Ebu’l-Beşer el-Ebyazi
Hz. Peygamber (sav) Mekke’den Medine’ye hicret edeceği gece
evinde Hz. Ali’yi bırakmıştı. Onun görevi daha önceden Hz. Peygamber’e (sav)
bırakılan emanetleri sahiplerine teslim etmekti. O dönemde Medine’ye göç etmiş
olmaları sebebiyle Mekke’de müslüman kalmadığı için bu emanetler Mekke’lilere
aitti. Ticaret ile hayatlarını kazanan Mekke müşrikleri şehirden uzaklaştıkları
zaman yanlarındaki kıymetli mallarını kendi aile ve çocuklarına değil, bizzat
Hz. Peygamber’e (sav) gelip teslim ediyorlardı. İslam’a girmeseler, hatta ona
ve müslümanlara düşmanlık etseler de yine mallarını ona itimat ediyorlardı.
Çünkü onun adı Muhammedü’l-Emin, güvenilir doğru Muhammed’di ve ilginçtir ona
bu adı Mekkeliler vermişlerdi.
Bütün bunlardan anlaşılan gerçek şudur: Allah rasülü (sav)
doğruluk sıfatını daha peygamber olmadan önce Mekkeliler nazarında elde
etmiştir. Hz. Peygamber’in (sav) bu özelliği peygamberliği döneminde de devam
etmiştir. Zaten peygamberliğin şartlarından biri de sıdk yani doğruluktur.
Yüce kitabımız Kur’an’da bu husus açıkça Hud suresinde ifade
edilmektedir:
“O halde sen maiyetindeki tevbe edenlerle beraber, emr
olunduğun şekilde dosdoğru ol. Aşırı
gitmeyin. Çünkü O, ne yaparsanız
hakkıyla görür.” (Hud 112). Bu hitaba muhatab olan Hz. Peygamber (sav) “Beni Hud
suresi ihtiyarlattı” demiştir. İbn Abbas Rasulüllah için bu ayetten daha
şiddetli ve daha meşakkatli bir ayetin nazil olmadığın ifade etmektedir.
Bu ayette Allah, sadece Hz. Peygamber’e (sav) değil, aynı
zamanda bütün müminlere doğruluğu emretmektedir. İmanında, amelinde, ahdinde, sözünde duran,
özü sözü bir olanlar gerçekten takdire şayan kişilerdir. Çünkü doğru olmak ve
bu şekilde devamlı sabit durmak gerçekten zordur. Doğru olmak bazen hatta çoğu
zaman risklidir. Doğru söyleyenler ve
doğru davrananlar zor durumda kalmış, dünyevi imkanlarını ve makamlarını
kaybetmekle karşı karşıya kalmışlardır. “Doğru söyleyeni dokuz köyden koyarlar”
sözü herhalde bir çok acı tecrübenin bir neticesi olsa gerektir. Doğruluk
gerçekten azim ve fedakarlık ister. Bunun içindir ki tarihte doğru söyleyenler,
doğruları yazanlar, gerçeği haykıranlar genelde sıkıntı çekmişler, hayatlarını
zor şartlar altında sürdürmüşlerdir. Bunun en bariz örneği peygamberlerin
hayatıdır. Unutulmamalıdır ki, doğruluk üzere sebat edenler, sabr edenler
mükafatlara nail olacaklardır.
Kur’an’da Allah, “Ey iman edenler, Allah’tan korkun ve
doğrularla beraber olun” emriyle kullarından doğru insanlarla birlikte
olmalarını, onları desteklemelerini istemekte (Tevbe 119), “Rabbimiz Allah’tır
deyip doğruluğa yönelenlere hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır” (Ahkaf, 13)
buyurarak da doğruların yardımcısının Allah olduğunu açıkça beyan etmektedir.
Hz. Peygamber (sav) hadisi şeriflerinde doğruluğu ve doğru
olanları övmekte, bunun tersi olarak da yalanı ve yalancılığı şu sözleriyle
yermektedir:
“Doğruluk iyiliğe götürür, iyilik cennete götürür. Kişi
doğrulukta devam eder durursa nihayet Allah nazarında doğru olarak yazılır.
Yalan kötülüğe iletir, kötülükse ateşe götürür. Kişi yalan söylemeye devam
ederse nihayet Allah katında yalancı olarak yazılır. (Buhari, Edeb, 69; Müslim,
Birr, 103)
“Hz. Peygamber’e; Ya Rasülallah mümin korkak olabilir mi diye
soruldu. Evet dedi. Cimri olabilir mi
dediler, Evet dedi. Peki yalancı olabilir mi dediler, Asla cevabını verdi.
(Malik Muvatta, Kelam 19)
“İnsanları güldürmek için yalan yanlış konuşan kimsenin vay
haline”. (Ebu Davud, 4990; Tirmizi, 2315
“Senin doğru söylediğine inanan bir adama yalan söylemen en
büyük ihanettir” (Ebu Davud, 4971)
Muhammedü’l-Emin olarak vasıflanmış bir peygamberin
üzmmetlerini ancak doğruluk ve dürüstlük yakışır.
0 yorum:
Yorum Gönder