilerin yoluna karış
karış, kulaç kulaç uyarsınız. Onlar kertenkele deliğine girse, siz de peşlerinden
girersiniz”, “Ey Allah Rasûlü! Onlar, Yahudi ve Hıristiyanlar mı?” dedik. O da:
“Ya kim?” diye cevap verdi” (Buhari, Müslim). İşte Allah’ın Rasûlü bizleri
asırlar öncesinde bu tehlikenin varlığına dikkat çekerek uyarmaktadır. Ama
ümmet olarak bizler O’nun bu nasihatinden payımıza düşenin ne kadarını almışız!
Bunun değerlendirmesini, her birimiz, vicdanlarımıza danışarak muhasebesini
yapalım.
İsterseniz bunu toplumumuzun
genel durumundan örnekler vererek biraz daha açıklığa kavuşturalım. Mesela
entel olmaya özenen, kıyafetiyle, tepkileriyle, üslubuyla küfür özentisi içinde
olan, bir tür aşağılık kompleksi içinde yaşayan; vefa, sadakat, büyüğe hürmet,
saygı gibi güzel ahlakları modernleşmek adına bir kenara koyan insanların
sayısı her geçen gün artmakta ve bundan da toplumsal olarak rahatsızlık
duyulmamaktadır. Kendince modernleştiği için dini ifadeler hakkında espriler
yapan, Allah’a itaati, Efendimiz (sav)’in Sünnet ve ahlaklarına karşı duyarsız
olan, büyüğünü korumayı, ona saygı göstermeyi geri kafalılık zanneden, ne kadar
küfre benzerse o kadar kaliteli olduğunu düşünen, mazlum ve zavallı konumundaki
insanları ezmeye yeltenen, haksız olmalarına rağmen güçlü olandan yana tavır
alan kimseler toplumda prim yapmaktadır.
Ne yazık ki, toplumların
çoğu bencillik, kibir, kendini beğenme ve ücûb gibi pek çok nefsî ahlakların
bataklığında boğulmaktadırlar. Bu durumlarının farkında bile değillerdir.
Bunlar, ‘Elhamdülillah Müslümanım’ demekten öteye din adına hiçbir şey
bilmezler. Fakat her şeyi bildiklerini zannederler. Bir diğer ifadeyle
bilmezler, bilmediklerini de bilmezler. Bu insanlara Allah’a ve Rasûlü’ne itaat
adına veya aşığı oldukları Batı toplumlarının ahlak ve davranışlarının taklit
etmenin tehlikeleri nasıl anlatılır bilemiyorum. Efendimiz (sav)’in getirdiği
İslamî çizgiyi muhafaza edemeyerek, yaşadıkları gibi inanma gafletine düşen
insanımız; İslam ile ‘güncel hayatın gerçekleri’ dedikleri şeyler arasında
sentez bir din anlayışı geliştirerek bunu, ‘çağdaş İslam’ ismiyle, süslü
poşetler içerisinde insanların önüne koymaktadırlar. “Siz o gün çok olursunuz
ancak sellerin önüne kapılan çerçöp gibi” diyen hadis-i şerifin muhatabı
olmaktan Cenâb-ı Hak ümmet-i Muhammed’i muhafaza etsin. Ama gelin görün ki,
Rasûlullah (sav)’in sünnetini bırakıp başka başka yollara tabi olan insanların
sayıları hiç de az değildir.
Efendimiz (sav);
“Düşmanın zarar veremeyeceği, hak üzere sebatkâr bir fırka kıyamete dek var
olacaktır” buyurmaktadır. Bu müjdeye muhatap olan salih insanların en önemli
vasıfları da kafirlere benzemekten en çok sakınan kimselerden olmalarıdır.
Onlar kafirlerin yaşantılarını asla taklit etmez, bu takdirde Allah katındaki izzetlerini
kaybedeceklerini bilirler. Ancak, kafirlerin bizim yaşantımızı taklit etmeleri,
onlar için büyük bir şereftir.
O halde Müslümanlar, Allah
ve Rasûlü’nü bırakıp şeytan ve de Allah düşmanlarını dost edinmenin ahirette
getireceği sorumluluğu düşünerek bu ve benzeri çirkin taklitleri bırakmalıdır:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun: babaları, oğulları, kardeşleri,
ya da akrabaları da olsa Allah’a ve Rasûlü’ne düşman olanlarla dostluk ettiğini
göremezsin...” (Mücâdele sûresi, 22)
Allah’u Teâlâ, bizlere
sevdiklerini sevmeyi, düşman olduklarına da düşman olmayı nasip etsin. O ne
güzel dost ve ne güzel yardımcıdır.
0 yorum:
Yorum Gönder