25 Kasım 2017 Cumartesi

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi Yazdı: Doğruluk

Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
 Hz. Peygamber (sav) Mekke’den Medine’ye hicret edeceği gece evinde Hz. Ali’yi bırakmıştı. Onun görevi daha önceden Hz. Peygamber’e (sav) bırakılan emanetleri sahiplerine teslim etmekti. O dönemde Medine’ye göç etmiş olmaları sebebiyle Mekke’de müslüman kalmadığı için bu emanetler Mekke’lilere aitti. Ticaret ile hayatlarını kazanan Mekke müşrikleri şehirden uzaklaştıkları zaman yanlarındaki kıymetli mallarını kendi aile ve çocuklarına değil, bizzat Hz. Peygamber’e (sav) gelip teslim ediyorlardı. İslam’a girmeseler, hatta ona ve müslümanlara düşmanlık etseler de yine mallarını ona itimat ediyorlardı. Çünkü onun adı Muhammedü’l-Emin, güvenilir doğru Muhammed’di ve ilginçtir ona bu adı Mekkeliler vermişlerdi.

Bütün bunlardan anlaşılan gerçek şudur: Allah rasülü (sav) doğruluk sıfatını daha peygamber olmadan önce Mekkeliler nazarında elde etmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) bu özelliği peygamberliği döneminde de devam etmiştir. Zaten peygamberliğin şartlarından biri de sıdk yani doğruluktur.
Yüce kitabımız Kur’an’da bu husus açıkça Hud suresinde ifade edilmektedir:
“O halde sen maiyetindeki tevbe edenlerle beraber, emr olunduğun şekilde dosdoğru ol.  Aşırı gitmeyin.  Çünkü O, ne yaparsanız hakkıyla görür.” (Hud 112). Bu hitaba muhatab olan Hz. Peygamber (sav) “Beni Hud suresi ihtiyarlattı” demiştir. İbn Abbas Rasulüllah için bu ayetten daha şiddetli ve daha meşakkatli bir ayetin nazil olmadığın ifade etmektedir.
Bu ayette Allah, sadece Hz. Peygamber’e (sav) değil, aynı zamanda bütün müminlere doğruluğu emretmektedir.  İmanında, amelinde, ahdinde, sözünde duran, özü sözü bir olanlar gerçekten takdire şayan kişilerdir. Çünkü doğru olmak ve bu şekilde devamlı sabit durmak gerçekten zordur. Doğru olmak bazen hatta çoğu zaman risklidir.  Doğru söyleyenler ve doğru davrananlar zor durumda kalmış, dünyevi imkanlarını ve makamlarını kaybetmekle karşı karşıya kalmışlardır. “Doğru söyleyeni dokuz köyden koyarlar” sözü herhalde bir çok acı tecrübenin bir neticesi olsa gerektir. Doğruluk gerçekten azim ve fedakarlık ister. Bunun içindir ki tarihte doğru söyleyenler, doğruları yazanlar, gerçeği haykıranlar genelde sıkıntı çekmişler, hayatlarını zor şartlar altında sürdürmüşlerdir. Bunun en bariz örneği peygamberlerin hayatıdır. Unutulmamalıdır ki, doğruluk üzere sebat edenler, sabr edenler mükafatlara nail olacaklardır.
Kur’an’da Allah, “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun” emriyle kullarından doğru insanlarla birlikte olmalarını, onları desteklemelerini istemekte (Tevbe 119), “Rabbimiz Allah’tır deyip doğruluğa yönelenlere hiçbir korku yoktur.  Onlar mahzun da olmayacaklardır” (Ahkaf, 13) buyurarak da doğruların yardımcısının Allah olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Hz. Peygamber (sav) hadisi şeriflerinde doğruluğu ve doğru olanları övmekte, bunun tersi olarak da yalanı ve yalancılığı şu sözleriyle yermektedir:
“Doğruluk iyiliğe götürür, iyilik cennete götürür. Kişi doğrulukta devam eder durursa nihayet Allah nazarında doğru olarak yazılır. Yalan kötülüğe iletir, kötülükse ateşe götürür. Kişi yalan söylemeye devam ederse nihayet Allah katında yalancı olarak yazılır. (Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103)
“Hz. Peygamber’e; Ya Rasülallah mümin korkak olabilir mi diye soruldu. Evet dedi.  Cimri olabilir mi dediler, Evet dedi. Peki yalancı olabilir mi dediler, Asla cevabını verdi. (Malik Muvatta, Kelam 19)
“İnsanları güldürmek için yalan yanlış konuşan kimsenin vay haline”. (Ebu Davud, 4990; Tirmizi, 2315
“Senin doğru söylediğine inanan bir adama yalan söylemen en büyük ihanettir” (Ebu Davud, 4971)
Muhammedü’l-Emin olarak vasıflanmış bir peygamberin üzmmetlerini ancak doğruluk ve dürüstlük yakışır.


0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar