Ebu’l-Beşer
el-Ebyazi
Cemiyeti içinde çoğu zaman
“iyi niyetli olamak” “kötü niyetli olmak”, “niyeti halis olmak”, “niyeti bozuk
olmak” gibi deyimler duyarız. Bunlar yapılan işlerde niyetin önemini açıkça
vurgulamaktadır. Niyetsiz, hedefsiz bir işin gerçekleşmesi mümkün değildir.
İnsanlar iyi olsun kötü olsun her türlü işlerinde önce niyet ederler sonra da
fiillerini gerçekleştirmeye girişirler. İbadetlerde de niyet gereklidir, gerek
kalben gerekse dil ile olsun niyetsiz bir ibadetin yapılması mümkün değildir.
Nitekim niyet namazın farzlarında biri kabul edilmiştir.
Allah da kullarından, yapmış
oldukları işlerinde iyi niyeti, ihlası, içtenliği ve samimiyeti beklemekte,
onlardan ibadetlerini halis niyetle yapmalarını istemektedir. Beyyine suresinde
şöyle buyurulur:
“Onlar, dini Allah için
halis kılarak batıl dinleri bırakıp tevhid dinine yönelmekle yalnız Allah’a
ibadet etmek, namazı dürüst kılmak, zekat vermekle emrolunmuşlardır. İşte doğru
din budur”. (Beyyine, 5)
Kurban hususunda da niyetin
önemini belirtir bir şekilde Kur’an’da şöyle buyurulur: “Allah’a kurbanların
etleri ve kanları değil, yalnız Allah rızasını gözetmeniz ve takvanız varır”.
(Hacc, 37).
İnsanlar her ne kadar
işlerinde asıl niyetlerini gizleseler, insanlara gerçek amaçlarını
bildirmeseler de Allah insanların içindekini, gönüllerinde geçenleri, yani asıl
niyetlerini bilir.“Ve kalplerinizdekini ister gizleyin, ister meydana çıkarın,
Allah onu bilir” (Al-i İmran, 26) ayetiylede bu gerçek açıkça ortaya konulur.
Allah rasülü Hz. Peygamber
de (sav) birçok hadis-i şeriflerinde niyetin önemini vurgulamakta, amellerdeki
karşılığın ancak niyete göre verileceğini ifade etmektedir: “Ameller, ancak
niyetlere göre değerlendirilir, herkesin ancak niyetine göre amelinin karşılığı
verilir” (Buhari, Bedü’l-Vahy, Menakıb, 1; Müslim, İmare 155). Bu hadisi şerif
insanlardan işlerini yaparken iyi niyetli olmalarını, ihlas ve samimiyetle
amellerini yerine getirmelerini istemekte, amellerin karşılığının fiilin
yapılmış olup olmamasından ziyade fiili yapanın niyetine göre
değerlendirileceğini ortaya koymaktadır.
Müslümanlar İslam’ın tebliğ
edildiği ilk on yılda Mekke’de büyük baskı ve işkencelere maruz kalmışlar,
ibadetlerini rahatça yerine getirememişler, hatta can güvenliklerini tehlike
altında görmüşlerdir. Bu durumda Hz. Peygamber’in (sav) emriyle önce
Habeşistan’a ardından da Medine’ye hicret etmişlerdir. Görünüşte herkes hicret
etmiş ve muhacir olmuştur. Hz. Peygamber ise onları hicret etmiş olmalarının
değil, niçin hicret ettiklerinin önemli olduğunu vurgulamış ve şöyle
buyurmuştur: Hicreti Allah ve Rasülüne olanın hicreti, Allah ve Rasülüne’dir.
Kişi hicreti elde edeceği dünyalık, ya da nikahlanacağı bir kadın için
yapmışsa, onun hicreti dini için değil, o mal ve kadın içindir.(gerçek hicret
etmiş sayılmaz )” buyurmuştur. (Ebu Davud, Talak 11).
Amellerde aslolan niyettir. Bir
kişi iyi bir iş için niyetlenir ancak çeşitli sebepler dolayısısya haklı bir
mazeret sebebiyle bunu gerçekleştiremezse Allah o kişiye fiilini yerine
getirmiş muamelesi yapar. Nitekim Hz. Peygamber Tebük Gazvesi neticesinde
savaşa katılamayanlar hakkında “Bir cemaat arkamızdan Medine’de kaldılar.
Herhangi bir vadiye girersek onlar da bizimle beraberdiler. Onları mazeretleri
alıkoymuştur” buyurarak onların da gazaya katılmış olarak
değerlendirildiklerini ifade etmektedir.
Son olarak sözü yine Hz.
Peygamber’e (sav) verelim:
“Bir kimse bir iyilik yapmaya niyetlenir de yapamazsa,
Allah kendi nezdinde o kimse için tam iyilik sevabı yazar. Eğer hem niyetlenir
hem de o iyiliği yaparsa on iyilik sevabı yazır ve bu sevabı yedi yüze ve daha
fazlasına çıkarır. Eğer fenalık yapmağa niyetlenir de sonra vazgeçerse, Allah
onun için tam bir iyilik savabı yazar. Eğer kötü işe hen niyetlenir, hem de onu
yaparsa, Allah o kimse için bir günah
yazar”. (Buhari, Salat, 227; Müslim, İman 74).
0 yorum:
Yorum Gönder